20 Mayıs 2008 Salı

(Namaz Zamanı) SEVAP İŞLEMENİN DÜNYADAKİ FAYDASI

SEVAP İŞLEMENİN DÜNYADAKİ FAYDASI
Geçmişlerden üç kişilik bir grup, yağmura tutularak bir mağaraya girdiler, yukarıdan bir taş parçası koparak mağaranın kapısını kapattı. Birbirlerine:
- Bu felaketten bizi hiç bir şey kurtaramaz, ancak güzel
işlerimizden birini vesile ederek, Allah'a dua etmek kurtarır,
dediler. 
İçlerinden biri:
- Allahım! Anam, babam ihtiyardı. Biz onlardan önce
yiyip içmezdik. Birgün işim çıktığından vaktinde gelemedim.
geldiğim de gördüm ki annem babam uyumuşlar Ben onlar aç uyurken elimdeki süt kasesini çocuklaravermeyip elimde kase, sabaha kadar baş uçlarında bekledim.
Uyandılar, sütlerini içirdim. Bunu senin rızan için yapmışsam, şu taşı bizden kaldır, diye yalvarınca taş biraz aralandı, fakat çıkılamıyordu.
Bu defa ikinci arkadaş söze başladı. Benim çok sevdiğim amcamın kızı vardı. Onunla olmayı çok istiyordum Kaç kere bana yakın olmasını söyledim ise de kaçındı
ve namusunu korudu,
Bir gün çok zor durumda kaldığı için benden bir şey istemeye geldi. Ben arzumu kabul edersen istediğini karşılayacak kadar altın veririm dedim. Kabul etmedi
ve gitti Daha sıkışık duruma düşünce tekrar istekte bulundu ve içinde bulunduğu zorluk nedeniyle benim teklifimi kabul etti.  Tam onunla beraber olacakken
bana:
- Yüzüğümün taşının koparılmasını, yanı nikahsız
ırzıma geçilmesini helal edemem, dedi.
Ben de ondan vaz geçtim. Altınları da geri almadım. Senin rızan için bunu yaptımsa şu felaketten bizi kurtar, diye dua etti.
Taş biraz daha açılmış ise de çıkılacak durumda değildi.
Üçüncüsü   (Cenab-ı  Allah'a  niyaz  ederek):
-Ya Rabbi! Gündelikçiler tutarak ücretlerini vermiştim,
 
yalnız birisi kaybolmuştu. Onun parasını çiftçilik ve ticaretle çoğalttım, sonra o gelip:
- Ey Allahın kulu! Ücretimi ver! deyince gördüğün
şu deve,   koyun   sürüleri   senin   ücretindir,   dedim.
O:
- Ey Allahın kulu!  Benimle alay etme, dedi. Ben:
- Alay etmiyorum, ciddi  söylüyorum, dedim. Adam, onları tamamen aldı, hiç bir şey bırakmadan
sürüp gitti.
Allahım! Bunu senin için yaptımsa, içinde bulunduğumuz durumdan bizi kurtar, diye yalvarınca taş iyice açıldı ve çıkıp gittiler."
MÜNAFIĞIN HİLESİ
İçten inkarcı, dıştan imanlı görünen münafıklardan biri, Peygamberimizin azatlı kölesi ve evlatlığı Zeyd b. Haris hazretlerine ortaklık teklifinde bulundu.
O da onun hakiki müslüman olduğunu zan edip beraber ticaret yapmayı kabul etti.
Para münafıktan olmak kaydıyle, beraber mal getirip satmak üzere anlaşıp Taif şehrine gitmek üzere yola çıktılar.
Yolda münafık, Hz. Zeyd'e:
- Yorulduk. Şu mağaraya girelim de bir müddet istirahat
edelim, dedi. O da kalbinde hiç bir kötülük olmadığı için,
bu teklifi kabul edip mağaraya girdiler.
Münafık,   Hz.   Zeyd'e   suikast   hazırlamıştı.
Orada uyutup, elini ayağını bağladıktan sonra öldürecekti. Biraz sonra Zeyd uyudu, münafık da planını takbike başladı.
Zeyd'in ellerini ve ayaklarını sıkıca bağladıktan sonra, onu uykudan uyandırdı. Zeyd uyandı ki, elleri ve ayakları bağlanmış.   Kendisini   niçin   bağladığını  
sordu.
Oda:
- Siz bundan birkaç sene evvel Muhammed'le Taife
gitmiştiniz. Orada O'nu öldürmek istediler. Fakat sen kendini
siper yaparak O'nun hayatını kurtardın.
Ama şimdi ben seni öldüreceğim. Çünkü sen o zaman Muhammed'i kurtarmasaydın, bugün aramıza bu fitne girmeyecekti ve Arap milleti bu zamana kadar iman edegeldiği
putlarına ibadet etmeye devam edeceklerdi, dedi ve hançerini çekip Zeyd'in üzerine yürüdü.
Hz. Zeyd canından çok sevdiği Resulullah'tan ayrılacağını ve bir daha dünya gözüyle göremeyeceğini düşünerek çok üzülüyor ve göz yaşları ile "Ya Rahman!"
diye nida ediyordu.
O anda gaipten bir ses:
- Dokunma!
Bu sesi duyan münafık, mağaranın ağzında kendilerini gören birisi olduğunu zannederek, dışarı çıkıp baktı ki, kimse yok. Herhalde bana öyle gelmiştir.
Kimse yokmuş diye düşünerek, tekrar içeri Zeyd'in üzerine yürüdüğünde, Zeyd yine: Ya Rahman! diye nida ediyor.
O ses bu sefer daha gür bir şekilde:
- Dokunma! diye bağırıyor.
Daha fazla heyecana kapılan münafık, tekrar dışarı çıkıp bakıyor ki, kimse yok.
Allah Allah!... Üçüncü defa öldürmek için hamle yaptığında bu sefer: "Dokunma!" nidası mağaranın ağzında duyuluyor.
Heyecanla mağaranın dışına çıkan münafık, tam teçhizatlı bir adamla karşılaşıyor.
Neye uğradığını şaşıran münafığın dili boğazına akıyor ve silahlı zat, münafığın kellesini sorgusuz sualsiz kesiyor.
Silahlı zat, bu sefer içeri girip Hz. Zeyd'in ellerini ayaklarını çözüp bir isteği olup olmadığını soruyor. Zeyd b. Haris, o zata:
- Sen kimsin, nereden geliyorsun? Sesin birincide, çok uzaklardan geliyordu, ikincide ve üçüncüde daha yaklaştın ve beni kurtardın! dediğinde, O:
- Ben seni kurtarmak için vazifelendirilmiş bir meleğim. Sen birinci defa nida ettiğinde, ben yedinci kat semada idim. İkinci nida ettiğinde ikinci kat
semada idim. Üçüncüde ise, mağaranın ağzına gelmiştim..
Kafirin kellesini kesip canını cehenneme yollamakla, benim vazifem bitmiş oldu. Allah'a ısmarladık, Muhammed'e selam söyle, deyip ayrılıyor.
Zeyd, bu hadiseyi Peygamberimize ve ashabına anlattığı zaman, bütün müminler göz yaşlarını tutamayıp ağlıyor ve Allah'a şükrediyorlar.
HZ. ISA İLE NUR KUŞU'NUN MACERASI
Hz. İsa gezilerinden birinde bir deniz sahiline uğrar.
Orada, altın gibi pırıl pırıl parıldayarak görenlerin gözlerini kamaştıran bir kuş görür. Bu kuş durup durup çamur bataklığına dalarak altın parlaklığını
pislikle sıvıyor.
Fakat hemen arkasından temiz suya dalarak yıkanıyor, yine eski göz alıcı, gönül çalıcı güzelliğine bürünüyor. Hz. isa'mın (a.s.) meraklı bakışları arasında
nur kuşu, aynı hareketleri arka arkaya beş kere tekrar eder. Hz. İsa (a.s.) hayretler içinde kalır ve bu işe hiçbir mana veremez.
Tam o sırada Cebrail İsa'ya görünerek, hadiseyi şu şekilde açıklar: "Güneş ışıkları gibi parıltılar saçan nur kuşu, Peygamber Hz. Muhammed'in namaz kılan
ümmetini temsil etmekte; çamur, günahkar olanların işleyeceği türlü ve çeşitli günahları göstermekte; kuşun içine dalarak çamur pisliklerinden sıyrıldığı
ve öz parlaklığına kavuştuğu temiz su da namazın yerini tutmaktadır. Kuş nasıl durup çamura batarak kirleniyorsa ahir zaman Peygamberinin ümmeti de dünyalık
çalışmalar içinde çeşit çeşit günahın kir ve pasına bürünerek yaratılıştan getirmiş oldukları öz temizlik ve nurlarını karartacaklardır. Ama arkasından
namaza durarak Tanrılarının huzuruna dikilince öz temizliklerini gölgeleyen günah kirlerinden sıyrılıvererek eski nurlu görünüşlerine bürüneceklerdir.
Hz. Muhammed'in (s.a.s.) ümmetine günde beş vakit namaz kılmanın farz edildiğini  belirtmek üzere, gördüğün nur kuşu, peşpeşe aynı hareketi beş kere tekrarlamaktadır."
DİNİ HİKAYELER TEVBE İLE İLGİLİ BİR
HİKÂYE
Sonradan iyi amel ve temiz ahlakı ile, kendisini tanıyan müslümanların kanaatına göre veliler mertebesine yükselmiş olan bir zat doğru yola girmeden önceki
halini bize şu ibret dolu sözlerle anlatıyor:
"Ben eskiden bir eşkiya idim. Dağ başında gelip geçenlerin yolunu keser, silah zoru ile aldığım yolcu malları ile geçimimi temin ederdim. Bir çete arkadaşımla
Dicle nehrinin kenarından geçerken iki hurma ağacı gördüm. Ağaçlardan biri  meyvalı  öbürü  de hep kuru  idi.
Ağaçlara yakından dikkatle bakarken iki ağaç arasında gidip gelen bir kuş gözüme ilişti.
Kuş, önce meyvaları salkım salkım sarkan yaş hurma ağacına varıyor, gagasına bir iki hurma takarak kuru hurma ağacına varıyor, kuru dallar arasında bir
müddet kaldıktan sonra, tekrar dönüp meyvalı hurma ağacına geliyor, ve arkasından yaş ve olgun hurmaları gagasına aldıktan sonra yine kuru ağacın dalları
arasında bir yere uçuyordu.
Kuşun ağaçtan ağaca durmadan uçması ve meyvalı ağaçtan aldığı hurmaları kuru ağacın dalları arasına taşıması merakımı çekti.
Acaba bu işin sebebi ne olabilir diye düşünerek kuru hurma ağacına tırmandım. Ağaca çıkınca gördüm ki kuru ağacın dalları arasında kör bir yılan yatmaktadır.
Ağaçtan ağaca uçan kuş da, ona meyvalı hurma ağacından hurma taşımakta ve kuru ağacın çıplak dalları arasında kör ve çaresiz yılanın gıdasını temin etmektedir.
Bunun   üzerine   içimden   şöyle   düşündüm.
Bu kuru dallar arasında yatan, canlı varlık kör bir yılandır. İnsanlara zararlı olduğu için Peygamberimiz görüldüğü yerde öldürülmesine müsaade etmiş,
izin vermiştir.
Böyle iken Ulu Allah onun bile rızkını vermiş. Ağaçtan ağaca durmadan uçan kuşun yardımı ile meyvalı ağacın hurmalarını yanı başına getirmiştir.
Ben ise şükürler olsun, Allah'ın ortaksız varlığına samimi yürekle inanan bir kimseyim. Buna rağmen varlığı kör bir yılana bile kuru dallar arasında rızık
veren esirgeyici bir Allah'ın kulu olduğumu unutmuş gibi kendimi kötü yollara kaptırarak geçimimi haram ve haksız yerlerden
temin ediyorum.
Ne kadar yanlış yola kapılmışım. Şu andan itibaren bütün yaptığım günahlara kırk bir kere tevbeler olsun, artık ben eşkiyalığı bırakarak geçimimi helal
yollardan
kazanacağım.
"Ey rahmeti bol esirgeyici Allah'ım! Yığın yığın geçmiş günahlarımı bana lütfederek sen bağışla! Senin dosdoğru yolunu gönlüme sindirip sana layık bir
kul olmamı nasip eyle!" diye yalvararak, eşkıyalığı bırakmaya kesinlikle karar verdim.
Çete arkadaşlarım hafif bir şeyler söylediğimi işitmiş, yanıma sokulmuşlar. Neler söylediğimi soruyorlardı. Kuru ağacın dalları arasında gördüğüm çaresiz
kör yılanı ve ona hurma taşıyan kuşu onlara bir bir anlattım ve gördüklerim karşısında eşkiyalığı tamamen bırakıp helal yollardan rızkımı kazanmaya karar
verdiğimi arkadaşlara bildirdim. Anlattıklarımın tesiri ile onlar da gözyaşlarını
tutamamışlardı.
Hepsi de bana uyarak eşkiyalıktan ayrılmaya karar verdiler: Böylece çete arkadaşlarımla birlikte yol kesiciliği bırakıp; Allah'ın serbest kıldığı yollardan
geçimimizi tayin etmek üzere vedalaştık yıllardan beri uğramadığımız evlerimize döndük.
İLİM VE HOKKABAZLIK
İmam-ı A'zam, medreseden çıkıp evine giderken yol kenarında bir canbazın ip üstünde bir takım numaralar yaparak halkı meşgul ettiğini görüp kendisi de
seyretmeye başladı.
Talebeler İmam'ın bu hareketine hayret etmişlerdi. Onlar da hocalarının etrafını sardılar.
Talebelerinin başına toplanmasını bekleyen İmam-ı A'zam:
- Hepiniz beni dinleyin. Gelmeyenler de gelsin,
dedikten sonra onlara şu konuşmayı yaptı:
- Şüphesiz ki, bu cambazların yaptığı iyi bir şey değildir.
Bunlar halkı kandırarak onlardan para topluyorlar ve böylece
daha iyi yoldan rızık temin etmek varken, kötü yoldan
azıklarını bulmaya çalışıyorlar.
Fakat bunlar, kötü olan bir sanatı, adi bir varlık olan dünya malı ve para-pul için yaptıklarından bunların yaptıkları yine bir dereceye kadar günahtır.
Ama, siz ulvî olan ilahî ilmi, dünya malı ve para-pul için kullanır, halkı bu yolla aldatır, zengin olmanın yoluna bakarsanız hiç şüpheniz olmasın ki,
sizinki bunlarınkinden daha adi bir hareket olur. Çünkü siz kıymetli bir şeyi, kötü bir  şeyin  kazanılmasında  kullanmış  olacaksınız.
ZEKAT MALI KORUR
Hz. Peygamber Efendimiz, bir gün ashabına zekatın faydalarından bahsediyor:
- Zekat malınızı manevi bir kale ile sarar ve muhafaza
altına alır, buyuruyordu.
Yoldan geçmekte olan bir hristiyan, bu sözleri duydu ve denemeye karar verdi; eve gitti nesi varsa zekatını ve sadakasını ayırdı; fakir fukaraya taksim
etti. Bu sıralarda onun bir ortağı ticaret maksadıyla sefere çıkmıştı, Hristiyan:
- Eğer diyordu, Muhammed'in dediği doğru çıkarsa onun
hak peygamber olduğuna karar verir dinini kabul ederim, yok
eğer bu kadar mal taksim ettiğim halde bir faidesi olmazsa,
kılıcımı alır onunla harbederim, diyordu.
Hristiyan, verdiği sadakanın neticesini beklerken ortağından bir mektup aldı. Mektupta:
- Maalesef yolumuzu eşkiyalar kesti ve kervanda ne varsa
herşeyi aldılar, deniyordu.
Hristiyan beyninden vurulmuşa döndü. Kılıcı aldığı gibi Hz. Muhammed'i öldürmek üzere yola çıktı. Pür-hiddet yoluna devam ederken ikinci bir mektup daha
geldi ortağından. Orda ise şöyle yazıyordu:
- Daha evvel size yazdığım mektup tamamen ters çıktı.
Bizim devenin biri sakatlanmış ve ben kervandan birkaç yüz
metre geride kalmıştım. Önümdeki kervanın tamamen yağma
edildiğini görünce mutlaka beni de yakalarlar diye sana birinci
mektubu yazmıştım.
Fakat ne hikmetse beni görmeden çekip gittiler ve bizim malımız eşkiyalardan böylece kurtuldu. Hiç müteessir olmayınız,  sağ  salim  yolumuza devam  ediyoruz.
Adam ortağından bu haberi alınca, doğru Resulullah'ın huzuruna varıp:
-Ya Resulallah! Bana İslamiyeti tarif et. Senin söylediklerini denedim ve faidesini gözlerimle gördüm. Artık müslüman olmak istiyorum, der şehadet getirip
Müslüman olur.
ŞEFKATLİ BABA
Hz. Süleyman aleyhisselam zamanında bir kimsenin şarap içen bir oğlu varmış. Bu halinden babası hiç memnun olmadığı için ona daima kızar ve azarlar.
Bir gün oğlu sarhoş halinde her nasılsa babasına vurur ve gözünü çıkarır. Babası da gözünü eline alarak şikayet etmek üzere Süleyman aleyhisselama gelir.
Süleyman aleyhisselam hemen oğlunu çağırmıştır. Fakat oğlu ayıldığı zaman, yapmış olduğu bu işe son derece pişman olarak babasının gözünü hangi eli ile
çıkardığını sorar. Ve sağ eli ile çıkardığını anlar.
Hemen sol eline bir bıçak alarak sağ elini keser ve doğru  Süleyman  aleyhisselamın  yanına  giderek.
- Ey Allah'ın peygamberi! Benim yaptığım işin cezası
nedir? diye sorar. Hz. Süleyman aleyhisselam da "Elinin
kesilmesidir." diye buyurunca, o hemen kesilmiş elini O'nun
önüne koyuvermiş.
Babası ise bu hali öğrenince:
- Ey benim oğlum, niçin böyle ettin? Ne olaydı benim
bin gözüm olupta her birini çıkaraydın ve keşke böyle
yapmayaydın, der.
Bunun üzerine, Hz. Süleyman aleyhisselam ashabına dönerek, işte babanın oğluna olan şefkatine ve oğlunun babaya olan hürmetine bakınız, der ve o kimsenin
gözünü, oğlunun da elini yerlerine koyarak "Ya Rabbi! Babalara ihsan eylediğin şefkat ve evlatlara verdiğin hürmet hakkı için bunlara acil şifa ihsan buyur"
diye tazarru ve dua edince, Cenab-ı Hak derhal kabul edip onlara eski sıhhatlerini ihsan buyurur.
ABİD İHTİYAR
Hz. İsa aleyhisselam bir gün seyahat ederken, dağda bir ihtiyara tesadüf eder ki, ihtiyar güneşin sıcağında ibadet ve taat ediyor. Hz. İsa aleyhisselam:
- Ey ihtiyar, güneşden, kardan ve yağmurdan korunacak derecede bir ev yapıp da içinde ibadet etsen olmaz mı?
- Ya Nebiyyallah peygamberlerden duydum ki, dünyada 700 yıldan fazla ömür sürülmezmiş. O sebeple bu kadar ömrü dünya tamirine sarf etmeyi uygun görmediğim
için, bu hali seçtim.
- Ey ihtiyar, sana bundan daha acayip bir şey haber vereyim: Ahir zamanda bir kavim gelecek ve çoğunun ömürleri 100 yıla varmayacak. Böyle olduğu halde
1000 yıllık ömür tedariki ederek, çok yüksek binalar, köşkler, bağ ve bahçeler ve nice mülkler bina edecekler.
- Ya İsa, eğer o zamanda olsaydım, Allahu Teala hakkı için o kadar ömrü bir secdede, geçirirdim, der ve yanında bulunan bir mağaradaki acaib şeyleri göstermek
üzere Hz. İsa aleyhisselamı oraya davet eder. Beraberce mağaraya girerler ki, yüksek bir taht üzerinde bir meyyit ve başı ucunda bir mermer direk vardır.
Direğin üzerinde ise şunlar yazılıdır.
- Ben filan padişahım. 1000 yıl ömür sürdüm. 1000 şehir inşa ettim ve 1000 tane bakire kız aldım. 1000 tane padişah ile harb edip, askerlerini helak ederek,
memleketlerini ellerinden aldım. Fakat neticede bu hale geldim. Ey akıllı ve alim olanlar benden ibret alın.
Hz. İsa aleyhisselam, bunu görünce hayrette kalır ve yoluna devam eder.
HZ. İSA'NIN ÖLÜLERİ DİRİLTMESİ
Hz. İsa aleyhisselam zamanında bir Yahudi, Hz. İsa'nın mucizeleri olan ölüleri diriltme, ama ve hastalara şifa gibi mucizelerin mübarek hırka ve asasında
olduğunu zannederek onlara tama eder ve çalmaya karar verir. Bu düşünce ile İsa aleyhisselama gelerek:
"Ya İsa! Benim ehlim ve malım yoktur. Yalnız bir kimseyim. Kabul ederseniz zatınızla yoldaş olup seyahat etmek istiyorum" diye niyazda bulunur. Hz. İsa
aleyhisselam da münasib görerek kabul eder.
Beraberce giderlerken önlerine bir deniz gelir. Yahudi geçmeye kadir olamayınca, Hz. İsa aleyhisselam elinden tutar ve yürüyerek geçerler. Biraz sonra
Yahudi "Ya İsa, karnım acıktı" deyince, Hz.  İsa aleyhisselam da:
- Şu karşıdaki dağa git. Orada olanlara benden selam
söyle ve yiyecek bir şey iste, buyurur.
Yahudi emri yerine getirir ve onlar da hemen üç tane ekmek verirler. Yahudi ekmekleri getirirken tama eder ve bir tanesini yolda yiyerek, ikisini getirip
İsa aleyhisselama verir. Hz. İsa mucizeleri iktizası, ekmeğin kaç tane olduğunu bildiği halde, Yahudiden, kaç ekmek verdiklerini sorar.
Yahudi de iki tane verdiklerini söyler. O gece bir mescidde yatarlar ve ertesi gün yollarına devam ederler.
Giderken bir cüzzamlı kimseye tesadüf edince, Hz. İsa aleyhisselam, mübarek eli ile O'nu mesh eder ve cüzzamdan kurtulunca, yahudiye hitaben:
- Ey Yahudi. Bu cüzzamlıya sıhhat veren Allahu
Tebareke ve Teala hakkı için, o ekmek kaç tane idi? diye
sorunca, Yahudi yine iki tane der ve birisini inkar eder. Yine
yola revan olarak giderken, gözleri kör bir kimseye tesadüf
ederler. Hz. İsa mübarek eliyle, amanın gözlerini mesh edip ama   görmeye   başlayınca,   Yahudiye   hitaben:
- Ey Yahudi, bu amanın gözlerinin nurunu ihsan eden
Allahu Teala hakkı için ekmek kaç tane idi? diye sorar.
Yahudi yine iki tane olduğunu söyler.
Oradan bir deniz kenarına gelirler. Yahudi susadığı için Hz. İsa'dan su ister.
O da bir bardak deniz suyu alır ve Kudret-i Hak ile, tuzlu olan su tatlı oluverir.
Yahudi  suyu  içtikten  sonra O'na yine  sorar:
- Ey Yahudi, bu deniz suyunu tatlı eden Allahu Teala Hazretleri hakkı için, ekmek kaç tane idi? Yahudi yine iki tane idi, diyerek inkarında ısrar eder.
Denizden karşıya geçmek gerektiği için, Hz. İsa aleyhisselam kendi ayağının bastığı yere, Yahudinin de basmasını emreder ve öylece yürüyerek denizi geçerlerken,
orta yere geldiği zaman Yahudiye:
- Ey Yahudi, su üzerinde bize yürümeyi ihsan eden Rabbin hakkı için, ekmek kaç tane idi? der. Yahudi yine evvelki cevabı verir. Denizi geçip tenha bir
yere geldikleri vakit, İsa aleyhisselam namaza durur. Yahudi de bu fırsatı ganimet bilerek, Hz. İsa aleyhisselamın hırka ve asasını çalarak yakında bulunan
bir şehre gider.
Şehre vardığı zaman, hemen ilan eder ki; ben hastalara şifa bulur, körlerin gözünü açar, cüzzamlıları kurtarır, hatta ölüleri bile diriltirim. O beldenin
padişahı hasta olup, tabibler o kadar uğraşmalarına rağmen bir türlü sıhhat bulmadığı için, yahudiye inanarak hemen padişahın huzuruna götürürler. Yahudi:
- Bunun hastalığı pek bir şey değildir, hatta ölmüş dahi olsa diriltirim diye, bir çok boş laflar etmesi üzerine, onlar Yahudiye:
- Aman medet senden olur, diye çokça ihsanlarda bulunup, büyük vaadler ettiler. Bunun üzerine yahudi, hırkayı padişahın üzerine örtüp, asa ile yavaş yavaş
vurmaya
başlar. Fakat hiç sıhhat eseri görünmez. Bu defa "Asayı hızlı vurayım belki öyle icabeder." diyerek kuvvetli vurmaya başlar. Günlerce hastalıktan dolayı
zayıf ve bitap düşen zavallı padişah nihayet asanın tesiri ile ölür. Hemen yahudiyi yakalayıp asmak için darağacına götürürlerken, Hz. İsa aleyhisselam
onlara karşı gelir ve kalabalıktan ne olduğunu sual eder.
Onlar da meseleyi anlatırlar ve yahudiyi idam edeceklerini söylerler. Hz. İsa aleyhisselam cellatların elinden yahudiyi alır ve "Siz biraz sabredin. İnşallah
Allah'ın izniyle padişahınızı diriltirim" diye buyurunca, halk hemen Hz.   İsa'yı   alıp,   padişahın   yanına   götürürler.
Orada dua eder ve Hz. Allah'ın izni ile padişah dirilir ve kavmi ile birlikte Hz. İsa'ya iman ederler. Hz. İsa'ya:
-Ya İsa, bu yahudi yalancıdır. Onu öldürelim, deyince İsa aleyhisselam affedilmesini temenni eder ve yahudiyi bu büyük tehlikeden de kurtararak yollarına
devam ederler. Giderken yahudiye yine sorar:
- Ey yahudi, şu padişahı öldükten sonra dirilten ve
seni öldürülmekten kurtaran Hz. Allah'ın hakkı için doğru
söyle, ekmek kaç tane idi?
Melun yahudi yine iki tane diye cevap verir. Biraz daha gittikten sonra yol üzerinde üç tane altın kerpiç görürler. Hz. İsa aleyhisselam:
- Ey yahudi, bu altınların birisi benim, birisi senin ve birisi de ekmeği kim yedi ise onun olsun, diye buyurunca melun yahudi:
- Ya İsa, bir olan ve hepimizi yaratan Allah hakkı için ki, üçüncü ekmeği ben yedim,  diye  ikrar eder.
Bunun üzerine İsa aleyhisselam altınların hepsini yahudiye vererek oradan uzaklaşır.
Yahudi gayet sevinçli bir halde giderken, üç tane balık avcısına tesadüf eder ki, avcılar o gün hiç balık tutamamışlar, ve çok üzgün bir halde gidiyorlar.
Yahudiyi görür görmez: Vay melun sen bunları nereden buldun? diyerek hemen öldürürler.
Ve altınları kendi aralarında paylaşırlar. Karınları aç olduğu için, içlerinden birisini şehre gönderip bir miktar ekmek getirmesini söylerler. O ikisi,
şeytan aleyhillanenin iğvası ile ekmek getirecek olan arkadaşlarını öldürerek, altınları   ikisinin   paylaşmayı   kararlaştırırlar.
Ekmek almaya giden de altınlar yalnız bana kalsın düşüncesi ile şeytanın iğvasına kapılır ve ekmeğin içine zehir katar.
Ekmeği getirir getirmez, hemen onu öldürüp ekmeği yedikleri zaman kendileri de ölürler. Altınlar ortada kalır. Hz. İsa aleyhisselam yine oradan geçerken,
bakar ki, yahudi ve üç kişi orada ölmüşler. Altınlar da yanlarında durduğunu görünce:
- Alçak dünyaya meyl ve muhabbet edip mağrur ve mesrur olanların neticede bu hale gelecekleri şüphesizdir, diye buyururlar.
HAKİMİN DÖRT SUÇU
Hz. Ömer radiyallahu anh, hilafeti zamanında Hımış ileri gelenlerine bir mektup yazıp çevredeki fakirlerin kendisine bildirilmesini isteyerek yardım edeceğini
bildirdi. Hımış'lılar Şam ve civarında bulunan fakirlerin bir listesi Halife Hz. Ömer'e arzettiler. Hz. Ömer gelen listeyi açıp baktığında listenin başında
kadı olarak tayin ettiği Sa'd b. Amir'in ismini görüp listeyi getirenlere hakiminin mali durumunu sordu. Onlar:
- Hakimimiz hakikaten gayet fakirdir. Çünkü rüşvet
olacağı korkusundan en küçük bir hediyemizi bile kabul etmiyor, dediler.
Bu   sözler   Halife   Ömer'in   hoşuna   gitmişti:
- Allah'tan bu kadar korkan hakiminizin hoşunuza
gitmeyen   tarafları   da   vardır   herhalde...   dedi.
Onlar:
- Hakimlerinden şikayetlerinin de olduğunu ve bazı
hallerinden memnun olmadıklarını söyleyerek kusurlarının
sebebini   öğrenmek   üzere   huzuruna   davet   etti.
Hakim, Hz. Ömer'in huzuruna geldiğinde, Halife ona Hımıslıların bazı şikayetleri olduğunu söyleyerek dört kusurunun sebebini sordu. O, bu dört hatasını
şöyle izah etti:
- Birinci kusurum; ailem hasta olduğundan evin bütün
işlerini bizzat kendim görüyorum ve bu sebepten vazifemin
başına ancak kuşluk vakti gelebiliyorum.
İkincisi de; gündüzleri halk için vazife gören bir kimsenin gece olunca Hak için vazife görmesine müsaade edersiniz herhalde. Ben akşam olunca gün boyu
yaptığım işlerin muhasebesini yapıyor acaba yaptığım işlerde bir kusurum varmı diye onu tetkik ediyorum.
Üçüncüsü ise; sırtımdakinden başka giyecek elbisem yoktur. Haftada birgün giydiğim çamaşırlarımı yıkıyor temizlik işleri ile meşgul oluyorum. Hatta evimde
bile üzerime alacak bir elbisem olmadığından yıkadığım çamaşırlarım kuruyuncaya kadar hiçbir kimseyi görüşmeye bile kabul edemiyorum.
Dördüncüsü; Hubeyb'in şehit edilmesini hatırlayınca bayıldığım ise doğrudur. Çünkü müşrikler Hubeyb'i asarlarken ben yanlarında idim. Belki mani olabilirdim,
ama o zaman İslamla müşerref olmamıştım, sadece hadiseye seyirci kaldım. İşte bu hadise aklıma geldikçe kendimi tutamıyor mesuliyetinden korktuğum için
bayılıyorum, hastalanıyorum, diye sayarak dört kusurunu da Hz. Ömer'e izah etti.
Sa'd b. Amir'in bu izahatı karşısında göz yaşlarını tutamayan Halife çok memnun oldu ve ondan sonra Sa'd'ı hatırladıkça ağlar "Ah Sa'd ah Allah korkusu
ne kadar yüceltmiş" der onunla iftihar ederdi.
İSLAM ADALETİ
Bir yahudi ile Hz. Ali arasında bir anlaşmazlık vukubulmuştu. Meselelerinin halli için zamanın halifesi Hz. Ebu Bekir'in huzuruna çıktılar. Hz. Ebu Bekir
yahudiye ismi ile hitap ederek yerine gönderdikten sonra Hz. Ali'ye:
- Buyurun ya Eba Hasan, diye hitap ederek yahudinin
yanında yer gösterdi. Bunun üzerine Hz. Ali'nin yüzünde
üzüntü ve hiddet işareti belirmeye başlayınca, Hz. Ebu
Bekir, yahudinin yanına geç dediğim için mi üzüldün! diye
sordu.
Hz. Ali:
- Hayır! Bilakis yahudinin yanına geç, dediğin için
değil, ona ismiyle hitap ettiğin halde bana ençok hoşuma
giden künyem olan Ebu Hasan ismimle hitap etmeniz bana
iltimas gibi geldi de ondan üzüldüm, der.
Bu manzarayı gören yahudi İslamın inceliği karşısında müslüman olup:
- La ilahe illallah Muhammedür Resûlullah, der.
SABAHA KADAR İBADET
Karşıdan İmam-ı Azam-Hazretlerinin geldiğini gören bir kişi:
- İşte akşam abdestiyle sabaha kadar ibadet edip de sabah namazını da aynı abdestle kılan adam buymuş diye konuştu. İmam-ı Azam o zamana kadar öyle yapmıyordu.
Fakat bu sözleri duyunca:
- Bende olmayan bir ibadetle vasıflandırılmaktan ve Allah'ın huzuruna öyle çıkmaktan haya ederim, dedi ve ondan sonra kırk sene akşam abdestiyle sabah
namazını kıldı.
İmam-ı Azam Hazretlerinin namaz kıldığı caminin müezzini Yezid b. el-Leys Hazreti İmam irtihal ettikten sonra şahit olduğu bir hadiseyi şöyle nakletmiştir.
- Birgün mescitte yatsı namazını kılarken İmam "Zilzal"
suresini okuyordu. Ebu Hanife de namaz kıldıranın arkasında
idi.
Namaz bittikten sonra bütün cemaat çıktı. İmam Ebu Hanife tefekkür halinde olduğu yerde kaldı. Onu rahatsız etmemek için kandili söndürmeden çıkıp gittim.
Kandilin içindeki yağ çok azdı. Sabah namazı için geldiğimde İmam Ebu Hanife'yi ayakta olduğu halde sakalını eline almış şöyle yalvarmakta olduğunu gördüm:
- Ey zerre kadar hayra mükafat şerre de ceza terettüp
ettiren Allahım! Kulunu cehennem azabından ve ona
yaklaştıran şeylerden koru! Ben aciz kulunu geniş rahmetine
idhal et!
Kandile baktım hâlâ yanıyordu. Beni görünce kandili mi alacaksın? Dedi. Ben:
- Hayır! Sabah namazının ezanını okudum, dedim.
Hazreti   İmam   gözümün   içine   bakarak   bana:
- Gördüğünü gizle, kimseye söyleme, dedi. Sabah namazının sünnetini kıldıktan sonra tekrar oturdu. Daha sonra da bizimle beraber cemaatle akşam aldığı
abdestle sabah namazını kıldı.
Müezzin akşam abdestiyle İmam'ın sabah namazını kıldığını akşam çıkarken caminin kapısını kilitlediğini anlamaktadır.
ABDULKADİR GEYLANİ HAZRETLERİ
Bağdatlı bir adam bir gün Abdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna çıkıp şöyle dedi:
- Ya üstad! Benim bakire bir kızım vardı. Birgün evin damına çıktı, oradan aşağıya ne kadar ısrar ettikse
indiremedik.
Hatta biraz sonrada gözden kaybolup gitti. Bunun çaresi nedir ve bu ne haldir, derdimize bir çare, diye niyazda
bulundu.
Abdülkadir Geylani Hazretleri, bir müddet murakabe
yaptıktan sonra adama şöyle söyledi:
- Bu gece yatsı namazını kıldıktan sonra, şehrin dışındaki Kerh harabelerine git, beşinci tepede otur. "Bismillah" de ve etrafına bir daire çiz. Biraz
sonra cinler geçmeye başlar. Gözlerinle onların hallerini seyretmen seni
korkutmasın.
Geçerler, geçerler... En sonunda sabaha karşı onların melikleri gelir. Senin orada beklediğini görünce yanına yaklaşarak hacetini sorar. Sen ona Abdülkadir'in
selamı var de ve meseleyi anlat.
Adam aynı Abdülkadir Geylani Hazretlerinin emir buyurduğu gibi yaptı. Hakikaten biraz sonra cin taifesi
gelmeye başladı.
Adam sonuna kadar seyretti ve sabaha karşı da etrafında muhafızları ve hizmetçileri olan ve her halinden onların en büyükleri olduğu anlaşılan melikleri
geldi. Aynı Abdülkadir Geylani Hazretlerinin tarif ettiği gibi adama yaklaşarak:
- Burada ne bekliyorsun, diye sordu. Adam kızının başından geçenleri anlattı ve kızının akibetini sordu.
Buradan ilerisini kızı kaybolan adam şöyle anlatmaktadır:
- Ben cinnilerin melikine Abdülkadir'in gönderdiğini söyleyip de derdimi anlatır anlatmaz, melik hemen atından indi, yeri öptü daha sonra da:
- Emir başımızın üstünedir, dedi, etrafındaki cinnilere dönerek.
- Bu işi yapan cinniyi hemen bulup bana getirin, diye emir verdi. Etrafında hazır bekleyen cinniler aniden kayboldular.
Çok az bir zaman geçmişti. Bir de baktım ki, kızımı ve onu alıp götüren cinnileri melikin huzuruna getirdiler. Kızımı   götüren   cinni   Çin   ülkesinden  
imiş...
Melik bir müddet hiddetle kızı kaçıran cinninin yüzüne baktıktan sonra:
- Ey melun, kutbun yanıbaşından bir kızı alıp kaçırmaya nasıl cüret ettin, diye gürledi ve:
- Bu melunun cezası idamdır. Kesin bunun başını, diye emir verdi.
Cinniler hemen seğirtip onun kafasını kestiler ve hazır vaziyette beklemeye başladılar. Daha sonra melik kızımı bana teslip edip, başka emriniz var mı?
Diye sordu. Ben:
- Abdülkadir Geylani Hazretlerine bu kadar itaatiniz nedendir?   diye   sorduğumda   şu   cevabı   verdi:
- Evet! sonsuz itaatimiz vardır. Biz her zaman görürüz ki, Şeyh Abdülkadir evinin penceresinden her zaman bizleri seyretmektedir. Kovulan ve defedilen
cinniler onun bakışından kaçacak delik ararlar. Bir insana Allah o imkanı lütfettikten sonra  onun  yapamayacağı  bir  şey  yoktur,  dedi.
Ben cinnilerin melikine başka bir hacetimin olmadığını söyledim. Onlar da oradan ayrıldılar. Doğru Abdülkadir Geylani Hazretlerinin huzuruna gelerek arzışükran
ettim.
 
 

.......
 
Öylesine güzellikler yaratırsın ki
 
Hayranlığım senin methine yetmez
 
Seni senin öğrettiğin şekilde övüyorum
 
Subhanallah!
 
Öyle bol nimetler verirsin ki
 
Şükrüm sana teşekküre yetmez
 
Sana senin ögrettiğin gibi hamd ediyorum
 
Elhamdülillah!
 
Öyle hoş lütuflarda bulunursun ki
 
Ne kadar minnettar kalsam lütfuna denk gelmez
 
Sana senin ögrettiğin sözle minnetimi ifade ediyorum
 
Barekallah!
 
Öyle güzel işler eylersin ki
 
Ne kadar düşünsem hikmetine aklım ermez
 
Sana hayranlığımı senin öğrettiğin sözle ifade ediyorum
 
Maşallah!
 
Bugün geriye kalan ömrümün ilk günü
Koray Çetinol

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: