30 Mayıs 2008 Cuma

(Namaz Zamanı) Mumin sadece ahirete karsi hirsli olur

[KÜRSÜ] Mümin sadece ahirete karşı hırslı olur

 

Mü'min denge insanıdır. İnanan bir gönül, her mevzûda olduğu gibi rızık peşinde koşarken dinine hizmet etme mevzûunda da ifrat ve tefrite düşmekten kendini korumasını bilmelidir.

Dünyaya dünyada kalacağı müddet kadar, âhirete de yine orada kalacağı müddet kadar ehemmiyet verme dengeyi bulmanın nirengi noktasıdır. Bu sebeple, bizim dünya ile alâkamız, her yerde izzet-i İslâmiye'yi göstermek, temsil etmeye çalıştığımız elmas misali hakikatleri başkalarına da anlatmak, o aydınlık yolu onlara tanıtmak düşüncesine matuftur. Asıl gayemiz bu olunca, gözümüzün bir kenarıyla bazen dünyaya bir "nigâh-ı âşina" kılmamız da yine bu gayeye hizmet edecektir.

Evet biz, "Allah'ın sana verdikleri ile ahiret yurdunun peşinde ol, dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsanda bulunduğu gibi sen de ihsanda bulun; yeryüzünde fesad peşinde olma. Şüphesiz ki Allah bozguncuları sevmez" (Kasas, 28/77) beyanıyla tam mutabakat içerisinde olmak zorundayız. Zira o âyet-i kerimede Kur'ân, "Ahiret yurdunu ara" derken "ibtiğa" fiilini kullanıyor ki, bu "bütün benliğinle ahirete yönel ve ahirete ahiret kadar değer ver" demektir. Bundan da anlaşıldığı üzere, ahiret için bütün imkânlar seferber edilmeli, dünya için de "nasibi unutmama" esasına bağlı kalınmalıdır.

Bu dünyada, Cenâb-ı Hakk'ı tanıma ve başkalarına tanıtma, i'la-yı kelimetullah vazifesini yerine getirme dışındaki her şey ikinci-üçüncü dereceden, tâlî işlerdir. Meslek, maaş, eğitim, evlilik, yurt-yuva... Birinci hedef değil, asıl gayeye yardımcı unsurlardır. Mü'min hayatını bu esasa göre programlamalıdır. Ve demelidir ki; "Benim hayatımın gayesi dinimi neşretmektir. Ama yaşayabilmem için, -varsa- çoluk çocuğumun geçinebilmesi için, şu fânî dünyanın da bir tarafından tutarım. Cenâb-ı Hakk'ın bana ihsan ettiği şeylerle iktifa ederim. Az verirse aza kanaat ederim; çok verirse hem şükür hisleriyle dopdolu olarak hizmette koşturur, hem hizmet yolunda infak ederim; hem de kendi ihtiyaçlarımı karşılar, çoluk çocuğuma bakarım. Dünya adına hırslı davranmam. Hırsımı, sonuna kadar Allah rızasını kazanmaya ve Allah'ın rızasını da i'la-yı kelimetullah vesilesiyle tahsil etmeye sarf ederim. Harîsim ölesiye.. Beni öldürecek kadar bir hırsım var. Ama ben Allah'ın rızasını kazanma hususunda hırslıyım." Evet, mü'min böyle demeli ve hayatını bu istikamette programlamalı; ahiretle alakalı işleri ilk sıraya koymalı, dinlenmek için az kenara çekildiğinde bulduğu boşlukları da dünyevî işlerle doldurmalıdır.

Zaten kabiliyet itibarıyla i'la-yı kelimetullah yapmaya müsait yaratılmış bir insan, Cenâb-ı Hakk'ın kendisini donattığı o güzel istidatları dünyaya ait bir kısım hasis şeyleri kazanmak için sarf ederse; Allah onu maksadının aksiyle tokatlar. Böyle birisi, bütün ömür boyu koşar da bir çuvaldız boyu yol alamaz. Zira, Yüce Yaratıcı bu fevkalade kabiliyetleri dünyaya ait bu hasis şeyleri tahsil etmesi için vermemiştir ona. Bugün, din tahsili yapmış bazı insanların yüzüstü sürüm sürüm olan durumu buna çok önemli bir örnek teşkil eder. Maalesef onlar, dini anlatma dışında başka şeyler düşünmüşler, dünyanın değersiz işleri ardına düşmüşlerdir. Oysa bu dünya düşünmeye değmemektedir. Şu kısacık ömür öyle de geçer böyle de. İnsan daha rahat bir iş bulamazsa, gider bir yerde taş kırar. O olmazsa eline bir kürek alır, işsizlerin beklediği yerde bekler, fırsatını bulup birinin bahçesinde çalışır, öbürünün toprağını atar ve böylece iâşesini temin eder. Helal kazanma niyet ve gayretinde olduktan sonra icra edilen mesleğin türü ya da yapılan iş çok önemli değildir. Bir Müslüman için mutlaka üst seviyeden, aristokrat bir hayat yaşama şartı yoktur. Ama Cenâb-ı Hak fevkalâdeden geniş imkânlar lütuf ve ihsanda bulunursa, şükür duygusu ve tevazu korunarak o imkânlardan istifade edilebilir.

Bazen dünya kapılarının açılması, bol bol nimetler verilmesi insanın aleyhine de olabilir. Kimi zaman bolluk ve refah küstahlaştırır insanı.. geçim kolaylığı şımartır.. lüks felç eder.. şatafatlı ve süslü bir yaşam tarzı öldürür. Oysa ki, Hakk'a hizmet yolunda canlı insana ihtiyaç vardır. Canlı insan, birkaç kuru ekmek parçasıyla doymasını, bir kayanın üzerine başını koyup yatmasını bilen ve "Çok şükür Allah'a doyduk, yatacak bir yer de bulduk." diyen insandır.

İmanlı bir gönül kulluğa kilitlenir

Böyle bir insan, kendi aleyhine cereyan eden hadiselere ve maruz kaldığı sıkıntılara takılmadan yoluna devam eder; ümitsizlik ve atalete düşmeden, yolda kalmayı ve geri dönmeyi aklının ucuna getirmeden. Geçmesi gerekli kapıları zorlar, "açılmaz"ı hiç kabul etmeden. Bir vesileyle arz etmiştim; karınca çeliğin içinde bal olduğunu bilse, gelir onun etrafında altı ay dolaşır. Bir taraftan delik arar, bir yerden tükürük atar, çeliği bile paslandırıp delmeye uğraşır. En olmadık yerlerin kapağını açar bakarsanız, orada da karınca bulabilirsiniz. O hedefe kilitlenmiştir; ne yapar eder hedefine açılan bir kapı bulur.. İmanlı bir gönlün sahibi de kulluk vazifesine kilitlenir ve yapması gerekenleri her hâlükarda yerine getirir..

Bu mevzuda üç husus çok önemlidir. Bir: im'an-ı nazar; yani, bakışı bir noktaya çevirme ve orada fikren yoğunlaşma. İki: im'an-ı nazarın ötesinde iltisak-ı kalb; yani, o meseleyle perçinlenmiş gibi bir kalbî bağlılık.. onu düşünmeden edememe, kalbe yapılan her müracaatta o meseleyi görme. Üçüncüsü de: En ağır şartlar altında dahi engellerden sıyrılıp mutlaka yola devam etme azim ve gayreti.. kurtulma gayreti değil, yola devam etme azmi. Böyle olunca, insan belki birkaç kez tökezler, yüzüstü kapaklanır ama tekrar doğrulup yeniden nihaî menzile yürür. Önündeki bir kapı kapansa, o başka on kapının sürgüsünü zorlar, kilidini açmaya uğraşır. Bir de Hazreti Müfettihu'l-ebvab'a teveccüh etti mi kapanan bir taneye mukabil on kapının kendisine açıldığını görür. Evet, salih bir kula düşen "Ey bütün kilitli kapıların anahtarına sahip, kapıları açan Allah'ım, bize de en hayırlı kapıyı aç! Şüphesiz Sen lütfu ve ihsanı bol, cömertlerden cömert, nimet ve bağışları engin Rabb'imizsin!" deyip O'na iltica etmek ve sonra da kendi üzerine düşen vazifeyi yapmaktır.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=673064

 

Maneviyattan mahrumiyet en büyük eksikliktir

 

Bilhassa son asırlarda insanlık âleminde büyük karışıklıklar ve ihtilâller olmuştur. Bu tür karışıklıkların başında akide (inanç) sakatlığı, din adına şüphe ve tereddütler gelmektedir.

İnsanlar, fakr u zaruret içinde olsalar da mazbut bir akide ve ahlâka sahip iseler belli ölçüde de olsalar huzur içindedirler. Evet nice kimseler vardır ki, hayatları amelelikle geçtiği halde onlar huzur içinde ve mutludurlar. Evet o, her gün bir şeyler bulur ve bulduğu şeylere yenilerini ilave etmeyi düşünür. Allah'a hamd eder, zevkle, şevkle ve neşeyle dopdolu olarak hep işinin başındadır. Demek ki, servet u sâmân dışında da huzur olabiliyor. Hatta bazen servetle beraber huzursuzluğun atbaşı gittiği de görülür. Bugün değişik yerlerde pek çok millet ekonomik meselelerini halletmiş ve içtimai problemlerini aşmıştır ama ne ferdî, ne ailevî ne de içtimaî huzuru elde edememiştir. Bizim dünyamız da dahil huzura aç yığınlar sadece tenvim (birtakım uyutucu ve uyuşturucularla düşünmekten kaçmak) ile yaşamaya çalışmakta ve bohemlikle müteselli olmaktadırlar.

Bugün iktisadî ve içtimaî meselelerini halletmiş pek çok ülkede o kadar çok intihar vakaları yaşanmaktadır ki, İslam âleminde en fakir olan yerlerde dahi bunun onda biri görülememektedir. Bazı bahtsız ülkelerde yüzlerce mesâvî yaşanmakta ve insanlar bunalımdan bunalıma sürüklenmektedir.

Diğer bir husus, işçi-işveren münasebetlerindeki aksaklıklardır. İşveren çıkarcı, bencil, hodbin, her şeyi kendi menfaatine göre planlıyorsa, yukarıdan aşağıya doğru mütemadiyen zulüm, tehakküm, istismar ve istibdat; aşağıdan yukarıya doğru da hürmetsizlik, saygısızlık ve isyan duygusu yükselecektir. Tabii bu arada orta sınıf eriyecek, sınıflar arasında açılma, daha sonraları da şiddetli vuruşma ve sürtüşmeler meydana gelecektir ki, bunun temelinde de yine maneviyatsızlık, Hakk'a saygısızlık, hak sahibine hakkını vermeme ve Allah huzurunda hesap vereceğine inanmama gibi hususlar söz konusudur. Bu hususlar düzeltildiği takdirde huzur ve emniyet de büyük ölçüde teessüs etmiş olacaktır.

Evet, beşer kendisini tıpkı bir mekanizma, bir sistem gibi yaratan ve sonra onun yanı başına -tabir caizse- bir katalog gibi kitabını koyan Hz. Allah'ın esas ve prensiplerine uygun hareket ettiği takdirde huzur bulacak, bu esas ve prensiplere muhalefet ettiğinde de huzursuzluk yaşayacaktır. Her şeyi en iyi bilen Allah'tır (cc).

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=673063

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: