19 Aralık 2008 Cuma

(Namaz Zamanı) esselam...hayırlı cumalar baki selam ve dua ile çok değerli gönül dostlarım...hoşça bakın zatınıza...





 
Hayat Yolu Düz Değil
 

İNİŞİ DE var, çıkışı da hayatın. Acısı da var, tatlısı da. Mühim olan acıyı bal eylemek. Yunus gibi.

İnsan ne kadar zayıf bir varlık. En büyükten en küçüğe kadar her şey ona ilişir. Sevdiğiniz bir insan, bir hayvan ölse, sevdiğiniz bir ağaç kesilse, saksıdaki bir çiçek solsa dünyanız kararıverir, üzülürsünüz. Sevdiğiniz biri ayrılıp gitse, unutamazsınız bir türlü. Kalbiniz burkulur. Gönlünüz de onun ardı sıra gider durur. Hayat böyle...

Düşe kalka gidiyoruz. Hayat yolu düz değil... Çok hastalanan doktor olurmuş, çok yürüyen de yolcu! Rabbim yine de bir an olsun hiç yalnız bırakmıyor.

Bazen öylesine daralıp sıkılıyorsunuz ki, nerede ise patlayacak bir hâle geliyorsunuz. Bir dost yüzü görmek, bir dost sesi duymak ihtiyaç oluyor. Kışımız bahara dönüyor birden. Can dostları bir başkadır. Mal dostu malından geçmez, ama can dostu canından geçer.

Bazı insanlarda böyle bir sır, böyle bir cazibe var. Onların bir an olsun yüzlerini görmek bile ferahlatır içimizi. Âlemimizi değiştirir. Allah dostları böyledir. Aldıkları manevî bir işaret üzerine, vazifeli oldukları yere giderler. Allah bir kulunu sevdi mi, ona ihtiyaç duyulan yere gönderir. Bir dert bir sıkıntı varsa, iki de ferahlık var. Her zorluğa karşılık iki kolaylık var.

Geçenlerde eski bir dostu ziyaret ettim. Onca derdine ve perişanlığına rağmen, hem gülümsüyor, hem de izzet ve ikramdan geri kalmıyordu. Bakışlarımdan ne sormak istediğimi anlamış gibi; "Bize başka türlü bir hayat yakışmaz," dedi. Ne söz ama. İnanın ruhuma işledi. Cömerdin kalbi gibi, dili de temizdir. Böyle güzel bir söz yerde kalmaz zannımca, kanatlanır, arşa gider.

Yere düşen bir kesme şekerin bile çevresini yüzlerce karınca sarıyor. Küçük bir nimetin kırıntısının kokusu bile rızık sahiplerini hemen kendine çekiyor. Aynen bunun gibi, Allah için söylenen güzel sözler de melekleri çekiyor. Ruhanîlerin gıdaları oluyor. Rabbim sesimizi de, sözümüzü de güzel eylesin. Rahmetli M. Selâhaddin Şimşek'in dediği gibi:

"Sesini değil, sözünü yükselt. Yağmurlardır büyüten zambakları, gök gürültüleri değil."

Kolay değil elbette. Akla gelen elden gelse, bitmeyen iş kalmazdı. Ha demekle hemen her şey olmuyor. Önce azim ve gayret, sonra da sabır ve sebat gerek. Ya tahammül, ya zafer gerek...

HAYAT YOLU düz değil... Baharı var, kışı var. Gecesi var, gündüzü var. Her insan da bir değil. İyisi var, kötüsü var.

Madem ki bu dünyadayız, imtihana da alışacağız. Hayat yolu düz değil. Hz. Mevlânâ hayatını üç kelimede özetliyor: "Hamdım, piştim, yandım."

Ve devam ediyor: "Bu dünya bir ağaca benzer. Bizler de bu ağacın yarı ham, yarı olmuş meyveleri gibiyiz. Ham meyveler ağacın dalına iyice yapışır; oradan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve köşke ve saraya lâyık değildir.

Bu dünyadan başka hayat tanımayanların, ham meyveden bir farkı yok. Onlar dünyadan hiç ayrılmak ve hiç çıkmak istemezler. Çünkü Allah'ın huzuruna, O Yüce Sultanın sarayına, Cennete çıkacak ne yüzleri vardır, ne de olgunlukları."

İyilerin çekmedikleri bir eza, bir cefa yok bu dünyada. Onlara dadanan düşmanların sayısı hesaba gelmez ama neticede kazanan yine hep iyilerdir. Ve onların yolundan gidenlerdir. Hayat böyle... Hayat yolu düz değil. Görmek isteyen gözünü, işitmek isteyen kulağını açacak. Su içmek isteyen eğilecek. Lokmayı ağza atmak yetmez; yutmak isteyen onu çiğneyecek. Hangi kapının önünde durduk, hangi kapıyı çaldık da o kapı açılmadı ki? Allah'ım bizi kendinden başka hiç kimseye muhtaç etme. Ama her şeye rağmen zahmetlerin bir hikmeti olacak. Hikmeti nedir derseniz ona da cevap var.

Bir gün, bir grup mümin, zalimlerin zulmünden şikâyetçi olmak üzere Mevlânâ'ya gelirler. Hz. Mevlânâ onlara şöyle bir ders verir: "Kasaplar pazarında hiç köpek kesiyorlar mı? Öldürülmeye en çok onlar lâyık olduğu halde, kesilen ve kesilmek zahmetine katlanan yine koyunlardır.

Allah'ın yardımı da müminlere daha fazla olduğu için, zahmetleri de daha çok olacaktır. Onlar hakkındaki rahmet ise, o zahmete göredir. Sonsuz ve sayısızdır."

EVET, koyunların yaşadığı zahmet ve sıkıntılar, hep onların değerli ve kıymetli oluşlarındandır. Köpeklerin kesilmemesi ve o sıkıntıları yaşamamaları ise kıymetlerinden değildir.

Bu dünya da iyi insanların derecelerinin yükselmesi ve arınmaları için bir fırsattır. Şunu da unutmamak gerekir, burası hizmet yeridir, ücret yeri değildir. Zorluk, zahmet çok olur. Ama Rabbimizin rahmeti de bol olur. Dikenler çok olsa da bir gülün güzelliği, her zahmeti, her çileyi unutturur.

Bir gül hatırı için, nice bin dikene katlanır bahçıvan. Mümin için dünya da böyledir. Burası ahiretin tarlasıdır. Dikeniyle uğraşma. Gülünü deren gider. Hayat yolu düz değil. Sen doğru yolda ve iyilik üzere ol.

Attığın her adım, söylediğin her söz, verdiğin her sadaka, Allah için olsun yeter. Gerçek iyilik, gerçek zenginlik de bu değil mi? İşte size harika bir kıssa:

Âlemlerin en sevgilisi Hz. Peygamber (sav.) anlatıyor:

VAKTİ zamanında bir adam; "Bu gece illâ ki Allah için birine sadaka vereceğim," deyip evinden çıktı ve sokakları dolaşmaya başladı. Karşıdan gelen bir adamın avucuna bir miktar para sıkıştırdı ve evine geri döndü. Sabah olunca köyün bazı yerlerinde toplanan insanların:

"Bu gece akılsızın biri, falan azılı hırsıza bir avuç dolusu sadaka vermiş. Sadaka verilecek başka kimse yok muydu?" diye konuşup gülüştüklerini, olayı anlatıp alay ettiklerini duydu ve üzüntü içinde evine döndü. Kendi içinden şöyle dedi:

"Ey Allah'ım, şükür sana lâyıktır, ben sadakayı senin için verdim. Bu gece yine sadaka vereceğim" diyerek, gece olunca yine evinden çıktı. Bir sokağın kenarında bekleyen bir kadına sadakasını verip evine geri döndü. Ertesi sabah halkın:

"Hayat kadınlığı yapıp hayasızlığı meslek edinmiş olan falan kötü kadına adamın biri sadaka vermiş, bu adam ne kadar akılsızdır, sadaka verecek başka birini bulamamış mıdır?" diye söylendiklerini, dedikodu yaptıklarını işitti. Adamın içinde bir burukluk meydana geldi. Adam evine gelip yine kendi içinden şöyle dedi:

"Allah'ım, sana şükürler olsun. Ne olursa olsun ben sadakayı senin rızan için verdim. Bu gece yine senin rızan için sadaka vereceğim" diyerek, gece vakti evinden çıktı. Sokakta ilk rastladığı bir adamın avucuna sadakasını sıkıştırıp geri döndü. Sabah olunca bazı köylülerin; "Bu gece delinin biri, zengin bir adama sadaka vermiş" dediklerini, alay edip gülüştüklerini duydu. İçindeki üzüntü ile evine geri döndü ve şöyle dedi:

"Allah'ım sana tekrar tekrar şükürler olsun. Ben sırf seni hoşnut etmek için sadaka vermek istedim.

Birincisinde sadakamı bilmeden bir hırsıza vermişim. İkincisinde tanımadığım bir hayat kadınına vermişim. Üçüncüsünde ise sadakaya muhtaç olmayan zengin birine sadakam gitmiş. Ben hikmetini bilmesem de, sana yine şükürler ediyorum," deyip uykuya daldı. Gece rüyasında ona şöyle seslenildi:

"Ey sadaka veren kişi! Verdiğin sadakaların her biri yerini bulmuştur. Hırsıza giden sadakan, onu hırsızlıktan alıkoyacaktır. Zinakâr kadına verdiğin sadakan ise onu zinadan tövbe ettirecektir. Zengine verdiğin sadakan ise, ona ders olacak; kendisinin de malından sadaka vermesini sağlayacaktır." (Buhari)

EVET, gönülde yaşanan güzel hayatlar insanı cennette kılar. Gönül sahibi olanlar, bu dünyada o gönül hayatına ererler. Allahım şu mübarek günler hürmetine, hayrı ve hasenatı sadece Senin rızan için yapan kullarından eyle. Amin. Hz. Peygamber Efendimize sonsuza kadar salâtu selâm olsun.

Son söz:

Efendimiz buyurdular ki:

Bir gün bana Cenâb-ı Hakk'ın dört büyük meleği geldi. Bunlar Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail aleyhimüsselâm idiler. Cebrail aleyhisselâm bana dedi ki: "Yâ Resulallah! Senin ümmetinden bir kimse size günde on defa salâvat ederse yarın kıyamet gününde ben onun elinden tutar, sıratı kuşlar gibi geçiririm."

Mikâil aleyhisselâm da dedi ki: "Ben o kula senin Kevser havuzundan kana kana içiririm."

İsrafil aleyhisselâm dedi ki: "Yâ Resulallah, o kulun affı için başımı secdeye koyarım Allahu Teâlâ onu affetmedikçe başımı secdeden kaldırmam."

Azrail aleyhisselâm da: "Yâ Nebiyallah, sana günde on defa salâvat edenin ruhunu Peygamberler gibi kabz ederim" dediler.

Bunun üzerine Nebiler Nebisi Efendimiz: "Bu ne büyük lütuf yâ Rabbi! Bu ne büyük ihsan Allah'ım" buyurdu.

...

Not: Davamızın ve hizmetimizin bir koca dua çınarı daha sevgili koca halamız, ebedî âleme göç etti. Dualarını çok özleyeceğiz. Siz sevgili okuyucularımızdan da ruhuna dualar ve fatihalar bekliyoruz...


Selim Gündüzalp
Zafer Dergisi
 
 
Kaderin Herşeyi Güzeldir


HAYRI DA şerri de Allah yaratır. Her şeyin İlahi takdir ile yaratıldığını ders veren şu ayet-i kerimeyi inceleyelim:

"Hazineleri yanımızda (nezdimizde, katımızda) olmayan hiçbir şey yoktur. Fakat biz onları belirli bir ölçüye göre indiririz." Hicr Suresi, 21

Bir çok tefsir âlimi, ayette geçen "hazineler" ifadesine "yağmurlar" diye mana vermişler ve "belirli bir ölçüye göre indirmeyi" de yağmurun belli zamanlarda ve safha safha yağdırılması olarak yorumlamışlar. Bir kısım âlimler ise, ayette "yağmur" kelimesinin geçmediğini, "hazineler" ifadesinin çok daha genel olduğunu, yağmurun da bu hazinelerden sadece birisi olabileceğini belirtmiş ve konuyu daha geniş boyularıyla ele almışlar.

Buna göre, bütün insanlar da Allah'ın hazinesindedirler; ancak onları belli zamanlarda ve belli sayılarla yaratır.

İnsanların daha önceden yaratılmış olup, yeryüzüne inecekleri devreyi bekledikleri bir başka âlem olduğuna dair ne naklî (ayet ve hadis), ne de aklî bir delil olmadığına göre, bu "insan hazinesini" manevî olarak anlamak durumundayız.

Yani, bütün insanlar Allah'ın ilminde mevcutturlar. Her bir insan, "şekliyle, organlarının sayısı, yeri ve büyüklükleriyle, ruhundaki bütün özellikleriyle" Allah'ın ilminde mevcuttur. Bu ilmî varlıklara "mahiyet" de deniliyor.

Muhyiddini Arabî hazretlerinin "ayan-ı sabite" dediği de bu mahiyetler âlemidir. Bunlar yaratıldıklarında "hakikat" olurlar.

Diğer varlıkları da aynı şekilde düşünebiliriz. İnsanların birikip bekledikleri bir ayrı alem olmadığı gibi, başka canlıların, hatta cansızlar aleminin, dağların, ovaların, yıldızların da daha önce yaratılıp bir başka hazinede beklediklerini ve zamanı geldiğinde yaratıldığını söylemek gerçeğe uygun düşmüyor.

O halde, söz konusu ayetin baş kısmı "kaderi", ikinci kısmı ise "kazayı" ders vermektedir. Yani, her şey İlâhî ilimde, "her şeyiyle takdir edilmiş olarak" mevcuttur ve bunlar belli bir ölçü ile indirilmekte, yani yaratılmakta, kaza edilmektedirler.

Nur Külliyatında güzel bir tespit var: İnsan şunu-u İlahiyenin bir mikyasıdır.

İman, marifet ve ibadet için yaratılmış olan insana öyle kabiliyetler verilmiştir ki bunlarla İlâhî hakikatlere uzaktan da olsa bakabilisin. İşte, "kader, kaza, ilim dairesindeki varlıkların meydana çıkmaları" gibi büyük hakikatlerin de çok küçük bir örneği insanda vardır.

Biz bir cümleyi zihnimizde kurduğumuzda artık o cümle yokluktan kurtulmuş, bizim ilmimizde bir varlığa kavuşmuştur. Bu ilmî varlığın ortaya çıkmasını irade ettiğimizde, kudretimizi de kullanarak ondaki manayı yazıya dökeriz. Biz o cümle gibi daha nicelerini zihnimizde kurabiliriz. Bütün bunların hazinesi bizim ilmimizdir. Onların bizim ilmimizde takdir ve tanzim edilmeleri "kaderden", yazılıp kâğıda dökülmeleri ise "kazadan" haber verirler.

Ayetteki "indirme" tabirini yazma olayına uyguladığımızda, ilmimizde mevcut olan ve ancak bizim bildiğimiz bir cümlenin yazıya dökülmesi sanki ilmimizden kağıda inmesi gibidir.

O halde, ayet-i kerimede geçen "belirli bir ölçüye göre indiririz" ifadesi, Allah'ın ilminde mevcut olan tüm varlıkların belli zamanlarda, belli miktarlarla yaratılmasını ifade eder.

Demek oluyor ki, gerek kendi varlığımızda gerek bizi kuşatan şu muhteşem âlemde gördüğümüz her şey, bir yönden Allah'ın varlığını ve birliğini ilan ederken, diğer yönden de O'nun takdiriyle tanzim edildiğini ders verir. Böylece her şey, kaderden haber verir ve kadere iman konusunda müminin ruhuna pencereler açar.

Bu manayı, "O ki yarattığı her şeyi güzel yarattı." (Secde,7) ayetinin verdiği dersle birlikte düşündüğümüzde şu hükmü bütün ruhumuzla tasdik ederiz:

"Kaderin her şeyi güzeldir."

Misal olarak, gözlerimize şöyle bir bakalım. Dikdörtgen, kare, altıgen ve daha nice şekillerde olabilirlerdi. Gözümüz bunların hiçbiriyle değil, hazır haliyle yaratılmış. Ve böylesi en güzeli.

Bir de bunların büyüklüğüne bakalım. Gözümüz bir nokta kadar da olabilirdi, kulağımız kadar, çenemiz yahut yanağımız kadar da. Ne o büyüklükte, ne başka bir büyüklükte değil şu bildiğimiz büyüklükte yaratılmış. Ve böylesi en güzeli.

Düşüncemizi gözün yeri konusunda da sürdürelim. Gözlerimiz, ensemizde de olabilirdi. Midemizin içinde, ayağımızın altında da bulunabilirdi. Ama ne orada yer almış, ne başka bir mekanda; yüzümüzde yaratılmışlar. Ve böylesi en güzeli.

Bunun gibi gerçeği her şeyde rahatlıkla seyreder ve kolaylıkla anlar, kabul ederiz.

İşin zor yanı, kaderin, hikmetini bilmediğimiz başka tecellilerini de aynı şekilde değerlendirmek; musibetlerde, hastalıklarda, maruz kaldığımız ağır imtihanlarda ve nihayet ölüm hadisesinde aynı isabetle karar verebilmek. Bu sahalarda insan oldukça zorlanabiliyor.

Ama şahit olduğu şu sonsuz rahmetleri, nihayetsiz güzellikleri ölçü alarak, "Nefsimin hoşuna gitmeyen bu olayların da mutlaka güzel yönleri vardır." demeye çalışmalıdır. Bunu başarabilen kişi, kadere imanın zevkine erer ve "Kadere iman eden, kederden emin olur." hakikatinin sırrına erer.

Karşılaştığımız olaylar, ya gündüz veya gece gibidirler. İnsan, her ikisinden de faydalanmayı bilmelidir. Gecenin faydası ve güzelliği gündüzden geri değildir. İnsan, güneşten ayrıldığına üzülmeyip yıldızlarla buluşmanın sefasını sürebilmelidir.

Kâmil insanlar, bunu başarmış örnek şahsiyetlerdir. Onlar, ölümü de hayat kadar büyük bir nimet bilirler. Kabrin ötesinin ve daha ötesinin bu dünyadan çok daha güzel olduğunun şuurundadırlar. Ölümden korkmak yerine ölüme en güzel şekilde hazırlanmakla meşguldürler.

Hastalıkların günahlara kefaret olduğunu bilirler.

İnsan kalbinin dünyadan soğumasına ve ebedi âleme yönelmesine sebep olan bu gibi olayları birer İlâhî rahmet bilir ve onlardan azamî ölçüde faydalanmaya çalışırlar. Bunu yaparken, vücudun bir emanet olduğunu da unutmaz, onu en güzel şekilde korumaya çalışır, hastalandıklarında tedavi olurlar.

Ağır imtihanların sonuçlarının da o nispette büyük olduğunu çok iyi bilirler. Musibetleri birer "sabır imtihanı" olarak değerlendirirler. Onlardan kurtulmaya çalışmakla birlikte, şikayet ve itiraz yoluna da asla girmezler.

"Acılara sabırla karşılık verdiler, tatlı oldu." Abdulkadir Geylanî

Onlar Allah'ın bütün isimlerinin güzel olduğunu bilir, onların tecellilerinin de hepsini güzel görürler. Bununla birlikte, hatalardan, günahlardan ve kusurlardan sakınmaya ve hayatlarını istikamet üzere geçirmeye azamı dikkat gösterirler. Kendi iradeleri dışında tahakkuk eden İlahi icraatlarda ise teslim ve tevekkül yoluna girerler.

"Çalışmak adetim, tevekkül halimdir." hadis-i şerifi onların hayat programlarıdır. İster sanat ve ticaret, ister tedavi ve sıhhat konularında olsun, üzerlerine düşeni eksiksiz yaptıktan sonra Allah'a tevekkül eder ve doğacak her türlü sonucu rıza ve memnuniyetle karşılarlar.


Prof. Dr. Alaaddin Başar
Zafer Dergisi


" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"





Windows Live Messenger'ın için ücretsiz güncelleştirme! Buraya tıkla!

Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın. Sadece e-posta iletilerinden daha fazlası
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: