4 Haziran 2008 Çarşamba

(Namaz Zamanı) "ben degismem, ben buyum" diyen kimse hic degismez

"Ben degismem, ben buyum!"

 

"Ben degismem, ben buyum" diyen kimse hic degismez. Cunku degismeye niyeti yoktur. "Ben degismem, ben buyum." sozu bir bakima dogrudur. Insanlar hicbir zaman butun butun degismezler.

Cok ciddi presten gecseler bile kendi hususiyetlerini hâlâ uzerlerinde barindirirlar. Yani uzumun sirasi uzum sirasi olur.. kayisininki kayisi sirasi. Arpaninki de boza olur. Hepsi de sividir, hepsinin eksi, az buruksu tatlari vardir. Birbirine benzerler ama yine de kendilerine ait bazi hususiyetleri vardir. Iste bu soz "herkes kendidir" manasina bir bakima dogrudur. O kastediliyorsa, bu, insanin ruh haletiyle, psikolojik durumuyla alakalidir.

 

Fakat, insanlar butun butun degismez de degildir. "Hic degismez" derseniz peygamber gondermenin bir anlami olmadigini da iddia etmis olursunuz. Cunku onlar, potansiyel insani mukemmel insan haline getirmek icin gonderilmistir. Insanin icindeki bir kisim istidatlari atesleme, fitilleme maksadina matuf gonderilmislerdir. Onlar, insanlari terbiyeye tabi tutarlar. Rehabilite ederler. Boylece sadece dis gorunus itibariyle, zahiren insan gorunen fertler hakiki insan haline gelir. Ama herkes kendi istidadi cercevesinde kalir; kendi kemâlât arsina ulasir; daha otesine gidemez. Herkes bir olcude yine eskilerin heyula dedikleri kaderî programa -kaderî cerceve, kaderî kalip demek daha uygun- gore sekillenir, ona gore kalir, degismez ama belli olcude ise yarayacak hale gelebilir.

 

Evet, her fert terbiye ile ise yarayacak hale, cennete ehil hale gelebilir. Her insan cehennemden kurtulabilecek seviyeye yukselebilir. Herkes insanlara faydali olabilecek dereceye cikabilir. Enbiyanin gonderilmesi buna delalet eder. Allah'in Kur'an-i Kerim'de degisik yerlerdeki emirleri, fermanlari onu gosteriyor. Insan potansiyel olarak ahsen-i takvim (en guzel suret) uzere yaratiliyor. Fakat âlâ-yi illiyyîn ile esfel-i sâfilîn arasinda mahiyet-i insaniye ibresinin oynamasi soz konusu. O arada bir yerde durabilir. Iste o durma meselesi insanda sart-i âdî mahiyetinde kabul edilen insan iradesine baglanmistir. Mesiet-i Subhâniye esas olsa bile -Maturidi'ce bir mulahazayla yaklasiyoruz meseleye- insan iradesine Allah o kadar deger veriyor ki, bu kainatlari var eden o muthis, o muhtesem, bas donduren kudret ve iradesini bir yonuyle ona gore hareket ettiriyor. Insan iradesine deger verme.. Ister siz ona Ustad'in Kader risalesindeki yaklasimiyla bir meyelân deyin, isterseniz meyelândaki tasarruf deyin (iki tarafi esit olan iki noktadan bir tanesi hakkinda seciminizi kullanma seklinde bir tasarruf) onu o kullî iradesinin tecellisine ve illet-i tamme diyebilecegimiz seyin tezahurune vesile yapmis. Onunla insan ala-yi illiyyîn-i kemâlâta cikar. Ahsen-i takvime hakikî mazhariyetini gosterir. Bu sekilde, potansiyel olarak ahsen-i takvîme mazhar olan insan realite planinda da ahsen-i takvîme mazhar olur.

 

Benim ustumde daha cok mesafe var

 

Bu durumda yukaridaki sozu, onu soyleyen insanin durumuna, karakterine, haline gore degerlendirmek lazim. Fakat genel manada "Ben degismem, mahiyetim bu, Allah beni boyle yaratmis" diyen insan kendine mazeret ariyor demektir ve bu soz katiyen dogru degildir. Ama "herkes kendi karakterinin geregini ortaya koyar" seklinde bir anlayisi seslendiriyorsa, bu dogrudur. Sâh-i Geylani de buyuktur, Muhyiddin ibn-i Arabî de. Hasan Sazeli de buyuktur, Ibn Besis de. Diger aktab-i kiram efendilerimizin hepsi de cok buyuktur. Fakat herkesin mahiyeti bir yere kadar o kimseye yer verir. O sahis da kendi ars-i kemâlâtina kadar; kendi varis ipini goguslediginden daha ilerisinin olmadigini zannederek, "dahasi yok" diyebilecegi noktaya kadar yukselir ve oyle der. Ve artik sanir ki onun yukseldigi noktadan daha ileri giden olmamistir.

 

Dava-yi nubuvvetin vârisleri belli olcude payelerini bilirler; cunku onlar pek cogu itibariyle, mahviyete kilitlendiklerinden dolayi "Benim ustumde daha cok mesafe var." derler. Onlar hakkinda ikram-i ilahî ve ihsan-i ilahî, Allah'in nasip ettigi pek cok lutfu gizli tutmasi, ikramlari ketmetmesi seklinde tecelli ettiginden; su zamanda yasayan bir arkadasimizi Sah-i Geylanî'nin yanina koysalar, Efendimiz'in huzurunda ayni rahle-i tedriste oturtsalar, yine o der ki "Benim onumde cok yol var; ben yolun basindayim." O hep mebdei (baslangici) gorur. Allah onu Munteha' (neticede varilan son nokta) ya muttalî kilmaz. Hatta bazen oyle bir ittila olsa bile o "Bu galiba benim icin bir imtihandir." der. Meslegimiz itibariyla boyle olmasi da gereklidir.
 
Bu "hicbir mazhariyetleri yoktur." demek degildir. Belki mazhariyetlerin aldatmayani vardir. Hele hususiyle gunumuzde pek cok insanin oyle ruyalarla, yakazalarla aldandigi bir donemde bence en buyuk ihsan-i ilahî odur; insanin kendini surekli mebdede gormesi. Insanin kendini yolun basinda, baslangicta gormesi onda surekli gerilim hasil eder; tirmanma azmini costurur, sahlandirir. Ayni zamanda onu fahirden, kendini begenmeden, bir sey olma mulahazasindan da uzak tutar. Boylece o baska seylere de talib olmaz. Allah onu musir (general) yapar da fakat o hic farkinda degildir; kendini nefer olarak gorur. Onune bazen ekstradan cerezler sacilan bir nefer gibi gorur. Halis oldugu zamanlar da "ben bunlari istemiyorum" der. Insan her zaman ihlasa bagli olabilse bile bazen cok hâlisâne zamanlar yakalayabilir. Oyle ki, insan, dunyada verilebilecek en buyuk payelere karsi dahi kapanir ve "O'nun rizasi disinda hicbir sey istemiyorum, hicbir sey" der. Cennetin kapilarini acsalar, hurileri gosterseler de "istemiyorum" der. Bunu bizim gibi mubtedîler bile bazen hissedebilir. Cunku vicdan bunlari hissedebilecek mahiyette yaratilmistir.
 

Ben halimden memnunum. Mubtedîlik hosunuza gidiyorsa siz de dilekce verir orada kalirsiniz. Dualariniz birer dilekce olsun, "Allahim mebde'de, muntehadakilere mahsus halisane amele bizi muvaffak eyle; fakat, -bahtina dustuk- bizleri kalben hep mebde'de tut."

 

OZETLE

 

1- Insanlar butun butun degismez de degildir. "Hic degismez" derseniz peygamber gondermenin bir anlami olmadigini da iddia etmis olursunuz.

 

2- Genel manada "Ben degismem, mahiyetim bu, Allah beni boyle yaratmis" diyen insan kendine mazeret ariyor demektir ve bu soz katiyen dogru degildir.

 

3- Irsad erleri belli olcude payelerini bilirler; cunku onlar pek cogu itibariyle, mahviyete kilitlendiklerinden dolayi "Benim ustumde daha cok mesafe var." derler.

 

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=670079

 

 

Ibadet yapmakla birlikte gunah isleyen kisinin durumu

 

Zayif olsa da icki icenin ibadetinin makbul olmayacagiyla alakali bazi hadisler vardir. Bunun gibi haset eden bir insanin amellerinin yanip gidecegiyle alakali rivayetler de vardir.

 

Zannediyorum gunah isleyenlerin ibadetlerinin kabul olmayacagini dusunenler bu kabil seylere dayanarak oyle konusuyorlardir.

 

Gunah islerken, ayni zamanda ibadet u taatte bulunan bir insanin buyuk bir kaybi soz konusudur. Ancak bu kaybi, ibadeti kabul olmayacak seklinde ifade etmemek gerekir. Mesela namaz kilip acik gezen bir kadin, namaz kilip faiz yiyen bir insan veya namaz kilip da rusvet alan bir insan namaz kilmakla Allah'a karsi vazifesini yerine getirmis olur. Ancak o kimsenin butun ibadet u taati bir araya geldigi zaman,  Cenab-i Hakk'in oyle hususi bir lutfu vardir ki o lutuf her seyin tamamiyetine mahsus olur ve oyle davrananlara verilir. Boyle bir lutuf, insanin yaptigi bir ibadeti binlere iblag da edebilir. Yani insan ibadet adina yere bir dane atar, o on basak verir. Bazen bu on basak yetmis, bazen de yetmis bin olabilir. Iste haram icinde olup bununla birlikte ibadet yapan bir kimse Allah'in boyle hususi bir lutfunun ifadesi olan bu turlu eltaf-i subhaniyeden mahrum kalir.

 

Bir insanin ahirette baskasina verecegi varsa, ibadetin aslindan hasil olan sevabi onun elinden almak suretiyle onu o ceremeden ve alacaklilarin elinden kurtarabilir. Ancak hicbir zaman Allah'in lutfu olarak kendisine verilen bu hususi ihsanat ve atiyyeler onun elinden alinmaz ve baskasina da verilmez. Daha acik ifade edeyim. Mesela bir insan sadaka verdi veya bir gece halisane iki rekat namaz kildi. Iki rekat namazin karsiliginda iki rekat sevabi vardir. Ama o, sair ibadet u taati, mazbut ahlak ve diyanetiyle Allah'a oyle bir kurbiyet kazanir ki Cenab-i Hak, bu kurbiyeti onun hesabina degerlendirerek iki rekatini bin rekat kadar degerlendirir. Bazen bu, Ramazan'in mubarek geceleri veya Kadir gecesi gibi gun ve gecelerde yetmis bin bile olabilir. Iste bu tur fazlaliklar bir atâyâ-i ilahidir ve mahfuzattandir. Oyle ki obur alemde birine sevap verme mecburiyetinde kalindigi zaman alacakliya temel sevaptan verilir de atâyâ-i ilahi olandan verilmez. Cunku o ekstra bir ihsan-i ilahidir.

 

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=670078

 

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: