12 Mart 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) "Üzülmeyin, tasalanmayın... Her gecenin sabahı, her kışın baharı var. Çekilen bunca çileler inanıyoruz ki, nurefşan bir baharın müjdecisidir inşaallah.".hayırlı cumalar baki selam ve dua ile dostlar


 

 



KAF-NUN SERGİSİ

EL:ELİMİZDE DEĞİL

 

Bir bebek... Dünyadaki ilk çığlığının ardından nefes nefese tutunacak bir yer arıyor. Avuçlarına dokunan herşeyi hiç tereddütsüz kavrıyor, tutuyor, sarıyor. Dünyaya elleriyle tutunuyor.

Bir kalem... Avuçlarına sıkı sıkıya tutunduğu elin hareketleriyle kara çizgiler bırakıyor ak kâğıt üstüne... Bir hayalin siyah gölgelerini düşürüyor kâğıda, bir düşüncenin harflere sızan aydınlığı taşıyor ellerin ayasından ve kalemin ince ucundan.

Bir dokunuş... Ana yüreğine varan sözsüz kelimelerin, dile gelmeyen ve dudağa sığmayan derin sözlerin tırmanışı başlıyor parmaklar arasında... Annenin parmaklarının boğumlarında şefkatli bir kalbin kıpırtıları dolanıyor, sevginin ele avuca sığmaz heyecanı eller arasında dokunuyor.

Bir kavrayış... Avuçta sıkı sıkıya sarılı bol rakamlı kâğıtlar ele avuca gelmez koyu hırsları, elden düşmez derin düşkünlükleri ele veriyor.

Sıkılmış bir yumruk... Gizli köşelerde verilen sözler, gözlerin karasına sinmiş isyanlar, sessizce razı olunmuş keskin kararlılıklar bir sıkı yumruğun kıskacına akıp taşıyor, durulup kristalleşiyor, isyanın ağırlığını taşıyor eller.

Çözülmüş bir el... Bir ömrün beklenmedik vedası, eldekilerin büsbütün terkedilişi, elinde olmadan elden gidenlerin resmi, yitirilmişliğin ve yitikliğin el değmemiş tablosu. Parmaklar arasından kayıp giden hayat.

Açılmış bir el... İstemenin son hâli, bu dünyadan geçip ötelere sığınmanın, elden gelmeyenlerin ve elde olmayanların ilanı. Elden gelen bir dua, elde kalan tek şey istemek.

Ve şimdi... Burada bu satırları yazarken klavyenin tuşlarında gezinen parmaklarım kendilerine odaklanmanın telaşıyla, biraz tereddütle ve biraz heyecanla geziniyorlar. Parmaklarımın klavyeye her vuruşunda bir harfi seçiyor, harfler arka arkaya dizildikçe aklımda gizli kalan bir anlamı ortaya koyuyorum. Parmak uçlarımdan bu satırlara dökülüyorum.

Doğrusu, sadece ben değil ve sadece bu yazıda değil, insanın neredeyse tüm halleri ele düşer, neredeyse tüm insan eylemleri elde biçimlenir. Her insan, tıpkı ilk doğduğu gündeki gibi bu âleme elle tutunur, âlemle buluşmamız ellerimiz üzerinden gerçekleşir.

Eşya ile ilişkimizi ifadelendiren kelimelerin elimizin hareketlerinde sembolleşmesi bu yüzdendir. 'Ele geçirmek,' 'el altında tutmak,' 'elde tutmak,' 'elden çıkarmak,' 'el üstünde tutmak,' 'el atmak,' 'el vurmak,' 'ele almak' gibi deyimler, eylemlerimizin elimizin etrafında gidip geldiğini anlatır. Somut el hareketlerini anlatan 'dokunmak,' 'kavramak,' 'avucunun içine almak,' 'parmağında oynatmak,' 'okşamak' ifadelerinin elden öte soyut anlamlara doğru derinleşmesi, hayallerimizin ve düşüncelerimizin de elimizde avucumuzda biçimlendiğine işaret eder. 'Dokunmak' ve 'okşamak' gibi hem somut hem de soyut anlamı birlikte kucaklayan ifadeler ruhumuzun sık sık elimize taştığını ve elimizle dışarı taşındığını hatırlatır. Sanki elde avuçta olanın hepsidir elimiz.

İnsan eli, insanın eşya ile ilişkisinin başlangıcı, eşyaya hükmetme ayrıcalığının sembolü, dışımızı içimizden geldiği gibi değiştirme/dönüştürme arzumuzun aracı, içimizi dışarı taşıma telaşımızın uzantısı ve içimizde saklı olanı açığa çıkarma derdimizin elçisidir. İnsana özgü iki temel duygunun, yani sahiplenmenin ve özgür iradenin 'el' etrafında odaklanması bu yüzden olsa gerek. Sahiplenme niyetiyle bakınca, tüm bir varlığı 'elimizde olanlar' ve 'elimizde olmayanlar' diye ayırırız. Yitirdiklerimiz 'elimizden kayar gider,' istemediklerimizi 'elden çıkarırız;' kavuştuklarımızı, bulduklarımızı ve biriktirdiklerimizi ise 'ele geçirir,' 'el altında,' 'elde avuçta' tutarız. İrademizin yetmediği şey 'elimizde değil'dir, gücümüzün erişmediği iş 'elimizden gelmez,' 'elden gelen' ve 'elimizde olan' ise pek azdır; elden ne gelir! 'El bağlamak' bir yüce makama teslim olarak iradenin terkedilmesini, 'el sıkışmak' ise iki ayrı iradenin bir gaye etrafında paralelleşmesini ve bir'leşmesini ifade ediyor olmalıdır.

Karakterimiz bile elimize düşer bu yüzden: 'eli açık' cömertler, 'eli delik' savurganlar, 'eli sıkı' cimriler, 'eline kimsenin su dökemediği' hünerliler, 'ele avuca sığmaz' yaramazlar, 'eli uzun' arsızlar, 'temiz el'li güvenilir insanlar, 'eli koynunda' yetimler, 'el değmemiş' güzellikler, 'elinden çektiğimiz' zalimler tanırız.

Bir kimseye ya da eşyaya verdiğimiz değeri elimizde belirleriz. 'El üstünde' tuttuklarımız vardır örneğin, ancak 'elden düşürdüklerimiz' ve 'el kirimiz' olan, 'elimizin tersiyle ittiklerimiz' de olur. Bir ustalığı, bir maneviyat birikimini devrederken 'el veririz;' sanki bir mürşidin veya bir ustanın yapıp ettiği herşey elindendir de, müridine yahut çırağına 'el verir'ken bütün kimliğini devreder, tüm varlığını verir.

'El avuç açmak,' iradenin bittiği yeri, gücün-kuvvetin tükendiği sınırı ifade ediyor olmalı ki, açık ve hareketsiz bir el, irade ve gücü temsil etmekten çıkıp, elin ötelere uzanan dua halini temsil eder, "isteme' görevini üzerine alır. Öyle ki, almak da, vermek de el üzerinde gerçekleşir: 'Veren el' olmak da, 'alan el' olmak da elin kaderidir.

El insanın iç dünyasından dış dünyaya uzanan iradesinin ve niyetinin görüntüsüdür. 'Kalem tutan el' ile 'silah tutan el' bir savaş-barış karşıtlığınının iki ucunu temsil eder. Gandhi, ünlü sözünde, barışı ve savaşı, nefreti ve sevgiyi elin iki temel hareketinde özetler: 'Sıkılmış bir elle bir başka eli sıkamazsınız.'

İnsan ruhunun dışarıya taşıdığı ellerin ucundaki her bir parmak ucunda, her bir insanın yeganeliğini ortaya koyan parmak izleri işlenmiştir. Sanki, parmak uçlarımız ne kadar bize özgüyse, parmak uçlarımızla dokunarak, avucuzumuzda kavrayarak, elimizle tutunarak ördüğümüz tercihlerimiz ve yapıp ettiklerimiz de kimliğimizi o oranda özel olarak ortaya koyuyor. Bazen bir kalemin ucundan, bazen bir fırçanın dokunuşundan, bazen bir silahın tetiğinden, bazen bir iğne ucundan taşarız dünyaya. El, iç âlemimizi yansıtan bir ayna olduğu gibi, dış âlemde sahip olduklarımızı ve sahip olamadıklarımızı belirleyen, elimizden gelen ile elimizden gelmeyenleri ayıran gerçek sınırdır.

İnsan eli, bilim dünyasının hâlâ daha kavramakta ve anlatmakta zorlandığı bir estetik ve hareketlilik anıtıdır. Estetiğin çoğu zaman hareketlilik aleyhine geliştiği, hareketliliğin ise estetikten mahrumiyetle gerçekleştiği hatırlanırsa, insan elinde estetik ve hareketliliğin birlikte ve birbirine engel olmadan tamamlandığını görebiliriz. El, ne estetik adına hareketten alıkonmuştur, ne de hareketlilik adına estetikten mahrum edilmiştir.

El, insanın eşya ile olan ilişkisinin temas noktalarını oluşturan, dokunmak, kavramak, tutmak, yakalamak, fırlatmak, avuçlamak, okşamak, sıkmak, itmek, çekmek, yoğurmak gibi sayısız eyleme göre ayarlanmıştır. Öyle ki, el hiçbir eşya ile temas biçiminde acemilik çekmez; herkes için ve herşey için hazırlıklıdır, her yabancıya göre hazırladığı bir tutuşu ve kavrayışı vardır.

İnsan eli, toplam 27 kemiğe giydirilmiş onlarca kas ve onlarca eklem üzerinde biçimlendirilmiştir. Bedene en uzak yerde parmak uçları yer alır, daha sonra parmaklar ve avuç, ve nihayet el bileği. Elin tüm bir hayatımızı biçimlendiren ve hayatımıza renkler düşüren öyküsü burada başlar, ama burada bitmez; belki hiçbir yerde bitmez. Elimize geçecekler, elimizin altında bulunacaklar, dokunacaklarımız ve okşamak istediklerimiz giderek artıp çeşitlendiğine göre, elimiz, senaryosu baştan belli olmayan bir büyük serüvende her role hazır, eli her işe yatan, elinden geleni yapan, ele avuca sığmaz bir başrol oyuncusu olmayı sürdürecektir.

Elimiz, iğneden ipliğe, düğmeden direksiyona, kapı kolundan klavyeye, piyanodan haltere, oltadan kaşığa kadar, bir ömür içinde temas edebileceğimiz tüm basit ya da karmaşık alet ve cihazların gizli ve vazgeçilmez parçası gibidir. Arkasında el olmayan bir kalem, tetiğine parmak dokunmayan bir silah, el değmeyen bir bıçak, avucumuzda yoğrulmayan bir hamur, parmak uçlarımızın değmediği bir saz, parmaklarımızda olmayan bir yüzük ne kadar yalnız, ne kadar zavallı ve ne kadar anlamsızdır. Elimiz eşyayı dönüştürüp değiştirdiği kadar, eşyanın varlığına anlam veren, eşyaya kıymet kazandıran, soğuk ve sessiz olan cisimlere sıcaklık ve sevecenlik katan 'büyüleyici' bir insan dokunuşunu taşır, sonsuz seven bir kalbin sıcağını bulaştırır, ruhumuzun sessiz konuşmasını diğer insan tenlerine aktarır.

Elin hareketleri, dış dünyanın biçimini değiştirmeye ve eşyayı bize yakınlaştırmaya ve yakıştırmaya ayarlıdır. Bu hareketlerin hiçbirinde işlevsellik ve estetik arasında bir çekişme yoktur. Örneğin bir kadehin zarif parmak hareketleriyle kavranması hem estetik gerekleri hem de işlevsel zorunlulukları yerine getirir. Bir piyanonun tuşlarında gezinen parmaklar ya da bir sazın teline vuran el, müziğin kendisi kadar âhenkli ve seyredilmeye değerdir.

Elimiz sadece fiziksel hareket becerilerinin sonsuzluğu ve pürüzsüzlüğü ile değil, ruhumuzla olan yakınlığı nedeniyle de fizik-ötesi becerileri de yerine getirir. Sözgelimi, 'okşamak' sadece el hareketi olduğu halde, ardında bir kalbin sonsuz şefkatinin derinliğini saklar ve açığa çıkarır. İnsan 'dokunuş'u tende gerçekleşse de, ten yufkalığında kalmaz, tenden öte anlamlar ve yakınlıklar taşır.

Elimiz, ele avuca sığmayan bir lutfun uzantısıdır kısacası. Elimizin asla erişemeyeceği ancak elimize usulca indirilmiş bir ihsanın gölgesidir.

DR. SENAİ DEMİRCİ 
 
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Müslüman, örnek insandır  
 
Kudüs'te medfun olan İbrahim bin Ali hazretleri "rahime-hullahü teâlâ", bir gün sevdiklerine;

- Kardeşlerim, örnek insan olmaya bakın, buyurdu.

Sordular:

- Örnek insan kimdir efendim?

- Eshab-ı kiramdır, İslâm âlimleridir. Onlar gibi olmaya çalışın. En kötü kimse, insanlara göre şekillenen kişidir, buyurdu.
Ve izah etti:

- Şöyle ki, bu gibiler, insanlara göre tavır alır, Allahın rızasını düşünmezler de insanların rızasını düşünürler. Halbuki Müslüman, her yerde Müslümandır. Altın, her yerde altın olduğu gibi.

Ve sordu onlara:

- Altın, kâfirin elinde de altındır, Müslümanın elinde de, öyle değil mi?

- Evet efendim.

- İşte Müslüman da hava ve su gibidir. Onsuz yaşanmaz.

Şöyle devam etti:

- Müslüman sevilir. Hatta âşık olunur ona. Çünkü onun maksadı dünya değil, Ahiret'tir. Ahirete döndürmüştür yüzünü. O, Müslüman olanlardan herkesi sever. Yalnız bir kimseyi sevmez.

Merak ettiler:

- Kimi sevmez efendim?

- Kendisini. Kendini sevmediği içindir ki herkes onu çok sever.


Bir gün de sohbetinde;

- Cenâb-ı Hak bizleri boş laftan kurtarıp, hayırlı işler yapmayı nasib eylesin, buyurdu.

Ve ekledi:

- Bu dünya ahiretin tarlasıdır kardeşlerim. Burada tohum ekmeliyiz. Tohumdan maksat, iyi iş ve ibadettir. Burada hayırlı iş yapılırsa, yarın mükâfatına kavuşulur. Ancak bir şartla.

Sordular:

- O hangi şart efendim?

- Usulüne uygun yapmak. Yani ibadetleri emredildiği gibi yapmalıyız. Onun için de bilmemiz lazım. Bilmeden ve bildiklerini yapmadan Müslümanlık olmaz.

Abdüllatif Uyan 
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 
 Sahte sevgilerden hakiki sevgiliye 
 Allah'a yaklaşmanın, kalbi ilahi rıza ile nurlandırmanın tek çaresi
Fani sevgileri ve sevgilileri terk etmektir. İnsan dönüp kalbine baksın...
Nice kabiliyette yaratılmış olan kalbi Allah'ın azametini bilmek için halk edilmiştir.
Bu kalbe Rabbine muhabbet yerine, bir şeye yaramayan türlü türlü sevgililer doldurulur.
Oysa dolu bir kaba ikinci birşey doldurulmaz. İnsan, Alah için verilen hakiki sevgiyi
ne zaman mecazi olana yönlendirrise, mahşer gününde mahçup düşer.

İnsan soyunduğu kadar giyinir. Kirli çamaşırlar çıkarılır, temizlenir, giyilir.
Bulduğun herşeyi üst üste giymediğin gibi, mecazi kirlilik sayılan sevgilileri terk etmedikçe
hakiki sevgi kalpte tecelli etmez. Dünyaya ait sevilen şeylerin cümlesi geçicidir.
 Allah için hazırlanmış olan bu kalp, mecazi sevgililere teslim edildiği kadar hakiki sevgiliye perdeli olur.
Hakiki sevgiliye kendini teslim ederse Allah mecazi sevgililerin cümlesini kendine nasip eder.
Allah'a bir kulübeni ver, O sana saray ihsan eder.

Mecazi sevgililerden gönlünüzü hakiki sevgiliye döndürün. Gücünüzün yettiklerini çıkarın.
Cezbe verilmişken, muhabbet kalbe konulmuşken, temizlenecekler temizlenmezse, temizlenme yolları çetin olur.

Evliya-i izam, Rabbimizin bir ikramıdır. Bu zamanda paha biçilmez bir mücevherdir.
Evliya ocağı insanın eline geçmeyen bir hazinedir. İnsan şimdi temizlenmeli.
Günahlarından ve kötü huylarından temizlenmezse temizlerler.

Fıkıhta temizlenme yolları vardır. Kirli olan şey ovalamakla, yıkanmakla temizlenir.
Yanmayan bir cisim ateşle temizlenir. Şimdiden tövbe ederek temizlenmezsek, kabir azabı temizler.
Ondada temizlenmezsek arasat meydanında güneş tepemize iner, Allah'ın kudretiyle terlerimiz dizlerimizi,
başımıza geçer. Elli bin sene arasat meydanında beklemekle temizlenir. Ondan da temizlenmezsek Sırat'ta temizlenir.
Ondanda temizlenmezsek cehennem temizler. Allah bir kuluna mağfiret edip onu temizlemedikçe cemalullah nasip olmaz.

Gelin, fırsat eldeyken temizlenin. Güzel giyinmek değil, Güzel ahlaka bürünmek süstür. Binbir elbise ile güzellik olmaz,
binbir haslet ile güzellik olur. Cezbe ile temizlenelim, muhabbet ile Hakk'a dönelim, fırsatı ganimet bilelim.

 ALLAH Teala bir adama anlayış verirse, sarhoşun sözü bile adama ibret verir. Şaban-ı Şerif geldiği zaman ayyaşın biri
hem içiyor hem de şu şarkıyı söylüyordu: " İç iç, kana kana iç. Zira Ramazan gölgesi üstüne düştü." Yani Ramazan'da
içemeyeceksin, demek istiyordu.

Bir imam efendi camiden çıkmış, evine gidiyordu. Sarhoşun şarkısınu duydu. "Sarhoş ne güzel söylüyor ! Onun içtiği içki
benim içtiğim ise ömrüm. Ben gafletle ömrümü içiyorum. Ölüm gölgesi ise üzerimde. Ecel gelmeden sen de dünyayı ganimet bil..."diyerek zamanının ulu zatlarından biri oldu.

İnsan dünyaya ibretle bakmalı. Sarhoşada bakılsa ibret vardır. Yeter ki insan ibret almasını bilmeli. Bunun yanı sıra neyi , ne için,kime verdiğinide bilmeli. Canımı veremem, alacaklar... Malımı veremem, bırakıp gideceksin...Çoluk çocuğun ne olacak ?Planların bitmeden gideceksin.

Kimin için, nelere kıyamadığımıza bakalım. Kıyamadıklarımızı bir gün elimizden alacaklar. Allah cezbe verir, intibaha gelmeyiz.
Kamil mürşid verir, tövbeye gelmeyiz. Şimdi fırsat varken malını önüne kat, tövbeyi yanına al.

Ey Rabbim, canımızı gafletle alma, kamil imanla al. Şeytanın şerrinden halas eyle ey Rabbim. Karanlık toprağın soğukluğundan haberimiz yok. Işık olarak ameli salih nasip eyle. Enbiya-i Zişanın şefaatine, evliya-i izamın himmetine nail eyle.
Sadatın üzerimizdeki emeklerini zayı etme-amin!


Mehmet Ildırar
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

 
 
 
Geride kalanlar ....  
Hani tren usul usul hareket edince...
Hani eller ayrılık hüznüyle, kavuşma heyecanıyla sallanınca...
Hani genzi yakan bir duman ortalığı kaplayınca...
Hani gideni gözünüz görmez olunca artık...
Ve o, içinizde bir yerlerde saklı tuttuğunuz derin nefes, özgürlüğüne kavuşunca...
Ve hani belki iki damla gözyaşı, akmakla akmamak arasında..
Ve hani siz sırtınızı dönerken boş peronlara...
Geride kalan sizsiniz...
.....
Bir padişah sofrası bulursunuz önünüzde...
Zengin...
İçinde bin türlü hüzün...
İçinde özenle hazırlanmış ayrılık lezzetleri...
Ümit ararsınız, bastırmak için acıkan efkarınızı...
Yaşanmış ve yaşanmamış duygular öylesine doldurur ki içinizi, hiçbir yere sığamazsınız...
Kâinatın bütün trenleri geçer gözünüzden ve gönlünüzden...
Hepsinin katili olursunuz bir anda...
.....
Derinlerde bir yerlerde...
Ama hep duyacağınız mesafede...
Yanık türküler söyler birileri...
.....
Sonra oturup bir çay bahçesine... "Neden gittiler, neden ben kaldım...." muhasebesi başlar...
.....
"Dünya da virane bir handır aslında...
Gelir ve gider herkes..."
Bazan gidenler üzülür, bazan geride kalanlar...
.....
Gece ve gündüz gibi...
Yaz ve kış gibi...
Bir gülüp, bir ağlamak gibi...
Hiçbir tren, son tren değildir halbuki...
.....
Bir gün "Bir geride kalan..." olarak, hüzünkâr hissederseniz kendinizi...
Bir başka gün her şeyi geride bırakacağınızı düşünün...
Kendinizi bile geride bırakacağınızı düşünün...

Murat Başaran
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 

 

Yar yolunda yaralanmak nişandır bize  

Son günlerde batı inkarının tene batıcı, can alıcı, yürek dağlayıcı, ocaklar sönüdürücü silahları karşısında zor durumda kalan Müslümanlara bakarak bazıları "Ne olacak bu Müslümanların hali?" demeye başladı.

Biz de soruyoruz "Ne olacak bu kafirlerin hali?"

Altın taşıyan iki gemi veya dünyayı yok edecek silahları taşıyan iki gemi denizde fırtınaya tutulur. Azgın dalgalar geminin içini de su ile doldurmaya başlar. Kaptanın biri altın sandıklarını denize atmaya, gemisini kurtarmaya çalışırken, öbür kaptan da atılan altınları da kendi gemisine doldurmaya çalışır.

İş bilmeyen ve uzaktan olayı seyredenler, altınları atana acırlar, altınları toplayana "Ne akıllı adam be.." diye alkış tutarlar.

Altınları atan kurtulurken, toplayan batmaya başlar ve denizin derinliklerinde yok olur gider. Gemisini kurtaran kaptan, deniz dindikten sonra geri gider ve iki gemi altını sahile çıkarır.

"Ne olacak bu Müslümanların hali?" demeyin. "Ne olacak bu inkarcıların hali?" deyin .

Denizde can simidi yerine demiri kucaklayıp denize atlayan gibi, gönlüne Allah inancı yerine, put koyan ve her gün putlarını artıran bu insanlar her geçen gün cehenneme doğru batmaktalar. Uyuşturucu eşliğinde tam tam çığlıkları atmaları aslında eğlence değil, "Kurtarın" çığlıklarıdır.

Evini ateşe verdikten sonra karşısına geçip gülen eğlenen deli gibiler.

Rabbimiz haram lokmayı yiyenlerin karınlarına ateş yediklerini söyler. (Bakara 174)

Hazineyi soyarak, zimmete para geçirerek, para dalavereleriyle toplumu soyarak ateşini çoğaltanlara akıllı demek mümkün değil.

Bir adam düşünün, Taksim meydanında dünyanın en kaliteli ağaçlarını, en kaliteli oymacılara işlettikten sonra kendi etrafına o işlenmiş ağaçları en iyi ustaya çaktırıyor ve kendi elleriyle süper benzin döküp ateşliyor.

Televizyonlar bu olayı verirken bir tane de psikolog bulundururlar ve bu adamın ruh durumunun tahlilini yaptırırlar.

İsa elbisesi içinde ülkelere girip arkadan gelen silahlı Bush'lara ajanlık yapanların ruh halini de bir tahlil etmeliler.

Kendini yakan adama itfaiye yetişemezse, kurtarılamazsa birkaç dakika içinde yanıp gidecek ve iş bitecek.

Ya inkârcıların hali!

O, bu haliyle gönlünde binlerce put olduğu halde, her hücresi haramla beslenmiş halde giderse sonu gelmez senelerde yanacak.

Gece karanlığında eğlenerek yürüyen bir kalabalık uçuruma doğru gitseler, uçurumdan haberi olmayan bu kalabalığa bir adam "Yahu nereye gidersiniz? Yolun sonu uçurum. Gitmeyin "diye bağırsa içlerinde birkaç kişi o bağıranı yakalayıp "Sen ayırımcılık yapıyorsun" diyerek ağaca bağlasa, kalabalık gülerken o bir kişi ağlasa şimdi biz hangisine: "Ne olacak bu/bunların hali?" diyeceğiz. (Bak: Tevbe 109 Âl-i İmran 103)

Ağlayan adam, bağlandığına ağlamıyor. Bu kalabalığın yardan aşağıya düşeceklerine ağlıyor. Yoksa o Müslüman yar yolunda yaralanmayı gazilik nişanı gibi zevkle taşır.

"Hakkın ma'bedinde zikredenin tesbihi zincirden olurmuş" der hapsi halvet kabul eder ve dışarıdakilerin imana gelmesi için de dua eder.

"Pislik yiyen, pisliğe konan sineği kimse kafese koymaz. Kafese bülbülü koyarlar" der ve kafese koyanın ruhunu inceltmek için binlerce nağme söyler.

Mum gibi, yakarlarken bile, yakanları aydınlatmaya devam eder.

Mahmut Toptaş


 

 
En Güzel İletişim Aracı:Dua  
Çok mu sıkıldınız?
Hayat sizi boğuyor mu?
Kolunuz ve kanadınızın kırıldığını mı hissediyorsunuz?

Evinizde veya mahalle camisinde sessiz bir yere geçin ve oturun ellerinizi açın ama sessiz bir ortam olsun ve sizlere şahdamarımızdan daha yakın olan yüceler yücesi yaratıcıyla iletişime geçin, onunla sohbet edin,0ndan isteyin, sadece ondan… Öncelikle aczinizi belirtin, verdiği her şey için ona teşekkür edin. Bir canlının sahibinden bir şeyler talep etmesinden daha doğal ne olabilir… Sizi sizden daha iyi bilen içinizden geçenleri içinizden geçmeden önce bilen biricik yaratıcıya yalvarın derdinizi anlatın… Onunla hasbıhal edin onunla hemhal olun…
Ve sizde yaratacağı mutluluğu hissedin bunu yapın...
 
Dua kulun acizliğidir, kimsesizliğidir, inanmanın en belirgin göstergesidir.
 
Sahipsiz olmadığımızın simgesidir… En kuvvetli antidepresan, ruhun ilacıdır dua...
En güzel iletişim aracıdır, Kapsama alanı diye bir sorun yoktur… Utanmadan sıkılmadan her an ve her yerde iletişim kurabilmektir dua…

Ayakta kalabilmenin yegâne sebebi, daha çok felakete uğramamanın önündeki çelik perdedir.
İsteklerimizin, sıkıntılarımızın, hastalıklarımızın yüce makama nurdan ellerle nurdan kâğıtlara dilekçe halinde yazılıp gönderilmesidir
Kendimizden dahi sakladığımız sırlarımızın dudaklarımızdan gök kapılarına iletilmesidir…
Dua huzurdur, dua şifadır, dua belki de yalansız dolansız tek konuşmamızdır…
Dua hem yaratıcıyla hem de kendimizle yüzleşmemizdir

Dua yaratıcı karşısında eşitliktir. Her mevkii ve makamdan kişilerin aynı seviyede olduğu andır.
Eller candan ve gönülden açıldığı müddetçe Dua kuvvettir güçtür
Cehennem sıcağına bir serinlik, çöl ortasında bir vaha, Karanlık gecelere sabah, bitmeyen sıkıntılara sondur dua
Aciz olanla güçlü olan arasındaki bir köprü, içinizde her daim saklı bulunan güçlü bir enerjidir dua…
Kurak topraklara suyun akışı, çoraklaşmış topraklarda kır çiçeklerinin bitmesidir dua…

Uçurum kenarında düşmek üzereyken size uzatılan el, Umutlarımızı gök kapısına taşıyan kanatlı meleklerdir dua
Dua ruhun kanatlanması, kişinin kendi miracı, Bilinmeyen âlemlere açılan penceredir dua…

 
Mehmet Orhan Durdu



Windows Live™ Photos ile fotoğraflarınızı kolayca paylaşımı. Sürükle bırak

Windows Live Messenger'ın için ücretsiz güncelleştirme! Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: