31 Temmuz 2009 Cuma

(Namaz Zamanı) ELİF GİBİ DOSDOĞRU OLUNMALI HAYATTA..

   ~~{{{ Dua  dilencisi }}}~~   
   
 Elif gibi dosdoğru olunmalı hayatta…

Be gibi tek nokta üzerinde durabilecek kadar dengeli olunmalı…

Te gibi olmalı, veda hutbesinde emanet bırakılan iki şeyi (kuran ve sünnet)
sürekli başının üzerinde taşımalı insan…

Se gibi az konuşup 3 dinlemeli toplumda…

Cim gibi çocukça bakmalı hayata, ama cim kadarda çok iş yapmalı…

Ha gibi gönlü geniş dostlar edinmeli insan,

Hı kadar ağlamaklı olduğunda yardımcı olabilecek…

Dal gibi boynunu bükse de hayat,

Zel gibi şapkasını takmayı bilmeli zorluklara karşı…

Ra kadar rahat olsa da insan bu dünyada,

Ze'nin noktası gibi başında dolanan bir sineğin olduğunu mutlaka bilmeli…

Sin midir sanki bu dünyada noktasız pulsuz tek garip…

şın gibi pulları vermeli getirip…

Sad kadar şişse de karnın,

Dat gibi hayata bir göz kırp…

Tı gibi bir yelkenlidir hayat,

Zı kadar yükü olan…

Ayn gibi göğe çevir yüzünü…

ğayn'ın noktası kadar şüphe olmasın kalbinde…

Fe eyne tezhebuun… (kaçış nereye)

Gaf gibi iki gözünü aç…

Kef kadar karizmatik ol…

Lam gibi tutunacak bir dal ol gariplere…

Mim'lenmiş olsan da yılma yıkılma…


Nun kadar suskun…

Vav kadar edepli ol…

He gibi haykır içinden geçenleri…

Lamelif gibi ellerini O (c.c)'na aç…





Windows Live™ Photos ile fotoğraflarınızı kolayca paylaşımı. Sürükle bırak
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Hayırlı Cumalar

Ey Hayy ve Kayyûm olan!

Hayy ve Kayyûm isimlerin hürmetine, bu perişan kalbe bir hayat ver, bu müşevveş akla doğru yolu göster.

Âmin.

Cumanız Mübarek olsun

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

30 Temmuz 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) Bu zamanda en büyük bir ihsan

 
 Risale-i Nur
 

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) "...namaz kılanın diğer mübah dünyevi amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır." cumamız mübarek olsun gönül dostlarım baki selam ve dua ile



Musibetleri Doğru Okuyabiliyor muyuz?




     Hangisi talihsizlik, hangisi şans?

 

Köyün birinde yaşlı ve bilge bir adam varmış... Çok fakirmiş ama kral bile onu kıskanırmış... Dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral, at için ihtiyara neredeyse hazinesinin yarısını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış...

          - Bu at, bir at değil benim için... Bir dost... İnsan dostunu satar mı? dermiş hep...

          Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü, ihtiyarın başına toplanmış.

          - Seni ihtiyar bunak. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var ne de atın! demişler...

İhtiyar:

          - Karar vermek için acele etmeyin demiş. Sadece "At kayıp" deyin. Çünkü gerçek bu... Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç... Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez...

          Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler.

          - Babalık, demişler. Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.

          - Karar vermek için gene acele ediyorsunuz demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu... Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç... Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?

          Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama içlerinden, "Bu herif sahiden budala…" diye geçirmişler.

          Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara.

          - Bir kez daha haklı çıktın, demişler. Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın demişler.

          İhtiyar

          - Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz, diye cevap vermiş. O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.    

          Birkaç hafta sonra, düşmanlar büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.

          Köylüler, gene ihtiyara gelmişler.

          - Yine haklı olduğun kanıtlandı, demişler. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer...

          - Siz erken karar vermeye devam edin demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor...

 

 

 

----------------------------------------------------------------------------------------------------------

 İşin İçinde Allah Var



Hani hep söyleriz ya "işin içinde falan kişi var, filan kişi var" diye. Eğer işin içinde olan kişi güvenilir biri ise, sizi rahatlatmak için, güvenilir değil ise, uyarıp, tedbir almak için söylenir.

Geçen gün, bir dostumla sohbet ederken, söz dönüp dolaşıp ölüme geldi. Tıpkı bizim, hatta her şeyin, dönüp dolaşıp nihai noktada ölüme varacağı gibi.

"Çok korkuyorum dedi" ölümden.

Kısa bir sessizlikten sonra: "Duyarsız kalmaktansa, korkmak daha iyidir." diye cevap verdim.

"Fakat benim korkum başka. Hem beynimi iyiden iyiye kemirmeye başladı."

Muhatabım rahat konuşsun diye, "Her şeyin mutlaka bir izahı vardır ve bunun da tek çaresi, şüphesiz konuşmak ve araştırmaktır" dedim.

"Ben, yeniden dirilişin imkânsız olduğunu düşünüyorum. Toprağa karışmış bedenimiz, nasıl olur da yeniden toparlanıp eski haline gelecek. Yıkılmış bir binayı yeniden aynen yapmak mümkün mü? Yerine bambaşka bir bina dikiyorlar. Kerpicinden harcına, demirinden tuğlasına kadar her şeyi farklıdır." dedi.

Dostumun bu ifadelerinden ziyade, konuşma esnasındaki tedirginlik ve korkuyla karışık heyecanı dikkatimi çekmişti. "Meşkûk bir küfrü andıran bu ruh haleti bu kadar huzursuz ve tedirgin edici ise, küfr-ü mutlak'ın kalp ve ruhlara saldığı dehşeti tarif etmek herhalde imkânsızdır." diye düşündüm. Bir an Bediüzzaman'ın şu ifadelerini hatırladım; "Onun o vaziyetinden Cehennem daha serin olmaz mı? Elbette o ehl-i dalâlet ve sefâhet, yüz bin lezzeti ve zevki alsa da, yine o manevî bir cehennem, kalbinde yaşar ve yakar. Fakat pek kalın gaflet sersemliği, muvakkaten hissettirmez"

"Evet iman-ı taklidi çabuk şüphelere mağlup olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikide pek çok meratib var. O mertebelerden ilmelyakin mertebesi çok bürhanların kuvvetiyle binler şüphelere karşı dayanır. Halbuki taklidi iman, bir şüpheye karşı bazen mağlup olur.

……

Hem bir mertebesi de hakkal yakindir. Onun da çok mertebeleri vardır. Böyle imanlı zatlara şübehat orduları da hücum etse mağlup edemezler."

Bu samimi itiraflar penceresinden nur külliyatında ki daha pek çok çarpıcı tespitler birer sinema şeridi gibi akıl gözüme görünüp kayboldular. Daha önce anlamakta güçlük çektiğim birçok konuyu bu vesileyle bir anda anlamış oldum. İşte muhatabımın ruh aynasında bu hakikatleri daha net okuyabiliyordum.

Evet, bunlar birer teşhisti, fakat dostumun tedaviye ihtiyacı vardı. Ne yapmam, nerden başlamam gerekir diye bir an düşündüm.

Şu var ki, Üstadın aynı cümlelerini düşünmekten de bir türlü kendimi alıkoyamıyordum. Sanki "sadece teşhis değil tedavi de bendedir" der gibi zihnimden uzaklaşmıyordu.

Bir taraftan vaziyeti idare eden ifadeler kullanırken, diğer taraftan da bu vecizeye odaklanmıştım. Az sonra kendi kendime "Doğru ya! Bu adamın problemi iman zaafıdır. Öyle ise oradan başlamak lazım" dedim. Yani Allah'a imandan… Allah'ın kudretinden, Allah'ın büyüklüğünden…

Dile kolay gibi gelen bu halet-i ruhiye yi yaşamak gerçekten çok zordur. Ne kadar aciz olduğumu bir kere daha anlamış oldum. Acze düşen herkesin yaptığı gibi ben de duaya sarıldım.

Dostum, çayını yudumlarken ben de ruhumun ellerini açarak, kalbimin diliyle; "Ya Rabbi, sen kupkuru bir ağacın eliyle şerbet gibi üzümü, zehirli bir arının eliyle benzersiz tadı olan balı verdiğin gibi, benim gibi bir âcizin eliyle senin marifetine susamış bu kuluna çare olacak bir deva ver." diye yalvardım.

Benim iç dünyama kapanmamdan kaynaklanan kısa süreli sessizliğimin, dostumu, daha çok endişelendirdiğini daha sonra ki görüşmemizde öğrendim. "Herhalde bunun bir açıklaması yoktur ki, sessiz kalmayı tercih etti diye yorumlamıştım." dedi.

Her ne ise, yalvarışlarım karşılıksız kalmadı ki, böyle durumlarda yerinden okumak daha etkileyici ve hatırlatıcı olur diye müracaat ettiğim kırmızı kitaplarım gözüme ilişti. Hemen davrandım ve lem'aları usulca çektim, karıştırmaya başladım.

On üçüncü lem'adan okumam gereken yeri buldum ve başımı kaldırıp, "müsaade ederseniz şuradan bir yer okumak istiyorum. Belki istifade ederiz," dedim.

Aradığını bulmak üzere olan bir insan edasıyla "tabii ki hemen okuyalım" diyen dostumun yüz ifadesini, ne anlatmam ve ne de unutmam mümkün değildir. Çölde, susuzluktan dudakları kurumuş rengi benzi sararmış, belki şu kum tepesinin arkasında biri çıkar ümidiyle bekleyen bir yolcunun yüz ifadesini andırıyordu.

"Gerçek susamışlık meğer buymuş" dedim kendi kendime.

On üçüncü lem'anın on üçüncü işaretini okumaya başladım.

"şeytanın en büyük bir desisesi, hakaik-i imaniyenin azameti cihetinde insanları aldatmasıdır…

Her kelimesini dikkatle dinleyen muhatabım "yani" dedi…

—Yani, sizin ifade buyurduğunuz gibi. dedim

—Nasıl,

—Demiştiniz ya,

—Ne demiştim.

—Bu kadar insan ölüp toprağa karıştıktan sonra nasıl bir daha dirilecek. Diye.

—Ha, evet

"Hz. Adem'den kıyamete kadar gelen bütün insanların tek tek, unutulmadan, karışmadan, karıştırılmadan yeniden dirilmesi elbette ki, muazzam bir meseledir. İnsan kuvvetinin altından kalkabileceği ve insan aklının rehbersiz kavrayabileceği bir mesele değildir." dedim

Dostumun, "bak gördün mü? Bu kitap ta beni onaylıyor. Aklın yolu birdir" ifadelerine, sonra hep beraber gülmüştük.

"Evet, tabi ki seni onaylıyoruz, işin gerçeği bu." Dedim.

Dostum, "peki ne olacak şimdi." Sorusuna,

"Okumaya devam edelim." Dedim.

"Pek de cevaba benzemiyor. Ancak, başka çare de kalmadı. Oku bakalım." dedi.

"Elcevap: şeytanın bu desisesini susturan sır "Allahu Ekberdir. Ve cevab-ı hakikisi de Allahu Ekberdir. Çünkü insanın aciz kuvveti ve zayıf kudreti ve dar fikri, böyle hadsiz büyük hakikatleri "Allahu Ekber" nuruyla görüp tasdik ediyor. Ve Allahu Ekber kuvvetiyle o hakikatleri taşıyor."

Burada durdum. Kitaptan başımı kaldırıp dostumun simasına baktım. Aman Allah'ım! Birkaç satırlık yazıda ne vardı ki, bu sima birden bu kadar değişebildi.

Mütebessim bir çehreyle, galiba anladım. Ama yine de sen devam et. Dedi.

Bir ayet mealiyle devam ettim.

"insan der: çürümüş kemikleri kim diriltecek, sen de ki; kim ilk olarak onları yoktan var etmiş ise o diriltecek."



Düşünmesini sağlamak için biraz durdum. Kısa bir sessizlikten sonra, "Yani şunu mu demek istiyor; Diriliş hadisesi büyük ise, bunu yapacak olan Allah daha büyüktür."

"Evet, aynen öyle, biz kendi kendimize dirilmeyeceğiz. Bırak dirilmeyi, saati kurduğumuz halde uykudan uyanamıyoruz. Çoğu zaman işimize geç kalıyoruz. Ama yeniden dirilişi Allah, bize bırakmayacak, tıpkı kıyamete benzeyen kış mevsiminden sonra baharın yeniden dirilişini bize bırakmadığı, sonsuz kudretiyle kupkuru ağaçları yeniden dirilttiği gibi.

İşte bu sebeptendir ki, gerek ezan ve namaz ve gerekse hac gibi İslami şeairde sıklıkla ve tekrarla "Allahu Ekber", "Allahu Ekber" deniliyor. Yani, Allah büyüktür. Sizin, "Bu nasıl olacak?" diye hayret edip altından kalkamayacağınız her şeyden daha büyüktür. Üstadın ifadesiyle;

"Allahu Ekber'in bir vech-i manası, Cenâb-ı Hakkın kudreti ve ilmi her şeyin fevkinde büyüktür; hiçbir şey daire-i ilminden çıkamaz, tasarruf-u kudretinden kaçamaz ve kurtulamaz. Ve korktuğumuz en büyük şeylerden daha büyüktür.

Demek haşri getirmekten ve bizi ebedi yokluktan kurtarmaktan ve saadet-i ebediyeyi vermekten daha büyüktür. Her acip ve tavr-ı aklın haricindeki herşeyden daha büyüktür ki, "bütün nefislerin diriltilmesi, bir nefsin dirilisi gibidir". âyetinin işaretiyle, bütün insanların haşri ve neşri, birtek nefsin icadı kadar o kudrete kolay gelir. Bu mânâ itibarıyledir ki, darb-ı mesel hükmünde büyük musibetlere ve büyük maksatlara karşı, herkes "Allah büyüktür, Allah büyüktür" der, kendine tesellî ve kuvvet ve nokta-i istinat yapar."

"Bu ayet meali ve kısa yorumu bir iksir gibi bütün şüphelerimi aldı götürdü, Allah razı olsun" dedi.

Ben, "Madem anlaşılması bu kadar kolaydı niye şimdiye kadar anlayamıyorduk?" demekten kendimi alamadım,

Verdiği cevap, beni hayretler içerisinde bırakmıştı.

"Yahu! İşin içinde Allah'ın olduğunu unutmuşuz" dedi.

Bu güzel cevabın ardından, soğuttuğumuz çaylarımızı tazelemek üzere mutfağa götürürken, arkamdan, "demin korkudan, şimdi de sevinçten çay içemeyeceğim galiba" deyişinin yüreğime kırık bir mızrap gibi dokunduğunu itiraf etmeliyim.

Ferhat Aslan
-----------------------------------------------------------------------------------------------

KİME SIĞINMALI
 
 
Sığınma hususunda insanlar farklı farklı sebeplere bağlanır.
Kimisi, nefsine tevekkül eder.
Kimisi, şan ve şöhretine güvenir.
Kimisi, ailesine bel bağlar.
Kimisi, güç ve otoritesine itimat eder.
Kimisi, servetine ve zenginliğine sığınır.
Kimisi de başkalarına güvenip dayanır.
Aslında bu sığınışların hepsi, fani ve zevale mahkûm adreslerdir.
Biliyoruz ki, bütün mahlûkat aciz ve ölümlüdür, istinadgah makamı değildir.
Zira: "insana dayanma ölür, ağaca dayanma çürür" demişler.

O halde Nereye Sığınmalı?
Bu soruya verilecek tek cevap: "Hiç ölmeyen, Hayy olan Allah (cc)'a tevekkül et!" (Furkan:58) fermanıdır. Darlıkta ve genişlikte, zorlukta ve kolaylıkta mutlak bir güvenle Allah (cc)'a teslim olup Ona bağlanmak; sığınışın yegâne adresidir. Yardımcı ve koruyucu O olduktan sonra gerisi laf-ı güzaf kalır:
"Allah size yardım ederse, artık sizi mağlup edecek yoktur. Sizi yardımsız bırakırsa, Ondan başka size yardım edecek kimdir? Müminler sadece Allah'a güvenip dayansınlar."(Al-i İmran:160)

Önce Tedbir Sonra Tevekkül
Bir adam:
-"Ya Resulallah! Devemi bağladıktan sonra mı tevekkül edeyim, yoksa serbest bırakıp da mı tevekkül edeyim?" Dedi.
Hz. Resulullah (sav):
- "Bağladıktan sonra tevekkül et!" Buyurdu.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Allah u Teala tarafından korunma taahhüdü altında olmasına rağmen, sünnetullah gereği tedbiri elden bırakmamıştır. Örneğin; Medine'ye hicret etme emrini alınca Hz. Ebu Bekir (ra)'in evine gitti. Evin arkasındaki küçük kapıdan, Hz. Ebu Bekir (ra)'le birlikte dışarı çıktılar. Sevr mağarasına geceleyin yürüyerek gittiler.
Bir örümcek, mağaranın ağzına ağ ördü. İki dağ güvercini de orada yuvalandı.
Müşrikler, mağaranın önüne kadar geldiler: "İçeriye bakalım" dediler.
İçlerinden biri:
- "Sizin hiç aklınız yok mu? Eğer mağaraya girmiş olsalardı, güvercinlerin yumurtası kırılır, örümcek ağı da bozulurdu" dedi.
Hz. Ebu Bekir (ra), müşrikler onları görecek diye endişeye kapılmıştı.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v):
-"Ey Ebu Bekir! Üzülme! Allah bizimledir. Üçüncüsü Allah olan iki kişiyi sen ne sanıyorsun?" buyurdu.
Müşrikler dönüp gittiler.
Hz. Ebu Bekir (ra)'in oğlu, gündüzleri müşriklerin konuşmalarını ezberler, akşamları da mağaraya gider, olup biteni haber verirdi.
Hakeza Hz. Ebu Bekir (ra)'in çobanı, davarları Mekkelilerin çobanlarıyla birlikte yayardı. Sabahleyin onlarla birlikte çıkar, akşam dönüşünde ise, davarlarının yürüyüşünü ağırlaştırıp çobanlardan geride kalır, gece karanlığı basınca, davarlarıyla birlikte Sevr Mağarasına dönerdi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) ile Hz. Ebu Bekir (ra) için süt sağdıktan sonra, sabahleyin erkenden Mekke'ye dönen Hz. Ebu Bekir (ra)'in oğlunun ayak izlerini de, arkasından götürdüğü davarların izleriyle siler, otlakta Mekke çobanlarıyla sabahlardı.
Çobanlar işin farkına varmazlardı.

Sağlam Kale
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), tevekkülü dualarına yansıtır ve şu duayı çok yapardı:
"Allah'ım!
Sana teslim oldum, sana iman ettim.
Sana tevekkül ettim, sana döndüm.
Senin adınla düşmanlarımla mücadele ettim.
Allah'ım!
Beni saptırmandan senin izzetine sığınıyorum.
Senden başka ilah yoktur.
Sen ölmeyen Hayy ve Kayyumsun.
Cinler ve insanlar ise ölürler."(Buhari-Müslim)

Müminleri, kötülüklerden koruyan bir kale de şu duadır:
Hz. Enes (r.a)'ten rivayetle, Hz. Resulullah (sav) buyurdu ki:
"Kim evinden çıktığı zaman: Bismillah, Allah'a tevekkül ettim, gerçek kuvvet ve kudret sahibi odur, derse, ona: doğru yolu buldun, bunlar sana yeter ve kötülüklerden korundun, denir ve şeytan ondan uzaklaşır." (Ebu Davud, Tirmizi)

Alevlerin Ortasında Bir Gülistan
Tevekkülün mahalli ve merkezi kalptir, gönülden bağlılıktır. Yapılması gereken yapıldıktan sonra tam bir teslimiyet ile sadece Allah u Teala'ya güvenip dayanmak, tevekkülün özünü teşkil eder.
İbrahim aleyhisselam ateşe atılacağı esnada Cebrail (a.s) gelir:
-Bir isteğin var mı? diye sorar.
Tevekkül ve teslimiyetin zirvesindeki İbrahim (a.s):
- Benim senden bir isteğim yok, der.
Cebrail (a.s):
- Niçin Allah'tan yardım istemiyorsun? deyince,
İbrahim (a.s):
- O, benim halimi biliyor. Ben, O'na güvenip dayanmışım. O, ne güzel vekildir" der.
Dost, dostu yardımsız bırakır mıydı hiç? Elbette hayır. Yüce Allah emir buyurdu:
"Ey ateş! İbrahim'e serinlik ve esenlik ol!" (Enbiya:69)
Dağlar büyüklüğündeki ateş, alev alev yanıyor. Lakin ortası bir gülistan, gülistanda da bir halil, bir Allah dostu…
Hasan Kutulman
 
 
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
YAŞADIĞIN ANI, ÖMRÜNÜN SON ANI OLARAK BİL

 
Yaşadığın anı, ömrünün son anı olarak bil. Nasıl ölmek istersen, öyle yaşa ve nasıl dirilmek istersen, öyle öl.

Öldüğümüz hal üzere dirilecek olmanın gerçeğini bir an bile hatırdan çıkarmayarak sırat-el müstakim üzere bir hayat yaşamanın gayretiyle son nefesimize hazırlık yapmalıyız. Büyük pişmanlıklar yaşatacak bir son nefes mi olsun, yoksa sonsuz saadet yurduna kanat çırpmamıza vesile olacak bir davetiye hükmüne mi geçsin son nefesimiz? Bunun tercih hakkı elimizde olduğu ve nasıllığına kendimiz karar verdiğimiz halde, nedense son nefesimizi hep pişmanlıklar içinde zorlayarak vermenin yanlışlığına düşüyoruz. Bu, hiç de yabancı olmadığımız, acı bir gerçektir ne yazık ki!..

Bize emaneten ve muvakkat bir süre için verilmiş olan ömür sermayemizi, sahibinin rızası doğrultusunda harcamamanın ziyanını daha ne zamana kadar yaşamamız gerekecek? Bu öyle bir zarar ki, telafisi yoktur. Öyle bir kaybediş ki, yeniden kazanma imkânı yoktur. Adım adım idam sehpasına yürüdüğümüz ve yolun sonunda boynumuza yağlı urganın geçirileceğini bildiğimiz halde, böylesine rahat oluşumuzun akılla bağdaşır bir yanı olmasa gerek. Çünkü ölüm çok yakınımızda… Soğuk nefeslerini her an ensemizde duyacak kadar bizimle birlikte dolaşmakta… Elini boynumuza atıp gittiğimiz her yere gitmekte, bizimle birlikte yiyip içmekte, uyumaktadır. Attığımız adımın, son adım olmayacağına hiçbir garantimiz yok. Ağzımızda çiğnediğimiz lokmayı yutabileceğimiz şüpheli… İçtiğimiz suyun sonunu getirebileceğimize kim kefil olabilir? Neden uykudan bir daha uyanamayabileceğimiz gerçeğini göz ardı ediyoruz hâlâ? "…Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı?.."(1) deyip korku, telaş ve pişmanlık içinde etrafımıza bakınacağımız günler çok mu uzak geliyor bize?

Bütün uzakların yakın olacağı gün, hiç şüphesiz gelecektir. Her can sahibine bir ecel verilmiştir ve "Her nefis ölümü tadıcıdır…"(2) Bundan asla kaçış olmadığına ve lezzetleri acılaştıran son, er ya da geç vuku bulacağına göre, akıllı bir insanın yapması gereken; daha yaşarken, daha vakit varken, daha henüz iş işten geçmemişken ölüm tercihini belirlemesidir.
Şurası bir gerçektir ki, ölüm meleği, tercih ettiğimiz ölüm üzere gelecektir ruhlarımızı kabzetmeye. Peygamberlerin, Allah dostlarının, salihlerin, şehidlerin ölüm hali üzere mi vermek istiyoruz emanetimizi, yoksa günahkârların, mücrimlerin, cebbarların, zalimlerin, tağutların, kâfir ve münafıkların ölüm hali üzerine mi vermek istiyoruz. Bunun nasıllığı elbette bizim elimizdedir. Çünkü nasıl yaşarsak, öyle öleceğiz ve nasıl ölürsek, öyle dirileceğiz.

İmanımız; ölümün bir yokluk olmadığına, aksine ölümün olmadığı yeni bir hayatın başlangıcı olduğuna, kalbimizde herhangi bir şüphe duymadan inanmayı gerektirir. İnanırız, ancak çoğu zaman gereğini yerine getirmeyiz ne yazık ki… Yeni bir hayat varsa, o hayata yatırım yapmanın zaruretini hiç kimse inkâr edemez. Yatırım yapılmadan hangi ticaret kâr getirmiş ki, sonsuz bir hayat, yatırım yapılmadan kazanılsın? Ahiret için ticaret yapmak, dünyevi menfaatler için ticaret yapmaktan çok daha akıllıca, çok daha ulvi, çok daha asil ve kulluğa yakışan bir davranıştır. Hele de Allah ile bir alış-veriş ve ticaret yapmak ne kadar büyük bir asalettir! Rabbimiz bu ticareti yapan kullarını ne de güzel övmüş ve taltif etmiştir!

"Hiç şüphesiz Allah, Mü'minlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun üzerine gerçek olan bir va'ddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur."(3)

Evet; ölüme hazırlığın en güzeli, mallarını ve canlarını sahibinin yoluna adamak ve O'nunla güzel bir alış-veriş içine girmektir. O'nun gösterdiği dosdoğru yolda; sağa-sola yalpalamadan, çizdiği sınırların dışına taşmadan, Güzel Elçisinin ardı sıra yürümek, ölümün olmadığı bir hayat için kârlı bir yatırım yapmaktır. Böyle bir hayatı yaşayanların kendileri güzel, hayatları güzel, ölümleri güzel olur. Çünkü onlar, yaşadıkları her günü, ömürlerinin son günü olarak bilmekte, aldıkları nefesin son nefes olabileceğinin korkusunu yaşamakta, tövbeye fırsat bulamadan, ölüm meleğinin selam verebileceği endişesiyle ya günahlara hiç tevessül etmemekte ya da her an tövbe halini yaşamaktadırlar. İşte bunlar Allah'ın kendilerini övdüğü güzel kullardır. Allah onlardan razı, onlar da Allah'tan razı olacaklardır. "Kim Allah'a ve Resul'e itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, doğrular (ve doğrulayanlar), şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar?"(4)

Bir de, tercihini, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp ölüme hazırlık yapmayı akıllarından geçirmemekten yana kullananlar vardır. Tercihini bu doğrultuda kullananların sayısı, ne yazık ki her dönemde çok daha fazla olmuştur. Zaten herkes tercihini hazırlık yapmaktan yana kullanmış olsaydı, 'yakıtı insanlar ve taşlar olan' cehennem kimlerle dolacaktı? Bunların sayısının çokluğu sebebiyledir ki, cehennem doymak bilmez bir açgözlülük içinde; kendisine yöneltilen 'Doldun mu?' sorusuna, "Daha fazlası var mı?"(5) Diyerek cevap verecektir. Vah cehennemin o açgözlülüğünü, iştahını, Rabbine karşı gelenlere karşı duyduğu kin ve düşmanlığını bildiği halde, ondan korunmak için hazırlık yapmayanlara! Veyl olsun; hiç ölmeyecekmiş gibi zevk-u sefa içinde yaşayıp günah bataklığında debelenen kimselere!

Ölüme hazırlık yapmamak; İslam'dan uzak sefil bir hayat yaşamanın diğer bir adıdır aslında. Allah'ın çizdiği sınırları ihlal eden, dosdoğru yol üzerinde oturan şeytanın aldatıcı vaadlerine kanan, Resulullah Aleyhisselatu Vesselam'ı değil, başkalarını taklid eden, hırslarının, şehvetlerinin, arzularının gemlerinden kurtulamayanlar, ölüme hazırlık yapmazlar. Esasında onlar öleceklerine bile ihtimal vermezler. Her gün aralarından birilerinin ölüyor olması bile onların akıllarını başlarına getirmez. Onlar, ölümü bir başlangıç değil, bir son olarak görmektedirler. Bu yüzdendir ki, ölen yakınlarını 'Son yolculuklarına' alkışlarla uğurlamaktadırlar.

Onların akıllarını, ancak ölüm gerçeğiyle yüz yüze kaldıklarında, ölüm meleğinin korkunç sureti başlarına getirecektir. İşte o zaman pişmanlık acısı bir kor gibi yüreklerine oturacak ve dünyaya hiç gelmemiş olmalarını ya da toprak olmalarını arzulayacaklardır. Ama iş işten geçmiştir artık. Canları daha alındığı sırada, onlara cehennemin yakıcı azabı müjdelenecektir.

"Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkâr edenlerin canlarını alırken görmelisin."(6)

Öyleyse cehennem azabından kurtulmanın, Rabbimizi razı etmenin ve cennet nimetlerine kavuşmanın yolunun güzel bir hazırlık yapmaktan geçtiğini unutmamalıyız. Bunu unutmamanın yolu, 'Lezzetleri acılaştıran ölümü' çokça anmaktan geçmektedir.

O halde yaşadığımız anı, ömrümüzün son anı gibi görmeliyiz. Nasıl ölmek istiyorsak, öyle yaşamalı ve nasıl dirilmek istiyorsak, öyle ölmesini bilmeliyiz.

1-Yasin Suresi: 52
2-Al-i İmran Suresi: 185
3-Tevbe Suresi: 111
4-Nisa Suresi: 69
5-Kaf Suresi: 30
6-Enfal Suresi: 50

Naşit Tutar 
 
--------------------------------------------------------------------------------------------------------- 
 
 
 

''Müslümana haram''dır Çeşmesi.

 

Bursa'da zamanında Müslüman bir zat bir çeşme yaptırmış. Eski adı yahudilik yol ağzı, bugün ki adı Arap Şükrü muhitinde, ve başına bir kitabe eklemiş, "her kula helâl, müslümana haram"... Tabii başkent, Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye...

Efendime söyleyeyim, gitmişler kadıya şikâyete, yaka paça yakalanmış adam huzura getirilmiş, bu nasıl fitnedir, dini islam ahalisi müslüman olan koca devlette, sen kalk hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu müslümana yasakla... Olcak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin? diye çıkışmışlar adama...

Adam müsade buyrun sebebi vardır, lakin ispat ister, delil şarttır der... Kadı kızar: "Ne delili, ne ispatı, sen fitne çıkardın müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın katlin vaciptir!" der. Ama bir yandan da merak eder, nedir gerekçen diye sorar, adam bir tek Sultan´a derim diye cevap verince, karışır yine ortalık. Söz Sultan´a gider, adam saraya yaka paça götürülür...


Padişah sinirlenir ama diğer yandan da meraklanır : "De bakalım ne diyeceksen, bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, bir tek müslümana haram yazarsın..."

- Adam başı önünde delilim vardır, lâkin ispat ister

- Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?

- O zaman hükme kıldan incedir boynum sultanım

- Eeee

- Sultanım her hangi bir havradan (sinagog´dan) bir rastgele haham ı izahsız yaka paça tutuklayın, bir hafta bakın neler olacak..

Dediği yapılmış adamın, tüm azınlıklar bir olmuş, başlarında museviler, "Ne oluyor, bu ne zulüm, bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim..." efendim çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş,

Bir hafta dolunca: Sultan´ım artık bırakmak zamanıdır demiş adam, haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer sultana teşekkürler, hediyeler, az zaman geçmiş ki adam aynı işi herhangi bir kiliseden bir papaz için yaptırınız sultanım demiş.


Aynı işlemle, aynı usulle bir papaz derbest edilmiş, yaka paça alınmmış pazar ayininden, aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar... Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğu ile daha bir sarılmışlar birbirlerine.

Sultan: "Bitti mi?" demiş adama.

- "Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle" demiş.

- Şimde nedir isteğin?

- Efendim başkentimiz Bursa'nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimad edilen alimini alınız mimberinden,

dedikleri gibi olmuş, Ulucamiinin imamını, cuma hutbesinin ortasında almışlar... Yaka paça götürmüşler...

Ve ne olmuş bilin bakalım ?


Bir Allah'ın kulu, tek bir olumlu kelâm etmemiş, ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz hiç olmasa vaazı bitene kadar bekleyeydiniz, dememiş. Peşinden giden olmamış, arayan soran olmamış...

Geçmiş bir hafta, nerde imam diye gelen giden olmamış... Aptal ve cahil bir imam atanmış yerine, ne konuştuğunu kulağının duymadığı yobaz cinsinden, halk halinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta derbest edilen koca âlim için;

-bizde onu adam, hoca bellemiştik,

- kimbilir ne haltlar etti de tutuklandı...

- vah vah acırım arkasında kıldığım namazlar...

- sorma sorma...

Padişah, kadı ve adam izlemişler olanı biteni, padişah;

- eee ne oalcak şimdi adam

- bırakma zamanıdır, bide özür dileyip helallik almak lazımdır hocadan

- "haklısın" demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş, adam başı önünde;

- ey büyük sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böylesi müslümanlara SU HELÂL edilir mi?

Sultan acı acı tebessüm etmiş;

- "Hava bile haram, hava bile..." demiş...



" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"
   






Windows Live ile fotoğraflarınızı organize edebilir, düzenleyebilir ve paylaşabilirsiniz.

Windows Live ile fotoğraflarınızı organize edebilir, düzenleyebilir ve paylaşabilirsiniz.

Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın. Sadece e-posta iletilerinden daha fazlası
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Hakikatin Şahitliğini Yapmak



Dünya görüşümüzün, pratik ve sosyal hayatımızın esas belirleyicisi olan ilahi vahy, kendisine inananlara müslüman (vahye teslim olmuş) ismini uygun görmüş ve kendilerine vahye teslim olmuşlar olarak pratik hayatlarında tartışmasız tek olan hakikate (vahye) şahitlik etme görevini yüklemiştir. Vahye (Kur'an'a) inanıp, onu pratiğe geçirmek; sosyal, siyasal, iktisadi ilişkilerimizde sadece vahyi yaşamaya çalışmak onun hayatımızdaki tek doğru olduğuna gerçekte şahitlik (tanıklık) etmek demektir, ilahi doğruya inanıp tanıklık edebilmek «Rabbimiz biz indirdiğine inandık ve Rasule uyduk. Böylece bizi şahidlerle yaz.» (3/AI-i Imran 53) diyenlerle birlikte olabilmeye çalışmak manasına gelmektedir.

Doğrunun (vahyin) şahitliğini yapma sorumluluğu, kendilerine müslüman ismini layık gören insanlar üzerinde Kur'an'ın yüklemiş olduğu ve islam dininin ilk temel taşı durumunda olan. bir sorumluluktur. Bu ismi (müslüman) ve bu sorumluluğu (şahitlik etme) Kur'an belirlemiştir. «Size müslüman ismini, Rasul size siz de insanlara ŞAHİT olasınız diye verdi.» (22/Hac 78). Bugün dünyanın bir çok yerinde bulunan sayıları 1 milyara varan insanlar bilindiği gibi kendilerine müslüman isminin verilmesini kabul etmekte, bundan hoşlanmakta, hatta övünmektedirler. Ancak her ismin tekabül ettiği bir hakikat/vakıa vardır, isim her zaman karşılığı olan o hakikate işaret eder. Kelimelerle ifade edilen bu isim, zihinde iz bırakan hakikati çağrıştırır. Zihne gelen hakikat, oradan da eyleme geçmek suretiyle kendini gerçekleştirir. Eylem yoluyla kendini ifade eden hakikat zihnin bir parçası olarak kişiliği tamamlar. Zihne isim olarak gelen, henüz isim olarak kalan hakikat' eyleme geçerek karşılığını bulur, cisim kazanır, somutlasın böylece isim eksik kalmamış, kendisini tamamlamış olur. Hakikatin zihinde sadece isim olarak kalması ve eylem dünyasına (hayata) inmemesi halinde, Kur'an nazarında bir anlam ifade etmez. Örneğin, haksızlığa çıkılması gerektiğini biliyor olabilirsiniz; hatta gözünüzün önünde israil'in Filistinli çocuklara yaptığı işkence ve zulme tanık olabilirsiniz. Ancak bu zulmü tel'in etmedikten, mazlumun yanında olmadıktan sonra, bu zulmü biliyor olmanız, sadece bilmek ile yetinmeniz yeterli olamayacağı gibi Kur'an nazarında kınanmayı da hak etmiş olursunuz.

Zihninizdeki Kur'an vakıasından öğrendiğimiz tevhidi bilgi, zulmü tel'in etmek, mazlumun yanında olmak, zulmü devirip mazlumu kaldırmak ve zulme asla meyil etmemek gibi doğrulardır. Bu doğruları eylem hayatımıza geçirdiğimiz zaman, bu doğruları yaşamış ve bu zulmün karşısında tevhidi tavrın tanıklığını yapmış oluruz. Diğer açıdan zulmü tescil edip duyurmak konusunda görevimiz vardır. Bir zulme tanıklık (şahitlik) edebilmek ise o zulmü ortaya çıkarmak, o zulmü duyurmak, o zulümden habersiz olan insanlara tanıklık ederek haberdar etmektir. Korkmadan yapacağımız doğru tanıklık, zalimin mazluma zulüm ettiğine fikir, söylem ve davranışlarınızla şahitlik etmeniz; zalimin işini zorlaştırmasına, mazlumun yalnız olmadığını görmesine ve zalimin işinin zorlaşmasına sebep olacaktır. işte bu gerçek düşünüldüğünde bizim kendimize müslüman isminin verilmiş olmasını alıp, bunu kabul edip, müslüman isminin gereği olan hakikati (vahyi) yaşamak yoluyla şahitlik etmememiz halinde üstlendiğimiz isim anlamsız kalacaktır.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Kur'an'da şöyle buyurulmaktadır: «Rasul'ün size şahit olması, sizin de inananlara şahit olmanız için size müslüman ismini veren odur.» (22/Hac 78).Ve insanlar soracaktır: Madem sizin inandığınız şeyler doğrudur da, öyleyse niçin önce siz yaşamıyorsunuz? Ve Rabbimiz buyurmaktadır: «Biz sizi insanlara şahid (örnek) olmanız için vasat ümmet kıldık; Resul de üzerinizde bir şahid olsun.» (2/Bakara 143)

Bu ayetlerden de açıkça anlaşılacağı üzere bize müslüman (vahye teslim olmuşlar) isminin verilmesine etken olan faktör, bizim insanlara şahit olmamızdır. Bizim insanlara şahit olma fonksiyonumuz da, bizim Resul'ü kendimize şahit (örnek) alma, onu vahyin pratik örneği olarak görebilme fonksiyonuna bağlanmıştır. Bu durumda müslüman ismini almak iki önemli sorumluluğu beraberinde getirmektedir. Birincisi; Rasul'ü vahyin pratik öncüsü olarak bilmek,'tanımaya çalışmak. Rasul'ün vahyi nasıl, hangi aşamalarda, ne şekilde pratize ettiğini kavramak, ikincisi ise, Rasul'den vahyi ne şekilde pratize ettiğini örnek alarak, vahyi (Kur'an'ı) okuyup öğrenmek ve onu yaşadığımız ortamda yeniden pratize etmek yani yaşamak, diğer insanlara örnek olmaktır.

«Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri ondan başka ilah olmadığına şahitlik etmişlerdir.» (3/AIi imran 18). Bu ayetten anlaşılıyor ki ancak adaleti yerine getiren, adil olmaya çalışan, isimleri hakkıyla kavramış, ilim sahipleri Allah'tan başka ilah olmadığına tam olarak şahitlik edebilirler. Burada önemli olan iki eksen vardır. Adalet ve ilim sahibi olma. Bunu, bildiğimiz doğruyu hiç bir kınayıcının kınamasından korkmadan söylemek ve yaşamak olarak özetleyebiliriz. Başka bir ifadeyle isimlerin hakkını vermek, onların hakkını çalmamak... Bu durumda hakikate şahit olabilecek kimselerde aranması gereken iki önemli özelli bilgi ve adalettir. Dünyada olup bitenlerden bilgisi olan birinin, adil olmaması -örneğin korktuğundan dolayı zalimi duyurmaması gibi hakikale şahitlik yapmasına engel bir durumdur.

Hakikate şahitlik yapmak, hakikati gizleyip onu örtmemekle olur. Nitekim Kur'an'da Ehl-i Kitap için «Ey Ehl-i Kitap! Siz şahid olup dururken ne diye Allah'ın ayetlerini (hakikatlerini) inkar ediyorsunuz. Hakkı batıl ile örtüyor, hakkı bildiğiniz halde onu gizliyorsunuz.» (3/AI-i Imran 70-71) buyuruyor. O günün Ehl-i Kitabı kendi bilgileri ile ayetlerin Allah'tan olduğuna şahid oldukları halde, menfaatları icabı ayetleri yaşayarak onların Allah'ın ayetleri olduğuna şahitlik etmek istemiyorlardı. Günümüz müslümanları da tıpkı Ehl-i Kitab'ın o günkü bilenleri gibi, «Ey iman edenler, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun.» (4/Nisa 135) ayetlerini okumaktadırlar. Dünyadaki müstazaflara yapılan zulme, sömürüye şahid olmakta, hakikatin yerini şirkin aldığını görmekte, bilmekte ve duymaktadırlar. Ve tevhidi bilinç ve tavır düzeyine ulaşamamış birçok müslüman vahyin ayetlerini okuyup, bunların Allah'tan olduğunu ifade etmekte; ancak yine de zulme meyi etmekte doğruyu gizleyip, yanlışı söylemekten sakınmamaktadırlar. Hayatlarında ayetleri yaşayarak şahitlik yapmamak ve zulme boyun eğip, doğru ile yanlışı birbirine karıştırmaya devam edip durmaktadırlar. Oysaki Kur'an onların özelliklerini sıralarken «Onlar yalana şahitlik etmezler.» (25/Furkan 72) demektedir.

Şahitlik tanıklık yapmak, hazır bulunmak (Müfradat, s. 383), olayı yaşamak demektir. Onun için başkasından duyduğun bir şeyle islam hukukuna göre herhangi bir konu için şahitlik yapılmaz. Şahitlik kavramında olayı yaşamış olmak esastır. Söz konusu olan vahyin Allah'tan olduğuna inanıp inanmama olduğundan yine vahyi yaşayarak, yaşamak suretiyle ona şahitlik etmek esastır. Bizler yaşamak suretiyle ancak insanlara örnek olabiliriz. Bizim vasat bir ümmet olmamız da yine insanlara şahit (örnek) olmamıza bağlanmıştır. «Böylece sizi insanlara şahit olmanız için vasat bir ümmet kıldık. Resul de size şahittir.» (2/Bakara, 143).

Kur'an diğer insanlara doğruları yaşamak suretiyle örnek olmamızı istemektedir. Doğruları yaşamak bireyden başlar, ümmet olarak yaşamaya kadar gider. Biz diğer insanları doğruları yaşadığımız, yaşayarak örnek olduğumuz zaman etkileyebiliriz. Bu etkileşim, bizlerin bireysel olmaktan kurtulup ümmet olma şuuru ile bir aile gibi işleri aksatmadan birbirimize sahip çıkarak yaşadığımız zaman daha da etkili olacaktır. Bizler doğruların ve yanlışların var olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bir mü'min için dünyada mutlak iki esas değer vardır. Doğru ve yanlış, Hak ve Batıl.,. Bu iki değerin ortası yoktur. Bir mümin doğruyu bilmeli, ona inanıp yaşamalı, doğrunun örnekliğini yapmalıdır. Yanlışı ise, doğrunun yanından uzak tutmalı, doğru ve yanlışın, Hak ile Batılın arasındaki çizgileri kesin olarak belirlemelidir. Doğru ile yanlışı birbirine karıştırma yanlışına düşmemelidir. Müminin görevi doğruların şahitliğini yapmaktır. Bir doğrunun yanına bir yanlış konuldu mu artık doğrunun şahitliğini yapmak ortada kalmaz. Çünkü Hak ile Batıl arasındaki çizgileri vahiy belirlemiştir ve ikisinin ortası da yoktur. Dünyada olan huzursuzluklar, çatışma ve savaşların temeli, batılın batıl ile yaptığı iç savaşlar bir kenara bırakılırsa, Hak ile Batıl arasındaki mücadeleden kaynaklanmaktadır. Bu Hak ve Batıl mücadelesinde sadece iki taraf vardır, bir üçüncüsü yoktur. Onun için saflar ikidir: Ya doğruların yanında yer alıp, onu yaşayıp onun örnekliğini yapmış olursun; ya da yanlışı yaşamakla yanlışın yanında yer alıp onun örnekliğini yapmış olursun. Hem hakkın, hem de batılın yanında yer almak da yine batıldır.

Vahy, bulunduğumuz coğrafya nerede olursa olsun, hangi koşullarda olursak olalım bizden her zaman doğruların sözcüsü, yaşayıcısı, örnekleyicisi, kısaca hakikatin şahidi olmamızı istemektedir. Coğrafya, sınır, uzak ve yakınlık, sınıf gibi ayırımlar doğrunun sözcüsü olmak konusunda bize engel teşkil etmemelidir. Kudüs'te, Eritre'de, Peşaver'de, Cidde'de, Bağdat'ta, İstanbul'da, ümmetin bireylerine veya herhangi bir sınıfına yapılan zulmüne sessiz kalmak, dünyanın her hangi bir yerinde yapılan haksızlığa karşı tanık olduğumuz halde dilsiz kesilmek, haksızlık karşısında susan şeytan konumuna düşmek demektir.

Bugün ümmetin her parçası üzerinde müstekbirler değişik zulüm, yalan, sömürü çeşitlerini uygulamaktadırlar. Her gün yeni komplolar ümmet üzerinde kurulmakta, yeni hesapların arkası kesilmemektedir. ABD öncülüğünde Dünya müstekbirliği islam'a savaş açmış bulunmaktadır, buna karşı müminler hayatlarındaki doğruları iyi tespit etmeli, yanlışlarından ayırmalı. Nerede ve nereli olursa olsun doğruların sözcüsü olmalıdırlar. Doğruların yaşayan şahidi olmalı, müstekbirlerin zulüm ve sömürüleri karşısına dikilmelidirler. Biz müslümanlar zulme karşı çıkmak, mazlume sahip çıkmak örnekliğini yaşayarak gösterebilirsek zulme karşı çıkma konusunda diğer insanlara örnek olmuş oluruz.

Zulme karşı çıkmak hakikatin ancak bir parçasıdır. Hakikatin bütünü elimizdeki Allah'ın kitabıdır. Onu okumalı, pratik hayatımızda uygulayacağımız doğruların çıkarımını bu ilahi kitaba dayanak yapabilmeliyiz. Bunu ne kadar sık yaparsak, günlük karşılaştığımız olaylarda acaba hangisi doğru, hangisi yanlış tereddüdüne o kadar daha az düşeriz. Hayatın sorunlarına cevap, Kur'an'da ve doğruların şahidi olmamızdadır.



 





Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen ankebutxx@gmail.com Adresine Yollayınız...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Namaz Kılanlar ve Namaza Kıyanlar




Namaz Çağrısı / Namaz Kılanlar ve Namaza Kıyanlar /

Tevhid, Allah'ı birlemektir...

Namaz ise Allah ile birlikte olmaktır.

Namaz tevhidin eyleme geçmiş halidir... Ya da imanın ete kemiğe bürünmesidir...

Namaz, Allah'ı önemsemek ve öncelemektir...

"Allah" merkezli bir yaşamın günlük temrinleridir...

Namaz, ilahi bir gündemdir...

Bu durumda namaz aradan çıkarılacak bir angarya değil, hayatın anlam ve amacıdır... İslam'ın ruhu ve rayihasıdır, namaz...

Evet, namaz ne bir alışkanlık, ne de üstümüzden atmamız gereken bir ağırlıktır... O bir anma, arınma ve adanma ameliyesidir... Görüyoruz ki; namaz yük değil, yüceliktir...

Allah'a yakınlıktır.
 
Bu bilinçle Rabbe yönelen hiç yüksünür mü?

 
 
                                                "YAŞANMAYAN  YOLDA ÖLÜNMEZ Kİ!"






--
Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen ankebutxx@gmail.com Adresine Yollayınız...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Öldürülen imam Kürtler için ne yazmıştı?




Öldürülen imam Kürtler için ne yazmıştı?



Mardin'de 44 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamda hayatını kaybeden İmam Hacı Kazım Ozan'ın internetteki yazılarına denk geldim.

24 yaşındaki bu gencecik ve farklı imamın 'Kürt-Türk Kardeştir' adlı bir Facebook grubu kurduğunu biliyordum.

Ama doğrusu neler yazdığını bilmiyordum...

* * *

20 Şubat'ta... 'Türk-Kürt kardeşliğini pekiştirelim' başlıklı yazıda şunları yazıyor:

'Osmanlı döneminde Türkler ve Kürtler İslam milletinin birer unsuru olarak birbirlerinden farklı muamele görmediler; yüzyıllar boyunca birbirleriyle evlenerek kaynaştılar.

Öyle ki bugün Türkiye'de Türk kimliğinin nerede bittiğini, Kürt kimliğinin nerede başladığını belirlemek kolay değildir.

Türkiye'nin her karış toprağı kendini Türk sayanlar kadar Kürt sayanların da vatanıdır.

Kürt kökenlilerin büyük çoğunluğu ülkenin Türk çoğunluklu batı bölgelerinde yaşamaktadır.

En çok sayıda Kürt'ün yaşadığı şehir, ne Süleymaniye, ne Erbil ne de Bağdat, İstanbul'dur.

Kürt kökenlilerin Türkiye'nin siyasi, iktisadi ve kültürel elitleri içindeki payı, nüfustaki paylarının çok üzerindedir. Türk ve Kürtler arasındaki yakınlık ve karşılıklı etkileşim öylesine derindir ki, Türkiye'deki Kürt milliyetçiliğinin esin kaynağı Türk milliyetçiliği olduğu gibi, Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde de Kürt kökenliler rol oynamıştır.'

* * *

24 Şubat 2009'da...

'Biraz da Kürt olalım' başlıklı yazısında ise şu satırlara rastladım: 'Sorun devletle Kürtler arasında deyip işin içinden sıyrılmak mümkün değil.

Kürtlerle Türklerin arasında bir sorun yok' ifadesi de derinlerdeki gerçeği yansıtmıyor.

Evet, çatışma yok, gerginlik yok, birçok konuda ayrımcılık da yok; ama Türkler, bu ülkede bin yıldır birlikte yaşadığı Kürtlerin kültür, dil ve duyuş alanlarının ne kadar 'içinde'?

Bu sorunun cevabından çok emin değilim doğrusu. Daha kestirmeden soralım; Türkiye'de Kürt kökenli olmamakla beraber Kürtçe bilen kaç kişi var sizce? Bütün Kürtler anadillerinin yanında mutlaka Türkçe'yi de öğrenirken bugün kaç Türk Kürtçe konuşabiliyor acaba? Türkiye genelinde bu sayının bir iki bini aşacağını hiç sanmıyorum.

Bu önemsiz bir konu değil; bizim Kürtlerle ilişkilerimizde 'onların özel alanları'na ne kadar 'uzakta' durduğumuzu yansıtıyor.

Bin yıldır birlikte yaşadığımızı söyleyip bağlılık, sadakat ve hatta itaat beklediğimiz Kürtlerin dillerine bu ilgisizlik neden? Az biraz eğitimli, kentli her Türk, İngilizce, Fransızca, Almanca ve hatta Rusça üç beş kelime bilir.

En azından 'merhaba', 'günaydın', 'teşekkürler', olmadı 'seni seviyorum' demeyi kıvırır.

Çıkın sokağa sorun, bin yıldır beraber yaşadığımız 'bizim' Kürtlerin dilinden bunları söyleyebilen kaç Türk var?

15 yıl öncesine kadar varlığı inkár edilen, 5 yıl öncesine kadar dilini herhangi bir şekilde öğretme imkánından yoksun olan bir halkın dilini bilmek kolay olamazdı, doğru. Yine de birlikte yaşayan, komşu olan, akraba olan insanların dili sosyal alanda bile olsa biraz ilgi görmeliydi.'

......................

'Onca Kürt dostuma rağmen bu derece bilgisizlik 'cehalet' değildi sadece; bir ilgisizlik, hatta duyarsızlıktı. Kürtleri, 'bizim' dilimizi öğrenen, hayatımıza bir şekilde eklemlenen, devletimize itaat eden 'pasif varlıklar' olarak gördükçe 'sorunlarımızı' çözemeyiz. Devlet de çözmez zaten böyle bir toplumun sorunlarını. Hazır değiliz, Kürtlerle hayatı 'paylaşarak' yaşamaya hazır değiliz. Mesele, Kürtlüğünü bilmeden sevdiğimiz bir Kürt'le sorun yaşamamamız değil, Kürtlüğünü bilerek ve onu paylaşarak birlikte yaşamayı öğrenebilmek. 'Onlardan ne farkımız var ki' demek çok kestirme bir yol ve de anlamsız. Onları 'bizden' görmek ayrı, farklılıklarına saygı göstermek ayrı. Bizden görerek farklılıklarını inkár etmek onları bizden koparan en acı yol. Kürtlerle bu vatanı, geçmişi ve geleceği 'paylaştığımızı' idrak etmedikçe Kürtlerin hakkını vermiş olmayız' ...

* * *

İlk atandığı resmi görev yerinde dehşet verici bir cinnetin kurbanı olan bu gencecik çocuğun yazdıklarını, onun bakışını ve düşündüklerini, 'Kürt Sorunu'nun' gündemin ilk sırasında bulunduğu bu günlerde sizinle paylaşmak istedim...

Huzurlu bir Türkiye'yi hepimiz çok özledik...

Hem de pek çok...


insALLAH sehid olmustur.Rahman sehadetini kabul etsin.amin




Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen ankebutxx@gmail.com Adresine Yollayınız...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

29 Temmuz 2009 Çarşamba

(Namaz Zamanı) 3 G Nedir ?

   ~~{{{ Dua  dilencisi }}}~~   
      
  

      3 G  NEDİR
Bu ateşi elinize almadan düşünün!

İsveç'te, 3G'de bulunan 3 UMTS sistemini test etmişler.

İnsan vücudu üzerinde çok önemli zararları olduğunu görmüşler.

Bu ateşi elinize almayın, geleceğinizi yakmayın! Prof.

Dr. Selim Şeker anlatıyor.

3G geldi! Reklâmlar aracılığı ile ortada bir bayram havası var… Reklâm sloganı "merak etmiyor musun" diyor. Biz merak ediyoruz ama geleceğimizi! Sağlık sorunları göz önüne alındığında kazandıracak mı, yoksa kayıplar mı artacak?

Tehlikeli Oyuncak" kitabının yazarı, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölüm Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Şeker sorularımızı yanıtladı.

3G ne anlama geliyor?

"3G, kablosuz sistemlerin yani hücresel ağ sisteminin en gelişmişi. Önceden tanıdığımız 1G ve 2G'ye göre çok büyük yenilikleri var. Şu ana kadar sesli iletişim aracı olarak kullandığımız cep telefonunda, artık görüntü, bilgi aktarımı, sayısal veriler, TV, faks, internet, medya haberciliği gibi büyük iletişim kolaylığı getiriyor."

Çevre ve insan sağlığı üzerinde ne gibi etkileri olacak?

"Bu sistemde iletişim aracı olarak kullandığımız, bir odayı dolduran bütün elektrik aksamını bir telefona soktular. Maalesef para kazanırken çevre ve insan sağlığını hiç düşünmüyorlar. Bu teknoloji ile beraber bugüne kadar 1 baz istasyonu olan yerde, artık 9 tane baz istasyonu olacak! Yani baz istasyonu sayısı çok artacak. İngiltere'de 3G ile beraber baz istasyonu sayısı 50.000–70.000 civarında artış göstermiş.   

Daha çok baz istasyonu; daha çok radyasyon, daha çok manyetik kirlilik demek! 3G hem insan hem de çevre sağlığı açsından büyük riskler içeriyor.

İsveç'te, 3G'de bulunan 3 UMTS sistemini test etmişler. İnsan vücudu üzerinde çok önemli zararları olduğunu görmüşler.

TV istasyonunda çalışan kişiler, çalıştıkları ortama girince bir ağırlık ve baş ağrısı hissederler, yoğun stres yaşarlar. Bunun sebebi o istasyonda bulunan alıcı ve vericilerdir.

Bazı alışveriş merkezlerine giren insanlar da rahatsızlık duyarlar, rahat nefes alamazlar, kalp hastaları daha fazla rahatsız olur. Bunun sebebi de o alışveriş merkezinde bulunan baz istasyonlarının sebep olduğu kuvvetli radyasyondur.

2G'nin DNA'yı olumsuz etkilediği, kansere sebep olduğu birçok ülkede yapılan bilimsel araştırmalarla kanıtlandı. Bu araştırmaların çoğunu Tehlikeli Oyuncak kitabımda açıklamıştım. Eylül ayında Hayykitap'tan yayımlanacak ikinci kitabımda da son araştırmaları açıklayacağım!"

Çocukların geleceğini nasıl etkileyecek?

"Baz istasyonuna ilk 300 m mesafede oynayan çocukların, diğer çocuklara oranla %500 daha fazla kanser olma riski taşıdıkları yine bilimsel araştırmalarla kanıtlandı. Okul, hastane, park gibi alanların çevresinde kesinlikle baz istasyonu ve yüksek gerilim hattı bulunmaması gerekiyor. Bizim ülkemiz maalesef bu konuda da gariplikler ülkesi! Birçok hastane, park ve okul çevresi baz istasyonları ile çevrili.

Anne ve babalar cep telefonunu çocuklara ödül olarak kesinlikle vermemeli! Çünkü bu ödül değil, onların hayatıntan sağlıklarını çalan ölümcül bir alet! 

Dikkat edin baz istasyonlarında örümcekler yaşamaz, kuşlar da çevresine yuva yapmaz! Elektromanyetik kirlilik hayvanları ve doğal hayatı da çok olumsuz etkiliyor. Yeni sistem doğal hayatı tehdit ediyor!"

Hangi hastalıklarda artışlar görülecek?

"Kalp ameliyatı geçirmiş olanlar İstanbul gibi büyük metropollerde yaşayamaz hale gelecek.

Alerji vakalarında büyük artışlar gözlenecek. İsveç'te yapılan bir araştırmada 3G sisteminin gelmesinin ardından alerji vakalarından büyük artış gözlenmiş.

Almanya'da yapılan bir araştırmada da çocuklarda erken ergenlik ve obezite, kadınlarda menopoz sorunlarında artışlar ortaya çıkmış."

Peki, hem çevre hem de insan sağlığını korumak için çözüm ne?

"Cep telefonlarının mümkün olduğunca az kullanılması gerekiyor. Çünkü sağlığa tamir edilemeyecek derecede büyük zararlar veriyor. Mevcut sistem insanları korumuyor.

Sigara konusunda devlet ve toplum çok geç uyandı ama artık büyük hassasiyet gösteriliyor. Çok geç olmadan cep telefonu konusunda da aynı hassasiyetin gösterilmesi gerekiyor. Bunun için, sivil toplum örgütlerine, devlete ve özellikle telefon kullanan vatandaşlara büyük görev düşüyor."




Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın. Sadece e-posta iletilerinden daha fazlası
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) doğu türkistanda zulüm

   ~~{{{ Dua  dilencisi }}}~~   
      
  
 
türkistan.jpg 
  





Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın. Sadece e-posta iletilerinden daha fazlası
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) KUR AN

 KUR’AN

 

“Şüphesiz ki bu Kur’an en doğru yola iletir. İyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdele.” (Ayet-i Kerime) 

    

     İnanmak ve hükümlerine göre yaşamak mecburiyetinde olduğumuz Kur’an; hayatın asıl gayesini beyan buyurmuş ve tahdit etmiştir. Kur’an yaşamanın gayesini insanların anlayışlarına göre sınıflandırmıştır. Nasıl ki basit bir ev aletini kullanmadan önce, iyi bir randıman almak için kataloga göre hareket etmek gerekiyorsa; insanı yaratan, onu en mükemmel şekilde donatan Allah, onun dünya ve ahiret saadetini sağlayacak, ayağı taşa değmeden yürüyecek, ona ışıklı yollar açacak ilahi katalogu Kur’an-ı Kerim’i sunmuştur.

     Kur’an bizatihi hayattır. Bunun içindir ki Hz. Aişe(r.anha)’ya, Rasulullah’ın hayatından, ahlakından sorulduğunda “O’nun hayatı Kur’an’ın ta kendisidir” cevabını veriyor.Kur’an-ı Kerim insanlığı hayır ve saadete kavuşturmak için inmiştir. Allah’ın insanlığı hayır ve saadete kavuşturmak için inmiştir. Allah’ın kitabını hayatına uygulamayan Müslüman, elinde lamba bulunduğu halde onu söndüren körlerden kılavuzluk bekleyen şaşkın insana ne kadar da benzemektedir.

     Kur’an ile yaşamış, Kur’an ile izzet ve şeref kazanmış, Kur’an ile yükselmiş, Kur’an ile medeniyetler kurmuş, Kur’an ile cihana örnek olmuş, Kur’an ile dünyaya adalet dağıtmış, Müslüman bir milletin torunları bugün bir çözülme, bir bunalım içine düşmüşse bunun tek sebebi tek ifade ile “Kur’an’dan uzaklaşmak”tır.



Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen ankebutxx@gmail.com Adresine Yollayınız...


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) FATMA'NIN TESETTÜRE BAKIŞI


MİHRİCAN KESKİN

Üşümesin diye örterlermiş üzerini kızlarının, uyuyanın üzerine kar yağarmış yoksa?Hasta olursa, ateşler içinde yanarsa, gözlerini kapatmadan beklerlermiş Fatma?nın anne ve babası. Örterlermiş üzerini, üşümesin diye Fatma'nın?
Örtüler, hiç bu kadar ısıtmamıştı ve örtülere hiç bu kadar hayret içinde bakmamıştı Fatma?
Dalında duran bir portakalı incelemeye başladı önce, örtüye bürünen portakala dikkatlice baktı? Tesettürü içinde gizli bir hazine barındıran portakala ulaşmak için onu Koruyan ve Kollayanı düşündü?
Hamile bir bayan geçiyordu yoldan, dikkatli bir şekilde yürüyordu, bebeğini koruyan tesettüre baktı? Tesettür paketinde gizli bir bilmeceydi bebek, Fatma buna da şaşırdı.
Sonra gözlerini vücuduna çevirdi. Kan ve et yığını olan vücuduna? Tesettürü içinde bilmediği bir alem vardı. Kalbini hiç görmemişti mesela, midesi nasıldı bilmiyordu. Bedeni tesettüre bürünmeseydi, aynaya her baktığında nasıl görürdü ki kendini?
Kar yağıyordu ve toprak kışlık tesettürünü giyiniyordu üzerine, toprakta bir tesettürdü. Mesela rahmetli dedesini saklıyor ve koruyordu? Toprak öyle bir tesettürdü ki dedesinden hatıra kalan çiçekleri kışları saklıyor ve her baharda çiçekleri gözlerinde güldürerek dedesini hatırlaması için sobeliyordu.
Akşam olmuştu gözlerini bu sefer geceye çeviriyordu Fatma. İnsanların uyumaları gereken zaman aralığında karanlık bir perde çekiliyordu, şehir tesettüre bürünüyordu. Evin ışıklarını yakıyordu annesi ve evlerinin tesettürü olan perdeleri çekiyordu birer birer. Neden perdeleri vardır ki evlerin? Bunu düşünmeye başladı Fatma. Bir kez daha şaşırdı, düşündüklerini dışarıya taşırmadan kendince tesettüre bürüyormuş Fatma?Düşünceler de tesettürlü olurmuş bunu anladı.
Özel olan her şeyin bir paketi vardı? Geçen ay annesine aldığı hediyenin paketini düşündü. Neden paketleriz ki hediyeleri diye sordu kendine. Babasına gelen davetiyelerin özel zarfları da çok hoş olurdu. Paketler özel olduğumuzu hatırlatıyordu tıpkı doğmamış anne karnında ki bebek gibi dedi ve heyecanlandı Fatma. Hediyelerin tesettürüymüş paket diye mutlu oldu.

Babaannesinin elinde ki Kur?an?ın da bir paketi vardı ve itina ile açardı . Babaannesi eline Kur?an?ı her aldığında gözlerindeki yaşları anlayamazdı Fatma. Kur?an?ın tesettürü de kapağıymış, onu açınca gizli bir hazine ile baş başa kalırmış insan, tıpkı babaannesi gibi?

Ölüleri neden kefenlerler diye düşündü Fatma. Öldükten sonra bu ince düşünce çok masumane? Bir kundak içinde geldiğimiz dünyadan giderken, bir kefene bürünmek. Doğumun tesettürü kundak ve ölümün tesettürü de kefen? Anne ve babasına kundak içinde Fatma?yı Veren, yanına alırken de bir kefen içinde alması ne ince bir düşünceydi. Ölümün tesettürü de kefenmiş diye düşündü Fatma?

Günlüğünü aldı eline, tesettür için düşündüklerini yazmaya başladı. Bir ara gözleri televizyona ilişti. Ayşe?nin tesettüre bakış açısını izledi. Üzüldü Ayşe'ye? Bu kadar basit tanımlanamaz tesettür dedi. Kapadı defterini, üşümeyesin diye üzerini örten annesine sordu:

-Anne başını üşümesin diye mi örtüyorsun?
-Hayır tabii ki, inancım gereği örtüyorum. İlk önce ??O?? istediği için?
-Ayşe'ye de dua eder misin?
-Neden kızım?
-Tesettürün ne olduğunu öğrensin diye...

Annesi tebessüm etti ve çıktı odasından.Fatma da Ayşe'ye dua ederek gözlerinin tesettürü olan göz kapaklarını kapatarak ölümün kardeşi olan uykuya daldı. Sessizce mırıldandı;
"Verilen ömrün tesettürü de ölümdü"




Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen ankebutxx@gmail.com Adresine Yollayınız...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---