30 Aralık 2008 Salı

(Namaz Zamanı) esselam...Hicri yeni yılımız hayırlara vesile olur inşallah.Filistinli kardeşlerimize dualarımızı unutmayalım..dua ile dostlar




Her hicret, Ensar ister
 
HİCRET DEYİNCE, HER mü'minin aklına önce Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselam, sonra yol arkadaşı Ebu Bekir radıyallahu anh, sonra Mekke, sonra Medine gelir. Bir adım sonra, Mekke'den Medine'ye hicret eden sair sahabileri de düşünürüz.

Hicret deyince akla gelenler hayalimizde bu şekilde bir bir canlanırken, Hicret deyince muhakkak akla gelmesi gereken bir grup insan bir şekilde nazarlarda gizlenir yahut gerilerde kalır.

Bu bir grup insan, Ensar'dır. Ensar: Mekke'den hicret eden Muhacir sahabilere, her açıdan yardım elini uzatan Medineli sahabiler.

İşte o Ensar, Hicret hatırlara geldiğinde, unutulmasa da, sıralamada geri kalır ve nazarlardan gizlenir.

Kimbilir, belki de, Hicretin asıl zor tarafını Mekkeli mü'minler gerçekleştirdiği içindir bu. Hz. Peygamber'in bile, terkederken geri dönüp "Benim için sen, Allah'ın arzında bana en sevgili yersin. Kavmim beni mecbur bırakmasıydı, seni asla terketmezdim" buyurduğu yerdir Mekke. Kâbe'si, Zemzem'i, Safâ ile Merve'si, Hira'sı ile, az ötedeki Arafat'ı ile, insanlık tarihinin en ulvî hatıralarını özünde taşıyan yerdir. Allah'a ibadet için inşa edilen ilk bina da Mekke'dedir, sözlerin en güzeli olarak Kur'ân-ı Hakîm de ilk olarak burada Peygamber'e inmiştir.

Peygamber aleyhissalâtu vesselam ve Mekkeli sahabiler, işte böylesine kudsî hatıralar yüklü olduğu halde Mekke'yi terketmişlerdir. Dahası, yanlarına alabildikleri üç-beş eşya ve üç-beş dinar dışında, dünyalık namına neleri varsa onları da geride bırakarak ayrılmışlardır bu şehirden. Daha da ötesi, birçoğu anasını, babasını, eşini, evladını ve her hâlükârda akrabasını arkada bırakarak ayrılmıştır Mekke'den.

Dolayısıyla, Hicret deyince, feragatin büyüğü, elbette Mekkeli Muhacirîn'e aittir. Zira, imanları için herşeyden ve herkesten geçmişlerdir. Kurulu düzenlerini bozmuş, işlerini-güçlerini bırakmış, eş-dost-akrabadan kopmuş; sırf imanlarını tam olarak yaşamak adına, hepsinden feragat etmişlerdir.

Ama birşe var ki, Mekkeli sahabiler, hicret ederken, bir bilinmeze doğru göç etmiş de değillerdir. Peygamber aleyhisselam ve yol arkadaşı Ebu Bekir, hicret ederken, meçhul bir diyara ve meçhul bir akıbete doğru hicret ediyor değildir.

Zira hicret, apar-topar, bir anda ve bir belirsizliğe doğru bir yolculuk değildir.

Sahabiler de, Hz. Peygamber de, hicret ederken, nereye, hangi şartlarda, kimlerle karşılaşmak üzere gidiyor olduklarını bilmektedir.

Açıkçası, Hicret, Mısır'dan Filistin'e o mucizevî hurucunda Hz. Musa'nın yaşadığına benzer mihnetler barındıran bir yolculuk değildir. İkibin küsur metrelik derinliğiyle Kızıl Deniz'in yarılıp yol olarak açıldığı bu mucizevî hurucun akabinde Eriha'ya varıldığında gelen cihad emri karşısında Benî İsrail'in tavrı "Ey Musa! Git, sen ve Rabbin savaşın!" aymazlığı iken; Medineli sahabiler, Hicret gerçekleşmeden evvel, hem de iki kez Akabe'de Peygambere biat etmişlerdir.

Hem de nasıl bir biat!

Akabe biatlarında Ensarın en ziyade öne çıkan ismi Es'ad b. Zürâre'nin dediği şekilde, onlar, Peygamber aleyhisselamı ve Mekkeli sahabileri Medine'ye davet ederken, kendileri için nelere davetiye çıkardıklarının farkında olarak bu biatı etmişlerdir:

"Bizler, ancak bu zâtın Resûlullah olduğunu bilerek, develerimizin böğürlerini tepe tepe buraya gelmiş bulunuyoruz. bugün kendisini alıp Medine'ye götürmek, bütün Araplardan ayrılmaş, ayrı baş çekmek, ve neticede en hayırlılarınızın öldürülmesi ve sizlerin de kılıç darbeleriyle kesilip biçilmeniz demektir. (...) Ey insanlar! Muhammed'e ne üzerine bey'at edeceğinizi biliyor musunuz? Siz ona; Arap ve Arap olmayanlarla, bütün cin ve insanlar topluluğu ile savaşmak üzere bey'at edeceğinizin farkında mısınız?"

Yahut Abbas b. Ubâde'nin dikkat çektiği şu istikbale razı olarak:

"Sizler; insanların kızıl ve kara derilileriyle savaşmak üzere kendisi ile biatlaşacaksınız!

Eğer karşılaşacağınız musibetle mallarınız azaldığı, eşrafınız öldürüldüğü zaman ona yardım etmeyecek, kendisini muhaliflerinin ellerine bırakacaksanız, vallahi bu, dünyada da, ahirette de yüzkarasıdır. Şimdiden bundan vazgeçin.

Fakat eğer sizler kendisine vaadde bulunduğunuz yardım, barındırma, muhaliflerinden koruma gibi şeyleri yerine getireceğinize kani iseniz, mallarınızın azalması ve eşrafınızın öldürülmeleri pahasına da olsa onu tutunuz ki, vallahi bu da, dünyada da, ahirette de hayırlıdır!"

Onlar işte bunun farkında olarak Akabe'de Hz. Peygambere biat edip onu Medine'ye davet etmişlerdir.

Verdikleri bu sözün şartlarını da bihakkın yerine getirmişlerdir. Mallarını da, zamanlarını da, hayatlarını da Resûlullah için feda etmekten çekinmemiş; asla ve kat'a, "Git, sen ve Rabbin savaşın!" kabilinden bir aymazlığa düşmemişlerdir. işte Bedir, işte Uhud, hele ki Hendek, bunun apaçık delilidir.

Bu açıdan bakıldığında ise, Hicrette Ensar'ın da hissesi daha bir berraklıkla çıkar karşımıza.

Anlarız ki, Hicret, tek-taraflı bir göç değildir.

İmanından dolayı yurdunda barınamayan ve canına kastedilen bir topluluğun, imanını yaşayabilmek için meçhul bir diyara göç etmesi değildir Hicret.

İmanından dolayı yurdunda barınamayıp canlarına kastedilen bir topluluğun, imanlarını yaşayabilmeleri için her açıdan onlara yardıma, her türlü destek ve korumaya söz veren insanların olduğu bir diyara yapılan göçtür o.

Hicretten söz ediyorsak, bir tarafta tanım gereği elbette Muhacirîn, yani 'göç edenler' vardır.

Ama diğer tarafta o hicret edenleri yurtlarına kabule, her açıdan yardıma, desteğe ve korumaya önceden söz vermiş Ensar, yani 'yardımcılar' da vardır.

Hicret, bir bilinmeze yolculuk değildir. Bir "Git, sen ve Rabbin savaşın!" yolculuğu da değildir. Bir "Gidin, siz ve Rabbiniz savaşın!" yolculuğu da değildir.

Hicretin bir ucunu Allah için herşeyden feragat eden Muhacirîn tutmuş, gitmekte; öteki ucunu ise Allah için herşeyden feragat edenler için herşeyden feragat eden Ensar tutmuş, "Bize gelin!" demektedir.

Hicret, "Gelin, ne gerekiyorsa ben de varım; ne yapılacaksa, ben de işin içindeyim; hangi bedel ödenecekse, ben de hazırım!" diyebilen bir Ensarın varlığında gerçekleşmektedir.

Yok mudur "İçimde bir Muhacir var" diyebilen?

Var mıdır "İçimde bir Ensar var" diyebilen?

23.01.2007


Metin Karabaşoğlu
karakalem.net
 

Hicri yeni yılımız hayırlı olsun...selam ve dua ile

 
Musa'lar yalnızdır!..


Musa'nın olduğu yerde Firavun değil, Firavun'un olduğu yerde Musa vardır. Yani evvela küfrün zehirden tadı emilecek, sonra panzehir olarak din yetişecek.
Nizam böyle!

Musa kelimesinin ihata edeceği her şahıs, İlahi bir ıslahat fermanıyla insanlar içinde boy gösterirken, onların evvela yalnız oldukları göze çarpar.

Evet, Firavun kavmine gelen Musa'lar yalnızdırlar. Çünkü Firavun bir meslek erbabı değil, bir dava adamıdır. Davasının yekûnu ise semavi dinlere karşı olmak, hatta elinden gelirse onları yıkmaktır. Bu sebeple çömezlerini yurdun dört bucağına dağıtır; her mahallede hatta ve hatta her evde bir tane bulundurmaya gayret eder. Buna muvaffak da olabilir.

Neticede Musa'lar aleyhine öyle bir sahne kurulur ki, yılana sarılmış Musa, ejderha ile mücadeleye gider. Bunu daha çok açarsak, Musa'ların evladı veya karısı Firavun'un çömezi olabilir, onun namına hareket edebilir.

Musa'lar yalnızdır...

O kadar yalnızdır ki, Allah'tan başka sığınıp güvenecekleri kapı bulamazlar. Karşısına dikilen Firavun ordusuna, hazinesine, maarifine, esnafına, halkına karşı, Musa kimsesizdir, parasızdır, silahsızdır.

Mücadele, maddi kanunların kabul etmeyeceği muvazenesizlik içinde başlar; sonunda zayıf muvaffak olur, kuvvetli mağlup...

Kudret-i İlahi bunu böyle istiyor, kim ne diyebilir?

İşin garip tarafı, Firavun namına iş yapan çömezlerin ekserisi yaptıkları işin mahiyetini bilmezler. Bunu ne için ve kimin namına yaptıklarını anlayamazlar. Dünyanın akıllısı geçinen bu insanlara iman meselesini iki kere iki dört eder basitliğinde takdim etsen aksiseda yapan teneke kutular gibi tekrar ederler fakat anlayamazlar.

Firavun olmasaydı diyemeyiz. Her şey zıddı ile kaimdir. O olacaktır ve olmalıdır. Hakiki mü'minler Firavun'un ateşinde yanıp altın olduğunu ortaya koyanlardır. Kimyada usul böyledir. Kıymetli cevherleri meydana çıkarmak için bileşikleri ateşe atarlar. İşte bu yüzden Musa'lar Firavun'un fırınına düşerler ki, elmasla kömür ayrılsın.

Sonra Firavun'un tâbileri, bizce acayip hatta iğrenç görünen hayatlarını, onlar zevkle devam ettirirler. Mayıs böceği misali... Gübre ile oynamak bu hayvanlar için saadettir.

Müslüman için bütün mesele Firavun'u tespit etmektir. Günahsız insan aramak yerine günah bendini yıkan haini tespit etmelidir.

Musa'yı göremeyenlere şunu söyleyeyim:

Madem Firavun vardır, öyle ise Musa da vardır. Bunlardan birinin varlığı diğerinin varlığını gerektirir.


HEKİMOĞLU İSMAİL


 
 
Beşer Zulmeder, Kader Adalet Eder..

 

Evet, kimse yaptığının yanına kalacağını sanmasın. Çünkü adili mutlak olan Allah, imhal eder, yani mühlet verir; ama asla ihmal etmez. Bir de bakarsınız ki zalim, zulmünün karşılığını beklenmedik bir anda olanca şiddetiyle görmüştür.

Ancak insanlar bu cezanın yaptığı zulmün, haksızlığın karşılığı olduğunu bazen anlayamazlar da zalimin, haksızın yaptığı yanına kaldı sanırlar.

İşte size irşat eserlerinde haksızlık ve zulüm karşılığı olaylardan bir misal…

Bir gün Musa Aleyhisselam:

- Ya Rabbi! der, bazı insanlar zalimin yaptığı yanına kalıyor sanıyorlar. Halbuki senin adaletin eninde sonunda gerçekleşmekte, zalim zulmünün karşılığını mutlaka bir sebeple görmektedir. Bana gerçekleşen bu adaletinin bir örneğini göster ki, onu insanlara anlatayım da kimse zulüm ve haksızlık yapma cesareti bulamasın kendinde. Eninde sonunda zulmünün karşılığını göreceğini anlasın herkes. Rabb'imiz:

- Ya Musa der, sahrada dört yolun kesiştiği yerdeki çalılıkta saklanarak çeşme başında cereyan edecek olayları seyret de gör bakalım zalim, haksız nasıl eninde sonunda zulmünün, haksızlığının karşılığını görmektedir…

Musa Aleyhisselam, tarif edilen yerdeki ağaçların arasına gizlenerek karşıdaki çeşme başında yolcuların yaşayacağı olaylara bakmaya başlar.

İlk olarak bir atlı gelir çeşmenin başına. Atından iner, üzerindeki heybesini alıp ağacın gölgesinde oturup yemeğini yer, suyunu içer, içinde altınları bulunan heybesini orada unutarak atına binip uzaklaşır.

Arkasından gelen ikinci yolcu, çeşmeden suyunu içer, etrafa bakarken ağacın dibinde bir heybe görür. Kaptığı gibi heybeyi gözden kaybolur. Onun arkasından iki gözü de görmeyen üçüncü yolcu gelir, o da eğilerek çeşmeden suyunu içer, bir kenara çekilerek şöyle birazcık dinlenmek isterken heybenin sahibi ilk yolcu atıyla çıkagelir, öfkeyle heybesini aramaya başlar. Yaşlı bir adamdan başka da kimseyi görmeyince:

- Burada unuttuğum heybemi sen alıp sakladın, ya paramı verirsin yahut da canını!.. der. İhtiyar:

- Ben iki gözü de görmeyen bir adamım. Senin heybenin nerede olduğunu ne bileyim!.. diyerek sert karşılık verince, öfkesi başına sıçrayan atlı, 'Bu yaşta beni mi kandıracaksın?' diyerek bir vuruşta ihtiyarı yere serer, ölümüne sebep olur. Hemen atına atlayıp oradan uzaklaşır.

Bunları bulunduğu yerden seyreden Musa Aleyhisselam:

- Ya Rabbi, der, bu atlının içi para dolu heybesini arkasından gelen genç bir yolcu alıp gitti, cezayı ise ondan sonra gelen yaşlı adam çekti. Adalet neresinde bunun?.. Rabb'imiz şöyle hitap eder:

- Ya Musa! İnsanlar böyledirler işte. Hep hadiselerin dışına bakarlar, içindeki kaderin adaletini çoğu zaman göremezler. Burada herkes geçmişte yaptığının karşılığını gördü, diyerek işin geçmişini şöyle açıklar:

- Para dolu heybesini çeşmenin başında unutan atlı, vaktiyle yanında çalıştırdığı fakir bir adamın hakkını vermedi, yoksul adamın hakkı kaldı üzerinde…

İşte heybeyi alıp giden genç yolcu, o yoksul adamın çocuğudur. Aldığı para babasının hakkı olan paraydı. Onu alıp gitti. Böylece kaderin adaleti yerini bulmuş, çocuk babasının verilmeyen hakkını alıp gitmiş oldu. Ölen ihtiyara gelince:

- O da astığı astık, kestiği kestik denecek derecede zalimin biriydi… Nice kavgalara, zulümlere karışmış, yaptığı hep yanına kalmıştı. Son olarak da atlının babasını öldürmüş, yaptığı yanına kaldı sanmıştı. Nihayet atlı da geldi, parasını aldı zannıyla babasını öldüren adamı bir vuruşta öldürdü, tıpkı onun da babasını bir vuruşta öldürdüğü gibi.

Bundan sonra Rabb'imiz Hazreti Musa'ya şöyle hatırlatmada bulunur:

- Ya Musa! Söyle kullarıma, hikmetini bilemedikleri olaylara itiraz yollu bakmasınlar. Bilsinler ki, bir yapana bir başka yapan çıkacak, kimsenin yaptığı zulüm, haksızlık yanına kalmayacak, kaderin adaleti eninde sonunda yerini bulacaktır. Atlı adamın çalıştırdığı işçisinin hakkını sonunda heybe dolusu parayla ödediği gibi, babasını bir vuruşta öldüren adamı da kendisi bir vuruşta aynı şekilde öldürdüğü gibi… Onun için büyüklerimiz demişler ki:

"Hak Teala bir kulun hakkını bir başka kul ile alır; bilmeyen gafil onu kul kendi yaptı sanır!"

 

Ve Sen kabul edensin. Sen her zaman doğru söylersin.

"Bana dua edin size icabet edeyim"

Allah'ım dualarımıza icabet et.

Ya Hay ve Kayyum olan Allah'ım!

Göklerde ve yerde sınırsız güç sahibi olan!

Mescid-i Aksa'yı, yahudi zulmünden kurtar.

Mescid-i Aksa'yı, yahudi zulmünden kurtar.

Allah'ım her karanlık kafirden mescid-i aksayı kurtar.

Allah'ım Mescid-i Aksa'yı özgürce görerek dinlendir ve kindar yahudiden kurtar.

Ey Celal ve İkram sahibi Allah'ım!

Bütün canlılar Sana boyun eğmektedir. Sen rahmet edicisin.

Ey nefisleri tek olarak yaratan Allah'ım!

Allah!ım sen çok yücesin.

Ey mükemmel güç sahibi Allah'ım!

Senden islam ve müslümanlara izzet vermeni istiyoruz.

Ey Hay ve Kayyum olan Allah'ım!

Allah'ım ulema ve emir sahiplerini koru.

Allah'ım ulema ve emir sahiplerini koru.

Ve Senin yolunda olan muhlisleri.

Ve bizim makamımızı, iyliği emir, kötülükten men edenlerin makamına yükselt.

Ve onu emredenleri, müslümanların üzerine gönder.

Ey Hay ve Kayyum olan Allah'ım!

Ey Celal ve İkram sahibi Allah'ım!

Nefislere imanı bahşeden Allah'ım!

Onların şereflerini konuşmamla karala.

Ve hallerini göster.

Ve Sana karşı hiçbir koruyucu yoktur.

Allah'ım onların kaderini ızdırap olarak yaz.

Allah'ım onların kaderini ızdırap olarak yaz.

Ve onların kaderini felaket kıl.

Allah'ım onların sağlıklarını hastalığa çevir.

Ve afiyetlerini hastalığa çevir.

Ve zenginliklerini fakriliğe çevir.

Ve kuvvetini zaafa dönüştür.

Amin
selam ve dua ile


 

" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"






Windows Live Messenger'ın için ücretsiz güncelleştirme! Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: