5 Aralık 2008 Cuma

(Namaz Zamanı) selamünaleyküm hayırlı cumalar hoşça bakın zatınıza dua ile





Yakarış

 

 

HER ŞEY ve herkes geçici; bir tek Sen…

Her şey ve herkes vefasız; bir tek Sen…

Her şey ve herkes acımasız; bir tek Sen…

Herkes unutur, bir tek Sen…

Ruhum Sana böyle muhtaçken, kalbim böylesine susamışken bir yudum sevgine, dikenleriyle ellerimi ve yüreğimi kanatan bütün bu yollar dolanıp dolanıp Sana çıkıyorken, Sana açılıyorken bütün kapılar, ve Seni soluyorken aldığım her nefes, böylesine Seninle doluyken, neden bu Sensizlik?

Bilirim Sana varılan yollar dikenli ve taşlı… Zorlu ve acıklı bir yolculuktayım, varılacak yegane noktam Senken… Ama bu ayrılık, bu Seninle dolu Sensizlik harap ve bitap düşürdü beni…

Şu dünyada sığınacak sağlam ve güvenli bir liman arayışım hiç bitmedi, tüm limanlar yüz çevirirken benden… Kalp bu, sevgi için yaratılmıştı. Sevgiyle yaratılmıştı, hem de sonsuz bir sevgiyle… Sevgiye açlığı mazurdu velhasıl. Ancak sevgi kandırabilirdi onu. Suçu yoktu, onun da kaderi buydu… Öyle ya, sevgi gerçekti. Sevgi en gerçekti. Sevgi tek gerçekti. Ve sevgi Sendin… Sensin… Sen olacaksın sonsuza dek…

Bu gerçek ayın ondördü gibi ortadayken, neden benim yalancı liman arayışlarım? Sevgimi har vurup harman savuruşum ve böylece ızdırabımı değersizleştirişim?

Ne kadar acı yaşadıysam bugüne kadar, hepsi Sana uzaklığımdan, Senden kopukluğumdan… Bu sürgün çok yaktı canımı… Görülemeyen, görülmedikçe kendini daha da çok haykıran gerçekler, dolanıp dolanıp çıkmaza sürüklenen yollar, umutlanıp umutlanıp hayal kırıklıklarına uğramalarla dolu benim geçmişim… Yıkımlarla…

Doğru ya, Senden uzak olunca görülmez olur ayın ondördü gibi ortada olan gerçekler... Senden uzak olunca çıkmaza sürüklenir bütün yollar… Senden başkasına verince sevgimi; beklentilerimi, umutlarımı Senden başka fani herhangi bir şeyin omuzlarına yüklersem, hep ama hep hayal kırıklıkları bekler yüreğimi…

Hangi fani sevgili kandırabilir kalbimin 'sonsuz' sevgi özlemini?

Hangi fani sevgili hiç kimsenin düşünmediği, anlamadığı o kendime gurbet demlerimde hatırlar beni de teselli verir bana?

Hangi yalancı liman kabul edebilir beni olduğum gibi, bunca çok kusurlarımla?

Ah Sen… Derdimin dermanı… Gönlümün sultanı… Ruhumun sahibi, bedenimin mimarı… Bana 'Ben'i veren…

Ah Sen… Hem derdim hem dermanım…

Ah Sen… Her şeyim… Bütün kusurlardan münezzeh olan…

Sen böylesine kusursuz, mükemmel ve sonsuzken, yarattıkların bu kadar gaddar ve kibirli tüm kusurlarına rağmen… Sen bu kadar merhametliyken, en günahkâr kullarına bile açık kapı bırakıp, kabul ediyorken huzuruna; yarattıkların tüm faniliklerine rağmen acımasız, merhametsiz…

Ah Sen… Merhametliler merhametlisi… Güzelliği, rahmeti, merhameti sonsuz olan! Senden uzaklığımdır tüm derdim… Sensin derdimin dermanı… Bana yakınlığını ver. Lütfet de Senin sonsuz huzurunda olmanın eşsiz tadına varayım… Yaralarımı sevginle sarayım…

Ah Sen… Sana muhtaç olan, yalancı ve fani sevgilerden usanmış kalbimi sevginle o kadar doldur ki, başka hiçbir şeye yer kalmasın…

 

Özge İNCİ

 

gününüzün huzurlu,iç aleminizin nura gark olması dileğiyle Selam ve dua ile

 

 

KirmiziGul 6

 

 

Düşmanlar evini sardı, canını istiyorlardı, O dua ediyordu.
Mızraklarını kapıya doğrultmuş, sabahı bekliyorlardı, O Yasin suresini okuyordu.
Sonra yüzlerine toprak atarak aralarından geçip gidiyor, Sevr dağına çıkıyordu.
Düşmanlar her tarafı köşe bucak arayarak mağaranın önüne kadar sokuluyorlardı. O, sadık arkadaşına "Üzülme Allah bizimle beraber." diyordu.
Düşmanları başına ödüller koyuyordu; O, arkadaşıyla birlikte Medine'ye doğru yol alıyordu.



Al Renge Düştü Rahmet!!

Öznur Çolakoğlu Cam

AL RENKLİ narin bir şakayığın yaprağına, berrak bir rahmet damlacığı dokundu. Bir annenin busesi gibi saf ve masum ve bir o kadar da duru düşüverdi al rengin üzerine.. Yaz semalarına nazır masmavi gökyüzünü rahmetin müjdecisi bulutlar örtüverdiler alelacele.. suya hasret çimenler su diye bir kez daha inlediler ve tek tük düşen damlacıkları bir an evvel yudumlayabilmek için hepsi hazır ola geçtiler. İnleyen kuru ağaç gövdelerinin kökleri su damlacıklarına ulaşabilmek için neredeyse toprağın yüzeyine çıkacaklardı.

Doğadaki bu telaş ve sevince bahar temizliğine girişmiş kadınların vaveylaları karıştı. Daha evvel olsa ağız birliği etmişçesine ah vah edecek ağızlar, şimdi balkona çıkmış yağmuru seyrediyorlardı. Yoldan geçen bir kul seyirdeki kadınlara hitaben,

- eyvah!!dedi.. halılarınız ıslanacak..

- olsun… diye yanıt verdi balkondakiler.. halıyı toplayıp kaldırmaya razıyız. Yeter ki, yağsın mübarek!!

Başka bir yerde bir grup öğrencinin piknikleri, yağmur muhalefetiyle, iptal oldu. Daha evvel olsa, binler ah edecek yürekler.. Neyse, yağsın yeter ki diye geçirdi içlerinden. Yağmurun nemine, çamuruna aldıran yoktu artık eskisi gibi. Herkes sadece su diyordu şimdi.

Nede olsa muhtelif su krizleri ve senaryoları her geçen gün daha da artarak devam ediyordu. İlginç olan bunca bilince rağmen, insanların halen daha suya ve israfa karşı olan duyarsızlıklarıydı. Akan çeşmeler, yıkanan halılar, boş yere aksa dahi dönüpte kapatılmayan sebiller.

Yaz yağmurunu fırsat bilip yağmur altında yürüyüşe çıkan iki arkadaş.. Uludağ'ın engin yeşilliği içinde tefekkür ediyorlardı. İçlerinden biri peygamber efendimiz a.s.m'in yağmur yağınca bağrını açıp dışarı çıktığını hatırladı.

- Aldırma ıslanmış olduğumuza… dedi. Peygamber Efendimiz (a.s.m.)'te yağmur yağınca göğsünü yağmura açıp dışarı çıkmıyor muydu zaten? Üstelik ashabı "Bunu niye yaptınız ya Rasulullah?" diye sorduğunda verdiği cevapta müthiş anlamlı değilmiydi?. Şöyle derdi Muhammed Mustafa(sav) "Bu, az önce Rabbiyle beraberdi." yada "Bunun Rabbiyle ahdi yeni!"

- Ben.. dedi diğeri. Merak ediyorum sadece.. Bu rahmet tanecikleri hangi mübarekler hürmetine iniyor yeryüzüne..

Utandı az evvel konuşan kişi. Sahi yeryüzündeki insanlar hak ediyorlar mıydı gerçekten böylesine kutlu müjdeleri.. yolları yeşiller içinde bir kabristanın yanından geçiyordu. Ellerini kaldırıp, fatiha okumayı ihmal etmediler. Duayı müteakip ellerini açıp daha nice dualar ettiler.

Derin düşüncelerden yüzüne düşen yaz yağmurunun ilk ve serin damlacığıyla irkilen başka bir insan ayakları altındaki otlara baktı ve kendi kendine gökyüzünden inen bu temiz rahmetin ancak şu yeşil otlar hürmetine indirildiğini düşündü. Zira insan denilen mahlukat nasılda nankör, nasılda sapkınlık içinde, nasılda arsız olabiliyordu.

Elhamdülillah ki, Rabbimizin rahmeti gazabını geçmişti. Yinede yol kenarlarındaki her şeyden bihaber ve masum olan yeşillikleri insanoğlundan daha mübarek ve daha masum buldu. Nerede yaşadıkları muamma olan şehir serçelerinden biri minik bir su birikintisinden kana kana su içti birde duş almayı ihmal etmedi. Yoldaki insan, aslında insanların işlerinin bu kuşlar kadar kolay olmadığını düşündü. İnsanın tüm canlılardan daha çok suya ihtiyacı vardı. Ama insan, rahmete mahzar olmak için hiçbir zahmete katlanmayı göze almıyordu..

İlginç bir dünya idi yaşanılan mekan vesselam! İnsanlar ne kadar insandı?! Bir ot yada bir kuş kadar görevlerinin fevkinde miydiler? İnsan olmak ne demek anlayabilmişler miydi? Al renge düşerken rahmet, zihinlere de bir soru düştü.. Sahi insan ne demekti?

selam ve dua ile



! Buraya

Windows Live Messenger'ın için ücretsiz güncelleştirme! Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: