26 Mart 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) "en hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp ahiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır"cumamız hayırlara vesile olur inşallah selam ve dua ile


 




 DUALARDAN BİR BAHAR
 
Dualardan bir bahar AĞACIN ÜCRA BİR KÖŞESİNDEN, sessizce bir dua yükseldi bir bahar sabahı.

Canlanmak istedi kuru dal parçası.

Oysa can nedir, bilmezdi.

Bilse de çoktan unutmuştu.

Aylar var ki cansız ve kuru, bir iskelet gibi uyuyordu öylece.

Hayata kavuşmak, ondan beklenecek en son şeydi.

```

Çok geçmedi.

Birşeyler olmaya başladı dal parçasının üzerinde.

Bir tomurcuk uyanıverdi.

Hayat belirtileri başladı.

Yağmurla ıslandı tomurcuk. Güneşle ısındı. Rüzgârla nefes alıp verdi.

İstediği herşey onlarda vardı. Birtek şey dışında:

Hayat.

Ne yağmurda can vardı, ne ışıkta, ne havada.

Onlar, kendilerinde olmayanı bir kuru dal parçasına bağışlayamadılar.

Tomurcuk dualarla can buldu.

```

Ağaç, yüzlerce dalıyla dua etti can bulmak için.

Dualara cevap gecikmeden geldi.

Binlerce tomurcuk fışkırdı yüzlerce daldan.

Onlar da daha hayata gözünü açmadan duaya durdular.

"Âmin" dedi bulutlar.

"Âmin" dedi güneş.

"Âmin" dedi atmosfer.

"Âmin" dedi toprak, binlerce tomurcuğun duasına.

Yağmurla, ışıkla, rüzgârla cevap yağdı dualara haftalar boyu.

Sonunda, bir iskelet gözler önünde canlandı.

Ve ağaç, can bulan ellerini tekrar semaya açtı.

Yüzlerce dalıyla değil, on binlerce eliyle dualar sundu Yer ve Gökler Rabbine.

Onu bir dille değil, on binlerce diliyle zikretmek istedi.

```

Ağacın kendisi bir elden, yahut bir dilden başka birşey değildi.

O da yeryüzünün bir köşesinde, bir ovanın dillerinden biriydi.

Yeryüzünden sessizce dualar yükseldi bir bahar sabahı.

Toprak can bulmak istedi.

Ölmüş ağaçlardan ve bitkilerden ellerini semaya açtı.

Aynı anda her karışından binlerce dua yükseldi ovaların.

Gökler gürledi, güneş gülümsedi, rüzgâr müjdeler taşıdı uzaklardan.

Bir yağmurla, bir güneşle, bir havayla, sayısız dualara cevap geldi.

Her damlası bir cevaptı yağmurun.

Her parıltısı bir cevaptı güneşin.

Her nefesi bir cevaptı havanın.

Onları, dualara cevap veren gönderdi.

```

Cevaplara karşılık, yeni dualar yükseldi yerin her köşesinden.

Sayısız ağaçlar, sayısız çiçekler saf saf olup yakardılar.

Farklı dillerle, hep birlikte andılar kendilerine can vereni.

Dualar okundu yeryüzünün renk renk tebessümünde.

Baharın yüzünde gülen, duanın güzelliğiydi.
 Üit ŞİMŞEK

 
--------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dedikodu Hastalığı


 

Toplumumuzda dedikodu niçin bu kadar yaygınlaşmış? Her kötülük gibi bunun kaynağını da nefiste aramak gerek.

Dedikodu nefsin çok hoşuna gider. Nefis, faydalı bir eseri yarım saat okumaya, yahut faydalı bir sohbeti bir saat dinlemeye tahammül edemezken, sıra dedikoduya geldi mi saatler dakika gibi olur.

O halde ikinci bir soru daha ortaya çıkıyor: Dedikodu nefsin niçin bu kadar hoşuna gidiyor?

Bu sorunun cevabını Hz. Yusuf'tan (as.) dinleyelim:

"(Bununla beraber) ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü, nefis daima kötülüğü emredendir; meğer ki Rabbimin merhamet edip koruduğu (bir nefis) ola." (Yusuf Sûresi, 53)

Hadis-i şeriflerden öğreniyoruz ki, gıybet ve haset insanın salih amellerini yakıp mahvediyorlar, tıpkı ateşin odunu yiyip bitirmesi gibi. Bir müminin güzel işlerini anlatmak ise müminler arasında sevgi ve hürmet hislerini geliştiriyor ve kişiye sevap kazandırıyor. İnsanı bu sevaptan mahrum etmek için, kıskançlık ve haset duyguları harekete geçiyor.



Önümüzde iki yol var, birinde mümin kardeşimizi gıybet edip salih amellerimizi yakıp mahvetmek, diğerinde ise onu sevip, ondan övgü ile söz edip sevap hanemizi kabartmak.

İşte kötülüğü emreden nefis, insanı birinci yola sevk eder ve mahveder.

Nefsimizi seviyorsak ona acıyalım ve onu bu zararlı yoldan vazgeçirmek için şu gerçeklerle yüzleştirelim:

• Sen kendini seversin. Öyle ise gıybet etmemelisin. Çünkü gıybet anında zehirli bir lezzet alsan bile, o anda haset damarının kabardığını, sinirlerinin gerildiğini çok iyi biliyorsun. Bunlar ise seni içten içe rahatsız ediyor.

• Sen rahatını seversin. Başkasının seni gıybet etmesinden rahatsız olursun. Yaptığın gıybet er veya geç karşı tarafın kulağına gidecek ve ondan çok daha ağır bir mukabele görmekle rahatsız olacaksın.

• Sen menfaatini seversin. Gıybet etmekte bu dünyada bir menfaat elde etmediğin gibi ahiret yurdundaki ebedî saadetine de büyük darbeler vuruyorsun. Bu ise akıl kârı değil.

• Sen dünyayı seversin. Gıybetle geçirdiğin vakitlerini dünya saadetin için harcasan daha kârlı çıkacaksın.


Önemli bir nokta:


Kötü bir söz, karşı tarafın durumuna göre farklı sonuçlar verir. Bir erin bir başka ere söylediği kötü sözle, yüzbaşıya, albaya, generale söylediği kötü bir sözün cezaları farklılık gösterir. Gıybet için de benzer bir durum vardır. Bir mümini gıybet etmekle bir alimi, bir müçtehidi, bir müceddidi, bir sahabeyi gıybet etmenin, sonuçları gibi cezaları da aynı değildir.

İslam'a hizmet eden kişiler hakkında yapılan gıybet, insanları o kişilerden uzaklaştırmaya, dolayısıyla da İslam'a karşı yabanileşmeye götürür. İnsanlara hidayet yolunu kapamayı netice veren böyle bir cinayeti işlememeye azami dikkat göstermemiz inancımızın ve vicdanımızın gereğidir.



Bazen aynı mukaddes davaya hizmet eden kişiler arasında da bu hastalığın bir başka yolla nüksettiğine şahit oluruz. Dava arkadaşında gördüğü bir yanlış tutumu başkalarına anlatarak onun gıybetini yapan kişi, şöyle bir savunma mekanizması geliştirmeyi de ihmal etmez: "Ben bunları nefsim için değil davaya zarar gelmemesi için söylüyorum."

Nur Külliyatında gıybetin bazı özel durumlarda caiz olacağı nazara verilirken bunlardan birisi şöyle dile getirilir:

"Şekva suretinde bir vazifedar adama der; tâ o münkeri ondan izale etsin."

Burada iki önemli şart söz konusudur: Birisi, şikayeti yaptığımız makamın o kötülüğü önlemeye yetkili olması. İkincisi, maksadımızın dava arkadaşımızı kötülemek değil ondaki bir kötülüğün giderilmesi olması.



Demek oluyor ki, o kardeşimizin hatasını, onu düzelmeye güç yetiremeyecek kişilerle konuşmak gıybettir; ama yetkili kişiye aktarmamız gıybet değildir. Yetkili kişiye aktarma yaparken de niyetimiz onu kötülemek olursa yine gıybetten kurtulamıyoruz; niyetimiz o kardeşimizden söz konusu kötülüğün giderilmesi ve onun manevî kurtuluşu olmalı.

Nur Külliyatı'nda, gıybetin caiz olduğu özel maddeler sayıldıktan sonra şu kayda yer verilir:

"İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir."

Karşıya zarar verme, onu gözden düşürme, ona karşı beslediğimiz kötü hisleri tatmin etme gibi art niyetlerden uzak olan ve sadece hak için, maslahat için yapılan şikâyetler gıybet olmuyor.

Gıybet, gerçekte işlenmiş bir hatayı başkalarına aktarma şeklinde olabileceği gibi, çoğu zaman, "su-i zan", yani "yanlış yorumlama, olaya menfî yönden bakma" sonucu da ortaya çıkabiliyor. Gerçekte yanlış olmayan bir hareket, yanlış yorumla ile hata kabul ediliyor, daha sonra bu yanlış kanaat üzerine de gıybet bina ediliyor.

Su-i zannın kaynağı kişinin kendi mizaç bozukluğudur.

"Kendisinde bulunan su-i ahlakı su-i zan bahanesiyle başkalara teşmil etmesin." (Mesnevî-i Nuriye)

Bu çok önemli bir mihenk taşıdır. Birisinin yaptığı hayırlı bir işi tenkit ederken, onun bu işi menfaat karşılığı yaptığını söyleyen kimse "su-i zan" etmiş olur. Yukarıdaki ifadeden anlaşılacağı gibi, bu zannın kaynağı da "o kişinin menfaat düşünlüğüdür." Yani, o adam kendi iç aleminde şöyle bir değerlendirme yapmış olur: "Ben bu işi yapsam menfaat için yaparım. Demek ki bu adam da bu işte bir menfaat gözetiyor."



Hucurât Sûresi birçok içtimaî meselenin ve sosyal problemin birlikte yer aldığı ibret dersleriyle dolup taşan bir sûre.

Onuncu ayette, "müminlerin kardeş olduğu ve aralarında bir problem çıktığında ıslah yoluna gidilmesi gerektiği" ders veriliyor. Bu ayeti hemen takip eden ayetlerde, sanki İslâm kardeşliğini zedeleyen hastalıklar sıralanıyor.

On birinci ayette bir topluluğun diğerine "lakap takması", "onu alaya alması" yasaklanıyor.

On ikinci ayette "su-i zan, tecessüs (kusur araştırma) ve gıybet" yasaklanıyor. Bu ayetin mealini aktarmak istiyorum:

"Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü, zannın bir kısmı günahtır.

Birbirinizin kusurunu araştırmayın.

Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin(gıybet etmesin)! Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz.

O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir." (Hucurât, 12)

On üçüncü ayet-i kerimede bütün insanların, başlangıçta bir erkekle bir dişiden yaratıldıkları hatırlatılarak "ırkçılık" belasına düşmemiz yasaklanıyor.

Sanki bu ayetlerde Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağlarına zarar veren kötü hasletler küçükten büyüğe doğru sıralamış gibi:

"Bir topluluğu alaya almak."

"Birbirini kötü lakapla çağırmak."

"Su-i zan beslemek,"

"Birbirinin kusurunu araştırmak."

"Gıybet yapmak."

"Irkçılık davası güderek kendi ırkından olmayanlara üstünlük taslamak, onlarla yardımlaşma yerine düşmanlık yoluna girmek."

Gıybet, bu tehlikeler zincirinde sondan ikinci sırada yer alıyor. Yani ırkçılık dışında, diğerlerinin tümünden daha tehlikeli.

Rabbimiz, bizim kardeş olduğumuzu beyan ettiği ve onu bozan her kötülükten bizi sakındırdığı halde, nefsin arzusuna kapılarak dedikodu yolunu tutmak, rıza çizgisinden büyük ölçüde sapma göstermektir. Çünkü, Allah bizim birbirimizi sevmemizden razı oluyor; hemen hepsi "kibir" çekirdeğinden çıkan bu kötü hasletlerden değil.

Kibir kula yakışmaz ve Allah kibirlenenleri sevmez.


Prof. Dr. Alaaddin Başar

 

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 

 

Eşimle anlaşamıyorum !

 
 

Eşlerin anlaşamamasının üç sebebi vardır: Mânevî sorunlar, maddî sorunlar ve çevrenin etkisi.

Allah insana öyle bir beyin vermiş ki, problemlerin bütününü çözebilir. Eşler arasında maddî durum sorun olmamalı. Durum ortada. Ne kazanıyorsak, onu yiyeceğiz. Bu dünyada pek çok fakir zevk içinde, huzurla yaşamıştır. Pek çok zengin de rahat bir nefes alamadan göçüp gitmiştir.

"Et getir, ekmek getir, baldan da haberin olsun.

Et yok, ekmek yok, halden de haberin olsun."

Manevî sorunlar tesettür, ibadet veya cinsel hayat yönünden olabilir. Böyle problemleri yaşayanlar uzman kişilerin desteğini alabilir. Dindar ve ehil birine danışıp "Benim şu şu problemim var, ne yapabilirim, nasıl halledebilirim?" derse, Allah'ın izniyle o kişinin söylediği ona şifa olur. Amma dinlerse…

Evlilik, matematik hesabı gibi değildir. Şöyle davranırsak şöyle olur, böyle yaparsak böyle olur gibi teknik hesaplar evlilikte tutmaz. Kişi kendi çözümünü önce kendi bulmalıdır.

İnsan yaprak gibi olmamalı. Yaprak, esen rüzgâra tabidir. Evlendiğimde annem yanımdaydı. Şöyle düşündüm. Bu annemdir, bu da karımdır. Her ikisinin de hukukunu korumalıyım.

Evliliği kötü yere sürükleyen huylardan biri de laf taşımaktır. Laf taşımak cahillerin işidir. Düşüncesi kıt olanlar, ne yaptığını bilmeyenler, taşı nereye attığının farkında olmayanlar taşıdıkları lafla kafa kırarlar.

Kavga, ailede yaşanabilecek en kötü durumdur. Evlilikte sorunlar varsa, eşler her şeyi bırakıp oturup düşünmeli; "Ben neyim, ne yapmam gerekiyor?" sorularına cevap aramalıdırlar.

Genç bir hanım bana, "Eşimle anlaşamıyorum." dedi. Al eşini karşına ve eşine, "Kocacığım, biz mesut olmak için evlendik. Fakat anlaşamıyoruz. Nasıl hareket etmemi istersin? Seni nasıl memnun edebilirim, onları söyle de yapayım. Mutluluğumuz için ben bir adım atmış olayım." de, dedim. Kadın hemen itiraz etti: "Ben onun kölesi miyim? O benim istediğimi yapsın!" "Bu düşüncenden vazgeçebilir misin?" dedim. "Hayır!" dedi.

Yaşlandıkça insanların huyları kemikleşir. Değişmez, yeni bir şekle girmez. Ben böyleyim, diye inat eder. O inat, aileyi târumâr eder. Küçük anlaşmazlıklar ve gereksiz inatlar büyük dertlere sebep olur.

İki şoför yarışa çıkıyor ve ikisi de kaza yapıyor. Yollar yarışmak için değil, gideceğimiz yere ulaşmak içindir. Evlilik üstünlük gösterme meydanı değildir. "Nasıl mutlu olunur?" sorusuna cevap arama yeridir.

Rahat olmanın, huzurlu olmanın en iyi yöntemi, eşinin iyi taraflarını görmektir. Bu şekilde denge sağlanır. Eşinin huyları yüzünden kendini heba eden, uçurumdan yuvarlanan insanlar tanıyorum. Adamın huzuru yok ne yapsın! Şu kocaman dünyada bir yere sığamıyorlar. "Ben de sakin bir hayat istiyorum!" diye teselli isteyen insanlar gelirdi bana. "Sabret" derdim. Konfor yerinde. Gezmedikleri, görmedikleri yer kalmamış. Öyle bir noktaya gelmiş ki, mutluluğu başkalarıyla kuracağı ilişkilerde arayacak amma, insanlardan korkmuş.

Kadın kocasının, koca da karısının her istediğini yerine getiremez. Asıl anlaşmazlık bundan çıkıyor.

Gözlemlediğim kadarıyla evlilikte yapılan en büyük hata "anlayışsızlık".

Kadın da erkek de, eşinde İslâmiyet'in esaslarını görmek ister. Evin reisi, İslâmiyet olmalıdır.
 
HEKİMOĞLU İSMAİL

--------------------------------------------------------------------------------------------------------

Aileye İslam kültürüyle bakmak...

 
Tarih boyunca Batılıların tekrar ettikleri cümle hep aynı olmuştur:

-Müslümanlarda aile kutsaldır, kolay yıkılmaz!

Şüphesiz ki bu tespit geçmişte gerçeğin ta kendisiydi. Aileye İslam kültürüyle bakıldığı devrelerde aile yapısını sarsmak, aile bireylerinin karşılıklı saygı, sevgisini zayıflatmak mümkün değildi.

Çünkü Müslüman aile hayatını yaşadığı yuvasını, dünyasından başka ahiretini de kazanacağı bir kutsal mekan olarak biliyordu.. Cennet de, cehennem de orada kazanılırdı onun kültüründe.

Nitekim aile içindeki fedakârlıkların ahireti kazandıran değeri şöyle ifade edilmekteydi...

-Mahşerde kulun terazisine konacak en ağır sevap, ailesi için çektiği zahmet ve yaptığı harcamanın sevabı olacaktır!..

Heytemi'nin Zevacir'indeki bu hadise göre, beyin aile efradı için yaptığı harcama ve çektiği zahmetler, hanımın ev içindeki emek ve gayretleri.. sevabı en çok olan amellerinden biri olarak çıkacak karşılarına...

Bu sebeple, hanımın evini temizlemesi, çamaşırlarını yıkaması, beyinin hizmetlerini görüp yemeğini hazırlaması, çoluk çocuğuna bakıp yetiştirmesi... gibi aile içi hizmetlerinin hepsi de İslam kültüründe basit ve karşılıksız bir dünyevi hizmetçilik sayılmamakta, sevabı ağır amellerinden biri olarak ahirette yanında yer alacağına işaret edilmektedir.

Tergıp ve Terhip gibi değerli hadis kitaplarında tekrar edilen şu hadiste aileye İslam kültürüyle bakan hanımları sevindiren ölçüler vermektedir:

-Kadın beş vakit namazını kılar, orucunu tutar, kendini haramlardan korur da, beyini de kendinden memnun ederse o hanıma ahirette denir ki:

- Ey yuvanın huzurunu sağlayan sabırlı hanım, buyur cennetin hangi kapısından girmek istersen oradan gir, cennetin tüm kapıları sana açıktır!

Demek ki, evde sabır gösterip aileyi ayakta tutan dindar hanıma, "Cennetin hangi kapısından istersen gir" teklifi layık görülmektedir..

Heytemi'nin Zevacir'indeki bu hadisin manasını teyit makamında şu olay da kaydedilmektedir..

Bir hanımefendi Efendimiz (sas) Hazretleri'ne gelerek bazı sorular sormuştu. Efendimiz ona 'Beyinle nasılsın?' diye sordu. O da:

- Elimden geldiği kadarıyla hizmetinde kusur etmemeye çalışıyorum! cevabını verdi.

Bunun üzerine Efendimiz (sas) Hazretleri kadına şu hatırlatmada bulundu:

- Dikkat et! Beyin senin hem cennetin hem de cehennemindir!..

Yani cenneti de cehennemi de ona karşı takındığın tavrınla kazanabilirsin!..

Elbette bu hüküm sadece hanımlar için değildir. Beyler için de geçerli olan adil bir hükümdür. Ailenin reisi olan beyin cenneti de cehennemi de evde ailesine karşı takındığı adaletli, yahut da adaletsiz tavrıyla ilgilidir. Bundan dolayı aile reislerini ikaz eden Efendimiz (sas) şöyle hatırlatmada bulunmuştur:

-Dikkat edin, benim yanımda sizin hayırlınız, ailesi için de hayırlı olandır!..

Demek ki ailesine hayırlı davranmayan kimseyi Efendimiz (sas) de ümmetinin hayırlısı olarak görmemektedir.

Bütün bunlardan anlaşılan şudur:

-Müslüman erkek ve kadın cennetini de cehennemini de kutsal aile ocağında kazanırlar. Aileye İslam kültürüyle bakan bireyler, saygıyı ve sabrı tercih eder, yuvayı yıkılmaz hale getirir, kazanırlar; bu kültürden mahrum olarak bakanlar ise saygısızlık ve sabırsızlığı tercih ederler, yuvanın huzurunu yok edip pişman olacakları sona doğru hızlanırlar...


AHMED ŞAHİN
 

" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"
 





Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.

Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.

Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: