1 Ağustos 2008 Cuma

(Namaz Zamanı) cumamız mübarek ve hayırlara vesile olur inşallah...dua ile









































ERKEKLER AĞLAMAZ(MI)?... 
Ağlamak zayıflık belirtisi midir? Ağlamak kadınların süsü de erkeklere yakışmaz mı?...
" Koskoca adam ağladı...Hem de hüngür hüngür..." Ağlayamaz mı yani, insan değil mi o?

Neden ağlamak gelir de içlerinden,kendilerini tutarlar ki,onun yerine bi sigara yakarlar, ya da başka yöne çevirirler yüzlerini...

Bu empozenin esiri mi olmuşlar: Erkekler ağlamaz...

Ağlamak ruhun feryadı değil midir, kalb sızlayınca; acıyınca; yanınca dökülmez mi gözyaşı? Erkekler ağlamıyorsa eğer ya kapleri taş olmuş, ya gurur gözpınarlarını kurutmuş, ya da kadınların keşfedemediği bir metod bulmuşlar sinelerinin feryadını
izhar edecek...

Enes Bin Malik R.a, Rasulullah aleyhisselam efendimizin şöyle buyurduğunu anlattı:"Akan yaşı ile ağ gelen ve zayıflayan bir gözü, ALLAH Teala ateşte yakmayı haram kılar.
O yaş sahibinin gözüne akarsa...sıkıntı ve zillet görmez. İyilik babından hangi amel olursa olsun onun bir sevabı vardır.
Göz yaşı başka...O ateşin alevini söndürür.
Bir ümmet içinde ALLAH yolunda haşyet duyup ağlayan varsa.. onun gözyaşı hürmetine, o ümmete ALLAH -ü Teala merhamet eder."

Kaab el-ahbar radıyALLAH u anh şöyle demiştir:
"ALLAH korkusu ile ağladığımda, gözyaşlarımın yanaklarıma akması,


 benim için ağırlığımca altın sadaka vermekten daha hoştur.


ALLAH korkusundan ağlayan bir kimsenin yere düşen gözyaşı, hararetten buhar olur, semaya çıkar; bir daha da dönmez.


Tıpkı gökten inen yağmurun bir daha göğe çıkayacağı gibi.


Bunların nasıl dönüşü olmazsa, dünyada ALLAH için ağlayana da cehennem ateşi dokunmaz... "

İkrime,İbn-i Abbas'ın radıyALLAH u anh,şöyle dediğini anlatıyor:
"Bir göz,ancak ALLAH 'ın fazlı ile ağlar.Melek,bir kimsenin kalbini silip temizlemedikçe, gözü ağlayamaz."

Temim-i Dari'nin,radıyALLAH u anh,şu ayet-i kerimeyi sabaha kadar tekrar tekrar okuyup ağladığı rivayet edildi:
"Yoksa kötülükleri kazananlar,kendilerini,iman edip iyi iyi amel ve hareketlerde bulunanlar gibi mi yapacağız sanıyorlar?" (45/21) (Tenbihul Gafilin) Onlar ALLAH korkusuyla öyle çok gözyaşı döküyorlardı ki...
Sadece ALLAH korkusu sebebiyle mi, hayır, naçar bir kardeşin haline ağlayan da vardı:

Yiğitlik, mertlik, adalet timsali Hz Ömer, radıyALLAH u anh, birgün ağlayarak (ağlamak zayıflık olsaydı o mert sahabi ağlar mıydı..)
Rasulullah'ın huzuruna çıkar ve Rasulullah aleyhissalatu vesselam ona sorar:

" Ya Ömer, neden ağlarsın?
-Ya RasulalALLAH ,kapıda bir genç var, öyle ağlıyor ki ciğerimi yaktı.."


Gözyaşı zahirde gözden aksa da, aslında kalbimizden,


ciğerlerimizden
sökülüp gelen bir rahmet tecellisi, kadın erkek ayırt edilmeden bahşedilmiş bir hediye...


 


 Günahlara ödenen diyet...


 Gözyaşı kalbin soğukluğunu gideren bir meltem, gözyaşı ruha akan esin...


 


gözyaşı iskenceler altın olan Müslümanlara...


gözyaşı Zulme uğrayıp sahipsiz kalanlara...


 gözyaşı Büyük Şeytanın Döktüğü kanlara...


gözyaşı şehadete.. gözyaşı ALLAH c.c Kulluğa...


gözyaşı Hepimize, Hepinize...ağlamak yakışır,


 çünkü ALLAH cc için akan her gözyaşında Rahmet,


 


Bereket ve pişmanlık vardir...


 Evet Kul olana kadar ağlamak...


 Ümmet olana kadar ağlamak...


Zulüm bitip Din hakim olana kadar ağlamak...


 


 Zafere kadar ağlamak...


Dertli insan ağlar kadın erkek farketmez biz Kadınıyla, erkeği ile dertliyiz


 


Derdimiz ALLAH cc kul olmak ve yolunda ölmektir...


ve diyorumki Şehadete kadar ağlamak...

Ağlayamıyor musunuz?

Erkekseniz ağlayın...!! 


 




 


Bilinmeyen Ordular- Alaaddin Başar




 

...
Güller açar bülbüllerden habersiz..
Sinek uçar kartallardan habersiz.
Deniz gölden, nehir çaydan habersiz.
İkisi de bir şey örerler ama, ipek böceği örümcekten habersiz.
Gece bilmez kimleri örttüğünü, insan uyur kendisinden habersiz.
Dalga çarpar kıyılardan habersiz.
Güneş sistemimiz bir manga asker; dünya aydan, merkür marstan habersiz.
Melekler alemi uçsuz bucaksız. Dünyadaki arştakinden habersiz.
Her insanda yüz trilyon hücre var. Bu kışlalar odalardan habersiz.
Kim bilir daha nice ordular var. Belki bundan Cebrail de habersiz.
İşte sonsuz sayıdaki bu habersizler ordusu, herbirinin her şeyini bilen ve her ihtiyacını gören Rablerini durmadan tesbih ederler ve hep beraber
"Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir" derler..(Müddesir Suresi 31. ayet"....

 









 " - Ey dost! Söyle bana ne getirdin?
Bilirsin dost kapısına eli boş gidilmez."
"- Bilirim bilmesine lakin bîkararım, çaresizim. Hangi bir şeye uzandımsa elim boşta kaldı. Bir katreyi ummana, bir habbeyi kubbeye nasıl getirebilirim. Huzuruna kalbimi ve canımı bile getirmiş olsam, Kirman'a Kimyon ***ürümüş sayılırım. Kirman ki Kimyon diyarıdır. Senin eşsiz güzelliğinden başka bu ambarda bulunmayan bir tohum yoktur. Bu dünyada hiçbir kıymet yoktur ki sende ondan hem de deryalar dolusu bulunmasın. Düşündüm senin eşsiz güzelliğine layık hediye nedir diye? Ancak sîne nûru gibi bir ayna getirmeyi uygun buldum. Herkes bilir ki; güzel yüz aynaya âşıktır. Ey güneş gibi gökyüzünün nûru olan, ona baktıkça güzel yüzünü göresin. Güzel yüzünü gördükçe, bütün



güzelliklerin sahibini, mutlak güzeli hatırlayasın. Çünkü gölgenin varlığı Güneş'in mevcudiyetine delildir."

 

Ey dost! Ayna'ya iyi bak! Güzelliğin kaynağını gör!

Kâinatın her zerresi, hüsn-i mutlakın tecellî aynasıdır. Hakk'ın sevgilileri her yerde ve her şeyde zâhir olan o güzelin cemâline âşıktır. Aşkları sebebiyle kendinden geçer, hattâ ma'şuktan başka hiçbir şey bulamazlar orada...


Ben ben değilim, ben dediğim sensin hep
Cânım dediğim, ten dediğim sensin hep

Ey dost! Aynaya iyi bak! Gizli hazineyi bul!

O gizli hazîne ki; sevdi de yarattı. Sevgisinden sevdiklerinin hamuruna kattı. O (cc) onları sevdi, Onlar da O (cc)' nu sevdi. Öyle sevdiler ki birbirlerini, seven ile sevilen fark edilemedi. Dediler ki:


Bende olan âşikâr sensin,
Ben hod yoğum, ol ki vâr sensin !..
Ger ben, ben isem; nesin sen ey yâr
Ver sen, sen isen; neyim men-i zâr?..
(Fuzûlî)

Ey dost! Aynaya iyi bak! Aşkı gör!
Aşk öyle meçhul bir manadır ki ondan her tadan zevki miktarınca sarhoş olur.

Aşk, bir ma'nâ-yı lâyu'raf ki, cümle âlemi,
Zevki miktarınca sekrân û huruşân eğliyor.

Kanaryaların ötüşü, şafakların söküşü aşk iledir. Tomurcuklu sümbüller, nevbahârda açan güller, hüzün dolu gönüller aşka müpteladır. Suları çağlatan, bulutları ağlatan aşkın sesidir.

Bülbül'ün gam dolu feryadı, gülün gülümseyen yanı aşkın nefesidir. Aşk bir deryadır. Sema vat ise onun üzerinde bir köprü...

Aşk yerin göğün direğidir. Ondan daha değerli bir şey yoktur. Her varlık aşk denizindedir.

Öyle güçlü bir iksirdir ki aşk; bir yudumcuk içeni bile mest eder, tanıdık tanımadık herkesi unutturur. Sarhoşluğunun dahi farkına varamayacak kadar kişiyi kendinden geçirir.

Sevgilinin cemalini görme heyecanı, sonsuzluk yolcusunun gönlünün galeyanı ve coşkunluk neşesidir aşk.

Cihanı hiçe satmaktır adı aşk
Dökülüp varlığı gitmektir adı aşk


Belâ yağmur gibi gökten yağarsa

Başını âna tutmaktır adı aşk


Bu âlem sanki oddan bir denizdir
Âna kendini atmaktır adı aşk

(Eşref oğlu Rûmi)


Ey dost! Aynaya iyi bak! Son nakşı gör!

Bir güzelin ihtiyarlığındaki çirkinliğini düşün. Bir binanın harabeye nasıl dönüştüğünü hatırla. Aynadaki yalana güvenme. Aynada gördüğün fani güzelliklerin aldatıcılığını unutma.

"Kime uzun ömür verirsek, biz onun gelişmesini tersine çeviririz." diyen sonsuzluk sahibi güzelin uyarısına kulak ver.

"Sen ey ilkbahar güzelliğine karşı dudak ısıran, hayran olan kimse! Bir de sonbaharın sararmış hâline ve soğukluğuna bak!"

"Şafak vaktinde güzel güneşin doğuşunu görünce, gurup zamanı, onun ölümü demek olan batışını hatırla!"

"Eğer güzel tenli güzeller seni avladıysa, ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen o bedene bak!"

"Kezâ cam gibi nergis bakışlı mahmur bir gözü, sonunda çipil olmuş ve suları akmağa başlamış bir halde görürsün."

(Mevlâna)


Ey dost! Ayna'ya iyi bak! Güzelliğin kaynağını gör!
Ey dost! Aynaya iyi bak! Gizli hazineyi bul!
Ey dost! Aynaya iyi bak! Aşkı gör!
Ey dost! Aynaya iyi bak! Son nakşı gör!
Ey dost! Bu ayna, gönül aynasıdır. Ona iyi bak!

 



 



 

 

Çok zaman önceydi.O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir
şey yoktu.
İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.
Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı.
Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan.
Bir parçasına dün dedi, diğer parcasına bugün, öteki parçasına da
yarın.
Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu.
Dünü düsünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı;
ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup
batıncaya kadar
yaşadı.
Farkında olmadan boş olarak geçirdi bu gününü.
Oysa yarın, bugüne dün diyor, düne de bu gün için yarın diyordu.
Bir türlü beceremedi.Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı.
Mutsuz oldu insan.
Ve ne gariptir ki yarının telaşını da, dünün pişmanlığını da hep
bugün yaşadı;
ama bugünü hiç yaşayamadı.Ne yarın ne de dün!


" Bir agir hicran islenmis kalbimin mahzenine..."

 
Kalabaligin ortasinda bir çocuk ağliyordu....
herkes biryerlere kosturuyor...
herkes birseyleri vaktinde yapmanin telasiyla hizli adimlarla yürüyordu...
kimse farketmiyordu ama, kücük bir cocuk agliyordu...
Zaman duygusu olmayan benim icin kosturmak diye birsey yoktu...
yapilacaklar bir zamana bagli degildi ve benim hayatimda zaman asla dar degildi....
Kalabaliktan siyrilip cocugun yanina gittim...
gözgöze gelebilmek icin egildim...beni farkedince uzunca bakti gözlerime...
" ne oldu kücügüm" dedim " neden agliyorsun?"...
tekrar aglamaya basladi... ellerimle gözyaslarini sildim ve
" bana ne oldugunu anlatirsan sana mutlaka yardim edebilirim dedim"...
hickiriklarla aglamaya basladi; " Annemi kaybettim, bulamiyorum " dedi "
beni birakip gitti"...
Gülümsedim; hic bir anne yavrusunu birakip gitmez
annende suan seni ariyordur dedim cümlem ona biraz tuhaf gelmisti herhalde
gözlerime bakti ama gözyaslarini dindirememistim...
bende kaybettim kücügüm ve bende bulamiyorum diye gecirdim icimden,
kendini yalniz ve terkedilmis hissediyorsun degilmi ,
tutunacak kimsen yok su kalabalikta, kücücük yüreginle kaldin tek basina,
anladim kücügüm, bende senin gibiyim...
" Bak" dedim elimi ona dogru uzatarak " elimi tut,
annen gelene kadar birakmayacagim seni, güven bana" dedim "
ne olursa olsun annen gelene kadar birakmayacagim elini"...
biraz tedirginde olsa, uzattigim elimi minik elleriyle tutmustu...
gülümsemistim... oda gülümsemisti.... güvenmisti bana,
her gecen dakikada daha bir siki tutuyordu elimi,
herhalde vakit gectikce birakip gitmek isteyecegimi düsünmüstü,
ama bilmiyorduki benim hayatimda zaman yoktu,
güzellikeleri yasamayi engeleyen zaman ise, asla yoktu...
Herkes bir yerlere kosturuyor...
herkes birseyleri vaktinde yapmanin telasiyla hizli adilar yürüyordu...
bizim icin ise sokak bombostu... minik yüregiyle sokagin bir ucundan
annesinin gelip onu sarmasini bekliyordu... bekliyorduk ikimizde..
ben annesnin biraz sonra geleceginden emindim,
o ise korkulu bakislarla kalabaliklar arasinda gözlerini gezdiriyordu...
düsüncelere dalmistim... aglamak... beklemek... kalabaliklar...
sokaklar... insanlar... zaman... ben ... hayat ...
Sicacik olan elimin birden soguk rüzgarla bulusmasiyla siyrildim düsüncelerimden... kücücük yürekli kücügüm, kocaman bir gülümsemeye annesine dogru kosuyordu...
adimlar bu kadar hizli atilir... kalabalik bu kadar güzel yarilirdi...
ve bir cocuk annesine hasretle bu kadar güzel sarilirdi....
 
"Yüregimde bir cocuk agliyor..."
 
kimse gözyasini silmezmi... kimse elini uzatmazmi...
kimse yüregimi avucuna alip merhamet etmezmi...
oksamazmi kimse basini... kanadi kirilanlar hastaneye giderde...
 
yüreği kırılanlar icin merhamethane yokmudur...
 
ey gönlümün tabibi, ey merhametlilerin merhametlisi...
sana sigindim yine... tüm sancilarimla du gece yine sana geldim....
sen bikmazsin benden biliyorum...
 
`SEN´ dedikten sonra, yürek bile unutulur,
 
sende var olup sende yok olan su yüregi kiriğa yol göster... 
 
Her Hazan Sensiz...


Bereketin kaynağı nerede saklı?
 resimleri - islamiyazilar.com

Uzun bir yolculuktan sonra yolu bir köye düş­­müştü. İyice susamış, üstelik acıkmıştı da... Gözüne kestirdiği bir evin kapısını hafifçe tıklattı. Kapıyı evin hanımı açtı.

"Bir tas suyunuz var mı bacım, çok susadım da" dedi.

"Bir tas suyun lafı mı olur kardeş, yoldan geliyorsun, görü­nen o ki, acıkmış olman lâzım. Siz içeri buyurun, çok kal­maz beyim de gelir."

Misafir daveti kabul etti. Serin bir köşeye çekildi oturdu. Kısa bir süre sonra ev sahibi de geldi. Hoş beşten sonra misafirin önüne sofra serildi. Birkaç parça yiyeceğin yanında bir tabağa da pekmez koymuşlardı. Pekmez hoşuna gitmişti.

Ev sahibi yıllardır uyguladığı bir âdetini anlatmaya başladı misafirine:

"Köye girerken gözünüze çarpmıştır. Önemli bir gelir kaynağımız üzüm bağcılığıdır. Benim de bir parça bağım var. Her sene hasat mevsimi olunca, üzümü keserim, suyunu sıkar, pişiririm, pekmez yaparım. Dört teneke pekmez çıkar. Üç tenekesini köylüye dağıtırım, bir tenekesini de eve bırakırım. Gelirken siz de görmüşsünüzdür. Bu sene bir çekirge âfeti geldi. Ne kadar yeşillik varsa, hepsini yedi bitirdi. Köyün bağları da bu felâketten nasibini aldı. Ne yeşil bir yaprak kaldı, ne de bir salkım üzüm...

"Ancak benim bağa hiçbir şey olmadı. Çekirge sürüsü benim bağa uğramadı, bir zarar da vermedi. Sapa sağlam kaldı. Her sene olduğu gibi, bu sene de yine üzümü kestim, suyunu sıktım, pekmez yaptım, dört teneke çıktı, birini eve bıraktım, geri kalan üç tenekesini de köyde fakir fukaraya dağıttım. Bu yüzden, çekirge bütün bağları kırıp geçirdiği halde benim bağa dokunmadı."

Misafir hayranlığını gizleyemedi, Gözüyle görmüştü, o ka­dar bağın içinde tek yeşil kalan bir bağ vardı ve hayranlığını "Mâ­şaallah!" diyerek dile getirdi ve örnek davranışından do­la­yı ev sahibini kutladı.Birkaç sene sonra bir yaz mevsimi, hasat zamanıydı. Ekinler biçilmiş, toplanmış, harman yapılmıştı. Harman yerlerinde tepecikler halinde buğday ve arpa desteleri vardı. Çiftçinin bir yıllık emeğiydi bu. Yıllık gelirini buradan karşılayacaktı.

Ancak acı haber kısa sürede her tarafa ulaştı: "Kilis"in har­­manlarına ateş düşmüş, yangın bütün harmanları sarmış­­tı.

Çevreden duyanlar koşmuş, bir an önce yangını söndürmeye koyulmuştu. Kendisi de yerinde duramamış, bu insanla­rın yanında yer almaya gitmişti. Gerçekten de manzara deh­­şet vericiydi. Alevler göklere yükseliyor, harmanlar cayır ca­yır yanıyordu. Fakat olanca gayrete rağmen harmanların büyük bir kısmı yanmış, öbek öbek kül yığınları oluşmuştu.

Ancak herkesi şaşırtan bir görüntü vardı kül kümelerinin yanında. Yangının ortasında kalmasına rağmen koca bir buğday harmanı olduğu gibi duruyordu. Dev alevler orayı atlamış geçmişti. Harman sahibi ise harmanının yanında bekleyip duruyordu. Bir şaşkınlık içindeydi.

Yanına vardı. Sordu: "Kardeş, sebebi ne ola ki, herkesin harmanı yanıp kül olduğu halde senin harmanın böyle olduğu gibi kalmış? Yangından ve ateşten bir zarar görmedin!"

Harman sahibi üzüntülüydü, çünkü bütün komşuların bir yıllık emeği kül olmuştu; sevinçliydi, kendi harmanı kurtulmuştu.

"Ben," dedi, "her sene harmanı kaldırırken, içinden onda bir zekâtını (öşrünü) ayırırım, fakir ve muhtaçlara veririm, on­dan sonra buğdayı ambara çekerim. Böylece Rabbim benim harmanı korudu."

Evet, hadis-i şerifler açıktı:

"Mallarınızı zekâtla koruyun. Hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin. Belâ dalgalarına dua ve yakarışla karşı koyun."[1]

"Karadaki ve denizdeki bir mal ancak zekâtının verilmemesinden dolayı telef olur."[2]

Zekat, sadaka ve infak manevi bir sigortaydı.

  "Olayların Kur'an'ca Yorumu, Mehmed Paksu, Nesil Yayınları" kitabından…

selam ve dua ile




Aileniz ve arkadaşlarınızla paylaşmak için bir ayda 500'e kadar fotoğraf gönderin! Şimdi ücretsiz Windows Live Alanınıza gidin Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: