15 Mayıs 2009 Cuma

(Namaz Zamanı) "...Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün , kabre gireceğini bil, öyle hazırlan."...hayırlı cumalar baki selam ve dua ile gönül dostlarım



 

Fatihadan Huzura Yansıyanlar



Namaz müminin miracıdır:

Bilindiği üzere namaz müminin miracıdır. Miracın bir zirvesi –"Kab-ı Kavseyn"e açılan Sidretü'l-müntehadır. Namaz burada farz kılınmıştır. Namaz miracında da bu zirve söz konusudur. Fiilî hareketlerdeki zirve secde makamıdır.

Kur'an'da "secde et ve yaklaş"(Alak, 96/19) mealindeki ayette bu zirveye işaret edildiği gibi, "Kulun Rabbine en yakın olduğu yer secde halidir"(Müslim, salat, 215) mealindeki hadis-i şerif de aynı gerçeğe parmak basmaktadır.

Fiilî hareketlerdeki zirve, secde makamı olduğu gibi, Kıraatteki zirve de Fatiha suresindeki "İyyake"deki hitap makamıdır.

İhsan makamı

"İyyake"deki hitap makamı aynı zamanda ihsan makamıdır. Şuhut makamıdır. Yalnızlıktan kurtulup huzura çıkarak huzur bulma makamıdır. Kesretten vahdete/çokluktan birliğe çıkma makamıdır. Hz. Peygamber(a.s.m)'in –mealen-ifadesiyle: "İhsan : Allah'ı görür gibi ona ibadet etmendir. Sen onu görmüyorsan da O, har an seni görüyor"(Buharî, İman, 37).

Bu zaviyeden konuya bakıldığında;

Namaz kılan kimse biraz sonra miraca çıkacağını, değişik basamaklardan sonra varacağı Sidretü'l-müntehada yapması gereken iki hususa yoğunlaşmalıdır.

Birincisi: Kalp ve dilin birlikteliğini sağlamaya yönelik bir fikrî çaba içerisine girmelidir.

Hz. Peygamber(a.s.m)'in miraç zirvesindeki hâlini tasvir eden "Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı."(Necm, 53/) mealindeki ayetin verdiği ders çerçevesinde, doğrudan Allah'a hitap eden, "Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz" mealindeki münacat başta olmak üzere, namazdaki bütün kıraatleri ve tespihleri lisanımızla okurken kalbimiz de onların manasını takip ve tasdik etmelidir. Bu makamda kalbin masivayla meşgul olması durumunda, lisanın sözgelimi "yalnız sana kulluk ederiz" şeklindeki yakarışı havada kalır. Kalbin lisanın dediklerini takip etmemesi, onu tekzip anlamına gelir ve işin ciddiyetini bozar.

İkincisi: Gerek bedendeki gözleri, gerek kalp gözlerini kendi hedeflerine yöneltmeye gayret göstermelidir. Hz. Muhammed(a.s.m)'in "gözleri ne sağa -sola kaydı, ne de hedefini şaştı" (Necm, 53/17) mealindeki ayetin ders verdiği gibi, baş gözlerini seccadesinden; kalp gözlerini de kendisine secde edeceği mabudundan başka tarafa çevirmemelidir. Böylece, biraz sonra huzuruna varacağı ve "Bizi dosdoğru yola ilet" diye kendisine yalvarıp yakaracağı Rahman ve Rahim olan "Rabbinin büyük ayetlerinden bazılarını müşahede imkânını elde eder"(Necm,53/18), O'nun hususî feyiz ve iltifatlarına mahzar olur.

 

Şükran Borcu

Namaz, nimetleri bol olan Rahmanü'r-Rahim'e karşı bir şükrandır
Varlığımızı, hayatımızı, varlıkta kalışımızı, hayatta kalmak için muhtaç olduğumuz gıdalarımızı, sularımızı, ışıklarımızı, nefeslerimizi kendisine borçlu olduğumuz Rahman ve Rahim olan Allah'a karşı hem sözlü hem fiili hem aklî, hem de kalbî şükranlarımızı arz etmek kadar vicdanı rahatlatan bir şey yoktur. Bu açıdan bakıldığında, namazın bir fıtrat vazifesi, yaratılış hamurunda var olan bir hayat mayası olduğu anlaşılır. "Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım isteriz" münacatı, gerçekten kulun yaratıcısına karşı çıkması gereken bir yakarış, bir yalvarıştır.

Hakiki Vuslat

Namazın Arapça'daki adı olan "Salat" kelimesi-fiilleri farklı olmakla beraber- "Sıla-i rahim" dediğimiz ifadedeki "sıla" ile aynı kök harflerini paylaşmakta ve "buluşmayı, kavuşmayı" çağrıştırmaktadır. Bu ise namazın, aciz bir kul olan insanı, her şeye gücü yeten hakiki dosta, Yüce Yaratıcıya kavuşturan kutsal bir vesile olduğunu, hatta bizzat bir vuslat olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, "Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım isteriz" yakarışı, kulun Mabuduna açılan bir diyalog penceresidir.

Saygı Duruşu

Namaz, bütün varlığımızla kendisine medyun-u şükran olduğumuz Rabbimize karşı bir saygı duruşudur.

Şuurlu bir varlık olarak insanın kendi yaratıcısına karşı duyduğu sevgi ve saygıdan daha büyüğü düşünülemez. Her şeyimizle kendisine borçlu olduğumuz Rabbimize karşı medyun-u şükran olduğumuzu idrak etmekten daha değerli bir hakikat olamaz. "İnsan ihsanın kulu, kölesidir" şeklindeki prensip penceresinden insanın vicdanına baktığımız zaman, onun kendisini yaratan yüce Rabbine karşı ne kadar derin bir muhabbet ve hürmet beslediğini, ne kadar minnettar olduğunu görebiliriz. Bu açıdan "Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım isteriz" yalvarışı, kulun Mabuduna karşı samimiyetini ve her şeyiyle kendisine muhtaç olduğu yaratan Rabbine karşı sevgi ve saygısını sunmanın en veciz ve en kapsamlı bir ifadesidir.



Namaz Moral-Değer Garantisidir

Hiç şüphe yok ki; manevî/ruhî, aklî, vicdanî yönden bir moral-değer garantisi ve cennetin bir anahtarı hükmünde olan namaz ibadetini yerine getiren bir insanın, halis bir niyetle dünyevî işleri de ibadet hükmüne geçer. Yeter ki cami içerisinde, seccade üzerinde Allah'ın rızasını gözeten kulluk ahlakı, hayat mescidindeki sosyal hayatta da gözetilsin..

Allah'a ve ahiret hayatına iman eden bir kimsenin hayatında namazın ne kadar önemli olduğunu şöyle bir misalle ortaya koymak mümkündür:

Günde sekiz saat aynı işte çalışan iki kişiden namaz ve ibadetini yapan kimse, normal maddi ücretini dünyada almakla beraber, cennet gibi ebedi bir saadeti de kazanmış olur. Allah'a karşı görevini yerine getirmeyen kimse ise, ibadet etmemekle fazla bir maddi kazancı elde etmeyeceği gibi, cennet gibi bir serveti kaybetme riskiyle de karşı karşıyadır.

Mülk Suresinin başında ifade edildiği üzere, Yüce Allah yapılan işin fazlalığına değil, koyduğu değer ölçülerine göre kaliteli olup olmadığına bakar. Namaz ise, bu kaliteyi sağlayan en önemli değer ölçüsü ve sağlam bir kalite kontrol mekanizmasıdır.
Namaz kılanın "Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım isteriz" yakarışı, eğer sosyal hayat denilen içtimaî mescitte de yansımalarını gösterirse, "toplam kalite" formatında bir sinerji oluşturacaktır.

Niyazi Beki (Yrd.Doç.Dr.)

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

Sevgi mi, Düşmanlık mı?



İnsanî özellikleri hırpalayan ve insanı bazen canavarlara rahmet okutacak kadar alçaltan bir his var: Düşmanlık

Toplumda çoğu kimsenin bu hisse mağlup olduğunu ve iç aleminin sürekli bir çalkantı içinde bulunduğunu görüyoruz. Bu tehlikeli sonuca çıkan nice yollar mevcut. Bunlardan sadece birkaçı: Dünya sevgisi, menfaat çatışması, haset, kıskançlık, kibir …

Ben bunları sayarken aklım bir noktaya takıldı: Bu his insan ruhuna niçin verilmişti? Her halde bu saydığım kötü sonuçların doğması için değil.

İnsan ruhuna işlenen her duygunun, her hissin birer ilâhî ihsan olduğu muhakkak. Şu var ki insanoğluna "cüz'i irade" verildiğinden bu çok çeşitli ve zengin sermaye, doğru yolda kullanılabildiği gibi, yanlış sahalara da yönlenebiliyor.

İnsanların düşünce ve davranışlarındaki farklılık yanında ahiretteki saadet ve azap menzillerindeki çeşitlilik de hep bu sermayenin şöyle veya böyle kullanımıyla ortaya çıkıyor.

Görme duygusunun "kâinattaki ilâhî sanatları seyretme" yahut "haram sahaları dolaşma" şeklinde iki ayrı kullanım sahası olduğu gibi, insandaki her bir manevî cihazın da böyle doğru ve yanlış kullanışları, serbest ve yasak bölgeleri var. Bunların tamamını burada sayacak değilim. Sadece "sevmek ve düşman olmak" üzerinde biraz durmak istiyorum

İnsanın görme, işitme gibi "zahirî duyguları" yanında bir de "batınî duyguları" var. Bunlardan ikisi konumuzla yakından ilgili: Kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye; yani menfaatı celb etme ve zararları def etme duyguları.

Her ikisinin de yerinde kullanılmaları kalp alemine büyük bir huzur ve kazanç getirirken, yanlış istimalleri de yine büyük zararlara yol açıyor.

İradesiz ve isteksiz bir insan düşünülemeyeceği gibi, öfkesiz, gazapsız insan da düşünülemez. Burada karşımıza İslam'ın şu temel hükmü çıkıyor: Allah için sevmek ve yine Allah için düşman olmak.

"İlahi ahlakla ahlaklanma"nın bir yönü de bu olsa gerek.

Allah için sevmenin ölçüsü Allah'ın sevdiği kimseleri, O'nun razı olduğu işleri ve halleri sevmektir. Başta iman, salih amel ve takva olmak üzere güzel ahlakın bütün şubelerini hayatına mal etmeye çalışan kişi, Allah için sevme yolundadır.

Gazap kuvvesini de bunun aksi olarak düşünmek gerekiyor. Allah için düşman olmanın gereği de, iman ve inanç düşmanlarına karşı öfke duymak, onlara kalben olsun düşmanlık beslemek, ayrıca başta küfür ve şirk olmak üzere bütün batıl inançların ve kötü huyların da karşısında olmak, onlardan nefret etmek ve uzak durmaktır.

Burada akla bir soru geliyor? Bu kötü huyları ve yanlış inançları taşıyanlara daima düşman mı olacağız? Onlara her zaman ve her ortamda düşmanca mı davranacağız?

Bu sorunun en güzel cevabını Nur Müellifinin şu veciz ifadesinde buluyoruz:

"Bir adam zatı için sevilmez, belki muhabbet sıfat veya san'atı içindir." Münazarat

Bu ifadeden hareketle şöyle diyebiliriz:

"Bir insana zatı için düşman olunmaz, düşmanlık onun kötü sıfatları içindir."

Meselâ, sahtekâr insanları sevmeyiz. Burada nefretimiz sahtekârlık sıfatınadır ve onun bir sonucu olarak da o özelliği taşıyanadır.

İyi olsun, kötü olsun bütün insanlar zatları itibariyle Allah'ın kuludurlar, O'nun eseridirler. O'nun isimlerinin tecelli mahalleridirler. Nefislerine ve şeytana uyarak bu güzelim eseri küfür ve isyanda kullanıyorlarsa, biz o eserlere değil, onların yanlış kullanımına karşı olacağız.

Bütün peygamberler kötü yolda olan insanları ıslah için gönderilmişlerdir. Eğer o kötü kişilere zatları için düşmanlık besleselerdi, onlara hakkı tebliğ etmeleri ve bu kişileri batıldan men etmeye çalışmaları gerekmezdi. Demek ki, Allah, kendi yolunu terk edip nefsine ve şeytana uyan kullarının kurtuluşlarını istiyor ve bunun için peygamberler gönderiyor, kitaplar indiriyor.

O halde, birisine düşmanlık beslerken çok iyi düşünmemiz gerekiyor. Mülk Allah'ın olduğuna göre, biz bir insana düşman olurken Allah'ın bir kuluna, bir eserine düşman olmuş oluyoruz. Allah'ın bundan razı olmayacağı muhakkaktır. Öyleyse düşmanlığımız o şahısların zatlarına değil, kötü sıfatlarına olmalı. Onları taşıyanları ikaz etmeye ve kendilerine doğruyu bildirmeye, güzeli göstermeye çalışmalıyız.

Şu var ki, o kimseler yanlış inançlarını ve bozuk hayat düzenlerini sadece yaşamakla kalmayıp diğer kulları da bu tehlikeli yola sevk etmek için çaba gösteriyorlarsa, yani doğrudan imana ve ahlaka cephe almışlarsa artık onlar Allah'ın kulu olma şerefini terk edip şeytana asker olmuşlardır. Ve bizim, şeytana düşman olduğumuz gibi onlara da düşman olmamız ve insanları onların şerrinden korumak için gayret göstermemiz imanımızın gereğidir.

Bu noktaya kadar düşmanlık üzerinde durduk. Biraz da sevgiden, muhabbetten söz edelim. Yeniden Üstad Bediüzamanın vecizesine dönelim:

"Bir adam zatı için sevilmez, belki muhabbet sıfat veya san'atı içindir." Münazarat

İnsanın taşıdığı sıfatlar iki gruba ayrılıyor. Birisi yaratılışında kendisine ihsan edilen özellikler. Diğeri de kendi iradesi ve gayretiyle kazandığı bilgiler, beceriler, faziletler. Nedense, birinciler çoğu zaman hatıra gelmez de ikincilere bakılır ve onlardan söz edilir.

Bilgili insanları severiz, burada sevgi bilgi sıfatınadır, dolayısıyla da ona sahip olan insanadır. Alçak gönüllü insanları da severiz. Burada da sevgimiz tevazu sıfatınadır. O sıfatı taşınlar da dolayısıyla sevilirler.

İnsana kendi iradesi dışında bir ilâhî ikam olarak takılan sıfatlara gelince, bunların başında "o insanın Allah'ın en mükemmel eseri olması" gelir. Allah her eserini sever, her canlıya rahmet ve merhamet eder. Ancak en mükemmel eserini, bir başka deyişle, isim ve sıfatlarına en fazla ve en ileri derecede mazhar kıldığı mahlukunu daha fazla sever. O halde insanı Allah'ın eseri olarak görmek ve onu öylece sevmek de Allah için sevmenin tarifine girer.

Nur Külliyatında geçen şu cümle konumuza ışık tutuyor: "Hem, bu gördüğünüz ihsanat ile size muhabbetini gösteriyor. Siz dahi itaat ile Ona muhabbet ediniz." Sözler

Gözümüz ve kulağımız, elimiz ve ayağımız bize birer ihsan olduğu gibi, beden hanesinde misafir edilen ruhumuz ve ona takılan aklımız, hafızamız, hayalimiz, his dünyamız da hep birer ilâhî ikramdır. Ve bütün bunlar Allah'ın bize olan muhabbetini gösteriyorlar. Bizim de öncelikle O'nu sevmemiz aklın ve vicdanın gereğidir. Ancak bu muhabbetin bir ölçüsü, bir göstergesi olmalı. Bu da "itaat" olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim şu ayet-i kerime bu konuda bize büyük bir ufuk açıyor:

"(Resulüm!) De ki, Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…" Âl-i İmran, 31

Allah'ı böylece seven bir insanın kalbinde O'nun kullarına ve diğer mahluklarına karşı da bir sevgi hissi uyanır.

Kardeşimizi niçin severiz? "Aynı anne ve babadan geldiğimiz için." değil mi?

Bütün varlık alemini Allah'ın birer eseri olarak görme şuuruna erdiğimiz ölçüde onlara karşı ulvî bir muhabbet taşırız. Aksi halde, kendimizi de onları da müstakil varlıklar olarak görür ve onlara menfaat ölçüsüyle nazar ederiz. Fayda gördüklerimizi kendi nefsimiz için severiz, diğerlerinin ise yüzüne bile bakmayız.

Teknolojinin bu kadar ilerlemesine rağmen, insanlarımızın birine karşı bu kadar yabanileşmesi, birbirinin etini yemeye can atarcasına menfaat kavgası vermeleri hep bu şuurdan mahrumiyetin acı sonuçlarıdır.

Günümüzde çoğu zaman sevgilerin de düşmanlıkların da nefis eksenli olduğunu görüyoruz. Nefis ise doymak bilmiyor, kavgalar da böylece sürüp gidiyor.

"Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü, nefis daima kötülüğü emredendir. Meğer ki, Rabbimin merhamet edip koruduğu (bir nefis) ola." Yusuf Suresi, 53

Bütün insanlar, nefisleriyle sürekli bir çarpışma halindeler. Şeytan onlarla durup dinlenmeden uğraşıyor. Bu harp meydanında çok şeyler kırılıp dökülüyor; nice sevgiler eziliyor, nice insanî değerler harap olup gidiyor.

Hal bu merkezde iken, bu asrın çirkef ortamında insanlarımızın melek gibi tertemiz, saf ve lekesiz olmasını beklersek yanılırız. Kalpleri iman nuruna kavuşmuş insanlarımız bile asrın esintilerinden az çok etkileniyor, birtakım kötü hislere mağlup düşebiliyor ve hatalı davranışlar sergileyebiliyorlar.

Bu kişiler, harpte ölümden kurtulmuş ama çok yerinden nice yaralar almış kimseleri andırırlar. Onların yaralarına bakıp imanlarını önemsememek büyük bir hatadır. İman en büyük şeref, en ileri üstünlüktür. Ehl-i sünnet itikadına göre büyük günah işleyenin kâfir olmaması, en büyük hataların bile iman güneşini perdeleyemeyeceğini açıkça ders verir.

Öyleyse, Nur Müellifinin, "Mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil belki lütufla ıslahına çalışır" (Mektubat) sözü kulaklarımızda daima çınlamalı, idraklerimizde sürekli yankı bulmalı. O zaman düşmanlıklar yerini acımaya terk edecek ve aramızdaki sevgi ve muhabbet büyük ölçüde zedelenmeyecektir.
***
Bazen hisler araya giriyor, nefis işi karıştırıyor, habbe kubbe yapılıyor ve sevgiler yerini düşmanlığa terk ediyor. Halbuki, Allah için buğz etme (düşmanlık besleme)" düsturunca bir davranış İslam'da ne ölçüde yasaklanmışsa ona o kadar karşı olmak gerekiyor. Mesela, bir iş İslam'da mekruh ise yani kerih görülüyor, çirkin bulunuyorsa, biz de o işi çirkin görmeliyiz. Hududu tecavüz edip mekruha haram muamelesi yaparsak muhatabımıza zulmetmiş oluruz.

Geliniz, "adavete adavet, muhabbete muhabbet" edelim, Yani düşmanlığa düşman olalım ve sevgiyi sevelim. O zaman hem kendi ruh iklimimizde hem de toplum hayatımızda huzur ve saadet çiçeklerinin açtığını göreceğiz.

Alaaddin Başar (Prof.Dr.)
 

 
 
 
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 ESMAYA AÇILAN KAPILAR

De ki; ister 'Allah' diye dua edin,
 
ister
 
Rahman' diye. Hangisi ile dua
 
etseniz,
 
Nihayet en güzel isimler
 
O'nundur...
 
(isra,110)
 
 
Aşk yavaş yavaş ipe tırmanmaya başladı. Tırmanırken de âlemlerin Rabbi olan Allah'ın isimlerini okudu. O isimler ki her biri gizli hazineleri açan birer anahtar hükmündeydi.

- Ya Cemîl, Ya Kârib, Ya Mûcib, Ya Habîb, Ya Raûf, Ya Atûf, Ya Mâruf...

İlahi yolun yolcusu! Bir sefer başladı ki menzili uzak, toprağı çorak, kör eden masiva apaçık bir tuzak. Konmuşken yeryüzüne yalınayak, bu sendelemeyle yol biraz uzayacak. El pençe divan olup gel Cemal'i seyreyle ilkin. Güzelliğini bahşeylesin. Yaradan. Dilimizde Ya Cemîl'le kâlimiz hâlimize dönüşsün...

Yakinim ol desem şu dağlara cevap buyurur mu? Göğe yanaşsam uzatsam elimi derdime derman olup tutar mı? Ya şu kara toprak, çekerken içine an be an sükûtuma nigehbân bir yâr-i baki olur mu? Tespih tanesinin üzerindeki akis şah damarını gösteren bir nişan, Ya Kârib...

Mecnunluğa talibim Sana getiriyorsa. Ufkumda bir ummanken aşkın, esirin olmaya razıyım. Yıkık döküklüğümüzle aczimiz sere serpe duaya yöneldik mücrim sıfatıyla. Merdivenlerin dolambacındayken, üçüncü basamağın hesabına takıldık. 'Korkuyorum' demişti bir Zat'ı muhterem 'Ya istemeyi istemezlerse...'  İcabet edenlerin en hayırlısı, Seni Senden kulluk namıyla istiyoruz. Ki Sen Ya Mûcib'sin...

Aşk, gayretle erdi vuslatına. Kimi zaman Ferhat olup dağlar devşirdi, kimi zaman da şiir olup aktı candan cana damla damla. Aşkın kâinatın mayasıyken onsuz beden, canana hapsolmuş. Sana tutkun bir aşığın basamaklarını arıyoruz, yolların en güzeline delicisine adım atıyoruz. Mum ağlıyordu pervanenin aşkına. Biliyordu ki; yanmak candan geçmekti, elindekileri bir bir kaybetmekti ve bir başına kalmaktı geride. Güzeller sultanı sordu aşk iddiasında bulunana 'seviyor musun?' seviyorum karşılığına 'sevme, sevme oğlum', dedi. 'Ama seviyorum', deyince ürkekçe; 'Sevme, gel vazgeç' son kez 'seviyorum' cevabına 'Öyleyse en çok sevdiklerinden ayrılma acısını kabulleniyorsun'… Çekildi geriye. Bu öyle bir ahd ki ana, baba, evlat, mal, makamı gönlünden sıyırmayla başlıyor yolculuk. Seni sevenlerle Senin de sevdiklerinle haşr eyle. Habib'in eyle kendine...

Ellerim üşürken bir gece vakti, ruhuma üfledin şah damarımdan. Susmaktı payıma düşen ve yakinimde olduğunu hissetmek. En derin yaramı görmeyen gözlerim duymayan kulaklarım ve biçare yalnızlığım. Caminin köşesinde namazını eda etmiş bir dede çarpıyor gönlüme. Buz gibi gözyaşları ıslatırken bembeyaz sakalını cami dönüyor, donuyorum. Gri gözleri ilahı sütunlarda dolaşırken Sana ne kadar yakın. Beklediği Senden gayrisi değil. Mahcup gözler kapıda yalınayak yürürken çölde 'dişi yere düşmesin' nağmelerini duyuyorum. Şefkat eline muhtaç başlarımız... Ya Rauf' la dualarımız…

Yeryüzü genişlese ruha tesirsiz, köşe bucak kaçmalar aynı noktaya geliş. Yırtıldı ayakkabılar yolun başındayken. Kara gözlü çocuk su sızan ayakkabısıyla köşede oturuyordu, oyuna katılamadı şeker gönderildi akşama, ilahi ikramlar hangi suçun sonucuydu. Güzelliklerle donattığın evrende yürüyoruz, atiyelerinle soluklanıyoruz. Senin lütufkârlığının coşkusunu duyarken kalbimiz serçe seslerini işitememek acı. Sen'den olanı kabul ettik, iman olsun.

Zaman üstü uçsuz bucaksız heyula âlemi. Gönle serpilen aşk tohumları mekânda değil. Başlardaki ilmikleri çözme vakti, örgüyü söküp kalbe dolamak vakti. Sırlardan merdiven yapıp perdeye uzanma vakti. Uçarsın belki de, kanatsız göğe doğru. O'yum dersen kılıca vurulursun. Mecnun'a yapılan her bir hamle sinelerini parçalar, velâkin görmezler, duymazlar. Bilsek aşkı, halimiz olsa. Mâruf'un tecellisiyle girsek huzuruna...

Mezarlık dolaşırken içimizde çocuklar ağlıyor. Her gün birer birer yitirdiğimiz tazeninler kundaklarda kalıyor. Zenginlere yer açılsın derken Malthus, biçareleri hapsederken yalnızlığa vicdanına yer bulamama telaşında. Öldürülenlerin gönülleri yaşıyor, bir ölüyor bin geliyor. Senin inayetinle solmuyor, gözyaşları dualar ardında saklı biliyorsun görüyorsun, soldurmuyorsun. Tesellimizse öteye olan sevdamızda saklı, düğümlenirken boğazıma hıçkırıklar Ya Maruf yetişiyor, sukutum ağlıyor. Hoş görmek veliyullaha nasıl yakışırdı. Boş dönülmezdi kapılarından. Evinde bir şey bulamayan hırsız ümitsiz çıkmasın diye yolunun üstüne kilimini seren, ey Abid! Yeryüzünün sözcüleri de bir görseydi seni...

Çaresizliğimde gözlerimden yaşlar boşaldığında değil, gurbetliğin seherinde üfür üfür esen anne kokusunu içime çektiğimde değil, hayallerin kapılarından boş çevrildiğimde değil, yalnızca ay saklandığı yerden çıkıp da bulutların karalara büründüğü vakit, içimdeki sızı esmaya tecelli olduğu anda nazar eyle; Aşk olsun...

 

Sen icabet edince duama;
Bir fısıltıya eğildim, ortalıkta aşkın bir telaşa...

Karanlıkta

Tabiat tek sıra,

Öne çıkan asırlık ağaç, sükûtla

'ahdim, Cemil olan Sen, huzurundayım'

Bir anda

Gözler ulvilikten dalgalara kayıyor,

Köpüren deniz

'ahdim, Karib olan Sen, huzurundayım'

Semaya bakılıyor

Ağlayarak,

'ahdim, Mucib olan Sen, huzurundayım'

Güvercinler konuyor bir bir
En beyaz olanı süveydada
'ahdim,  Atûf olan Sen, huzurundayım'

Koşarak giriyor aralarına

Masum bir çocuk

'ahdim, Rauf olan Sen, huzurundayım'

Bir ışıltı sarıyor her birini

Bulut, yağmur, toprak

Açıyor ortalığı

Ve nihayetinde Habib'i Zişan

'ahdim, Habib olan Sen, huzurundayım'

 

Birazdan

Güneş doğuyor,

Her doğuşla aynı sual dolaşıyor

'anahtar sesi duyuyor musun?'

Belki de...

- Aşk kapıyla oynuyor... -

Ayşegül TULU 

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 

Beyaz bir kağıda mahkum hançer-i kelâm..
Mürekkep zindan olmuş el – âlem elinde..
Olmasaydı aşk gölüne minnettar kalem…
Hüznüm boy sürer miydi böyle avare dilimde..!
Bir aşk-ı bâkidir..! MEVLA'dır..! sonsuz bir deryadır..! adı: nâr-ı aşk…

Bir Meryem'dir.. suspus olmaktır.. teslimiyettir.. adı: nâr-ı aşk…
Bir yâre-i hicrandır .. hüzündür.. göz yaşıdır adı: nâr-ı aşk…
Bir Züleyha'dır.. Yusuf-i lisandır .. iffettir.. adı: nâr-ı aşk…
Bir derd-i mübtelâdır.. sabırdır… âh dır adı: nâr-ı aşk…
Bir ahuyu ceylandır.. yârdır.. canândır.. adı: nâr-ı aşk…
Bir mecnundur… ayrılığı vuslattır.. adı: nâr-ı aşk…

Bir muhabbettir..!


MUHAMMED MUSTAFA'dır. ! yanmaktır… adı: nâr-ı aşk..

Selam ve dua ile



" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"
 





Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.

Windows Live™ Photos ile fotoğraflarınızı kolayca paylaşımı. Sürükle bırak

Teker teker mi, yoksa hepsi birden mi? Arkadaşlarınızla ilgili güncel bilgileri tek bir yerden edinin.

Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: