25 Ekim 2009 Pazar

(Namaz Zamanı) Dindar Olmayan İnsan Var mı?

Allah'ın selamıyla selamlıyorum.

Aşağıda "Dindarlık" ile ilgili bir araştırma yazısını, faydalı olması dileğiyle sizlerle paylaşıyorum. Yazıyı beğenirseniz çeşitli sitelerde yayınlayabilirsiniz. Ekte yazı dosyasını gönderiyorum.

Allah'a emanet olunuz.

 

 

KUR'ÂN'DA DİNDARLIK

Din, Arapça deyn kökünden mastar veya isim olarak kabul edilir. Cevherî dinin "âdet, durum; ceza, mükâfât; itaat" şeklinde üç anlamını verir ve terim olarak dinin bu son anlamdan geldiğini belirtir.[1] Ragıb buna ceza ve itaat anlamlarını vermiş, İbn Manzur bunlara hesap ve İslam'ı eklemiş, ayrıca deynin mastar, dinin isim olduğu yolunda bir görüş aktarmıştır.[2] Zebîdî âyet ve hadisler yanında Arap şiirinden aldığı çeşitli örneklere dayanarak din kelimesinin yirminin üzerinde anlamını ve terim olarak iki ayrı anlamını zikretmiştir.[3] Mütercim Asım Efendi ise dinin otuzu aşkın anlamından söz etmiştir. Bunlardan dinin terim anlamını yakından ilgilendirenler şunlardır: Ceza ve karşılık, İslam, örf ve âdet, zül, inkıyad, hesap, hakimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat, itaat.[4]

Dinin sözlük anlamlarından boyun eğme ve karşılık görme[5] öne çıkmaktadır. Çeşitli güçlere boyun eğilerek bir karşılık beklenebilir. Dinde boyun eğilen güç, aşkın güç, yani ilahtır. Her dinin ilahı, kendine boyun eğilen kuralları ve o kurallara uyanlara vaat ettiği bir karşılık vardır.

İlk din, Allah'ın Adem'e öğrettiği, onun da çocuklarına tebliğ ettiği dindir. Bu çizgi, ilk peygamberden son peygambere kadar devam etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah'ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte doğru din bu dindir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler." (Rum 30/30)

Bu âyet, dini; doğru ve yanlış olarak ikiye ayırmakta, doğru dinin fıtratla örtüştüğünü bildirmektedir.

Allah Teâlâ bir de şöyle buyurur:

 "Allah katında din, İslam dinidir." (Al-i İmran 3/19)

"Kim İslam'dan başka din ararsa, bu ondan kabul edilmez. O, ahirette, kaybetmiş olanlardan olur." (Al-i İmran 3/85)

İnsan, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren Allah'ın âyetlerini görmeye başlar. Âyet; açık işaret, gösterge ve belge demektir. Kur'ân surelerinin birbirinden ayrılmış bölümlerine de âyet denir.

Allah'ın âyetleri Kur'ân'da olanlarla sınırlı değildir. Tüm varlıklarda; göklerde, yerde, hayvanlarda, bitkilerde, kişinin iç dünyasında hâsılı her yerde onun âyetleri vardır.[6] Bunlar fıtrat âyetleridir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Biz hem dış çevrede hem de kendi içlerinde olan âyetlerimizi onlara göstereceğiz; sonunda onun (Allah'ın) gerçek olduğu onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır." (Fussilet 41/53)

İnsanın çevresinde ve içinde var olan âyetler, bir yaratıcının var olduğunu gösterir. Bu sebeple o, henüz çocukken Allah ile ilgilenmeye başlar ve çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda varlıkların Rabbini yani sahibini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar. Bu konu "Her İnsan Allah'ı Bilir" başlığı altında anlatılmıştı.

Allah'ın varlığını herkes anlayıp kavradığı için Kur'ân'da onu ispatla ilgili âyet yoktur. Allah'ın hiçbir elçisi bu konuda bir çaba sarf etmemiştir. Onlar Allah'tan aldıkları emirle çabalarını, ondan başka ilah olmadığı konusunda yoğunlaştırmışlardır. Allah Teâlâ, Elçisi Muhammed aleyhisselama şöyle buyurur:

 "De ki, Allah'a koşun; ben ondan yana sizi açıkça uyarıyorum.

Allah'ın yanı sıra başka bir Tanrı uydurmayın; ben ondan yana sizi açıkça uyarıyorum.

Bunlardan öncekilere bir elçi gelmeye görsün; hemen ya büyücü dediler ya deli. Bunlar da öyle.

Biri diğerine vasiyette mi bulundu? Yok; onlar taşkınlık eden bir toplumdur.

Onlara bakma. Onlardan dolayı kınanacak değilsin.

Sen yine de görevlerini hatırlat. Hatırlatma inanacak olanlara yarar sağlar.

Cinleri ve insanları yaratmam, başka değil, sırf bana kul olsunlar diyedir.

Onlardan ne bir rızk isterim, ne beni doyurmalarını isterim.

(Ben Allah'ım.) Rızkı, güç ve kuvvet sahibi olan Allah verir.

Yanlış yapanların peşine takılacak vardır; tıpkı arkadaşlarının peşine takılan gibi; acele etmesinler.

Sözü verilen günlerinden dolayı vay o kafirlerin haline!" (Zâriyat 51/50-60)

Dindar, bir dine uyan kişi demektir. Herkesin kendine göre din anlayışı vardır ve herkes kendini, kendi anladığı dinin dindarı sayar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Ey Ademoğulları! Sakın Şeytan başınızı derde sokmasın. Nitekim edep yerlerini kendilerine göstermek için ananızın ve babanızın elbiselerini soymuş ve onları o cennetten çıkarmıştı. O ve onun takımından olanlar sizi, sizin onları göremeyeceğiniz yerlerden görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost olacak hale soktuk.

Onlar çirkin bir iş işlediler mi, "Atalarımızdan böyle gördük. Allah da bize böyle emretmiştir" derler. De ki: "Allah çirkinlikleri emretmez. Yoksa siz bilmediğiniz şeyleri Allah'ın üstüne mi atıyorsunuz?"

De ki: "Rabbim adaletli davranmayı emretti. Siz, her secde yerinde ona yönelin. Dini, katkısız, ona has kılarak ona yalvarın. Sizi baştan yarattığı gibi yine ona döneceksiniz."

Allah bir takımını doğru yola kabul etti. Bir takımı da sapkınlığı hak etti. Çünkü onlar Allah'tan önce o şeytanları kendilerine dost edindiler. Üstelik kendilerini doğru yolu tutmuş sanırlar." (A'raf 7/27-30)

İtiraf etsin veya etmesin her insan Allah'ı kabul ettiği için bütün sapıklıklar, Allah ile kendi aralarına başka dostlar, başka ilahlar koyarlar. Doğru din, fıtrat ile örtüştüğü için fıtratı esas alarak değerlendirme yapacak olursak insanların üçe ayrıldığını görürüz; bir bölümü fıtrata uyar, bir bölümü uymaz, bir bölümü de kararsız kalır.

1. Fıtrata Uyanlar

Bütün peygamberler insanlara "Allah'tan başkasına ibadet etmemelerini"[7] söylemişlerdir. "ibadet" sözlükte taat anlamına gelir. Taat boyun eğmek demektir, daha çok "emre uymak ve izinden gitmek" anlamında kullanılır.[8] Türkçede buna kulluk ve kölelik denir. Allah'tan başkasına ibadet etmemek, ondan başkasına kul ve köle olmamak demektir. Bu da hürriyetin doruk noktasıdır. Fıtrat hür olmayı gerektirir. Ama insanlar, güçlerinin yettiğini kendilerine köle etmeğe, güç yetiremediklerine de köle olmağa yatkındırlar. Erginlik çağına girmiş kişi imtihan gereği, iç ve dış baskılarla yüz yüze gelir. Kendi iç dünyasından ve dışardan gelen bu baskılar onu zihinsel ve duygusal köleliğe iterler. Bunlar fıtratı bozmaya yönelik baskılardır.

Uyulması gereken fıtrattır. Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hasılı her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. İnsanın içinde ve çevresinde görüp durduğu âyetler fıtrat âyetleridir. Kur'ân ise fıtratın "kelâma" dönüşmüş halidir.

İmtihan hür ortamda yapılır. İnsan, karar alırken de uygularken de hürdür. Fıtrattan edindiği bilgiler sayesinde yaptığının iyi mi kötü mü olduğunu fark eder. Kendine zorla yaptırılan şeylerden de sorumlu tutulmaz. Bu durumda insanın sahip olduğu üç şey ortaya çıkmaktadır.

Birincisi; karar alma hürriyetidir. İnsanın aklı ve kalbi vardır. Kalp karar organı; akıl onun yanında, fıtrata uymayan şeyleri ayıklamakla görevli uzmandır. Karar, akla uyarsa fıtrata da uyar. Bir hata yapılırsa kolaylıkla anlaşılır ve düzeltilir.

Akıl ve kalp, kişinin alabildiğine hür olduğu sahadır. Burada verilen karara kimse karışamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. İçinizde olanı, ister açığa vurun ister gizleyin, Allah sizi ondan hesaba çekecektir.[9] Sonra o, bağışlanmayı hak edeni bağışlar, azabı hak edene de azap eder. Allah'ın gücü her şeye yeter." (Bakara 2/284)

İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi şeylerdir. İçinden geçenler ise şeytan vesvesesi, duygular, istekler, beklentiler ve diğerleridir. İçte olana engel olunabilir ama içinden geçene engel olunamaz.

Dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tasdiki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası insanın en hür olduğu yerdir. Bu sebeple hiç kimse bir inancı kabule veya inkara zorlanamaz. Çünkü bu, fıtrata aykırıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Dinde zorlama olmaz; doğru ile eğri birbirinden iyice ayrılmıştır. Kim azgınları tanımaz da Allah'a inanırsa kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilendir." (Bakara 2/256)

İnsan ibadete de zorlanamaz. Çünkü ibadet için niyet gerekir. Niyet, bir şeye içten karar vermektir. "Ameller niyetlere göredir."[10] Bir ibadetin ne maksatla yapıldığını, tam olarak bir o ibadeti yapan bir de Allah bilir. Niyetsiz ibadet yapılamadığından zorla ibadet olmaz. Birisine zorla namaz kıldırılabilir ama niyet etmezse namaz kılmamış, boşuna yatmış kalkmış olur. Bu da bir şeye yaramaz.

Davranışlara yön veren, insanın içinde olanlardır. Kalbinde iman olduğu halde baskılar sonucu farklı davrananın sorumlu tutulmaması bu yüzdendir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Kim inandıktan sonra Allah'ı görmezlikten gelir, kâfir olursa … kalbi iman ile huzur bulmuşken baskı altında bırakılmış başka; ama kim içini küfre açarsa üstüne Allah'ın gazabı çöker. Onların payına düşen büyük bir azaptır." (Nahl 16/106)

İkincisi; yaptığı şeyin farkında olmaktır. Büyüdüğünü ispat için sigara içen çocuk gibi fıtrata uymamak da kişiye cazip gelir. Ama o, bunun yanlış olduğunu bilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "(Nefse) isyankârlığını ve takvâsını ilham edenin hakkı için, onu arındıran gerçekten umduğuna kavuşmuş, kirletip karartan da kaybetmiş olur." (Şems 91/8-10)

Fıtrata aykırı davranan, önce irkilir, sonra ya vazgeçer ya devam eder. Onu irkilten, Allah'ın "(Nefse) isyankârlığını ilham etmesi"; "yanlış yapıyorsun" diye uyarmasıdır. İsyandan sonra da bir iç sıkıntısı duyar; bu da onu tövbeye teşviktir.

Takvâ, kendini kötü duruma düşmekten korumak demektir. Bu, iyi bir davranıştır. İyi davranışlar insanın içini rahatlatır. Bu da Allah'tan ona bir ilham yani "(Nefse) takvâsını ilham" dır.

Vabısa b. Mabed diyor ki; Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme gittim; "iyilikten ve günahtan sormaya mı geldin?" dedi.

Evet, dedim.

Parmaklarını bir araya getirip göğsüne vurdu ve üç kere şöyle dedi: "Nefsine danış, kalbine danış Vabısa! İyilik, nefsin yatıştığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste tereddüt doğuran şeydir. İsterse insanlar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bulmuş olsunlar."[11]

Doğru karar veren kişinin içi rahat olur. Kararını uygularken de mutluluk duyar. Yanlış karar ise, hem karar verme süreci içinde hem de uygulama esnasında kişiyi rahatsız eder. Çünkü fıtrata aykırıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Kimler inanır, iyi işler yapar, namazı dosdoğru kılar ve zekatı verirlerse; onlara Rableri katında ödül vardır. Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler." (Bakara 2/277)

Üçüncüsü; tezekkürdür. İç ve dış dünyadaki âyetlerden edinilen bilgileri zihne yerleştirmek ve kullanıma hazır halde tutmak gerekir. Bu tür bilgiye zikir denir. Onu kalbe ve dile getirme ve hatırlama da zikirdir.[12] Bu bilgilerin yanlışları da olur. Aklını kullananlar o yanlışları ayıklayabilirler. Onların doğru olanları ile Allah'ın kitabı arasında tam bir uyum bulunur. Bu sebeple Kur'ân'ı okuyan her insanın içinde ona karşı bir güven ve tatmin duygusu oluşur.

Peygamberler insanları tezekküre çağırmışlardır. Tezekkür, zihinde var olan bilgiyi harekete geçirmektir. İbrahim aleyhis-selam puta tapanlara "tezekkür etmez misiniz?"[13] derken "Fıtrattan edindiğiniz bilgilerle benim sözlerimi karşılaştırıp yaptığınız yanlışı görmez misiniz?" demiş olmaktadır. Bu onları, iç muhasebesi yapmaya çağırmadır.

Fıtrattan alınan doğru bilgi zikir olduğu gibi ilâhî kitapların ortak adı da zikirdir.[14] Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Bilin ki kalplerin yatışıp rahatlaması Allah'ın zikri ile olur." (Ra'd 13/28)

Allah Teâlâ Kur'ân ile ilgili şöyle buyurur:

 "O Zikri biz indirdik. Ne olursa olsun onu koruyacak olan da biziz." (Hicr 15/9)

Allah'ın elçileri, insanlarda var olan doğru bilgileri harekete geçirdikleri yani evrensel doğruları söyledikleri için etkili olmuşlardır. Herkese Allah'ın bir elçisinin tebliği ulaşmayabilir. Bu açıdan insanlar iki kısımdır. Bir kısmı bir elçinin tebliğini almış, ikinci kısmı ise böyle bir tebliğ ile muhatap olmamış olur.

a. Kendine Tebliğ Ulaşmamış Olanlar

Kendine bir elçinin tebliği ulaşmamış olanın sorumluluğu fıtrata uymakla sınırlıdır. Fıtrata uymak, şirke karşı yani Allah'tan başkasına kul olmaya karşı direnmeyi gerektirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Allah şirki bağışlamaz, onun dışında kalanı bağışlanmayı hak eden için bağışlar." (Nisa 4/48)

Allah'ın varlığının ve birliğinin delili her yerde sayısız miktarda olduğu halde ortak koşulanlarla ilgili bir delil yoktur. Bu konuda tek dayanak gelenektir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Onlara, "Allah ne indirmişse ona ve o Elçi'ye gelin." denince şöyle derler: "Atalarımızda ne bulmuşsak o bize yeter". Ya ataları bir şey bilmez, doğru yolu da tutmaz kimseler idiyse?" (Mâide 5/104)

 "İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Öyleyse Allah'ın yakınından ortaklara yalvaranlar neyin peşindedirler? Onların peşine takıldığı sadece kuruntudur. Onlar sadece yalan söylerler." (Yunus 10/66)

Aklını kullanan bu batağa düşmez. Çünkü "(Allah) o pisliği aklını kullanmayanların üstüne bırakır." (Yunus 10/100) Bu sebeple insana tebliğ ulaşsın veya ulaşmasın, onun bağışlanmayacak günahı, şirk günahıdır. Yukarıda geçen ilgili âyetlerden birini burada tekrarlayalım.

 "Şunu diyemezsiniz: "Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?" (A'raf 7/173)

Kendine peygamber tebliği ulaşmamış olanlar, bir pey-gamberden öğrenilebilecek şeylerden sorumlu olmazlar. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez." (Bakara 2/286)

Bu konu ile ilgili olarak "Cennete Kimler Girer" başlıklı yazının da okunması yararlı olur.

b. Kendine Tebliğ Ulaşmış Olanlar

Kendine Allah'ın elçisinin tebliği ulaşan kişi önce o elçiyi sorgulamalıdır. Çünkü Allah her elçiye, elçiliğini ispatlayacak belge vermiştir. Taklidi mümkün olmadığı için o belgeye mucize denir. Mucizeyi gören kişi, Allah'ın ona elçilik görevi verdiğini gözüyle görmüş gibi kavrar. "Eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh." Yani "Ben şahitlik ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve elçisidir." dememiz bundandır. Onun mucizesi olan Kur'ân'ı anlayan herkes bu kanaate varır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Doğru yol kendisi için apaçık belli olduktan sonra kim o elçiden ayrı düşer ve müminlerin yolundan başka bir yola girerse onu gittiği yolda bırakır ve cehenneme sokarız. Ne kötü hale gelmedir o!" (Nisa 4/115)

Fıtrata uyanlar, benliklerini koruyan, doğru olduğu için dine uyanlardır. Allah Teâlâ bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:

 "Rabbimiz Allah'tır diyen, sonra doğru davrananlar.. onların üzerlerine melekler iner ve "korkmayın, üzülmeyin, size söz verilmiş cennet ile sevinin" derler.

Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Ahirette sizin için canınızın çektiği her şey vardır. Sizin için orada istediğiniz her şey vardır.

Bu, bağışlaması ve ikramı bol olan Allah tarafından bir ziyafet olarak verilecektir.

Allah'a çağıran, iyi işler yapan ve "ben Müslüman'ım" diyen kimsenin sözünden daha güzeli kimin sözüdür?" (Fussilet 41/30-33)

2. Kararsızlar

Kendi arzularına uygun olarak yaşamak isteyenler, Allah'ın her şeyi vermesini ama emir vermemesini isterler. Bunlardan bazıları da Allah'a kulluğu, isteklerinin kabulüne vasıta sayarlar. İşler iyi giderse sevinir, dine sarılırlar. Kötü giderse umutsuzluğa kapılır, yoldan çıkarlar. Bunlar dine, doğru olduğu için değil, menfaatlerine uygun düştüğü için uyarlar. Menfaatleri bozuldu mu kararları değişir, çareyi başka kapılarda aramaya başlarlar. Onun için bunlara kararsızlar demek uygun olur. Bununla ilgili olarak "Şirkle İman Arasında Kararsızlık" bölümünü okumak gerekir.

3. Fıtrata Uymayanlar

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Sizi yaratmış olan, sonra size rızık veren, sonra canınızı alacak olan, sonra yeniden diriltecek olan Allah'tır. Ortaklarınız içinde bunlardan birini yapan var mıdır? Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.

İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulmalar ortaya çıktı. Bu, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın diyedir. Belki vazgeçerler.

De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da bakın ki, bundan evvel-kilerin sonu nasıl olmuştur?" Onların çoğu müşrik kimselerdi.

Sen yüzünü o doğru dine yönelt. Bunu Allah tarafından gelecek olan ve savma imkanı olmayan bir günden önce yap. İnsanlar o gün bölük bölük bölüneceklerdir.

Kim kâfir olursa kâfirliği kendi aleyhinedir. Kim de iyi iş yaparsa kendileri için hazırlık yapmış olurlar." (Rum 30/40-44)

İnsanların çoğunun müşrik olması, çoğunun fıtrata uymaması demektir. Müşrik, ortak koşana denir. Ortaklık en az iki şey arasında olur. Bunlardan biri daima Allah'tır; ikincisi değişir. Bazen değer verilen bir varlık, bazen de bir ruhani olur. Allah'a ortak sayılan bu varlıklara, Allah'a ait özellikler yakıştırılır. Allah ile bitecek işin, ancak onların araya girmesi ile olacağına inanılır.[15] Böylece kişi, Allah'tan önce bu aracıya kul olur. Çünkü aracılar yarı insan, yarı tanrı sayılırlar. Hıristiyanların 451'de Kadıköy'de toplanan dördüncü ökümenik konsil'de İsa aleyhis-selamın ".. mükemmel Tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğuna[16] karar vermeleri bundandır. Bu, aklın ve fıtratın kabul edemeyeceği bir iddiadır. Bu sebeple bu tür inançlara sahip olanlar akıllarını kullanmaya yanaşmaz, uydurma iddialar, telkinler ve manevi baskılarla insanları şartlandırmaya çalışırlar.

İnsanlardan bir kısmı da kendilerini tanrılaştırarak Allah'tan önce kendilerine kul olurlar.

a- Kendine Kul Olanlar

Kendine kul olanlar, gönüllerince yaşamak isteyenlerdir. Karşılarına Allah'ın bir elçisinin tebliği ile çıkılınca çok rahatsız olurlar. Çünkü Allah'ın her şey vermesini ama emir vermemesini isterler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Allah'ı ve elçilerini görmezlik ederek kâfir olan, Allah'la elçilerinin arasını ayırmak isteyen, birine inanır diğerini tanımayız diyen ve ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler… Onlar hak ederek kâfir olanlardır. O kâfirlere aşağılayıcı bir azap hazırlamışızdır." (Nisa 4/150- 151)

Allah'ın Elçisini kabul etmeyen biriyle yaptığımız bir görüşme şöyledir:

-Benim Allah'ıma inancım sonsuzdur.

-Allah'a herkes inanır, bu her insan için kaçınılmazdır.

-Zaman zaman Allah'ıma sığınır, onun yardımını isterim. Böyle yapınca rahatlar, mutlu olurum.

-Bunu herkes yapar. Zor olan Allah'ın emirlerine yani Elçisinin tebliğine uymaktır. Siz Elçiye uymak yerine gönlünüzce yaşamak istiyorsunuz değil mi?

-Elbette. Hayat benim hayatım; buna kim karışabilir?

-O hayatı veren Allah karışamaz mı?

-… ?!

Bunların bir kısmı Allah'ın emirlerini sınıflara ayırır, kimini uygun görür, kimini görmezler. Bazıları kendilerini Tanrıtanımaz saydıkları için onları ikiye ayırarak inceleyeceğiz.

Kendine kul olanların bir kısmına tanrıtanımaz yani ateist denir. Bunların bir kısmı önder kişiler, bir kısmı da onların takipçileridir. Önderler, fıtrata uyma yerine fıtratı kendilerine uydurmaya çalışır, görüş ve teoriler üretirler. Kimileri de itibarını kaybetme korkusuyla ateizme sarılırlar. Bunların ortak yönü, kendi arzu ve heveslerine uygun bir dünya kurmak veya böyle bir dünyada yaşamaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmedin mi? Bilgili olduğu halde Allah onu sapık saymış, kulağında ve kalbinde izler, gözünün önünde perde oluşturmuştur. Allah sapık saydıktan sonra onu kim yola gelmiş kabul edebilir? Hiç düşünmez misiniz?" (Câsiye 45/23)

Bunlar kendine aşık, kendini kainatın merkezi gören ve kendi doğrularını evrensel doğru sayan, dünyası dar, çözemedi-ği problemler sebebiyle huzursuz ve hırçın kimselerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmedin mi? Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen zannediyor musun ki, onların çoğu söz dinler veya aklını çalıştırır? Onlar; en'âm[17] gibidirler; hayır, daha düşük seviyededirler." (Furkan 25/43-44)

Koltuğunu kaybetme korkusuyla ateizme sarılanların işi daha da zorlaşır. Bunların karşısına hangi delille çıkılırsa çıkılsın aldırmazlar ve hırçınlıkları artar. Nitekim bunlardan biri olan Firavun, Musa'nın Allah'ın elçisi olduğundan şüphe duymadığı halde onu kabul etmemişti. Konuyla ilgili âyet şöyledir:

 "Belgelerimiz bütün açıklığı ile onlara gelince: "Bunlar apaçık büyüdür" dediler.

Belgeleri içten kesin olarak anladıkları halde zalimlikten ve büyüklük taslamadan dolayı, onlara karşı inkarcılık yaptılar." (Neml 27/13-14)

Firavun'un tanrıtanımazlardan olduğunu şu âyetlerden anlıyoruz:

 "Musa dedi ki, "Bak, Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin bir elçisiyim.

Bana düşen, Allah'a karşı gerçek dışı bir şey söylememektir. Size Rabbinizden bir mucize getirdim, İsrail oğullarını benimle beraber gönder." (A'raf 7/104-105)

 "Firavun dedi ki: "Alemlerin Rabbi de neyin nesi oluyor?"

Dedi ki, kesin olarak inanacaksanız, o göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki her şeyin Rabbidir."

Çevresinde bulunanlara dedi ki, "İşitmiyor musunuz?"

Musa devam etti: "O sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir."

Firavun dedi ki, "Size gönderilen elçiniz gerçekten delidir."

Musa dedi ki: "Eğer aklınızı kullanabilirseniz o, doğunun, batının ve bu ikisinin arasında olanların Rabbidir.

Firavun dedi ki: "Hele benden başkasını tanrı edin, ant olsun seni zindanlıklardan biri yaparım. " (Şuarâ 26/23-29)

Firavun önce akıllı, sabırlı, bilgili ve güçlü görünüp Musa aleyhisselama cevap vermeye çalıştı. Başarılı olamayınca hırçınlaştı ve aşırı tepkiler gösterdi. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Firavun'a belgelerimizin hepsini gösterdik. Ama o, yalana saptı ve direndi.

Dedi ki, "Sen büyünle bizi toprağımızdan çıkarmaya mı geldin, Musa?

Ne olursa olsun, sana onun dengi bir büyü getireceğiz. Bizimle senin aranda bir buluşma yeri belirle. Düz bir yer olsun ki, ne biz cayalım, ne de sen."

Musa dedi ki, "buluşmamız bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktinde olsun." (Taha 20/56-59)

Firavun: "Bana bütün bilgin büyücüleri getirin" dedi. (Yunus 10/79)

(Büyücüler ve halk toplandı, gösteri başladı.)

 "Musa büyücülere: "Ne atacaksanız atın" dedi.

İplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un gücü adına üstün gelen biz olacağız" dediler." (Şuarâ 26/43-44)

 "..değnekleri ve ipleri, büyüleri yüzünden, Musa'ya sanki yürüyorlarmış gibi geldi." (Taha 20/66)

 "Musa da değneğini attı; birden, onların uydurduklarını yutmağa başladı." (Şuarâ 26/45)

 "Hak yerini buldu, onların yaptıkları da boşa gitti. Orada yenildiler ve küçük düştüler." (A'raf 7/ 118-119)

 "Büyücüler hemen secdeye kapandılar. "Biz âlemlerin Rabbine inandık. Musa'nın ve Harun'un Rabbine" dediler.

Firavun dedi ki: "Ona inandınız ha? Ben size izin vermeden!.. Muhakkak o sizin büyüğünüzdür; size büyüyü öğreten odur. Yakında iyice öğreneceksiniz. Ellerinizi ayaklarınızı, çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım." (Şuarâ 26/46-49)

 "Büyücüler dediler ki: "Biz seni, ne bize gelen apaçık mucizelere üstün tutarız ne de bizi yaratana. Haydi ne karar vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin.

Biz Rabbimize inandık ki, hem hatalarımızı hem de bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlasın. Allah'ın vereceği daha iyi ve daha kalıcıdır." (Taha 20/72-73)

 "Firavun dedi: "Bırakın beni Musa'yı öldüreyim; o da Rabbini çağırsın bakalım. Çünkü korkarım o, sizin dininizi değiştirir veya bu toprakta karışıklık çıkarır."

Musa şöyle dedi: "İşte ben, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım. Hesap gününe inanmayan her kibirlinin şerrinden." (Mümin 40/26-27)

Bunlar Allah'ın varlığını bilirler ama açığa vurmak istemezler. Ümitlerinin kaybolduğu, gizlemenin bir anlam taşımadığı zaman bunu açığa vururlar.

 "… Firavun boğulmayla yüz yüze gelince dedi ki, "İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben ona teslim olanlardanım." (Yunus 10/90)

Bunların arkasından gidenler de bunlar gibi değerlendirilirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Firavun kavmini küçümsedi ama, onlar ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim idiler." (Zuhruf 43/54)

Kendine kul olanların tamamı Allah'ı bilirler. Yukarıda anlatılan tanrıtanımazlar yani ateistlerin görüntüde bir farkı vardır ama aslında onlar da bu gurupla aynıdır. Kendine kul olanların başında İblis gelir. Allah, Adem'e secde emri verince İblis, kendi şartlarına uygun görmediği için secde etmemişti. Konu ile ilgili âyetler şöyledir:

 "Bir gün Rabbin meleklere dedi ki: "Ben, kurumuş çamurdan, değişken kara balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğimde ona secde edin." Bütün melekler hemen topluca secde ettiler; İblis öyle yapmadı, secde edenlere katılmamakta direndi. Allah dedi ki: "İblis! Senin neyin var ki, onlarla birlikte secde etmedin?" Dedi ki, "Kurumuş çamurdan, değişken kara balçıktan yarattığın insana secde edemem." Allah dedi ki, "Öyleyse çık oradan, çünkü sen kovuldun." (Hicr 15/28-34)

 "O, direnmiş, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu." (Bakara 2/34)

İblis, Adem'e değil, Allah'a karşı büyüklenmişti. Çünkü uygun bulmadığı Allah'ın emriydi. Bu yüzden Allah ona, "..İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez; çık, sen alçağın tekisin" demişti. (A'raf 7/13)

İblis, Allah'ın ne varlığını, ne de birliğini inkar etmiştir. Sapık sayıldıktan sonra bile şöyle demiştir:

"..Doğrusu ben Allah'tan korkarım, Allah'ın cezası pek ağırdır." (Enfâl 8/48)

İblis ahirete de inanır. Çünkü kovulunca şöyle demişti: "Rabbim! Hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar bana süre tanı." (Hicr 15/36)

İblis'in kâfirliği, Allah'a şart ileri sürmesi ile başladı ve artarak devam etti. Çünkü Allah'a şart ileri sürmek, kendini o konuda onunla eşit görmektir. Bu da kendini tanrılaştırmaktan başka bir şey değildir. Büyüklenmenin en kötüsü işte budur.

b- Büyüklere Kul Olanlar

İslam'ın dışına çıkan her insan ya nefsinin ya başkasının kölesi olur. Yanlış yolda olduğu için kendine destekçiler arar. Kendisi gibi düşünenlerle birlik olur. Bunların ortak hatası, ortak değerleri olur. Bu yanlış değerler etrafında kenetleşirler. Putperestlerde de olan bu özelliği, Kur'ân şöyle anlatır:

 "İbrahim dedi ki; Allah'ın yakınından putlara tutulmanızın sebebi sadece bu dünyada, aranızda bir sevgi bağı oluşsun diyedir..." (Ankebut 29/25)

Her insan, yaptığı yanlışın farkındadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Her millete bir elçi gönderdik; "Allah'a kul olun ve azgınlardan uzak durun!" diye. Sonra onlardan bir kısmına Allah hidâyet nasip etti, bir kısmı da sapıklığı hak etti. Yeryüzünde gezin dolaşın da o yalancıların sonu ne olmuş bir görün." (Nahl 16/36)

 "Ya Muhammed, seninle o gerçeği (Kur'ân'ı), müjdeci ve uyarıcı olasın diye gönderdik. Her ümmetin geçmişinde bir uyarıcı, kesin vardır." (Fâtır 35/24)

Her millete elçi gönderildiğine göre mevcut dinlerden her birinin temelinde bir elçinin tebliğini bulmak mümkündür. Nitekim Mekke'nin geçmişinde de İbrahim ve İsmail peygamberler vardı. Kureyşliler İbrahim soyundan gelmekle övünür,[18] ondan kalma hac ve umre ibadetlerini yerine getirirlerdi.

Geçmişlerinde İbrahim ve İsmail peygamberler olmasına rağmen Mekkeliler şirke düşmüşlerdi. Hıristiyanların büyük bir bölümü ise, İsa aleyhisselamı ve Kutsal Ruh'u yani Cebrail'i Allah'a ortak saymaya başlamışlar ve şirke düşmüşlerdir.

Allah, dinlerdeki bozulmanın nasıl başladığını, ehl-i kitaba hitaben söylediği şu sözleriyle açıklamaktadır:

 "Ey ehl-i kitap! Dininizde sınırı aşmayın. Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylemeyin. Meryem oğlu İsa Allah'ın sadece elçisi, Meryem'e yönelttiği sözü[19] ve onun bir ruhûdur.[20] Artık Allah'a ve Elçisi'ne inanın. Tanrı üçtür, demeyin; buna bir son verin, sizin için iyi olur. Allah tek tanrıdır, onun çocuğa ihtiyacı olmaz. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi onundur. Vekil olarak Allah yeter." (Nisa 4/171)

Sınırı önce Yahûdiler aşmış, Hıristiyanlar onları takip etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "De ki: Ey ehl-i kitâp! Dininizde haksız yere aşırılık yapmayın; daha önce sapmış bir kavmin arzusuna uymayın; onlar çoklarını yoldan çıkardılar. Kendileri zaten doğru yoldan çıkmışlardı.

İsrail oğulları içinden kâfir olan bu kimseler hem Davûd'un hem Meryem oğlu İsâ'nın diliyle lanetlendiler. Bu onların isyan etmeleri ve sınırı aşmaları sebebiyle idi." (Mâide 5/77-78)

Yahûdi ve Hıristiyanlar, bu şekilde aşırılıklar yaparak kendi din adamlarına kul olmuşlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Alimlerini ve din büyüklerini, Allah ile aralarına rab olarak koydular. Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa onlara verilen emir, sadece tek bir Tanrı'ya kul olmaları idi. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, onların şirkinden uzaktır." (Tevbe 9/31)

Adiyy b. Hatim diyor ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve seleme geldim, boynumda altın haç vardı; "Adiyy, at o putu" dedi. Ondan yukarıdaki âyeti dinledim. Dedi ki, "Onlar bunlara ibadet etmediler, ama bir şeyi helal sayarlarsa helal saydılar, haram sayarlarsa haram saydılar."[21] Onları rab edinmeleri böyle oldu.

Bir çok Müslüman'ın da bu konuda yukarıdaki duruma düştüğü gözlenmektedir. Bu kitapta yer alan bölümler bunun delilidir. Örnek olarak Talak, Nikahın Denetlenmesi ve iftidâ başlıklı yazılar incelenebilir.

Sonuç olarak doğru dindarlık, aklı kullanmayı ve Allah'ın kitabına uymayı gerektirir. Sınırları aşanlar ise dinin akılla anlaşılamayacağını söyler, Allah'ın kitabı yerine büyüklere uymayı tavsiye ve telkin ederler. Mesela üçlü tanrı inancını aklın kabul edemeyeceğini bilen Katolikler şöyle derler: "İmanın nedeni, açıklanan gerçeklerin doğal aklımızla anlaşılmaları ve gerçek olarak görülmeleri değildir."[22] İnanmak bir Kilise eylemidir. Kilisenin imanı bizim imanımızdan önce gelir, imanımızı taşır ve besler. Kilise tüm inananların anasıdır. Anası Kilise olmayanın Babası Tanrı olamaz."[23]

Allah Teâlâ Yahûdi ve Hıristiyanlara şöyle buyurur:

 "De ki: Ey ehl-i kitap! Siz Tevrat'ı ve İncil'i ve size rabbinizden indirileni uygulamadıkça hiç bir temeliniz olmaz. (Ya Muhammed!) Sana rabbinden indirilen -bu Kur'ân- onlardan bir çoğunun sadece aşırılığını ve kâfirliğini artıracaktır. O kâfirler topluluğuna üzülme." (Mâide 5/68)

Allah Teâlâ Müslümanlar için de benzer bir uyarıda bulunmuş ve şöyle demiştir:

 "Kim Rahman'ın Zikri'ne (Kur'ân'a) bulanık bakarsa başına bir şeytan sararız. O onun arkadaşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler." (Zuhruf 43/36-37)

Kur'ân, fıtratın kelama dönüşmüş hali olduğu için evrenseldir. Onu açıklayan ve tebliğ eden Muhammed aleyhisselamın dili de evrenseldi. Kur'ân'da anlatılanlar, her insanın kendinde ve çevresinde gözlemlediği fıtrat âyetlerinin gereği olduğundan onu anlamak ve kavramak kolay olur. Yorumlar ise yereldir. Hangi mezhep ve hangi yorum olursa olsun, yerel unsurlar taşır. İnsanlara, onları hayata bağlayacak olan Kur'ân'ı anlatmak, doğru dini tebliğ etmek gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 "Bu Kur'ân, insanlara en doğru yolu gösterir. İyi iş yapan müminlere, kendilerini büyük bir karşılığın beklediğini müjdeler. Ahirete inanmayanlara gelince, onlar için elemli bir azap hazırlamışızdır." (İsrâ 17/9-10)

 

Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR

Doğru Bildiğimiz Yanlışlar 37-59



[1]     İsmail b. Hammad el-Cevheri, es-Sıhah, (Tahkik: Ahmed Abdulgafûr Atar), Beyrut 1983, (din) mad.

[2]     Cemalüddin Muhammed b. Manzur, Lisanu'l-arab, Beyrut tarihsiz, (din) mad.

[3]     Muhammed Murtaza ez-Zebidi, Tacu'l-arus, Mısır 1306/1889, (din) mad.

[4]     Kamus Tercümesi (din) mad.

[5]     Ragıp el-İsfahânî, Müfredât, (din) mad.

[6]     İlgi duyanlar şu âyetleri inceleyebilirler: Bakara 2/164; Ali İmrân 3/190; En'âm 6/97, 99; A'raf 7/26, 58; Yunus 10/5, 6, 67, 92, 101; Yusuf 12/7, 35; Ra'd 13/2, 3, 4; Nahl 16/13, 65, 66, 67, 68, 69, 79; İsrâ 17/12; Kehf 18/9; Meryem 19/10; Tâhâ 20/128; Ankebût 29/ 24, 33, 34, 35; Rum 30/21, 22, 23, 24, 28; Lokman 31/31, 32; Secde 32/26; Sebe' 34/15; Zümer 39/42, 52; Mümin 40/13; Câsiye 45/3, 4, 5, 6; Zâriyât 51/22, 23, 35, 36, 37; Kamer 54/12, 13, 14, 15.

[7]     Hûd 11/2,26; Yusuf 12/40; İsrâ 17/23; Yasin 36/60-61; Fussilet 41/14; Ahkâf 46/21.

[8]     İbn Manzûr, Lisanu'l-arab, İtaat, Tav' kökündendir. Tav' boyun eğmek, istemek demektir. Zıddı, kerih görmek ve hoşlanmamaktır. Âyette şöyle buyurulur: "Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin" dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler." (Fussilet 41/11) Taat da aynı köktendir, boyun eğmek anlamına gelir ve daha çok "Emre uymak ve izinden gitmek." anlamında kullanılır. (Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, tav' mad.

[9]     Önceki âyette şu hüküm vardır: "Şahitliği gizlemeyin. Kim gizlerse, kalbi günah işlemiş olur." Bu hüküm şu âyette de yer alır: "Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz, yoksa elbette günahkarlardan oluruz." (Maide 5/106) Kalp karar organıdır. İman, şirk, münafıklık, yalan, dürüstlük vs. hepsi kalbin kararı ile olur. Allah bunlardan şirki affetmeyecek, onun dışındakileri istediği kişiler için affedecektir. O, şöyle buyurur: "Allah şirki bağışlamaz, onun dışında kalanı bağışlanmayı hak eden için bağışlar." Nisa 4/48). Geniş bilgi için, "İçinde Olandan Sorumlu Olma" bölümüne bkz.

[10]   Bu hadis-i şerif, Sahih-i Buhârî'nin en başında yer alır.

[11]   Sünen-i Dârimî, Büyû', 2.

[12]   Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, zkr mad.

[13]   En'âm 6/80.

[14]   Bkz. Al-i İmran 3/58, A'raf 7/63, Hicr 15/6,9; Nahl 16/44, Enbiya 21/2,50,105; Furkân 25/18, Yasin 36/11, Sad 38/8, Kamer 54/25.

[15]   Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb, (trc. Abdulkadir Akçiçek), İstanbul, 1396/1976, s. 172.

[16]   Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 467.

[17]   En'am Arapça'da koyun, keçi, sığır ve deveye verilen ortak addır.

[18]   İbn Hişam, Siretu'n-Nebî, Thk: M. Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut, 1401/1981, c. I, 216.

[19]   "Meryem'in rahminde ol" dediği için orada babasız olarak bir çocuk oluşmuştur.

[20]   "Allah'ın ruhu" terimi İsa aleyhisselama has değildir. Bu terim, Adem için ve her insan için kullanılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Adem'i tamamlayıp, içine ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın." (Sad 38/72) İnsanın yaratılışı ile ilgili bir âyet şöyledir: "Sonra insanı tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir." (Secde 32/9)

[21]   Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 10.

[22]   Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 156.

[23]   Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 181.



--

Biz bu Kitab'ı sana indirdik ki; her şeyi açıklasın. Nahl suresi 89. ayet
Onu (Kuran'ı) açıklamak bizim işimizdir. Kıyamet suresi 19. ayet

15 Dilde Meal:
http://www.seslikuran.com

Kur'an Sohbetleri:
www.kurandersi.com

Araştırma Yazıları-Fetvalar:
www.suleymaniyevakfi.org

İslami Kitaplar:
www.darulkitap.com

Mail Grubuna Üye Ol:
http://kurandersidinle.azbuz.com/index.jsp

DESTEK OLALIM

Yardıma Muhtaç İnsanlar İçin:
http://www.ihh.org.tr/Hesap-Numaralari.127.0.html

İslami Çalışmalar İçin:
http://www.kurandersi.com/iletisim/

Yeşil, Sağlıklı Bir Çevre İçin:
http://www.tema.org.tr/Sayfalar/BizeKatilin/YurticiBankaHesapNo.html

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: