21 Mart 2008 Cuma

(Namaz Zamanı) Avrupa tarihinin on büyük yalanı

Avrupa tarihinin 10 buyuk yalani

 

Cemil Meric, "Kartaca'nin tarihini Roma'dan dinledik" diye yazmisti. Roma karsisinda maglup olan ve butun izleri silinen bu Afrikali devlet, tarihini anlatacak bir Kartacali cikincaya kadar sessizligini koruyacak muhtemelen. Avrupa'nin Kartaca'si olan Osmanli tarihini de Avrupa merkezli bir bakisla okuyup okutmuyor muyuz? Biz de Osmanli'nin tarihini Avrupa'dan dinleyenler safinda degil miyiz? Osmanli tarihini 'Viyana'ya gittik, Viyana'dan donduk' sablonuna sikistirarak anlatma hastaligimizdan belli degil mi bu? Niye Tebriz'e, Aden'e, dunyanin bir ucundaki Hindistan'in Goa limanina kadar gittik demiyoruz da, Viyana'ya gitmeyi bu kadar onemsiyoruz? Ustelik Viyana'nin Istanbul'dan mesafesinin sadece 956 kilometre oldugunu bile bile soyluyoruz bunlari (oysa Osmanlilarin fethettikleri Bagdat'in Istanbul'a olan mesafesi 1,334, Kirmansah'inki ise 1,579 kilometredir). Daha Yemen'i dahil etmiyorum listeye, cunku olcum aletlerimizi maazallah patlatabilir.

 

Tarihimizle ilgili bilgilerimizde Avrupa bu denli sabit, degismez bir olcu ise, bizzat Avrupa tarihiyle ilgili bilgilerimizde bu haydi haydi boyledir. Bu yazida Avrupa'nin kendisi hakkinda uydurdugu, sonra da beyinlerimize yerlestirdigi 10 yalana egilecek ve onlarin gozlerimize serap serpen kuyu baslarinda beliren safligimiza beraberce gulecegiz. Buyurun.

 

1) Yunan mucizesi yalani

 

Antik Yunanlilarin insanlik tarihinde essiz bir mucize gerceklestirdikleri tezi, kendi karanlik dunyasina fener tutmak icin cirpinan Avrupali aydinlar icin afyon etkisi yapmis ve bu efsaneye can simidi gibi yapismislardir. Neden? Cunku Ronesans yillarinda Avrupalilar ele gelir neleri varsa bunlari Muslumanlardan aldiklarini biliyor ve Muslumanlar karsisinda icine dustukleri asagilik kompleksinden kurtulabilmek icin onlarin haricinde bir tutamak ariyorlardi.

 

Iste sozde Yunan mucizesi, bu iflah olmaz hastaliga bir tur sahte deva olarak sunulmustu. Nitekim bu tez, hicbir ise yaramadiysa bile Yunan halkinin Osmanli bunyesinden koparilmasi icin Avrupa capinda bir heyecan dalgasina yol acti ve bagimsiz bir Yunan devletinin kurulmasiyla sonuclandi. Oysa ne o gun Yunanistan'da yasayanlar Eflatun ve Aristo'nun torunlariydi, ne de ortada herhangi bir mucize vardi. Ustelik Martin Bernal'in "Black Athena" adli 4 ciltlik calismasinda yetkinlikle ortaya cikarttigi gibi, "Yunan mucizesi" diye bilinen uygarligi kuranlar Yunanlilar degil, siyah derili Afrikalilardi, yani Fenikeliler ve Misirlilar! Velhasil Yunan mucizesi tezi, Romantiklerin icad ettikleri bir yalani pazarlama cabasindan baska bir sey degildi.

 

2) Magna Carta yalani

 

Hangi akli evvelin kitabini acsaniz, dunyada demokrasinin ve anayasa hukukunun baslangici olarak Ingiltere Krali I. John'un yetkilerini kisitlayan Magna Carta adli belgeyi onunuze surerler. 'Adamlar daha Selcuklular devrinde demokrasinin temellerini atmislar kardesim' yollu konusmalara siz de sik sik rastlamis olmalisiniz. Oysa cok ozel bir durumdan neset eden bu belgenin o gunku Ingiltere tarihi icin dahi "gerici" bir belge oldugunu bilmek onemlidir. Bakin neden?

 

Bir kere 1215 yilinda imzalandigi bilinen Magna Carta'nin kral tarafindan imzalanan orijinali degil de, kopyalari elimizdedir. Ikincisi, bu belge ilerici degil, dupeduz gerici bir belgedir, cunku Kral, feodal beylere, baronlara yeni vergiler yuklemek istiyor ve merkezî hukumetin gelirlerini artirmaya ugrasiyordu; baronlar ise tam tersine, eski duzendeki vergilerin aynen devami icin bastiriyorlardi. Iste krala imzalatilan belge, feodal ayricaliklarin yeniden taninmasini getiriyordu, kaldirilmasini degil. Yani ileriye gidisi degil, eskiye donusu amacliyordu.

 

Ancak tarihte yapilan bazi hareketlerin amaclanmamis sonuclar dogurmasi nadir rastlanan bir durum degildir. Iste Magna Carta'yi imzalatanlarin basina gelen de bu oldu. Onlar feodal sisteme donulmesi icin ugras verirken, sonraki krallarin, cozumu feodal duzenin disinda aramalarina yol acmis, boylece tahkim edeyim derken feodal duzenin yikilmasini kolaylastirmislardi. Bu sebepledir ki, Kral I. John uzerinde uzmanlasan Johns Hopkins Universitesi eski ogretim uyelerinden Sidney Painter, acikca "Magna Carta'da demokrasi yoktur" diyebilmektedir. Cunku bu belge, Ingiliz feodalizminin resmi beyanlarindan biridir sadece. Painter'in altini cizdigi bir baska husus ise bu feodal gelenegin modern demokrasilerimizde yasamaya devam ettigidir! (1808 Sened-i Ittifak'ini Magna Carta'nin gec bir yansimasi olarak gosterenlerin 'gozune gozluk' diyelim mi?) Yani aslinda feodal duzen yikilmadi, ruhu modern demokrasilere gecmis oldu sadece.

 

3) Ronesans yalani

 

"Ronesans" (Renaissance) kelime anlami itibariyle 'yeniden dogus' demek. 19. yuzyil tarihcileri tarafindan aydinlik kabul ettikleri kendi caglarini karanlik Ortacag'dan ayird etmek uzere icad edilen "Ronesans" terimi, nedense fazlasiyla ciddiye alinmis ve sanki tarihte boyle bagimsiz bir donem yasanmis gibi gosterilmistir. Oysa tarihte Ronesans'i meydana getiren ustalarin yasadigi ve eserlerini ortaya koyduklari bir zaman diliminden soz edebilmekle birlikte, oyle planli programli, tasarlanmis, basi ve sonu belli bir donemi kesinlikle goremeyiz.
 

Insanin otoriteleri sorgulamaya basladigi donem olarak yuceltilen Ronesans'in kendisi nedense sorgulanmaz, kutsal bir inek gibi cevremizde doner durur. Oysa Lynn Thorndike adli uzman, daha 1943 yilinda sunlari soyluyordu: "Hic kimse Ronesans'in ayri bir donem olarak varligini ispatlayamadi; hatta bunu yapmak icin caba da gostermedi." Yani Ronesans'in Orta Caglardan nasil ayirt edilebilecegini bilmedigimiz halde Ronesans'in varligi hakkinda kesin bir dille konusabiliyoruz.

 

Iste gunumuzun en onde gelen Ronesans uzmanlarindan Peter Burke, dikkatimizi Ronesans'in Latin ve Yunan kaynaklarina, yani binlerce yil oncesine bir 'geri donus' hareketi oldugu noktasina ceker. Yani Ronesans aydinlari, aslinda ilerici degil, gericidir. Nitekim genellikle Ronesans'in humanist yazarlari arasinda zikredilen Montaigne, bazi bakimlardan Ronesans aleyhtari degil midir?
 

4. Amerika'nin kesfi yalani

 

Avrupa'nin aslinda epeyce gec kalmis "kesifler cagi", Kristof Kolomb'un Hindistan'a gitmek icin yola cikip tesadufen Amerika'yi kesfetmesiyle baslatilir ve amaci, dunyayi tanimak ve disa acilmak gibi masum sebeplerle aciklanir. Oysa gemide tuttugu seyir defterinden gercek niyetini ogrenmek mumkundur Kolomb'un: Tutsak aldigi yerlileri calistirarak elde edecegi altin ve gumusleri gemilerle Portekiz'e getirmek ve "kâfirler"in, yani Muslumanlarin elindeki kutsal topraklari ele gecirmek. Bunu bir Hacli seferiyle gerceklestirmeyi dusluyordu masum kâsifimiz. Kolomb'un, Muslumanlarin bulundugu ulkelerin dogusunda bulunan efsanevî Hiristiyan Kral Prester John'un yardimini saglamak ve boylece bir sandvic harekâtiyla Islam tehdidini bertaraf etmek uzere Hindistan'a gittigini de okuyunca mesele iyice cetrefillesiyor.

 

Bu yalanin bir baska boyutu da su: 1492, Amerika'nin kesif tarihi degil, sonradan "Amerika" adi verilen topraklarin isgal tarihidir. Zira Amerika, Kolomb'dan yuzyillar once Vikingler tarafindan kesfedilmis, bazi Musluman gemiciler Guney Amerika'ya gidip gelmis, nihayet son ortaya atilan iddiaya gore ise Cinli bir Musluman olan Zeng He, bu defa Cin'den yola cikarak Amerika'ya ulasmistir. Velhasil Kristof Kolomb, Amerika'nin ilk degil, son kâsifidir.

 

5. Bilimsel devrim yalani

 

Bazi yalanlar tekrarlana tekrarlana apacik dogrular katina cikabiliyor. "Bilimsel devrim" terimi ilk kez 1939'da ortaya atiliyor. Yine de onu bir kitabin kapaginda gormek icin 15 yilin gecmesi gerekecektir. Hepi topu 50 yillik bir omru bulunan bu terimin dimagimizi boylesine felc etmesi de gosteriyor ki, bir buyuculuk olayiyla karsi karsiyayiz. Tek farki, buyunun bilimsel bir kilikla yapiliyor olmasi.

 

California Universitesi'nde sosyoloji profesoru olan Steven Shapin, "Bilimsel Devrim" adli kitabina bu yalanin tarihini yazmakla basliyor. Shapin'e gore "bilim" ve "bilim adami" terimleri ancak 19. yuzyilda kullanima girmis olup 20. yuzyil baslarina kadar da yayginlasmamistir. Yani bilimin kamuoyu nezdinde bugunku degerini kazanmasi, dun denilecek kadar yeni olaydir. Dolayisiyla hem Avrupa, hem de Osmanli tarihine, bilimin bugun kazanmis oldugu yeni cerceveden bakarsak fena halde cuvallariz.

Bugun 'bilimsel devrim' denilince akan sular durur. Birisi Kopernik, Galile ve Newton'dan soz etti miydi, ayet duymuscasina sessizlige burunur cehreler. Dudaklar bukulur, anlamli anlamli kafalar sallanir, 'Elin adami neler yapmis bizimkiler uyurken' nutuklarina siginilir. Oysa meselenin ic yuzu hic de oyle degildir.

 

Mesela Newton'un yasadigi devirde Cambridge Universitesi'nin hali niceydi, biliyor muyuz? Okuyacak ogrenci bulamayan universite, ogrenci cekebilmek icin indirim ustune indirim yapiyor, hocalar okulu cazip hale getirebilmek icin birakin sinifta birakmayi, talebeye sinif atlatiyorlardi, sinif! Ustelik ayni zamanda bir ilahiyatci da olan Newton, buluslarinin bilimsel sonuclarindan cok, kafasindaki din kavrami acisindan tasidigi anlamla ilgileniyor, Hiristiyanligin dunyaya nasil yeniden hakim olacagini tahmine calisiyordu. Bunun icin ayri bir kitap bile yazdigini biliyoruz. Ustelik zat-i devletleri, buyuculukle de istigal ederdi. Hatta bu yuzden adi, cagdaslari arasinda "son buyucu"ye dahi cikmistir.

 

Daha 'bilimsel devrim'in Muslumanlardan calinan bilgilerle yapildigi uzerinde durmadik. Galile'ye 'suredurum ilkesi'ni ilham veren Nasiruddin Tusi'nin 13. yuzyildaki bulusundan haberimiz yoksa saf saf Avrupa'daki bilimsel devrim yalanina inanmaya devam ederiz elbette.

 

6. Sanayi devrimi yalani
 

Bir "sanayi devrimi" lafidir gidiyor. Orta mali siyasetcisinden mahalle mektebi seviyesine inmis bazi universitelerin hocalarina kadar yiginla insan, sorgu sual etmeden, 'Eller aya, biz yaya' teranesini tutturmus, Avrupa'nin sanayi devrimini gerceklestirdigini, bizimse bu 'evrensel gelisme'yi iskalayip cagdaslik trenini kacirdigimizi tekrarliyorlar.

Nasil "bilimsel devrim", tarihcilerin, sectikleri bir zaman dilimine yuzyillar sonra yapistirdiklari bir yafta ise, "sanayi devrimi" de 19. yuzyilin ortalarina dogru coskuyla kesfedilmis ve bu yuzden bazi ozellikleri abartilmis jenerik bir terimdir. Filmin jenerigi, filmin kendisi olabilir mi?

 

Sanki Sanayi Devrimi butun Avrupa'da ayni anda olmus bitmis bir olay gibi sunulur bize. Halbuki Ingiltere'de giderek hizlanan ve istikrarli bir tarzda gelisen sanayilesme, Fransa'da agir aksak ilerlemis ve buyuk olcude Ingilizleri taklit etmistir. Ingiltere'ye adamlar yollanmis ve hem makine, hem de isci getirtilmistir. Boylece Fransa icin bir Sanayi Devrimi'nden degil, olsa olsa Ingiliz makine sisteminin girisinden soz edebiliriz.
 

Bilimsel buluslarin Sanayi Devrimi'ni hazirladigi iddia ediliyor. Hic alakasi yoktur. Mesela buhar gucuyle calisan makineyi tasarlayan James Watt bilim adami degil, amator bir mucitti. Celik sanayiinin babasi kabul edilen John Wilkinson bir isadamiydi. Tekstil dokuma tekniginde cigir acan iplik egirme makinesi tasarimini baskasindan araklayan Samuel Arkwright, inanmayacaksiniz belki ama bir berberdi!

 

Baska kuskular da var. Mesela "Sanayi Devrimi'nde gectigi ileri surulen sahneler, ancak 70 yil sonra yasanmis olabilir." diyor Minnesota Universitesi'nden Herbert Heaton. Yani sonraki yillarda cereyan etmis olaylari once olmus gibi gosterme numaralari da soz konusu. Dusunun bir, Ingiltere'de 1830'larda bile pamuk iscilerinin sayisi, evlerde calisan halayiklarin sayisindan azdi. 1850'de Yorkshire sehrinde yun egirme isinin hâlâ elle yapildigini gosteren kanitlar mevcut. Hatta 1877'de, makinelerdeki kadar ucuza elle dokuma yapan bir imalatci yasiyordu Ingiltere'de. Bu Fransa ve Almanya icin haydi haydi boyleydi.

 

Sanayilesme sadece uretim artisiyla degerlendirilemez. Onemli olan hangi bedeller karsiliginda basarildigi degil midir? Ingiltere'de uyusturucu neden yaygindir bilir misiniz? Fabrikalarda gecen uzun gecelerde anneler bebeklerini uyutmak icin afyon kullaniyorlardi da ondan. Tarih, ne yazik ki acimasizdir.

 

7.Galile'nin yargilanmasi

 

Bilim-din catismasi denilince ilk one surulen ornek, Galile'nin yargilanmasidir. Kendilerinin "aydinlik" tarafta bulunduklarina adlari gibi iman etmis cevreler, "karanlik"i temsil eden Ortacagin ve Kilisenin baski ve iskencelerine karsi direnen(!) bu soylu kahramana alkis tutarlar.

 

Oysa Galile'nin yargilanmasi diye bir olay cereyan etmemistir. Afedersiniz, soyle duzelteyim; yargilanmistir ama bu, dostlar alisveriste gorsun kabilinden bir yargilamadir ve Galile'yi mahkûm etmek bir yana, onu muhtemel fanatik hucumlarindan kurtarmak icin duzenlenmis bir mizansenden ibarettir. Kendisini yargilayan Kardinaller, Galile'nin okul arkadaslariydi. Unutmayalim ki Galile, kilisenin bunyesindeki bilim adamlarindandi. Nitekim Papa da eski bir arkadasi oluyordu. Hatta iki kizini rahibe olmalari icin manastira kapatan da bilim gunesimiz Galile'den baskasi degildi.

 

Ustelik Galile'nin yargilanis sebebi, Dunya'nin Gunes'in etrafinda donmesi gibi bilimsel dusunceleri degil, bagli oldugu, bagli olmak ne kelime, bizzat icinde bulundugu Katolik Kilisesi'ne itaatsizligidir; yani kilise ici bir meseleyle karsi karsiyayiz. Papa'ya, teorisini bir varsayim olarak sunacagina soz verdigi halde, bu sozunu tutmayan ve kitabini bildigi gibi bastiran Galile'nin arkadaslari tarafindan gerceklestirilen bir kurtarma operasyonudur yargilama. Anlayacaginiz, Galile bahane, onun uzerinden dinin mutlaka bilime karsi olmasi gerekiyormus gibi bir sozde gerceklik ureterek nasiplenenler sahane!

 

8. Siyonizm yalani

 

Yahudi meselesi, bir Avrupa sorunuydu; ama Islam âlemine fatura edildi. Avrupa, yuzyillar boyu ugrasti durdu Yahudilerle. Sehrin icine bile almadi onlari; mahallelerini yakti, kovdu, dovdu, oldurdu, mallarini musadere etti. Ayni donemde ise Islam âleminde Yahudilerin keyiflerine diyecek yoktu.

 

Ote yandan Siyonizm'in babasi Theodor Herzl'in II. Abdulhamid'e Avrupa'yi sikayet etmesi gercekten tuhafti. Bir Ortadogu kavmi olan Yahudiler, kendilerini Avrupa'ya surgun edilmis gosterip yerlerine donmek isterken, Abdulhamid onlari kullandigini Avrupa'nin biliyordu. Nitekim tekliflerini reddedince hakliligi gun gibi ortaya cikti; onu devirmekten tutun da Canakkale'de bize karsi savasmaya kadar pek cok komplo ve girisimin basinda Siyonistler yer alacak, Ingilizlerin yedek gucleri, daha dogrusu "Asya'ya karsi Avrupa kalesinin suru", "barbarliga karsi uygarligin ucbeyleri" olarak harekete gececeklerdi. Hâlâ da oyle degil mi?

 

Daha da aci olani, "topraksiz bir halk" dedikleri Yahudilere, "halksiz bir toprak" olarak sunduklari Filistin'in durumuydu. Milyonlarca Musluman ve Hiristiyan Filistinli yasamasina ragmen (nufusun yuzde 95'ini olusturuyorlardi), Filistin topragi bos bir arazi olarak sunuldu dunyaya. Ancak simdi ayni trajedi, hem de kat be kat fazlasiyla Filistin halki icin gecerli, yani topraklari ellerinden alinmis durumda. Ne var ki, o hayirhah Avrupa'nin kili kipirdamiyor. Neden? Cunku Israil devleti, Ortadogu uzerinden gececek stratejik hammadenin, yani petrolun kontrolu icin gerekliydi ve bunun, Yahudi halkina insanî yardimla herhangi bir alakasi yoktu.

 

9. Dogu despotizmi yalani

 

17. yuzyila kadar Cin, Hint ve Islam âlemlerine oranla epeyce geride bulunan Avrupa, kendisi haricindeki medeniyetlere bilincli bir camur atma stratejisini izledi. Agir bir asagilik kompleksi icindeydi. Iste bu strateji dogrultusunda Dogu'nun despotik bir yonetimi oldugu tezi ortaya atildi ve Marx'tan Weber'e, hatta bugunku bazi akildanelerimize kadar pek cok kafayi igfal etmeyi basardi.

 

Oysa Lucette Valensi gibi arastirmacilarin da ortaya koydugu gibi, bu, Avrupa zihniyetinin, gerisinde bulundugu Dogu'yu gozden dusurme ve onun uzerinden kendi kimligini uretme mucadelesinin bir parcasiydi. Ancak Voltaire ve Althusser gibi iki buyuk dusunur bu yalani yutmamis ve asil despotizmin Avrupa'da yasandigini, Avrupali dusunurlerin, kendi ulkelerindeki despotizmi, disariya yansitarak, yani Dogu'yu istismar ederek okurlarina anlattiklarini, artik Osmanli'nin yakasindan dusme vaktinin geldigini dile getirdiler. Ne ki, bu tatli yalanin isittigi sicak yataktan kalkmaya kimse razi degildi.

 

10. Bati'nin ustunlugu yalani

 

Iktisat ilminin kurucularindan Adam Smith, 1770'lerde Cin teknolojisinin Avrupa'dakinden ileri oldugunu itiraf ediyordu, biz ise 18. yuzyilda Avrupa'nin dunyanin en ileri uygarligi oldugunu savunmaya devam ediyoruz. Neden acaba? Sundan sanirim: Beyinlerimiz kesifler, icatlar, Ronesans, Aydinlanma, Bilimsel Devrim gibi bir suru Avrupa yalaniyla tika basa doldurulmus durumda. Boyle olunca, dunyanin diger bolgelerinde neler olup bittigiyle ilgilenmiyor ve daima skora takiliyor gozumuz: Ne olsa macin kazanilip kazanilmadigi onemli.

 

Oyleyse Hodgson ve Blaut gibi birinci sinif tarihcilerle sesimizi gurlestirelim: Avrupa'nin "gelismesi", Afrika ve Asya karsisinda uzun suren geri kalmisligini telafi etmeye ancak 1800'lerde yetecekti. Avrupa, dunyanin diger kisimlarindaki gelismelerden o kadar uzak kalmisti ki, su meshur kesiflerle bir parca nefes alabilmisti. Bu acilma da, Asya ekonomilerinin tarihinde pek cok defa vuku bulan bir gerileme anina denk gelmis, Osmanli ve Cin dahil Dogu'nun baslattigi bir kuresellesme dalgasinin uzerine binmisti. Iste Avrupa bu sayede kiyida kosede kalmaktan kurtulup kuresel ekonominin motoru olabildi.

 

Son sozu Hodgson'a birakmak en iyisi. Ona gore, modern dunya ile Bati, ayni seyler degildir. Modernlik, Afrika, Asya ve Avrupa'nin beraberce insa ettikleri bir olusumdu. Yuzyillar suren bu hazirlik doneminden kârli cikan bolge, firsatlari degerlendirmeyi bilen ve bir katalizor rolu oynayan Avrupa oldu. Sartlar orada birbirine kavustu ama kavusmayabilirdi de. Modernlik Cin'de veya Islam âleminde de ortaya cikabilirdi (tabii oralara mahsus gorunumleriyle). Asya ve Afrika'nin muazzam bilgi birikimi ve ticaret agi olmasaydi, Avrupa'daki modern donusum hayal dahi edilemezdi.

 

Dusunun ki, Vasco da Gama bin bir zahmetle Umit Burnu'ndan dolasip Hindistan'in Kalkuta limanina indiginde Ispanyolca konusan bir Tunuslu Musluman tuccarla karsilasmis ve pek sasirmisti. Hakliydi, cunku buralari bilmeyen tek medenî kita, Avrupa'ydi.


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: