17 Eylül 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) "..bu meydan-ı imtihanda olanlar, başı boş değiller; saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyorlar." yarın cuma pazar günü bayram mübarek olsun hayırlara vesile olsun inşallah selam ve dua ile dostlarım


 

"Ben var ya, ben!"

 

 

"Allah beni yaratırken bana niye sormadı? Belki de ben insan olmaya itiraz edecektim. Bu sınavda bulunmak istemeyecektim. Şimdi de intihar edip oyundan çıkmama izin vermiyor?"

Bu soruyu çok duydum. Duymadan önce de sorduğumu hatırlıyorum. İnsanı bir anda bıçak sırtında bırakıyor o soru. Yokluğun kıyılarına savrulduğunu görüyorsun birden. Hiçliğin soğuk nefesini ense kökünde hissediyorsun. İtirazın en keskini bu. Çoklarının varlığın sıcacık koynunda uyuttuğu kaygıları dürtüyor, şüpheleri uyandırıyor.
Bir defa, "ben" diyorsan, orada dur... Çünkü sen "ben" demeye sana sorulmayan o var edilme kararından sonra başladın. Var edilmeden önce "ben" dediğin sen yoktu ki sana (yani "ben" dediğin kişiye) bir şey sorulsun. "Ben" deme ayrıcalığı sana verildi. Hiç hak etmediğin halde hediye edildi. Sen "ben" diye var olmadan önce, sana soracağı bir "ben"in olsaydı, yine sana sorulmadan var edilmiş "ben"in olmuş olacaktı. İtiraz ettiğin anda, zaten itiraz ettiğin şeyi, yani "ben"i elinde bulacaktın. Ne garip! Sana sorulsaydı olmamış olmasını isteyeceğini söylediğin şeyin isteyip istemeyeceğinin sana sorulması için olmuş olmasını istiyorsun. "Ben" olmaya itiraz etme fırsatını yakalamak için bile "ben olsaydım!" diyorsun. Söylediğini tekrarlayalım birlikte: "Ben olsaydım, ben olmak istemezdim!"
Üstelik anladığım kadarıyla, "ben" demekten de hayli memnun gibisin. "Ben" diyebilmene hiç itirazın yok. Tam tersi, yeterince "ben" diyemediğin için kızgınsın. "Niye bana sormadı?" derken, "ben"inin daha önceden, hatta var edilmeden önce ciddiye alınması gerektiğini söylüyorsun. Daha açıkçası, "ben"in henüz var bile değilken görülsün, hesaba katılsın, kale alınsın istiyorsun. Demek ki sen "ben" demeye öteden beri heveslisin. Var edilirken fikrin sorulmadı diye alındığın o "ben"den memnun olmalısın ki, "bana sorulsaydı!" diyorsun. "Ona/şuna/buna/sana sorulsaydı!" demiyorsun. Başkasının hakkında karar vermesine razı olmayacağın kadar dokunulmaz biliyorsun "ben"ini. Zaten itirazın da, sözüm ona sana değil başkasına sorulmuş olması. Fikrin alındığında, önemsendiğin için mutlu olacağını açıkça söylediğin o "ben"ini şimdi niye beğenmiyorsun?
İyi ki de "Niye beni yaratırken bana sormadı!" diye sorabiliyorsun. İyi ki. Ya tersi olsaydı? Takdirine itiraz ettiğin, kararını eleştirdiğin o Allah, seni "ben" diyebilecek halde yaratmasaydı eğer, "Allah beni niye böyle yoklukta bıraktı?" "Allah beni yaratmama kararını niye bana sormadı?" diye sorabilecek miydin?


İyisi mi, sen sen ol, "ben" diyebildiğine, "ben" diye bilindiğine şükret. Ömrünü ikiye ayıralım mesela: BÖ ("Ben"den öncesi) ve BS ("Ben"den sonrası). "Ben" diyebildiğin andan sonra sana verilmediğini düşündüğün, senden eksildiğini, senden esirgendiğini sandığın şeyleri bir kenara koy. (Ki "Bana sorsaydı, ben belki var olmak istemezdim" itirazının sebebi bu sorunlar olmalı.) Bir de, "Ben" diyebilmeden, diye bilinmeden önce, sana verilmeyeni bir kenara koy. Hangisi daha büyük bir eksiklik? "Ben"den önce yoksun. Yokluğunun sen bile farkında değilsin. Eksikliğini kimse dert edinmiyor. Aranıp sorulmuyorsun bile. Hiçbir yerde ciddiye alınmıyorsun. Yoksun ve yok sayılıyorsun. Küçümseniyorsun. Hakaretler görüyorsun. Hesaba katılmıyorsun. Olsan da bir olmasan da bir başkaları için. "Ben" diyemediğin için, "Benim" diyebileceğim hiçbir şeyin yok. Olamaz da! Tekrar hesapla:"Ben" dediğin ana kadar sana verilen, ben dedikten sonra sana verilmediğini düşündüklerinden o kadar fazla ki. İtiraza hiç hakkın yok. Ben verilmeseydi sana, sana verilmeyene bile itiraz edemediğin, itiraz edemediğin gibi verilmediğini bile fark etmediğin dipsiz bir boşluk olacaktı yerin... Varlık bardağının "ben" diyebilmenle doldurulan tarafı o kadar büyük ki, boş dediğin tarafı ancak o dolu tarafın, yani "ben"in sayesinde görebiliyorsun. Yoksa, ne boşluğu bilirdin, ne de eksik olduğunu fark ederdin. Hesaplarda hiç yeri olmayan, sıfır kadar bile ciddiye alınmayan bir lüzumsuzluk olurdun. Eksik olurdun. Eksikliğin bile hissedilmezdi. "Ben" diyemediğine bile itiraz edemezdin. İtiraz etmen gereken "ben"sizlik halini bana anlatamazdın. O soruyu seslendirecek dudakları bile bulamazdın. O cümleyi söze dökecek nefesin bile olmazdı.
Hem sonra, "ben" olarak sen hiçlikten çıkarıldın. Ananın bile yüzüne bakmayacağı, çöpe atılsa kimsenin fark etmeyeceği bir pıhtıdan şimdi toz konduramadığın "ben" diye bil(in)diğin hale geldin. Sen sana verildin. Ben bana verildim. Hiç hak etmediğimiz halde... Hiç hakkını veremeyeceğimiz halde... Şimdi, sen, sana verilenle sana verene isyan etmeyi onurlu bir davranış sayar mısın? Sana hiç yoktan verdi diye "ben"i, o "ben"inle seni "ben" eyleyen O'na kafa tutmayı kendine yakıştırır mısın? 

Senai DEMİRCİ

------------------------------------------------------------------------------------

Bir Tatlı Tefekkür...

 

Gecenin karanlığında uyandı. Kalktı, hemen pencereyi açtı.

"-Sübhânellezî yuhyil mevtâ ve hüve alâ külli şey'in kadîr."(Ölüleri dirilten ve her şeye gücü yeten Allâh'ı her türlü eksik ve noksan vasıftan tenzih ederim.) dedi.

Abdest aldı, biraz öyle kaldı. Seccadeye yöneldi, serdi, oturdu. Salavat getirdi, ellerini kaldırdı, boyun büktü, yalvardı. Birkaç damla gözyaşı döktü. İçini tesbihine döktü. Tesbih tanelerini gönlüne doldurdu, gönlü tesbih oldu. Elini semânın uçsuz bucaksız derinliklerine kaldırdı, heybesini doldurdu. Tevbe ve istiğfarda bulundu. Bütün zerreleri buna dâhil oldu.

"Estağfirullah el-azim"

(Sen ne kadar yüceler yücesisin, Sen'in mağfiretini dilerim.) derken kendisi küçüldü, küçüldü, eridi, kayboldu.

Sonra huzura alındı. Sanki cennet bahçelerinde salındı. Yüreği yandı, Rabbini hemencecik yanında sandı. Şimdi ne müthiş bir andı.

"-Allâh'ım özledim!.." derken gözünden yaşlar boşandı.

"Lâ ilâhe illâllâhu'l meliku'l hakku'l mübîn"

(Hiçbir ilâh yoktur, sadece apaçık bir hak ve her şeyin sahibi olan Allah vardır.) cümlesini tamamlayamadı. Ağladı, ağladı…

"Muhammedü'r-Rasûlullâh es-Sâdık'ul va'di'l emîn"

(Va'dine sâdık, güvenilir ve Allâh'ın Rasûlü olan Muhammed!..) dedi, ferahladı.

Sanki Rasûlullah yanındaydı demin. Salavâta başladı, dili tatlandı, salavât katlandı, o kanatlandı.

"Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim."

(Ey Yüce Allâh'ım!.. Seyyidimiz, Efendimiz Muhammed'e, O'nun âilesine, ashâbına salât ü selâm olsun!..)

Rasûlullâh'ı görüyormuş gibi gözünde canlandırdı. Ayakları yerden kesildi, sanki Rasûlullâh'ın kalbine girdi. Orada kendini gördü. Sûreler okuyup Allâh'ın Habîbi'ne hediye etti.

Sonra gecenin derinliğinde, ölümün soğukluğunu düşündü.

"-Tefekkür-i mevt." dedi.

İçi titredi. Sanki sur üzerine üflendi. Öldü, dirildi, telkin verildi. Kefen biçildi, salâ söylendi. Azrail'i gördü, sanki yakın tanıdığıymış gibi bir sıcaklık hissetti. Mezara girdi. Hiç kimsenin olmadığı, yalnızlar ve garipler mekânı burası...

Elhamdülillah, îmânı vardı. Bunun en büyük kâr olduğunu bilse de onu bir korku sardı. Sarardı… Allâh'ın izniyle amelleri, ona arkadaş olacaktı. Mahşere çıktı, mizana baktı, dizleri titredi, cehennem kükredi.

Rabbinin huzurunda durdu. Ve suâl olundu:

"-Ne getirdin?"

Yutkundu, yutkundu…

"-Gariplik." diyebildi.

O gün orada Allah, mü'minleri rahmetinin içine alacak elbet… Ama rahmeti gibi gazabı da şiddetli olacak!.. Mücrimler kaçacak yer arayacak, her yer daralacak. O da endişe içinde Rasûl'ünü aradı.

Mahşer meydanında koşuştururken nûrdan bir topluluğa rastladı. Hepsinin önünde Âlemlerin Efendisi'ni gördü. Kalbini, O'nun kalbine rabtetti. Öylece kala kaldı. Nebevî feyz, bütün rûhunu sardı. Rabbi'ne yakınlaştı, huzur deryasına daldı. Bu tefekkürden ayrılıp, biraz önce tattığı beraberliği namazla taçlandırmak istedi. Tam seher vaktiydi. Üç kalbi birleştirdi. İnsanın kalbi, gecenin kalbi, Kur'ân'ın kalbi… Üç gül derdi. Birini Rabbi'ne, birini Rasûl'üne, birini üstâdına verdi. İkisi gonca, birisi tam yedi verendi.

Yeniden tesbihini eline aldı. Dili hep damağında kaldı.

"-Allah, Allah, Allah!.." nağmeleri, inci taneleri gibi kalbinden döküldü. Zikrin tadını buldu. Kalbinde ayrı bir sıcaklık duydu. Zikirle mutmain olmak bu muydu? Mânevî tahsil yapıyordu. Her sınıfta farklı dersler görüyordu. Kağıt, kalem ve satırlar kullanılmıyordu bu tahsilde... Derslerin mahalli kalpler ve sadırlar idi.

Diplomasını en büyük muallim olan Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- verecekti. Heyecanı kat be kat arttı. Rûhunun yelkenleri dalgalandı. Yolun sonu yok, mânevî ufuklar engin… Bu yolculuk sonsuzluğa, bu yolculuk sonsuz huzura…

Ne mutlu, yüz akı ile âhirete göç edebilenlere!.. Ne mutlu sıratı geçebilenlere, âb-ı Kevser'den doyasıya içebilenlere!..

Hatice Sena

 

-----------------------------------------------------------------------------------

30 günde ne kazandık?

namaz...

Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennem azabından kurtuluş olan Ramazan ayı ilâhi kazançların çok olduğu mübarek bir aydır. Bu ay bize çok şey kazandırmıştır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1. Öncelikle vakitlerimizi tanzim etti. Ramazan ayından önce sahurdan, iftar vaktinden habersiz, istediğimiz zaman yiyip içerken bu belli bir programa bağlandı. Yemeklerimiz artık belirli saatlerde yenir oldu. Buna en çok sevinen de hanımlarımız ve annelerimiz oldu. Çünkü diğer zamanlarda ayrı ayrı kurulan sofralar, Ramazan ayında ailelerin birlikte oldukları yegâne mekân haline geldi.

2. Oruç bize irademizin ne kadar sağlam olduğunu gösterdi. Sofra kurulmuş, üzerinde çeşit çeşit yiyecekler hazır olduğu halde, bizi onları yemekten alıkoyacak hiçbir şey olmadığı halde Allah'a olan saygımızdan, vakit girmeden elimizi sofraya götürmedik.
3. İbadetlerimizde bir düzen hâkim oldu. Günde beş vakit namazımızı cemaatle kılmaya devam ettik. Cemaat şuuruna vardık. Aynı safta, aynı kıbleye yönelerek bizleri yaratan Allah'ın huzurunda bir fâni kul olduğumuzu tekrar anladık.
4. Oruç tutanlar için özel bir cennetin hazır olduğunu ve bu cennete REYYAN adının verildiğini öğrendik. Ahirette bu cennete, oruç tutanların gireceğini duyunca sevindik. Bu mükâfata erebilmek için de gayretimizi artırdık.
5. Çoluk-çocuğumuzla birlikte aynı sofrada yemek yedik. Hele çocuklarımızın balkondan, pencereden, kapıdan, çatıdan minarelerin ışıklarının yanıp, ezan okunduğunun sevinçli haberini sofrada bekleyenlere iletmesinin verdiği sıcak havayı teneffüs ettik.
6. Teravih namazına giderek huşu içerisinde yirmi rekât namaz kılmanın sevabına inanarak ve mükâfatını yalnızca Allah'tan bekleyerek ibadet etmenin geçmiş günahlarımızı affettireceği müjdesini almış olduk.
7. "Ramazan ayı münasebetiyle kapalıyız" diye meyhanesinin, içkili lokantasının camına ilân yapıştıranları, Ramazan ayına saygı gösterenleri gördük. Fakat bu yerlerin bayramda açılacağını düşününce, meyhanelerin sadece Ramazan ayında değil de daima kapalı olmasının ne kadar huzur verici olacağını düşündük.
8. Zekât ve fitrelerimizi ihtiyaç sahibi kardeşlerimize vererek, onların evlerinin de şenlenmesine vesile olmanın sevincini yaşadık. Fakir fukarayı gözeterek, onları da iftar sofralarımıza davet ettik. İftar ettirdiğimiz kişi veya kişilerin alacağı sevap kadar sevap alacağımızı da öğrendik. Üstelik bu sebeple tuttuğumuz orucun sevabından hiçbir eksilme olmayacağını da kavradık.
9. Ramazan ayında suç işleme oranlarının düştüğü, kavga, adam öldürme ve hırsızlık gibi suçların sayısında inanılmaz ölçüde bir düşüş olduğunu gerek gazetelerden, gerekse televizyonlardan öğrenince, her ayımızın Ramazan ayı gibi olmasını arzu ettik.
10. Kur'an ayı olan Ramazan ayında hatim okuduk, mukabele dinledik. Daha da önemlisi Yüce Kitabımızı iyi anlamaya ve hayatımıza O'nu hakim kılmaya gayret gösterdik. En az bir defa Kur'an'ın tercümesini baştan sona okuyarak mânâsının da ne kadar hoş ve lâtif olduğunu gördük.
11. Ramazan ayından önce, sinirlendiğimiz zaman kötü sözler söylediğimiz de olabiliyorken, Ramazan ayında sâkin olmamız, orucu sadece mideye değil gözümüze, kulağımıza, elimize, ayağımıza ve dilimize de tutturmamız tavsiye edildiği için birisi yakışıksız bir lâf edecek veya kavga edecek olduğunda "Ben oruçluyum" dedik, kimseyle tartışmadık, kimseyi kırmadık.
12. Bazen dalgınlıkla, oruçlu olduğumuzu unutarak yedik, içtik. Oruçlu olduğumuzu hatırladığımız zaman hemen yemeyi ve içmeyi bıraktık. Ama orucumuz bozuldu mu bozulmadı mı diye bir endişeye kapılmadık. Orucumuzu tamamladık. Zira Allah'ın bizi yedirip içirdiğine inandık.
13. İftar vaktini beklerken ne kadar da sevinçli oluyorduk. Bir an evvel ezan okunsa da dilimiz, damağımız, kuruyan dudaklarımız suya kavuşsa diye, dualarımızla beraber heyecanla bekliyorduk. İşte o anda Peygamber Efendimizin "Oruçlu için iki sevinç vardır. Biri iftar ettiğinde, diğeri de Allah'a kavuştuğu anda duyduğu sevinçtir" sözünü hatırlıyor, Cenâb-ı Allah'tan bize iftar vaktinde duyduğumuz sevinci, O'na kavuştuğumuz zaman da yaşatmasını niyaz ediyorduk.
14. Gündüz bir şeyler yiyip içemediğimizden ağzımızda bir koku oluşuyordu. Fakat bu kokunun Allah katında misk kokusundan daha hoş kabul edildiğini Peygamberimizden öğrenince, Yüce Allah'ın mü'minlere ne kadar çok değer verdiğini, bir defa daha kavradık.
15. Şeytanlar bu ayda zincirlere vurularak bağlandı. Bize vesvese vermedikleri, kötülük telkin edemedikleri için de günah olabilecek şeylerden sakınıp hayırlı ve güzel davranışlarda bulunmaya daha fazla yöneldik.
16. Rasulüllah (sav)'in tavsiyesine uyarak sahur yemeğinin bereketinden istifade etmek için kimimiz sahura kadar yatmadı, kimimiz biraz uyudu sonra kalktı ve sahur yemeğini yedi. Ehl-i Kitâba muhalefet ederek, onların oruçları ile bizim orucumuz arasındaki farkın sahur yemeği olduğunu hatırladık.
17. Sahur ve iftarda yemeklerimizi yerken "Ya! İşte bunu bulamayanlar da var. Şükürler olsun. Allah bulamayanlara da versin" demek yerine gerçek şükür böyle olmalı diyerek fakirlere, yetimlere, kimsesizlere, yediğimizden yedirdik, giydiğimizden giydirdik. Onları da aklımızdan hiç çıkarmadık.
18. Mübarek Ramazan ayında oruç, iftar, sahur, teravih, vaaz, mukâbele, sadaka-i fıtır, itikâf nasıl mübarekse, bunların insanı nasıl mübarek yapabileceğini düşündük. Yani mübarek Ramazan ayında da, mübarek bir insan olmak için bu ayı çok iyi bir şekilde değerlendirmeye çalıştık. Bir aylık değil, ölünceye kadar mübarek olmaya çalışmak gerektiğini anladık.
19. Bazı televizyon programlarına bakarak, on bir ayın sultanı Ramazan ayının eğlence ayı değil, ibadet ayı olduğu fikri aklımıza iyice yerleşti. Ramazan ayının bir eğlence, şarkı, türkü, direkler arası eğlence ayı haline getiren bazı televizyonlara kendimizi kaptırmadık.
20. Ramazan vesilesiyle tebrikleştik, birbirimize dua ve mağfiret diledik. Telefon ve tebrik kutlamalarıyla, teknolojinin imkânlarını kullanarak bilgisayarı ve cep telefonu olan sevdiklerimize mesaj göndererek, elektronik posta, elektronik kartlar yollayarak toplumsal dayanışmayı, kaynaşmayı, birlik ve beraberlik duygularını en zirve noktaya taşıdık.
Sonuç olarak bu mübarek ay bize, burada sayılamayacak kadar kazançlar sağlamıştır. Biz burada bir kısmına değinmeye çalıştık. Önemli olan Ramazan ayında kazandığımız güzel özellikleri, Ramazan ayından sonra da devam ettirmektir.
Unutmamalıyız ki, her günümüzü Cuma, her gecemizi Kadir, her ayımızı da Ramazan yapmak bizim elimizdedir. Yeter ki biz, bu mübarek zamanları en iyi şekilde değerlendirmesini bilelim.
Ne mutlu, Ramazan ayına ulaşıp, onun kıymetini bilene... Hakkıyla değerlendiren ve mükâfat olarak da bayrama ulaşanlara.... Ne mutlu!...
(Vehbi Akşit)

-----------------------------------------------------------------------------------

Âfet ve Musibetler Dolayısıyla Tasalandığında Okunacak Dua

 
Azîm ve Halîm Allah'tan başka ilâh yoktur, Arş-ı Azîm'in Rabbi Allah'tan başka ilâh yoktur.
Semâvât-u arzın ve Arş-ı Kerîm'in Rabbi Allah'tan başka ilâh yoktur.
Halîm ve Kerîm Allah'tan başka ilâh yoktur.
Arş-ı Azîm'in Rabbi Allah'tan başka ilâh yoktur.
Semâvat-u arzın ve Arş-ı Kerîm'in Rabbi Allah'tan başka ilâh yoktur.
Allah bize kâfidir, O ne güzel vekildir; Allah'a tevekkül ettik.
Halîm ve Kerîm Allah'tan başka ilâh yoktur. Arş-ı Azîm ve yedi semânın Rabbi Allah'ı tesbih ederim.
Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun. Allahım, kullarının şerrinden Sana sığınırım. Allah bize kâfidir, O , ne güzel vekildir. Allah bana kâfidir, O ne güzel vekildir.
Yâ Allah! Allah benim Rabbimdir, Ona hiçbir şeyi şirk koşmuyorum.
Yâ Allah! Allah benim Rabbimdir, Ona hiçbir şeyi şirk koşmuyorum.
Yâ Allah! Allah benim Rabbimdir, Ona hiçbir şeyi şirk koşmuyorum.
Ölmeyen, Hayy olan Allah'a tevekkül ettim.
"Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, asla acze düşmeyen ve bu sebeple hiçbir yardımcısı da bulunmayan Allah'a hamd olsun; Onu gereği gibi tekbir et."
Allahım, rahmetini umuyorum, göz açıp kapayıncaya kadar beni nefsimle başbaşa bırakma, bütün işlerimi yoluna koy (ıslah et). Senden başka ilâh yoktur. Yâ Hayy, yâ Kayyûm, rahmetinle Senden yardım dileniyorum.
Yukarıdaki duayı secdede çok tekrar eder ve şöyle der: Yâ Hayy, yâ Kayyûm. "Senden başka ilâh yoktur. Seni tesbih ederim; şüphesiz ben zalimlerden oldum."
Allahım, ben Senin kulunum, kullarından bir erkekle bir kadının oğluyum, perçemim Senin (kudret) elindedir. Hakkımdaki kararın yürürlükte ve yine hakkımdaki takdirin âdilâne-dir. Senden, kendini isimlendirdiğin, Kitabında indirdiğin, mahlûkatından birine öğrettiğin veya gayb ilminde kendine tahsis ettiğin (kimseye bildirmediğin) her ismin hürmetine...
...Kur'ân'ı kalbimin baharı, gözümün nuru, hüzün, gam ve tasamın gidericisi kılmanı diliyorum. Güç ve kuvvet ancak Allah'ın (elinde)dir. (Bol bol istiğfar eder.)
 

-------------------------------------------------------------------------------------------------------

Rabbini Arayan Thomas

Kur'an'ı Okuyan Bir Atesit'in Soruları ve Verilen Cevaplar


 


  


Anılarınızı istediğiniz herkesle çevrimiçi paylaşın.

Windows Live ile fotoğraflarınızı organize edebilir, düzenleyebilir ve paylaşabilirsiniz.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: