16 Temmuz 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) Ey Rabbimiz, Sen Bu Evreni Boşuna Yaratmadın!






Ey Rabbimiz, Sen Bu Evreni Boşuna Yaratmadın!  

“Onlar ayakta, otururken ve yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yeryüzünün yaratılışı hakkında kafa yorarlar ve derler ki; "Ey Rabbimiz, sen bu evreni boşuna yaratmadın, sen böyle bir anlamsızlıktan münezzehsin, bizi Cehennem azabından koru! Ey Rabbimiz, sen birini Cehennem'e atınca onu perişan edersin. Zalimlerin hiçbir yardım edeni yoktur. Ey Rabbimiz, biz "Rabbinize inanınız " diye seslenen bir davetçinin çağrısını işittik ve hemen iman ettik. Ey Rabbimiz, günahlarımızı affeyle, kusurlarımızı ört ve iyiler ile birlikte canımızı al. Ey Rabbimiz, peygamberlerinin ağzından vaadettiklerini bize ver, kıyamet günü bizi perişan etme, kuşku yok ki sen sözünden caymazsın."1

 

Kur’an’ın hedefi, sorumlu bireyler oluşturmaktır. Yeryüzünü yaşanılır kılmak, derin düşünceli bireylerin ortaya çıkmasıyla mümkündür. Yüce Allah Âdem’den Muhammed’e kadar gönderdiği elçileri aracılığı ile gönderdiği mesajı ile bu hedefi gerçekleştirmek murat etmiştir. Duyan, gören, hisseden, anlayan ve kavrayan bireyler ancak gönderiliş amaçları olan yeryüzünü imar etme sorumluluklarını hakkıyla ifa ederler. Bundan dolayı da İslam’ın hedefi sorgulayabilen bireyler yaratmak olmuştur. Ancak bu özellikte olan bireyler yeryüzünde zulmü ve fitneyi defedebilirler. Tevhid ve adalet temelinde bir dünyayı inşa edebilirler.

 

Temiz akıl sahipleri, yani düşünen bir toplumun derin düşünceli bireyleri, göklerin ve yerin bir keyfiliğin gereği olarak değil de bir hikmete binaen yaratıldığını akledip fehmederek her hallerinde tefekkür ve tezekkür halindedirler.  Ayakta, oturarak, yatarken evet, her hallerinde göklerin ve yerin bir amaca matuf yaratıldığının bilincinde hareket ederler. Zaten kâinatın harikaları üzerinde düşünmeyen ve boş yere yaratıldıklarını düşünen insanlar, varlık hedeflerinden bigane olan akılsız olarak nitelenen varlıklardır ki yüce Allah bu özellikte olan insanlara “Hayvanlar gibidirler, hatta hayvandan da aşağı bir derekededirler” buyurmaktadır. Onlar hakikati görmez, duymaz ve fehmetmezler, çünkü kör sağır ve kalpsizdirler. İman edip eşrefi mahlûk olmak için görmek, duymak ve algılamak gerekiyor.

 

Yüce Allah, bu noktadan hareketle, Kitabı Kerimin birçok yerinde insanı bu konularda düşünmeye sevk etmiştir.  Kâinattaki yaratılmış varlıkları ve bu varlıkların yaratılış amaçlarını düşünmesi ona, yeryüzüne amaçsız bir varlık olarak atılmadığı gerçeğini kavramasının zeminini sağlayacaktır. Düşünen, kavrayan, anlayan ve anladığını pratik hayatta ortaya koyanların bu aşamada tavrı ayette geçtiği üzere; "Ey Rabbimiz, sen bu evreni boşuna yaratmadın, sen böyle bir anlamsızlıktan münezzehsin, bizi Cehennem azabından koru! Ey Rabbimiz, sen birini Cehennem'e atınca onu perişan edersin. Zalimlerin hiçbir yardım edeni yoktur. Ey Rabbimiz, biz "Rabbinize inanınız" diye seslenen bir davetçinin çağrısını işittik ve hemen iman ettik. Ey Rabbimiz, günahlarımızı affeyle, kusurlarımızı ört ve iyiler ile birlikte canımızı al. Ey Rabbimiz, peygamberlerinin ağzından vaadettiklerini bize ver, kıyamet günü bizi perişan etme, kuşku yok ki sen sözünden caymazsın" olur. İman edenler ile küfredenler arasındaki en bariz fark bu noktada temerküz etmektedir.

 

Kâfir zihin, dinlemekten ve haliyle anlayıp teslim olmaktan uzak iken iman eden zihin, dinlemesini ve dinlediklerini anlayıp gereğini yapmayı bilen bir yapıdadır. İki zihni yapıyı birbirinden ayıran bu fark, şu ayetlerde daha açık şekilde anlayışlarımıza sunulmuştur;

 

“Her bir grup cehenneme atıldığında, bekçileri onlara şöyle sorar: "Size bir uyarıcı gelmedi mi?" Onlar: "Evet" derler. "Bize gerçekten bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve: "Allah hiçbir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir sapmışlık içindesiniz" dedik. Dediler ki: "Eğer söz dinleseydik yahut düşünseydik, şu çılgın ateşin halkı arasında bulunmazdık."2 Bu ayette kâfir zihnin hali, “Evet uyarıcı geldi ama biz onları dinleyip getirdikleri hayat düsturlarını düşünmedik” şeklinde ortaya konmuştur. Çevresine dikkat nazarıyla bakamayan bu tip, kâinatın bir hiç uğruna, anlamsız ve bir tesadüfün eseri olarak yaratıldığını bu anlamda kendisinin de bu âlemde hiçbir sorumluluğunun olmadığını varsayar. Bu varsayımla hayatını tüketir ve pişmanlığın fayda vermeyeceği büyük gün gelip çatınca da yaptığının yanlış olduğunu, aslında bu âlemin bir hiç uğruna değil ama bir gayeye matuf yaratıldığını acı da olsa ifade eder.

 

Müslüman zihnin bu konuda takındığı tavır da başka bir surede şu şekilde bizlere sunulmuştur; “Biz, yol göstereni (Kur'an'ı) işitince ona inandık. Kim Rabbine inanırsa ne hakkının eksik verilmesinden ne de kendisine zulüm edilmesinden korkmaz.”3  Aynı şekildeki Ali İmran suresindeki bu ayette de “Ey Rabbimiz, biz "Rabbinize inanınız" diye seslenen bir davetçinin çağrısını işittik ve hemen iman ettik”  şeklinde sunulmuştur.

 

Dikkat edilirse birinde hidayet gelince dinlemek ve anlamak yokken diğerinde dinleyip hidayete tabi olmak söz konusu olmuştur. Yüce Mevla, bu dünyada yeryüzüne tevhid, adalet ve kardeşlik ilkeleri temelinde bir yaşamı sunacak olanların dinleyip itaat eden  bu derin düşünceli insanlar olduğunu beyan etmiş, bizlerin de fırsat kaçmadan saflarımızı belirlememizi istemiştir.

 

Toplumsal salahı gerçekleştirmeye aday iman erlerinin, bu noktaları iyi tahlil etmeleri ve yaratıcılarının kendilerine tevdi ettiği sorumluluklarının idrakinde olarak hayatlarını idame etmeleri gerekir. İman eri, bilinç düzeyi yüksek, anlama ve algılama problemi olmayan, hak ve hakikat ölçüleri dairesinde hayatlarını idame eden, kâinatı ve içindekileri yaratıcısının afakî ve enfüsi ayetleri olarak algılayıp araştıran, inceleyen bir zihnin sahibidir.

 

Sözün burasında bir noktanın altını çizmek istiyorum. Yeryüzünde azgınlık yapan şer odakları, azgınlıklarının önünde en büyük engel olarak gördükleri, izah etmeye çalıştığım Müslüman zihni bulandırmanın hesabı içindedirler. Bu bağlamda da şiddet ve terörü İslam aklının egemen olması gereken coğrafyalarda bilinçli olarak gündemleştiriyorlar. Şöyle ki, bu odaklar, insan ile mesaj arasındaki bağı kesmenin yolunun insanın mesajı duymasını engellemekte olduğunu biliyorlar. Bundan dolayı da şiddeti alabildiğine öne çıkararak mesajın duyulmasını engelliyorlar. Şiddet ve terör insanların birbirleriyle empati kurmalarının önünde en büyük engeldir. Diyalogsuzluk, sağırlar diyalogunu oluşturacağından, insanların birbirlerinden ne istediklerinin belirsiz olduğu bir ortamı oluşturacaktır. Çünkü şiddetin olduğu yerde sağduyu, yerini öfke ve gazaba bırakır. Öfke ve gazap ise aklın devre dışı kalmasını sağlar, ki akıl devre dışı olunca da verilmek istenen mesaj ya hiç işitilmez ya da yarım yamalak, şiddeti körükleyen odakların istediği şekilde işitilmiş olur. Bu minvalde Kur’an’ın bütünlüğü içinde düşündüğümüzde, Yüce Mevla insanı hep düşünmeye, araştırmaya, afakta ve enfüste var olan ayetleri görüp idrak etmeye teşvik etmiştir. Hatta bu noktadan hareketle kâinatta var kılınmış en küçük yaratık üzerinden örnek vermekten çekinmemiştir. Maksat, hak ve hakikatin insanın belleğinde yer etmesidir. Bu yüzden de örümcekten, sivrisinekten, böcekten, ottan, kuştan ve buna benzer birçok şey üzerinden misal vermiştir. Bu örnekler üzerinden Müslüman aklı, düşünmeye sevk etmiştir. Aynı zamanda buradan hareketle insanın gerçek sorumluluğunun farkında olma gerçeğinin altı çizilmiştir. Bu konuda da şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah bir sivrisineği de ondan üstün olanı da örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşku­suz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, "Allah bu örnekle neyi amaçlamış?" der­ler. Oysa Allah, bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak o, fasıklardan başkasını saptır­maz.”4

 
Müslüman akıl, kâinatta yaratılmışları düşünen ve bunları kavrayıp bu dünyaya boş bir amaç için değil de yüksek bir hedef uğruna yaratıldığını kavrayan ve "Allah hiçbir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir sapmışlık içindesiniz” demeyi değil de; "Ey Rabbimiz, sen bu evreni boşuna yaratmadın, sen böyle bir anlamsızlıktan münezzehsin” demeyi tercih eden, ahirette yaptıklarının hesabını ödeyeceğini hesaba katan bir formata sahiptir. Toplumsal salah da bu zihni yapının egemen olması sonucu sağlanmış olacaktır.
 
Hanifi Tosun

________________

1.  Ali-İmran:191–194

2.  Mülk:8–10

3.  Cin:13

4.  Bakara:26








--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: