14 Kasım 2009 Cumartesi

(Namaz Zamanı) Hz .Isa


HZ. İSA'NIN HAYATI

Hz. İsa'nın doğumu, hayatı ve Allah Katına alınması hep mucizevi şekillerde gerçekleşmiş, bu mübarek insanın hayatı Kuran'da ayrıntılı olarak haber verilmiştir. Allah'ın üstün ilimlerle desteklediği bu değerli kulu, daha beşikteyken konuşmuş, dünyada kaldığı süre içerisinde çevresindeki insanlara büyük mucizeler göstermiştir. Onun özel durumunun bir delili de Allah Katına alınışı ve tekrar dünyaya gönderileceğine dair Kuran'da ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetinde önemli işaretlerin olmasıdır. Bu bölümde Kuran ayetleri ışığında Hz. İsa'nın mucizelerle dolu mübarek hayatı hakkında bilgi sahibi olacaksınız.

Hz. İsa'nın Doğumu

Allah, Kuran'da Hz. İsa'nın doğumundan ölümüne kadar her konuda, diğer insanlardan büyük farklılıklar gösterdiğine dikkat çekmiştir. Herşeyden önce Hz. İsa, bilinen sebeplerin dışında bir yaratılışla doğmuş ve babasız olarak dünyaya gelmiştir. Allah, o doğmadan önce, birçok özelliğini ve onu insanlar için bir Mesih olarak gönderdiğini melekleri aracılığıyla annesi Hz. Meryem'e bildirmiştir. Hz. İsa'nın bu seçkin özelliklerinden biri, "Allah'ın kelimesi" olarak sıfatlandırılmış olmasıdır:

... Meryem oğlu Mesih İsa, ancak Allah'ın elçisi ve kelimesidir. Onu ('ol' kelimesini) Meryem'e yöneltmiştir ve O'ndan bir ruhtur... (Nisa Suresi, 171)

Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendi'nden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır... (Al-i İmran Suresi, 45)

Kuran'da "Allah'ın kelimesi" ifadesi yalnızca Hz. İsa için kullanılmıştır. Allah, Hz. İsa henüz dünyaya gelmeden onun ismini bildirmiştir. Allah Kendi'nden bir kelime olarak Hz. İsa'ya "İsa Mesih" ismini vermiştir. Bu, Hz. İsa'nın diğer insanlardan daha farklı bir yaratılışla yaratıldığının ifadelerinden biridir.

Allah, hamileliği ve Hz. İsa'nın doğumu aşamasında Hz. Meryem'i her açıdan en güzel şekilde desteklemiş, ona yol göstermiştir. Allah kavminden uzakta, tek başına gerçekleşen bu hayati olayda, hiçbir tecrübesi olmayan ve bir yardımcısı da bulunmayan Hz. Meryem için ortamı uygun kılmış ve doğum sorunsuz bir şekilde gerçekleşmiştir. Hz. Meryem Allah'ın yardımıyla bu zor işi tek başına gerçekleştirebilmiştir. Allah Hz. Meryem'e olan bu nimetini Kuran'da şöyle bildirmektedir:

Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim." Altından (bir ses) ona seslendi: "Hüzne kapılma, Rabbin senin alt (yan)ında bir ark kılmıştır. Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş-taze hurma dökülüversin. Artık, ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah) a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım. (Meryem Suresi, 23-26)

Ayetlerde de görüldüğü gibi Allah vahyi ile Hz. Meryem'e yardımını iletmiş, hüzne kapılmamasını, alt yanında onun için bir su arkı kıldığını bildirmiştir. İhtiyaç duyduğu her konuda yapması gereken herşeyi bildirerek ona yardım etmiş ve doğumun en iyi şekilde gerçekleşmesini sağlamıştır. Allah'ın Hz. Meryem üzerindeki rahmeti ve koruması doğum olayında tüm açıklığıyla görülmektedir. (Detaylı bilgi için Bkz. Örnek Müslüman Kadın: Hazreti Meryem, Harun Yahya, Mart 2003, Araştırma Yayıncılık)

 

Hz. Meryem, daha önce çekilmiş olduğu ıssız bölgeden Hz. İsa ile birlikte kavminin yanına geldiğinde, onlar, sadece zan ve tahmin üzerine Hz. Meryem'e karşı birtakım çirkin iftiralarda bulunmuşlardır. Oysa iftiralarda bulunan bu kavmin bireyleri, Hz. Meryem'i tanıyor, hem onun, hem de İmran ailesinin ne kadar Allah'a bağlı, dindar ve iffetlerine düşkün insanlar olduklarını çok iyi biliyorlardı. Gerçekte Hz. İsa'nın dünyaya geliş şekli, Allah'ın Hz. Meryem'in kavmine gösterdiği büyük bir mucize, Allah'ın varlığına ilişkin önemli bir delildir. Ancak Hz. Meryem'in etrafındakiler bu durumu anlayamamış, onun hakkında gerçek dışı bazı ithamlarda bulunarak ona çirkin bir iftira atmaya çalışmışlardır:

Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın. Ey Harun'un kız kardeşi senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın utanmaz (bir kadın) değildi. (Meryem Suresi, 27-28)

Hz. Meryem ise gerçekte bu çirkin suçlama ve iftiralar ile deneniyordu. Allah'a son derece bağlı ve iffetine düşkün bir insana bu yönde bir iftira atılması, Allah'ın onun için yarattığı bir imtihandır. Bu durum karşısında Hz. Meryem hemen Allah'a sığınmış ve onların bu iftiralarına karşı Allah'ın kendisine yardım edeceğini bilerek tevekkül etmiştir. O yardımı ve desteği yalnızca Allah'tan beklemiş ve her defasında da Allah'ın geniş fazlı ve rahmetiyle karşılık görmüştür.

Allah zor durumda olan bu seçkin kuluna yine bir mucizeyle yardım etmiş ve kavmi kendisi ile konuşmak istediğinde susmasını ve suçlamalarda bulunanlara Hz. İsa'yı işaret etmesini bildirmiştir. Allah'ın Hz.Meryem'e bildirdiği bu emri Kuran'da şu şekilde bildirilir:

Eğer herhangi bir beşer görecek olursan, de ki: "Ben Rahman (olan Allah)a oruç adadım, bugün hiç kimseyle konuşmayacağım." (Meryem Suresi, 26)

Allah, Hz. Meryem'e Hz. İsa'nın doğumunu müjdelediği zaman, onun henüz beşikteki bir bebekken konuşacağını da haber vermişti. İşte o mucize, bu zor anında Hz. Meryem'e Rabbimiz'den çok büyük bir destek olmuştur:

Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. (Al-i İmran Suresi, 46)

Allah Hz. Meryem'in yapacağı açıklamayı mucizevi bir şekilde Hz. İsa'ya yaptırmıştır. Böylece, hem Hz. Meryem'i atılan iftiralardan temize çıkarmış, hem de bir mucize ile Hz. İsa'nın elçiliğini İsrailoğullarına müjdelemiştir:

Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?" (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti. Anneme itaati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı. Selam üzerimedir; doğduğum gün öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem Suresi, 29-33)

Hz. İsa Allah'ın kulu olduğunu, kendisine kitap verildiğini ve yetişkin olunca insanlara tebliğ yapmakla görevli bir peygamber olduğunu, Allah için namaz kılıp zekat vermesi gerektiğini, annesi Hz. Meryem'e saygılı olup sözünü dinlemesi gerektiğini, öleceğini ve kıyamet günü diriltileceğini de bilmektedir.

Bu durum İsrailoğullarına olağanüstü bir gerçekle karşı karşıya olduklarını; bekledikleri Mesih'in dünyaya geldiğini kanıtlamıştır. Allah şu şekilde bildirmektedir:

Irzını koruyan (Meryem); Biz ona Kendi ruhumuzdan üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık. (Enbiya Suresi, 91)

Ayetlerde İsrailoğullarına bir haber daha verilmektedir: kendilerine gösterilen tüm mucizevi olaylara rağmen, Hz. Meryem'e iftirada bulunmayı sürdüren kimseler için büyük bir azap. (Nisa Suresi, 156-157)

Hz. İsa'nın Hayatı

Hz. İsa, tarihi kaynaklara göre, bundan yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış, Allah'ın dünyada ve ahirette seçkin kıldığı bir elçisidir. Matta İncili'nde Hz. İsa'nın I. Herod ve rejim değişikliği döneminde (MÖ 4), Luka İncili'nde ise İmparator Augustus döneminde (MS 6), Yahudiye'deki nüfus sayımı sırasında doğduğu bildirilir. Bu bilgileri doğrulamak mümkün değildir. Ancak çeşitli kaynakları inceleyen uzmanlar, Hz. İsa'nın MÖ 7-6 yılları arasında doğduğunu tahmin etmektedirler.

 

 

Allah'ın üstün özelliklerle lütufta bulunduğu, sonsuz cennet yurduyla müjdelediği bu değerli elçisinin getirmiş olduğu hak din bugün ismen yeryüzünde bulunsa da, gerçekte dejenerasyona uğramış ve aslından saptırılmıştır. Allah'ın Hz. İsa'ya vahyettiği İncil de aynı şekilde ismen mevcuttur, ancak aslı ortada yoktur. Hıristiyan kaynakları çeşitli bozulmalara uğramış ve tahrif edilmiştir. Dolayısıyla bugün Hz. İsa ile ilgili gerçek bilgileri bu kaynaklardan temin etmemiz mümkün değildir. Hz. İsa hakkında doğruluğu kesin bilgiye ulaşabileceğimiz yegane kaynak, Allah'ın kıyamete kadar koruyacağını vaat ettiği Kuran'dır. Kuran'da, Hz. İsa'nın doğumu, hayatı, bu süre içinde karşılaştığı olaylardan örnekler, çevresindeki insanların durumu ve daha birçok konudan bahsedilmiştir. Hz. İsa'nın Yahudilere nasıl tebliğ yaptığı da birçok örnekle haber verilmiştir. Al-i İmran Suresi'nde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbiniz'den bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz'dir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur." (Al-i İmran Suresi, 50-51)

Hz. İsa'nın bu davetine çoğu Yahudi icabet etmemiş, ancak az sayıdaki havari ona uymuştur. Kuran'da bu samimi inananların varlığı şöyle bildirilmektedir:

Nitekim İsa, onlarda inkarı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahit ol" dediler. "Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahitlerle beraber yaz." (Al-i İmran Suresi, 52-53)

Yeni Ahit'e göre Hz. İsa, yanında bu 12 öğrencisi olduğu halde Filistin'in dört bir tarafını dolaşmıştır. İnsanları Allah'a iman etmeye davet etmek için yaptığı bu yolculukları sırasında Allah'ın dilemesiyle çeşitli mucizeler gerçekleştirmiştir. Hasta ve sakat insanları, alaca hastalığına tutulanları iyileştirmiş, doğuştan kör olanların gözlerini açmış ve ölüleri diriltmiştir. Bu mucizeler Kuran ayetlerinde şu şekilde haber verilmektedir:

..."Gerçek şu, ben size Rabbiniz'den bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır." (Al-i İmran Suresi, 49)

Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun da (yine) iznimle ona üfürdüğünde bir kuş oluveriyordu. Doğuştan kör olanı, alacalıyı iznimle iyileştiriyordun, (yine) Benim iznimle ölüleri (hayata) çıkarıyordun. İsrailoğullarına apaçık belgelerle geldiğinde onlardan inkara sapanlar, "Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir" demişlerdi (de) İsrailoğullarını senden geri püskürtmüştüm." (Maide Suresi, 110)

 

Hz. İsa büyük mucizeler göstermiş, insanlar onun gösterdiği bu mucizelerden çok etkilenmişlerdir. Ancak Hz. İsa daima, bu mucizelerin Allah'ın izniyle gerçekleştiğini belirtmiş, İncil açıklamalarında ise iyileştirdiği insanlara sık sık "imanın seni kurtardı" demiştir. Nitekim halk da, Matta İncili'ne göre, Hz. İsa'nın mucizeleri karşısında Allah'ı yüceltmişlerdir:

İsa o bölgeden ayrılıp Galile gölünün kıyısından geçerek dağa çıkıp oturdu. Yanına büyük bir kalabalık geldi. Beraberlerinde kötürüm, kör, çolak, dilsiz ve daha birçok hasta vardı. Hastaları O'nun ayaklarının dibine bıraktılar. O da onları iyileştirdi. Halk, dilsizlerin konuştuğunu, çolakların sağlam oluverdiğini, körlerin gördüğünü, kötürümlerin yürüdüğünü görünce şaştı ve İsrail'in Tanrı'sını yüceltti. (Matta, 15: 29-31)

Artan engellere rağmen, özellikle de, baskı ve zulüm altında yaşayan halkın arasında, Hz. İsa'ya inananların sayısı artmaya başlamıştır. Bu dönemde Hz. İsa ve havarileri bütün çevre kasabaları ve şehirleri dolaşmışlardır. Bu arada rahipler ve yazıcılar, yıllardır sürdürdükleri geleneklerinin batıl yönlerini kendilerine anlatan, kurdukları düzendeki sapmaları hatırlatan, kendilerini sadece Allah'a iman edip, Allah için yaşamaya çağıran Hz. İsa'ya karşı tuzaklar hazırlamaya başlamışlardır. (Luka, 22: 1-2; Yuhanna, 11: 48).

Kuran'da Hz. İsa'nın Allah Katına alındığı ve bir benzerinin, o zannedilerek öldürüldüğü haber verilmiştir. Hz. İsa, bütün peygamberlerin yaptığı gibi, kavmini, Allah'a iman etmeye, gönülden teslim olup Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yaşamaya, günahlardan ve kötülüklerden sakınmaya, salih amellerde bulunmaya davet etmiştir. Onlara dünya hayatının geçiciliğini ve ölümün yakınlığını hatırlatmış, ahiret gününde her insanın tüm yaptıklarıyla hesaba çekileceğini bildirmiştir. İnsanları yalnızca Allah'a ibadet etmeye ve sadece Allah'tan korkup sakınmaya çağırmıştır. İncil'de de bu konularla ilgili çok sayıda öğüde ve mesel adı verilen eğitici hikayelere rastlamak mümkündür. Hz. İsa, İncil'de yer alan ifadeyle, "imanı kıt olanlar"a karşı öğütler vermekte, insanlara "Allah'ın Egemenliği"nin yakın olduğunu müjdelemekte ve onları Allah'tan bağışlanma dilemeye davet etmektedir. Bu hakimiyet, Yahudilerin Mesih'in gelişiyle birlikte kurulacağını umdukları ve İsrailoğullarının imanına ve kurtuluşuna vesile olmasını bekledikleri hakimiyettir.

Hz. İsa, Hz. Musa Şeriatı'na; yani gerçek Tevrat'ın hükümlerine bağlı kalmış ve Yahudileri de, bu hükümlerden uzaklaştıkları ya da bu hükümleri samimiyetsiz bir biçimde, gösteriş amacıyla uyguladıkları için uyarmıştır. Yeni Ahit'e göre, kendisine karşı çıkan Yahudilere "Musa'ya iman etmiş olsaydınız, bana da iman ederdiniz, çünkü o benim hakkımda yazmıştır" (Yuhanna, 5: 46) demiştir. Hz. İsa insanları Tevrat'a dönmeye davet etmiştir. Matta İncili'nde Hz. İsa'nın "Kutsal Yasa"ya yani Hz. Musa'nın Şeriatı'na uyulması için verdiği bir emir şöyle aktarılır:

... Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim... (Matta, 5: 17)

Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim çiğner ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliği'nde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliği'nde büyük sayılacak. (Matta, 5: 19)

Kuran'da da Hz. İsa için şu şekilde haber verilmektedir:

Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbiniz'den bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin. (Al-i İmran Suresi, 50)

 

Hz. İsa'nın Mücadelesi

Hz. İsa'nın geldiği dönemde, Yahudi toplumunun içinde dini farklı şekillerde yorumlayan birçok mezhep bulunmaktaydı. Allah'ın Hz. Musa'ya vahyettiği hak dinden uzaklaşılmış, batıl gelenekler ve çarpık inançlar türetilmişti. Bunlara ek olarak, putperest Helen kültürü de insanlar arasında yaygınlaştırılmakta ve özendirilmekteydi. Bu kültürün etkisi altındaki bazı Yahudi mezhepleri ise sahip oldukları tevhid inancının yerine, bu sapkın anlayışın sembollerini, heykellerini koymaya başlamışlardı.

Karmaşa içindeki topluma hidayet önderi olarak gönderilen Hz. İsa aralarında bulunduğu süre boyunca çok çeşitli topluluklarla mücadele etmiştir. Kuran ayetlerinden Hz. İsa'nın dinleri konusunda ihtilafa düşenlere yol gösterdiği anlaşılmaktadır. İncil'de yer alan bazı tariflerden de, Hz. İsa'nın öncelikle sahte din adamlarını, Allah'a eş koşan müşrik grupları, dindar gözükerek halkı kandıranları yaptıklarından vazgeçmeye, samimiyetle Allah'a iman etmeye davet ettiği anlaşılmaktadır. İncil'de sık sık adı geçen iki grup Ferisiler ve Saddukiler bu açıdan önemlidir. Çeşitli konularda derin anlaşmazlıklar içinde bulunan bu iki grubun bir kısım mensuplarının ortak özellikleri ise, Allah'ın Hz. İsa aracılığıyla insanlara gönderdiği vahiyden şiddetle rahatsız olmalarıdır. Çünkü, Hz. İsa'nın tebliğ ettiği hak dine göre hem maddeci bir dünya görüşüne sahip olan Saddukiler, hem de samimiyetini kaybederek, şekle ve hurafeye yönelen Ferisiler yanlış yoldaydı. Bu gruplar, içinde bulundukları durumu anladıklarında hemen Hz. İsa'ya karşı cephe almışlardır. Allah Kuran'da şu şekilde bildirmektedir:

İsa açık belgelerle gelince, dedi ki "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin. (Zuhruf Suresi, 63)


DUCCIO di Buoninsegna'nın, Hz. İsa'nın havarilerine tebliğini anlatan bir resmi

Hem Ferisiler hem de Saddukiler kurulu düzenden menfaat sağlıyorlardı. Bu sebeple de Hz. İsa'ya itaat etmiyorlardı. Yahudi toplumu üzerinde büyük bir otoriteye sahiptiler. Din adamı olarak herkesten büyük bir saygı görüyorlardı. Oluşturdukları sahte din, onlara statü ve hatta para kazandıran bir kurum haline gelmişti. Ülkeyi yönetmekte olan Roma Valisi ile de sıkı bir işbirliğine girmişlerdi. Özellikle de Saddukiler Roma ile İsrail halkı arasındaki gerilimi azaltmakta, buna karşılık Roma'nın kendilerine sağladığı ayrıcalıklardan yararlanmaktaydılar. Bu şartlar gözönünde bulundurulduğunda, Hz. İsa'nın tebliğinin neden bu din adamlarını rahatsız ettiğini anlamak çok kolaydır. Çünkü Hz. İsa, tüm peygamberler gibi, bozuk olan, her türlü ahlaksızlığı meşru gören "kurulu düzen"i hedef almıştı. İnsanlardan yaptıkları tüm adaletsizlikleri, haksızlıkları, ahlaksızlıkları ve putperest dinlerini terk etmelerini sadece Allah için yaşamalarını istiyordu. Hz. İsa insanlara Allah korkusunu, Allah'ı sevmeyi, Allah'a teslim olmayı öğütlüyordu. Batıl kurallardan, bağnaz uygulamalardan uzaklaşmalarını, sadece Allah'a ibadet edip yaptıkları her işte Allah'a yönelmelerini söylüyordu. Gösterdiği mucizeler onun, Allah'ın alemler üzerine seçip beğendiği, ilim ve kuvvet olarak desteklediği, çok kıymetli bir peygamber olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Onun iman derinliği, yüksek ahlakı, üstün kavrayışı ve hikmetli açıklamaları insanlarda büyük bir hayranlık uyandırıyordu.

Yeni Ahit'e göre, Hz. İsa, tebliğ yaparken bir yandan da şiddetli zulüm gören halka kurtuluşun yaklaştığını, yakında Allah'ın Egemenliği'nin kurulacağını söyleyerek onların içindeki inancı canlandırmıştır. Bu arada Hz. İsa'nın Hz. Davud'un soyundan geldiği haberi de halkta yaygınlaşmış ve onun beklenen Mesih olduğu inancı dalga dalga yayılmıştır. (Matta, 9: 28-35) İşte tüm bunlar kurulu düzenden menfaat sağlayan bağnaz din adamlarını ve Roma'nın getirdiği putperest kültürü kabul edenleri rahatsız etmiştir.

Yeni Ahit'e göre, bu çevreler, Hz. İsa'nın tebliğini etkisiz kılmak için her fırsatı değerlendirmiş, ama her seferinde yenilgiye uğramışlardır. Hz. İsa'nın, onların iddialarını tamamen çürüten cevaplar vermesi ve hikmetli açıklamalarda bulunması din adamlarını oldukça rahatsız etmiştir. Zaten onları tuzak kurmaya iten nedenlerden biri de, Hz. İsa'nın kendileri hakkında anlattıkları olmuştur. Hz. İsa, Luka İncili'ne göre, halkın önünde onların sahtekarlıklarını şu şekilde açıklamıştır:

Uzun kaftanlar içinde dolaşmaktan hoşlanan, meydanlarda selamlanmaya, havralarda en seçkin yerlere, şölenlerde baş köşelere kurulmaya bayılan din bilginlerinden sakının. Dul kadınların malını mülkünü sömüren, gösteriş için uzun uzun dua eden bu kişilerin cezası daha da ağır olacaktır. (Luka, 20: 46-47)

Bazı Yahudi rahipleri Tevrat hükümlerini değiştirmişler, kendi menfaatlerine uygun yeni hükümler eklemişlerdi. Hz. İsa Yahudi kavmine verdiği öğütlerle bu sahte hükümleri ortadan kaldırıyordu. Hz. İsa'nın temizlemeye çalıştığı şey, Hz. Musa'nın getirdiği yasaların üstünü örtmüş olan batıl gelenekler, hurafeler, insanların oluşturdukları yasaklardı. Markos İncili'ne göre, Ferisilerle konuşurken onları özellikle bu açıdan uyarmıştır:

İsa onlara (Ferisilere ve din adamlarına) şöyle cevap verdi:... Siz Tanrı buyruğunu bir yana bırakmış, insan geleneğine uyuyorsunuz... Böylece kuşaktan kuşağa aktardığınız geleneklerle Tanrı'nın sözünü geçersiz kılıyorsunuz. Buna benzer daha birçok şey yapıyorsunuz." (Markos, 7: 6-13)

Ferisiler, kazançlarının onda birini Allah'a adamaları gerektiğine inanır ve bu kurala da uyarlardı. Ancak bunu bir ibadetten çok bir gelenek şekline getirmişlerdi. Hz. İsa, Luka İncili'ne göre, onları şöyle uyarmıştır:

"Ama vay halinize, ey Ferisiler! Siz nanenin, sedef otunun ve her tür sebzenin ondalığını verirsiniz de, adaleti ve Tanrı sevgisini ihmal edersiniz. Ondalık vermeyi ihmal etmeden esas bunları yerine getirmeniz gerekirdi. Vay halinize, ey Ferisiler! Havralarda en seçkin yerlere kurulmaya, meydanlarda selamlanmaya bayılırsınız. Vay halinize! İnsanların, farkında olmadan üzerlerinde gezindiği belirsiz mezarlara benziyorsunuz." (Luka, 11: 42-44)

... "Sizin de vay halinize, ey Yasa uzmanları!" dedi. "İnsanlara taşınması güç yükler yüklersiniz, kendiniz ise bu yükleri kaldırmak için bir tek parmağınızı kıpırdatmazsınız. (Luka, 11: 46)

Vay halinize!.. Vay halinize, ey Yasa uzmanları! Bilgi kapısının anahtarını alıp götürdünüz. Kendiniz bu kapıdan girmediniz, girmek isteyenlere de engel oldunuz." (Luka, 11: 52)

Bu tür uyarılar ve yaptıkları ahlaksızlıkların birer birer ortaya çıkarılması din adamlarının Hz. İsa'ya olan düşmanlıklarını daha da artırmıştır. Nitekim Luka'ya göre, Hz. İsa'nın üstteki sözlerinden sonra sözde din bilginleriyle Ferisiler onu tuzağa düşürmek için fırsat kollamaya başlamışlardır. (Luka, 11: 53-54)

Hz. İsa, Kuran'da belirtildiği gibi İsrailoğullarını Allah'a gönülden iman etmeye ve Hz. Musa'nın getirdiği şeriata geri dönmeye davet etmiştir. Hz. İsa'nın Yahudiler hakkında Tevrat'ın İşaya kitabından alıntı yapılarak söylediği aşağıdaki sözler de, Allah'ın Kuran'da inkar edenler için bildirdiği "... Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler..." (Araf Suresi, 179) ayeti ile büyük bir benzerlik gösterir:

"Çok dinleyeceksiniz ama birşey anlamayacaksınız. Çok göreceksiniz ama bir şey kavramayacaksınız. Çünkü bu halkın yüreği yağ bağladı, kulakları duymaz oldu. Gözlerini yumdular. Gözleriyle görmesinler, Kulaklarıyla duymasınlar, Yürekleriyle anlamasınlar diye. Dönmesinler de ben kendilerini iyileştirmeyeyim diye." (Matta, 13: 14-15)

Peygamberler, Allah'ın kendilerine verdiği sorumluluğu en güzel şekilde yerine getirmiş, insanları hidayet yoluna davet etmek için ellerindeki imkanları ve tüm güçlerini sonuna kadar kullanmışlardır. Hz. İsa da kendisine kurulan tüm tuzaklar, atılan iftiralar ve düzenlenen saldırılar karşısında çok üstün bir sabır göstermiş, Allah'a tevekkül edip tebliğine devam etmiştir. O, yanında az sayıda yardımcısı olmasına rağmen hep galip gelen taraf olmuştur. Bu tebliğ sırasında dini aslına döndürmek, hurafelerden ve batıl uygulamalardan temizlemek için pek çok yönteme başvurmuştur. Rabbimiz'in kendisine bahşettiği üstün kavrayış ve hikmet sayesinde İsrailoğullarına karşı son derece etkileyici konuşmalar yapmış, hikmetli örnekler vermiştir.

Sonuç olarak Hz. İsa insanları sadece Allah'a imana davet etmiş, din ahlakının hakim olacağını müjdelemiş, batıl inançlarla, hurafelerle ve putperestlerle mücadele etmiş, dünyanın bir imtihan yeri olduğunu örneklerle açıklamış, kavmin bozuk ahlak anlayışını düzeltmek için büyük bir gayret göstermiş, üstün ahlakıyla da çevresindeki insanlara en güzel örnek olmuştur. Ancak tüm bu faaliyetler, düşmanlarının daha katı davranmalarına, onu öldürmek için büyük bir tuzak kurmalarına yol açmıştır.

 

Hz. İsa'nın Mucizeleri ve Tebliği

Doğumundan Allah'ın Katına alınışına kadar bütün hayatı mucizelerle dolu olan Hz. İsa'nın yaşadığı ve Allah'ın izniyle gerçekleştirdiği mucizeler, Kuran'da şu şekilde haber verilmektedir:

Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." (Maide Suresi, 110)

İsrailoğullarına elçi kılacak. (O İsrailoğullarına şöyle diyecek:) "Gerçek şu ben size Rabbiniz'den bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur içine üfürürüm o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır." (Al-i İmran Suresi, 49)

Hz. İsa'nın ayetlerde bildirilen mucizeleri; babasız olarak doğması, beşikte iken konuşması, Allah'ın kutsal kitaplarını, Tevrat'ı, İncil'i ve Kuran'ı bilmesi, çamurdan kuş biçiminde bir şey yapıp, nefesiyle canlandırıp uçurması, doğuştan kör olanı, alaca hastalığını iyileştirmesi, ölüyü diriltmesi, insanların yediklerini ve saklayıp biriktirdiklerini haber vermesi, kendisinden sonra gelecek kutlu insanı, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'i "Ahmet" ismiyle haber vermesi sayılabilir.

Hz. İsa'nın gösterdiği tüm bu mucizelere ve Allah'ın vahyiyle yaptığı tebliğe rağmen kavmin büyük bir bölümü inkarlarını sürdürmüştür. Kuran'da örnekleri verilmiş diğer kavimler gibi, o dönemin inkarcıları da Hz. İsa'nın yaptıklarının büyüden başka bir şey olmadığını söyleyerek, onu büyücülükle itham etmişlerdir:

Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler. (Saff Suresi, 6)

Yine Kuran'da bildirildiği gibi Hz. İsa Yahudiliği ortadan kaldırmak için değil, bu şeriatın aslında doğru olduğunu vurgulamak ve içine eklenmiş olan hurafeleri temizleyerek, dini aslına döndürmek için gönderilmiştir. Ayrıca Allah onu, çeşitli Yahudi tarikatları arasındaki tartışmaları açıklığa kavuşturmakla da görevlendirilmiştir. Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

(Hz. İsa:)"Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbiniz'den bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin." (Al-i İmran Suresi, 50)

İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin." (Zuhruf Suresi, 63)

Hz. İsa Tevrat'taki imani konuları doğrulamış, fakat Allah'ın insanlara bir yol gösterici ve öğüt olarak gönderdiği yeni kitabını; İncil'i getirmiştir:

Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik. İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır. (Maide Suresi, 46-47)

Hz. İsa'nın çağrısına cevap verenlerin sayısı başlangıçta çok az olmuştur. Çünkü bu çağrı, hem geçimlerini yıllardır hakim kıldıkları hurafe ve gelenekten sağlayan rahip sınıfının, hem de Allah'ın hakimiyetini kabul etmeyen yönetici sınıfın ayrıcalıklarını ortadan kaldırıyordu. Onların uyguladıkları baskı ve tehdit, halkın korkmasına ve Hz. İsa'dan uzaklaşmalarına yol açıyordu. Hz. İsa'nın yaptığı tebliğ yaygınlaşmaya, onu takip edenlerin sayısı artmaya başladığında, bu grupların hazırladıkları sinsi tuzaklar ve Hz. İsa'yı engellemek için yaptıkları planlar da artmıştır. Bu gibi tuzaklarla tarih boyunca tüm peygamberler karşılaşmışlardır. Kuran'da müşriklerin elçilere karşı gösterdikleri bu insanlık dışı tutum şöyle belirtilmiştir:

... Demek, size ne zaman bir elçi nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldüreceksiniz, öyle mi? (Bakara Suresi, 87)

Toplum içinde Hz. İsa'yı dinleyip inananlar ile inkar edenler ayrılmaya başlamış, iki grup arasındaki fark belirgin bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bir tarafta gerçek dini anlatan ve insanları tek bir Allah'a iman etmeye çağıran Allah'ın elçisi, diğer yanda ise hangi mucizeyi, hangi delili görürse görsün, inanmamaya karar vermiş bir grup vardır. Hz. İsa'nın karşısındaki düşmanlar kendilerini açıkça belli etmişlerdir. Onu dinleyen, yanında olan kişilerden de sonradan onu inkar edenler çıkmış olması muhtemeldir. Nitekim Allah "Sonra, içlerinden birtakım fırkalar ihtilafa düştü..." (Zuhruf Suresi, 65) ayetiyle bu durumu bizlere haber vermektedir. Bu nedenle de Hz. İsa kavmin içinde iman eden, gerçekten güvenebileceği kişileri belirlemiştir. Bu durum Kuran'da şu şekilde belirtilmiştir:

Nitekim İsa, onlarda inkârı sezince, dedi ki: "Allah için bana yardım edecekler kimdir?" Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz; biz Allah'a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahit ol" dediler. (Al-i İmran Suresi, 52)

 

Kuran'da Hz. İsa'yı öldürmek amacıyla inkar edenlerin bir tuzak kurdukları haber verilir. Rivayetlere göre Hz. İsa'nın yanındakilerden birisinin ihanet etmesini sağlayan bir kısım bağnaz din adamları, Allah'ın elçisini tutuklayıp Romalılara teslim etmek istemişlerdir. Yine rivayetlere göre ölüm cezasını uygulama hakkı olmayan rahipler, Roma yönetimini kışkırtmak için bir tuzak hazırlamış ve Hz. İsa'yı Romalı yöneticilere karşı olan bir kişi olarak tanıtmışlardır. Çünkü Romalıların bu konuda çok hassas ve acımasız olduklarını bilmektedirler. Bu tuzağın sonu ise Kuran'da şöyle bildirilmiştir.

Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)

Ayetlerde de bildirildiği gibi, Hz. İsa'yı öldürmek için harekete geçilmiş, tuzak kurulmuştur. Ancak onlar Hz. İsa'yı öldürmeyi başaramamışlar, onun bir benzerini, Hz. İsa zannederek öldürmüşlerdir. Allah, Hz. İsa'yı Kendi Katına yükselterek, hazırlanan tuzağı boşa çıkarmıştır:

Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır; Allah onu Kendi'ne yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)

Romalıların Hz. İsa'yı çarmıha gererek öldürdükleri iddiası dünya genelinde oldukça yaygındır. Bu iddiaya göre, Hz. İsa'yı tutuklayan Romalılar ve Yahudi din adamları onu çarmıha gererek öldürmüşlerdir. Nitekim, Hıristiyan aleminin çok büyük bir bölümü de olayı bu şekilde kabul etmekte, fakat Hz. İsa'nın öldükten sonra dirilerek göğe yükseldiğine inanmaktadır. Ancak Kuran ayetlerini incelediğimizde olayın aslının böyle olmadığını görürüz:

Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" (katelna) demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler (ma katelehu) ve onu asmadılar (ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe). Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler (ma katelehu). (Nisa Suresi, 157)

Aynı ayetin devamında Hz. İsa'nın ölümü için şu şekilde bildirilmektedir:

Hayır; Allah onu Kendi'ne yükseltti (refea). Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)

Ayette bildirilen gerçek açıktır. Yahudilerin kışkırtmalarıyla Hz. İsa'yı öldürmeye kalkışan Romalılar, bunda başarılı olamamışlardır. Ayette geçen "...Ama onlara (onun) benzeri gösterildi..." ifadesi bu durumu açıkça haber vermektedir.

Allah insanlara Hz. İsa'nın bir benzerini göstermiş ve onu Kendi Katına yükseltmiştir. Ayrıca Rabbimiz, bu iddiada bulunanların gerçeğe dair bir bilgileri olmadığını da bildirmektedir.

HZ. İSA'NIN ÜSTÜN AHLAK ÖZELLİKLERİ

Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde Hz. İsa ile ilgili birçok önemli haber verilmiştir. Hadislerde bu mübarek insanın şemaili hakkında da bazı bilgiler bulunmaktadır. Buna göre, Hz. İsa orta boylu, kırmızıya çalar beyaz tenli, düz saçlı, olağanüstü güzelliğe sahip bir kimsedir. Saçını uzatmakta, omuzları arasına salmaktadır. Sırtına yün elbise, ayağına ağaç kabuğundan yapılmış bir sandal giymektedir. Hz. İsa dünyadan yüz çevirir, ahireti özler, Allah'a ibadetle vakit geçirirdi.1 Her görenin hayran kalacağı güzellikteki bu mübarek insan bazı hadislerde şu şekilde tarif edilmektedir:

"Ben bu gece kendimi rüyamda Kabe'de buldum. Ansızın esmer bir kişi gördüm. Sanki o, esmer insanlardan görülenlerden en güzeli, başının saçı iki omuzu arasında sarkıyordu. Taranmış ve arınmıştı da başı su damlatıyordu. İki elini iki kişinin iki omzuna koyarak Beyt-i tavaf ediyordu. 'Bu kimdir?' diye sordum. Onlar: -Bu Meryem'in oğlu Mesih'tir, dediler."

"... O halde, onu görünce tanıyacaksınız. O, orta boylu, beyaz ve pembe tenli bir kişi olup, sarı bir kıyafet içinde olacaktır..."2

Allah'ın seçip göndermiş olduğu her peygamber gibi, Hz. İsa'da da tüm üstün ahlak özellikleri en güzel şekilde tecelli etmektedir. Onu diğer insanlardan ayıran en belirgin özelliklerinden biri, insanların görür görmez etkilenecekleri yüksek ahlakı ve şahsiyetidir. Hz.İsa, Allah'a olan güveni, tevekkülü ve imanı ile son derece kararlı, cesaretli, toplumun etkisi altında kalmayan, aksine herkesi etkileyen, güçlü bir insandır. Nitekim tüm peygamberlerin sahip oldukları bu üstünlük ayetlerde şu şekilde bildirilmiştir:

Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz... Ve ona İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz. Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (hidayete eriştirdik.) Onların hepsi salihlerdendir. İsmail'i, Elyasa'yı, Yunus'u ve Lut'u da (hidayete eriştirdik). Onların hepsini alemlere üstün kıldık. Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden, kimini (bunlara kattık); onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip-ilettik. Bu, Allah'ın hidayetidir; kullarından dilediğini bununla hidayete erdirir... (Enam Suresi, 83-88)

Diğer peygamberler gibi Hz. İsa da, adaletten ayrılmayan, tevazulu, şefkatli, samimi, dürüst, fedakar bir insan olarak, Allah'ın seçkin kıldığı peygamberlerdendir. Bir ayette Allah Hz. İsa için şöyle buyurmaktadır:

İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik ve O'nu Ruhu'l-Kudüs'le destekledik... (Bakara Suresi, 253)

Hz. İsa'nın hayatına bakıldığında bu üstün ahlak özelliklerini görmek mümkündür. Hz. İsa en başta gerçek dini insanlara anlatan bir hidayet önderidir. O hem Allah'ın tüm emir ve tavsiyelerine en fazla riayet eden, hem de en doğrusunu anlatarak halkı hurafelerden arındıran bir yol göstericidir. Kuran'da Hz. İsa'nın, Allah'ın bildirdiği ibadetleri ve diğer ahlaki özellikleri hassasiyetle uyguladığı şu şekilde belirtilmektedir:

(İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı. Nerede olursam (olayım) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti. Anneme itaati de."... (Meryem Suresi, 30-32)

Hz. İsa yeryüzünde bulunduğu süre boyunca, doğruyu yanlıştan ayırma, hikmetli ve etkili söz söyleme gibi özellikleri en güzel örneklerle ortaya koymuştur. Düşmanlarının onu küçük düşürmek için art niyetle sordukları sorulara en hikmetli ve en akılcı cevaplar vermiş, tek bir örnekle düşmanlarının bütün girişimlerini ortadan kaldırmıştır. O, kavminin tavrı karşısında her zaman tevekküllü olmuş, Allah'a olan güçlü imanı ve ihlası ona güç vermiş, Allah'ın varlığını en etkili yollarla anlatmıştır.

Hz. İsa diğer peygamberler gibi tebliğinde açık, yalın ve halkın anlayacağı bir dil kullanmıştır. Verdiği hikmetli örnekler insanların vicdanlarını hemen harekete geçirmiş, onları derin düşünmeye, Allah'ın razı olacağı gibi davranmaya teşvik etmiştir. Hz. İsa'nın tebliğinden, onun Allah'a olan sevgisi, coşkulu imanı ve Allah'ın emirlerini uygulamadaki titizliği açık bir şekilde anlaşılmaktadır. İzlediği tebliğ yöntemi, onun Allah'ın seçip beğendiği ve insanlara üstün kıldığı, kutlu bir insan olduğunu bizlere en güzel şekilde göstermektedir.

 

ALLAH'IN VAADİ:
Hz. İsa (as) Yeryüzüne Tekrar Dönecektir

Alemler üzerine seçilip, örnek kılınan elçilerin hayatları, yaşadıkları olaylar, karşılaştıkları zorluklar, giriştikleri büyük mücadeleler tüm insanlar için önemli mesajlar ve dersler içerir. Kuran'da Allah'ın, hayatıyla, mücadelesiyle, ahlakıyla insanlara örnek gösterdiği peygamberlerden biri de Hz. İsa'dır.

 

Hz. İsa'nın doğumu, hayatı ve Allah Katına alınması hep mucizevi şekillerde gerçekleşmiş, bu mübarek peygamberin mucizevi hayatı Kuran'da ayrıntılı olarak haber verilmiştir. Allah Kuran'da birçok peygamberin kıssalarını bizlere bildirmektedir. Ancak Hz. İsa çeşitli yönleriyle diğer peygamberlerden farklı bir konuma sahiptir. Allah'ın üstün ilimlerle desteklediği bu değerli kulu, daha beşikteyken konuşmuş, dünyada kaldığı süre içerisinde çevresindeki insanlara büyük mucizeler göstermiştir. Onun bu özel durumunun diğer bir delili de, Allah Katına alınışı ve tekrar dünyaya gönderileceğine dair Kuran'da önemli işaretlerin olmasıdır.

Kuran'da inkar edenlerin Hz. İsa'yı öldürmek amacıyla bir tuzak kurdukları haber verilir. Rivayetlere göre Hz. İsa'nın yanındakilerden birisinin ihanet etmesini sağlayan bir kısım bağnaz Yahudi din adamları (kahinler), Allah'ın elçisini tutuklayıp Romalılara teslim etmek istemişlerdir. Yine rivayetlere göre ölüm cezasını uygulama hakkı olmayan söz konusu kahinler, Roma yönetimini kışkırtmak için bir tuzak hazırlamış ve Hz. İsa'yı Romalı yöneticilere karşı faaliyet yürüten bir kişi olarak tanıtmışlardır. Çünkü Romalıların bu konuda çok hassas ve acımasız olduklarını bilmektedirler. Bu tuzağın sonu ise Kuran'da şöyle bildirilmiştir.

Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)

Ayette de bildirildiği gibi, Hz. İsa'yı öldürmek için harekete geçilmiş, tuzak kurulmuştur. Ancak onlar Hz. İsa'yı öldürmeyi başaramamışlar, onun bir benzerini, Hz. İsa zannederek öldürmüşlerdir. Allah, Hz. İsa'yı Kendi Katına yükselterek, hazırlanan tuzağı boşa çıkarmıştır:

Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler. Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 157-158)

Romalıların Hz. İsa'yı çarmıha gererek öldürdükleri zannı oldukça yaygındır. Bu zanna göre, Hz. İsa'yı tutuklayan Romalılar ve Yahudi din adamları onu çarmıha gererek öldürmüşlerdir. Tarihte bazı Hıristiyan mezhepleri (örneğin Docetism) bunu reddetmişse de, günümüzde Hıristiyan aleminin tamamı olayı bu şekilde kabul etmekte, fakat Hz. İsa'nın öldükten sonra dirilerek göğe yükseldiğine inanmaktadır. Ancak Kuran ayetlerini incelediğimizde olayın aslının böyle olmadığını görürüz:

 

Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" (katelna) demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler (ma katelehu) ve onu asmadılar (ma salebe). Ama onlara (onun) benzeri gösterildi (şubbihe). Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler (ma katelehu). (Nisa Suresi, 157)

Aynı ayetin devamında Hz. İsa'nın ölümü için şu şekilde bildirilmektedir:

Hayır; Allah onu Kendine yükseltti (refea). Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, 158)

Ayette bildirilen gerçek açıktır. Bazı Yahudilerin kışkırtmalarıyla Hz. İsa'yı öldürmeye kalkışan Romalılar, bunda başarılı olamamışlardır. Ayette geçen "...Ama onlara (onun) benzeri gösterildi..." ifadesi bu durumu açıkça haber vermektedir.

Allah insanlara Hz. İsa'nın bir benzerini göstermiş ve onu Kendi Katına yükseltmiştir. Ayrıca Rabbimiz, bu iddiada bulunanların gerçeğe dair bir bilgileri olmadığını da bildirmiştir.

Hz. İsa'nın çarmıha gerilmiş olması konusunda ilk çağlarda çeşitli ayrı düşünceler ortaya çıkmıştır. Sonraki yüzyıllarda, Konsül kararlarıyla, Hıristiyanlığın iman kaideleri belirlenene kadar bu fikir ayrılıkları devam etmiş ve Hz. İsa'nın çarmıha gerilmediğini iddia eden akımlar sapkın ilan edilmişlerdir.

 

Kuran'da Hz. İsa'nın Allah Katına Yükselişi

Peygamberlerin ölümlerinin aktarıldığı kıssalarda geçen kelimelerle, Hz. İsa'nın Allah Katına alınışının anlatıldığı ayetlerin incelenmesi, Hz. İsa'nın durumuyla ilgili önemli bir gerçeği ortaya çıkarmaktadır: Hz. İsa diğer peygamberler gibi vefat etmemiş ya da inkar edenler tarafından öldürülmemiş, Rabbimiz onu Kendi Katına yükseltmiştir. Bu bölümde Hz. İsa'nın ve diğer peygamberlerin ölümlerini ifade eden kelimelerin Arapça karşılıklarını ve Kuran ayetlerinde ne şekilde kullanıldıklarını inceleyeceğiz.

Kuran'da peygamberlerin ölmesi veya öldürülmesiyle ilgili olarak kullanılan kelimeler ileride daha detaylı göreceğimiz gibi "katele (öldürmek), mate (ölmek), haleke (helak olmak), salebe (asmak)" ya da birkaç özel kelimedir. Oysa Hz. İsa için, Kuran'da çok açık bir şekilde, "Onu öldürmediler (ma katelehu) ve asmadılar (ma salebuhu)" ifadesi kullanılarak hiçbir öldürme şekliyle öldürülmediği bildirilmiştir. Allah ayetlerde insanlara Hz. İsa'nın bir benzerinin gösterildiğini ve onun Kendi Katına yükseltildiğini bildirmektedir. Bu gerçek Al-i İmran Suresi'nde şu şekilde haber verilir:

Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa doğrusu seni Ben vefat ettireceğim (müteveffiyke), seni Kendime yükselteceğim (rafiuke), seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim..." (Al-i İmran Suresi, 55)

Kuran'da ölüm anlamı içeren kelimelerin ve Al-i İmran Suresi'nde geçen "vefat ettirme" kelimesinin kullanım şekilleri şöyledir:

1
Teveffa: Vefat Ettirme

Ayette geçen "vefat" kelimesinin karşılığı Türkçe'de kullanılan ölme anlamından farklı anlamlara gelmektedir. Ayetlerin Arapça karşılıklarının incelenmesi, Hz. İsa'nın bildiğimiz manada ölmediğini açıkça ortaya koyar. Maide Suresi'nin 117. ayetinde ölüm olayı şu şekilde aktarılır:

"Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiçbir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' Onların içinde kaldığım sürece, ben onların üzerinde bir şahidim. Beni vefat ettirdiğinde (teveffeyteni), üzerlerindeki gözetleyici Sendin. Sen herşeyin üzerine şahid olansın."

Bu ayetlerde geçen ve Türkçe meallerde öldürme ya da vefat ettirme olarak çevrilen kelime Arapça'da "teveffa" kökünden türemiştir ve bu kelime ölüm manasına değil, "canın alınması" manasına gelmektedir. İnsanın canının alınmasının ise her zaman ölüm anlamına gelmediğini Allah Kuran'da bizlere bildirmektedir. Örneğin "teveffa" kelimesinin geçtiği bir ayette insanın ölümünden değil, uykudaki halinden bahsedilmektedir:

Sizi geceleyin vefat ettiren (teveffakum) ve gündüzün "güç yetirip etkilemekte olduklarınızı" bilen, sonra adı konulmuş ecel doluncaya kadar onda sizi dirilten O'dur... (Enam Suresi, 60)

Bu ayette "vefat ettirme" olarak tercüme edilen kelime ile, Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetinde geçen kelime aynıdır, yani her iki ayette de "teveffa" kelimesi geçmektedir. İnsanın, gece içinde bulunduğu durum ölüm olmadığına göre yukarıdaki ayette geçen "teveffakum" kelimesinin ölümü kastetmediği, doğru tercümenin "geceleyin canlarınızı alan" şeklinde olması gerektiği açıktır. Aşağıdaki ayette ise aynı kelime şu şekilde geçmektedir:

Allah, ölecekleri (mevt) zaman canlarını alır (teveffa); ölmeyeni de uykusunda (canını alır) (lem temut). Böylece, kendisi hakkında ölüm kararı (el mevte) verilmiş olanı tutar, öbürüsünü ise adı konulmuş bir ecele kadar salıverir... (Zümer Suresi, 42)

Bu ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah uyuyan insanın canını almaktadır, ama hakkında ölüm kararı verilmemiş olanı eceli gelinceye kadar tekrar salıvermektedir. Bu haliyle insan bildiğimiz manada ölmüş olmaz. Yalnızca geçici bir süre için ruhu bedeninden ayrılmış farklı bir boyuta girmiş olur. Allah uyanacağı zaman insanın ruhunu bedenine iade eder. Prof. Dr. Süleyman Ateş de tefsirinde "teveffa" kelimesini şu şekilde açıklamıştır:

Teveffinin, uyku manasında kullanıldığını söyleyenlere göre -ki çoğunluk bu görüştedir- ayetin takdiri "Seni uyutacağım" şeklindedir. Sonuç olarak Hz. İsa'nın uykudakine benzer bir duruma sokularak Allah Katına yükseltildiğini, olayın bildiğimiz ölüm olmadığını, sadece bu boyuttan bir ayrılış olduğunu söyleyebiliriz. (En doğrusunu Allah bilir.) 4


2
Katele: Öldürmek

Kuran'da ölüm konusu anlatılırken genelde kullanılan kelime Arapça'da "öldürmek" anlamına gelen "katele" kelimesidir. Mümin Suresi'nde "katele" kelimesi şu şekilde kullanılmaktadır:

Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim (aktul) de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın"... (Mümin Suresi, 26)

Ayette geçen "Musa'yı öldüreyim" ifadesinin Arapçası "aktul Musa" şeklindedir. Bu kelime katele fiilinden türemiştir. Bir diğer ayette ise aynı kelime şu şekilde kullanılmaktadır:

... Peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi (yaktulune)... (Bakara Suresi, 61)

Ayette geçen "öldürmelerindendi" kelimesinin Arapçası "yaktulune" şeklindedir ve yine aynı şekilde katele kelimesinden türemiştir. Ve tercümede de açıkça ifade edildiği gibi "öldürmek" anlamına gelmektedir.

Aşağıda peygamberlerin ölümünü açıklayan bazı ayetlerde "katele" fiilinin ne şekilde kullanıldığı belirtilmektedir. Parantez içinde anlamları bildirilen tüm kelimelerin fiil kökleri KATELE'dir:

... Onların bu sözlerini ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini (katlehum) yazacağız... (Al-i İmran Suresi, 181)

... De ki: "Eğer inanıyor idiyseniz, daha önce ne diye Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?" (taktulune) (Bakara Suresi, 91)

Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler (yaktulune) ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; (yaktulune)... (Al-i İmran Suresi, 21)

"Öldürün (uktulu) Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın..." (Yusuf Suresi, 9)

..."Ey Musa, önde gelenler, seni öldürmek (li yaktulu) konusunda aralarında görüşmektedirler..." (Kasas Suresi, 20)

Bunun üzerine kavminin (İbrahim'e) cevabı yalnızca: "Onu öldürün (uktuluhu) ya da yakın" demek oldu... (Ankebut Suresi, 24)


3
Haleke: Ölmek

Kuran'da öldürme fiili için kullanılan bir diğer kelime ise "haleke" fiilidir. Haleke kelimesi ayetlerde "helak olmak, ölmek" anlamlarında kullanılmaktadır. Örneğin Mümin Suresi'nin 34. ayetinde şu şekilde geçmektedir:

... Sonunda o, vefat edince, (haleke) demiştiniz ki; "Allah, ondan sonra kesin olarak bir elçi göndermez... (Mümin Suresi, 34)

Ayette, Türkçeye "vefat edince" olarak çevrilen ifadenin Arapçası "iza heleke" şeklindedir ve bu kelimenin anlamı da ölmektir.


4
El Mevte: Ölüm

Kuran'da peygamberlerin ölümüyle ilgili olarak kullanılan bir diğer kelime ise "el mevte" kelimesidir. Mate kelimesi ayetlerde "ölmek" anlamında kullanılmaktadır. Bunlardan biri Sebe Suresi'nde Hz. Süleyman ile ilgili olarak bildirilmektedir:

Böylece onun (Süleyman'ın) ölümüne (el mevte) karar verdiğimiz zaman, ölümünü (mevtihi), onlara, asasını yemekte olan bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi... (Sebe Suresi, 14)

Aynı kökenden gelen bir diğer kullanım ise Hz. Yahya'ya yönelik olarak kullanılmaktadır:

Ona selam olsun; doğduğu gün, öleceği gün (yemutu) ve diri olarak yeniden-kaldırılacağı gün de. (Meryem Suresi, 15)

Bu ayette "öleceği" şeklinde çevrilen kelimenin Arapçası "yemutu" kelimesidir. Aynı kelime Hz. Yakub'un ölümü ile ilgili ayetlerde de geçmektedir. Bakara Suresi'nde şu şekilde kullanılır:

Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında (el mevte) orada şahidler miydiniz?.. (Bakara Suresi, 133)

Bu ayette geçen "el mevte" kelimesi de yine aynı kökten gelmekte ve ölüm anlamı taşımaktadır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ile ilgili bir ayette ise "katele" ve "mate" fiilleri aynı anda kullanılmaktadır:

Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce nice elçiler gelip-geçmiştir. Şimdi o ölürse (mate) ya da öldürülürse, (kutile) siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz?... (Al-i İmran Suresi, 144)

Mate (ölmek) kökünden gelen mevt kelimesi, yine peygamber ölümlerinin anlatıldığı başka ayetlerde de geçmektedir:

... Dedi ki: "Keşke bundan önce ölseydim de (mittu), hafızalardan silinip unutuluverseydim." (Meryem Suresi, 23)

Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü (el hulde) vermedik; şimdi sen ölürsen (mitte) onlar ölümsüz mü kalacaklar? (Enbiya Suresi, 34)

"Beni öldürecek (yumituni), sonra diriltecek olan da O'dur." (Şuara Suresi, 81)


5
Halid: Ölümsüz

Ayetlerde yer alıp, doğrudan ölmek ya da öldürmek fiilini değil, ancak ölümsüzlüğü ifade eden bir başka kelime ise "halid" kelimesidir. Halid kelimesinin anlamı kalıcı olmak, bekası devam etmek şeklindedir. Enbiya Suresi'nde "halid" kelimesi şu şekilde kullanılmıştır:

Biz onları, yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar ölümsüz (halidiyne) değillerdi.
(Enbiya Suresi, 8)


6
Salebe: Asmak

Kuran'da peygamberlerin ölümleri anlatılırken kullanılan kelimelerden biri de salebe (asmak) fiilidir. Salebe fiili "asmak, çarmıha germek ve idam etmek" gibi anlamlara gelmektedir. Bu fiil bazı ayetlerde şu şekilde kullanılmaktadır:

... Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar (ma salebu) ... (Nisa Suresi, 157)

... Biri efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılacak (yuslebi)... (Yusuf Suresi, 41)

... Ancak öldürülmeleri asılmaları (yusallebu)... (Maide Suresi, 33)

Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim.
(usallibennekum) (Araf Suresi, 124)

Ayetlerde de görüldüğü gibi Hz. İsa'nın vefatıyla diğer peygamberlerin ölümlerinin aktarıldığı ayetler birbirinden çok farklı kelimelerle ifade edilmektedir. Allah Kuran ayetlerinde Hz. İsa'nın öldürülmediğini, asılmadığını, insanlara onun bir benzerinin gösterildiğini, onu vefat ettirdiğini (yani uykudaki gibi canını aldığını) ve Kendi Katına yükselttiğini bildirmiştir. Hz. İsa için "canını almak" anlamına gelen "teveffa" fiili kullanılırken, diğer peygamberler için normal ölümü ifade eden "katele" ya da "mevt" gibi ifadeler kullanılmaktadır. Bu bilgiler ise bize Hz. İsa'nın durumunun olağanüstülüğünü bir kez daha göstermektedir.

 

HZ. İSA'NIN YERYÜZÜNE
İKİNCİ KEZ GELİŞİ

Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez geleceği konusu Kuran'da ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde çok açık olarak bildirilmiştir. Pek çok ayette ve hadiste bu konu ile ilgili kesin ifadeler bulunmaktadır.

 

Kuran'dan Deliller

I. Delil

"... sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim..."

Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne geleceğine dair işaretler taşıyan ayetlerden ilki Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetidir:

Hani Allah, İsa'ya demişti ki: "Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim. (Al-i İmran Suresi, 55)

Allah kıyamete kadar inkar edenlere üstün gelen ve Hz. İsa'ya gerçekten tabi olan bir grubun varlığından söz etmektedir. Hz. İsa hayatta iken ona uyanların sayısı çok azdı. Ve onun Allah Katına yükselişinin ardından da hızla dinde dejenerasyon başladı. Sonraki iki yüzyıl boyunca da, Hz. İsa'ya iman edenler (İseviler) şiddetli baskılara maruz kaldılar. Üstelik İsevilerin hiçbir siyasi gücü de bulunmamaktaydı. Bu durumda geçmişte yaşayan Hıristiyanların, inkar edenlere üstün geldiklerini ve bu ayetin onlara baktığını söyleyemeyiz.

Günümüzde ise Hıristiyanlığın özünden uzaklaştığını, Hz. İsa'nın anlattığı hak dinden farklı bir dine dönüştüğünü görürüz. Hıristiyanların çoğu arasında Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki (Allah'ı tenzih ederiz) sapkın inanç benimsenmiş ve teslis inancı (üçleme; Baba, oğul, kutsal Ruh) asırlar önce kabul edilmiştir. Bu durumda, dinin aslından iyice uzaklaşmış olan günümüz Hıristiyanlarını da Hz. İsa'ya uyanlar olarak kabul edemeyiz, çünkü Allah, Kuran'ın birçok ayetinde "üçleme"ye inananların inkar içerisinde olduklarını bildirmiştir:

Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir İlah'tan başka İlah yoktur... (Maide Suresi, 73)

Bu durumda "sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim" ifadesi açık bir işaret taşımaktadır. Hz. İsa'ya uyan ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir topluluk olması gerekmektedir. Böyle bir topluluk, kuşkusuz Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar gelişiyle ortaya çıkacaktır. Ve tekrar dünyaya gelişi sırasında bu kutlu insana tabi olanlar, kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır.

 

Ayrıca ayetin sonunda geçen "...Sonra dönüşünüz Banadır..." ifadesi de dikkat çekicidir. Allah Hz. İsa'ya uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğini haber verdikten sonra Hz. İsa da dahil olmak üzere tümünün kendisine döneceğini bildirmektedir. "Allah'a dönmeleri" ölmeleri olarak anlaşılmaktadır. Bu da, Hz. İsa'nın da kıyamete yakın dönemde yeryüzüne tekrar geldikten sonra ölümünün gerçekleşeceğine bir işaret olabilir.

II. delil

"... ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur..."

Nisa Suresi'nin 156-158. ayetlerinin arkasından Allah, 159. ayette şöyle buyurmaktadır:

Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)

Yukarıdaki ayette yer alan "ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur" ifadesi oldukça dikkat çekicidir. Bu cümlenin Arapça karşılığı şu şekildedir: "... ve in min ehlil kitabi illa leyüminenne bihi kable mevtihi"

Burada bazı tefsirciler "o" zamirinin Hz. İsa yerine Kuran'a baktığını düşünmüşler ve ayete Kitap Ehlinin ölmeden Kuran'a iman edeceği şeklinde bir yorumda bulunmuşlardır. Oysa bu ayet öncesindeki iki ayette de "o" zamiri tartışmasız bir biçimde Hz. İsa için kullanılmıştır:

Nisa Suresi, 157. ayet:

Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.

Nisa Suresi, 158. ayet:

Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu ayetlerin hemen arkasından gelen ayette kullanılan "o" zamirinin Hz. İsa'dan başka bir varlığı kastettiğinin hiçbir delili yoktur.

Nisa Suresi, 159. ayet:

Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır.

Diğer taraftan ayetin ikinci cümlesinde yer alan "Kıyamet günü, o da onların aleyhine şahit olacaktır" ifadesi de oldukça önemlidir. Kuran'da kıyamet günü insanın dilinin, ellerinin ve ayaklarının (Nur Suresi, 24, Yasin Suresi, 65), işitme, görme duyularının ve derilerinin (Fussilet Suresi, 20-23) kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri bildirilmektedir. Kuran'ın şahitliği ile ilgili ise hiçbir ayet yoktur. İlk cümlenin -cümle yapısı olarak veya ayetlerin ardarda gelişi açısından herhangi bir delil bulunmamasına rağmen- "Kuran"ı ifade ettiği kabul edilirse, ikinci cümlede yer alan "o" zamirinin de Kuran'a işaret ettiği iddia edilmiş olur. Oysa Allah Kuran'da bizlere bu konuyla ilgili herhangi bir bilgi vermemiştir. (En doğrusunu Allah bilir)

Kuran ayetlerine baktığımızda aynı zamirin, Kuran'a işaret ettiği durumlarda, (Tarık Suresi, 13, Tekvir Suresi, 19, Neml Suresi, 77 ve Şuara Suresi, 192-196'da olduğu gibi) ayetin öncesinde ya da sonrasında mutlaka Kuran'dan bahsedildiğini görürüz. Ayetin öncesinde, sonrasında veya ayetin içinde Kuran'dan bahsedilmiyorsa, bu ayetin Kuran'ı tarif ettiğini söylemek yanlış olabilir. Ayet çok açık bir biçimde Hz. İsa'ya inanılmasından ve onun inananlara şahit olmasından bahsetmektedir.

Ayetin manası hakkında belirteceğimiz ikinci nokta ise "ölümünden önce" ifadesinin yorumu ile ilgilidir. Bazıları bu ifadenin "Kitap Ehlinin kendi ölümlerinden önce" inanması anlamında olduğunu düşünmektedirler. Bu yoruma göre Kitap Ehlinden olan her kişi kendisine ölüm gelmeden Hz. İsa'ya mutlaka iman edecektir. Oysa Hz. İsa döneminde Kitap Ehli tanımlamasına dahil olan Yahudiler ona iman etmemekle kalmamış, onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır. Daha sonra da onu öldü sanıp inkarlarını sürdürmüşlerdir. Aynı durum bugünkü Yahudiler için de geçerlidir, çünkü onlar Hz. İsa'yı peygamber olarak kabul etmemektedirler. Bugüne kadar Hz. İsa'ya iman etmemiş milyonlarca Ehli Kitap Yahudi yaşamış ve Hz. İsa'ya iman etmeden ölmüştür. Dolayısıyla ayette söz konusu olan Kitap Ehlinin değil, Hz. İsa'nın ölümüdür. Sonuç olarak, ayetlerin bizlere gösterdiği gerçek ise şudur: "Hz. İsa ölmeden önce tüm Ehli Kitap ona iman edecektir."

Ayet gerçek manasıyla ele alındığında ise çok açık gerçeklerle karşılaşırız.

Birincisi, ayette gelecekten bahsedildiği açıktır, çünkü Hz. İsa'nın ölümü söz konusudur. Oysa o ölmemiş Allah Katına yükselmiştir. Hz. İsa dünyaya yeniden gelecek ve her insan gibi yaşayıp ölecektir. İkincisi Hz. İsa'ya tüm Ehli Kitabın iman etmesi söz konusudur. Bu da henüz gerçekleşmemiş ancak kesin olarak gerçekleşeceği bildirilen bir olaydır. Dolayısıyla buradaki "ölümünden önce" ifadesinin işaret ettiği kişi Hz. İsa'dır. Kitap Ehli onu görüp bilecek, ona yaşarken ilerleyen satırlarda detaylı olarak anlatılacağı gibi Müslüman olarak itaat edecek ve Hz. İsa da onların durumlarıyla ilgili ahirette şahitlik edecektir. (En doğrusunu Allah bilir.)

III. delil

"Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir..."

Hz. İsa'nın yeniden yeryüzüne döneceği ile ilgili bir başka ayet de Zuhruf Suresi'nin 61. ayetidir. Bu surenin 57. ayetinden itibaren Hz. İsa'dan bahsedilir:

Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar. Dediler ki: "Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?" Onu yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye (örnek) verdiler. Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir. O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık. Eğer Biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı. (Zuhruf Suresi, 57-60)

Bu ayetlerin hemen arkasından gelen 61. ayette Hz. İsa'nın kıyamet saati için bir ilim olduğu belirtilmektedir:

Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve Bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi, 61)

Bu ayetin Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne dönüşüne açık bir işaret taşıdığını söyleyebiliriz. Çünkü Hz. İsa, Kuran'ın indirilişinden yaklaşık altı asır önce yaşamıştır. Dolayısıyla bu ilk hayatını "kıyamet saati için bir bilgi" yani bir kıyamet alameti olarak anlayamayız. Ayetin işaret ettiği anlam, Hz. İsa'nın, ahir zamanda, yani kıyametten önceki son zaman diliminde yeniden yeryüzüne döneceği ve bunun da bir kıyamet alameti olacağıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)

Bu ayette geçen "O, kıyamet saati için bir ilimdir" ifadesinin Arapça karşılığı şu şekildedir: "İnnehu le ilmun lissaati."

Bu ifadede yer alan "hu" zamirinin "Kuran"a işaret ettiğini söyleyenler vardır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi Kuran için "hu" yani "o" zamiri kullanıldığında mutlaka ayetin öncesinde veya sonrasında veya ayetin içinde Kuran'ı anlatan başka ifadeler de bulunmaktadır. Başka bir konu içinde "hu" zamiri ile Kuran'dan bahsedilmez. Ayrıca bu ayetin öncesindeki ayete bakıldığında, orada da açıkça Hz. İsa kastedilerek o zamiri kullanıldığı görülecektir:

"O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık." (Zuhruf Suresi, 59)

Bu zamirin Kuran'a işaret ettiğini söyleyenler ise ayetin devamında geçen "Ondan kuşkulanmayın, bana uyun" ifadesini delil olarak gösterirler. Ancak bu ifadenin öncesindeki ayetler tamamen Hz. İsa'dan bahsetmektedir. Bu nedenle "hu" zamirinin bir önceki ayetlerle ilgili olması ve Hz. İsa'yı anlatması daha uygundur. Nitekim büyük İslam alimleri de bu zamiri gerek ayetlere gerekse sahih hadislere dayanarak Hz. İsa olarak açıklamaktadırlar. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde bu konu şu şekilde açıklanmaktadır:

"Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de -saatin geleceğini ölülerin dirilip, kıyam edeceğini bildiren bir delil ve alamettir. Çünkü İsa gerek zuhuru ve gerek emvati ihya (ölüleri diriltme) mucizesi ve gerek emvatın kıyamını (ölülerin kalkışını) haber vermesi itibarıyla kıyametin vaki olacağına bir delil olduğu gibi hadiste varid olduğuna göre eşratı saattendir (kıyamet alametidir)."1

IV. delil

"... Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek..."

Hz. İsa'nın ikinci gelişine işaret eden başka ayetler de şöyledir:

Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir. Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek. (Al-i İmran Suresi, 45-48)

Ayette, Allah'ın Hz. İsa'ya, Tevrat'ı, İncil'i ve bir de "Kitab'ı" öğreteceği haber verilmektedir. Bu kitabın hangi kitap olduğu kuşkusuz önemlidir. Aynı ifade Maide Suresi'nin 110. ayetinde de yer almaktadır:

Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." (Maide Suresi, 110)

Her iki ayette de geçen "Kitap" ifadesini incelediğimizde, bunun Kuran'a işaret ettiğini görürüz. Ayetlerde Tevrat ve İncil dışında gönderilen son hak kitabın Kuran olduğu bildirilmektedir. (Hz. Davud'a verilen Zebur da Eski Ahit'in içindedir) Bunun yanında, Kuran'ın başka ayetlerinde, "Kitap" kelimesi, İncil ve Tevrat'ın yanında Kuran'ı ifade etmek için kullanılmıştır:

Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O, sana Kitab'ı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat ve İncil'i de indirmişti. (Al-i İmran Suresi, 2-3)

Kitap kelimesinin Kuran'a işaret ettiği başka ayetler de şu şekildedir:

Allah Katından yanlarında olan (Tevrat)ı doğrulayan bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan önce inkar edenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkar ettiler. Artık Allah'ın laneti kafirlerin üzerinedir. (Bakara Suresi, 89)

Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik. (Bakara Suresi, 151)

Bu durumda, Hz. İsa'ya öğretilecek olan üçüncü "Kitab"ın Kuran olduğunu ve bunun da ancak Hz. İsa'nın ahir zamanda dünyaya dönüşünde mümkün olabileceğini düşünebiliriz. Çünkü Hz. İsa Kuran'ın indirilmesinden yaklaşık 600 sene önce yaşamıştı. İlerleyen bölümlerde detaylı olarak göreceğimiz gibi, Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinde Hz. İsa'nın dünyaya ikinci kez gelişinde İncil ile değil Kuran'la hükmedeceği bildirilmektedir. Bu da ayetteki manaya tam olarak uygun düşmektedir. (Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.)

V. Delil

"Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir..."

"Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir..." (Al-i İmran Suresi, 59) ayeti de Hz. İsa'nın dönüşüne işaret ediyor olabilir. Tefsir alimleri genellikle bu ayetin her iki peygamberin de babasız olma özelliğine, Hz. Adem'in Allah'ın "Ol" emriyle topraktan yaratılması ile Hz. İsa'nın yine "Ol" emriyle babasız doğmasına işaret ettiğine dikkat çekmişlerdir. Ancak ayetin ikinci bir işareti daha olabilir. Hz. Adem cennetten nasıl yeryüzüne indirildiyse, Hz. İsa da ahir zamanda Allah'ın Katından yeryüzüne indirilecek olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Görüldüğü gibi Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden döneceğine ilişkin olarak Kuran'da geçen ayetler çok açıktır. Kuran'da diğer peygamberler için bunlara benzer ifadeler kullanılmamıştır. Ancak tüm bu ifadeler, Hz. İsa için kullanılmıştır. Bunun anlamı ise oldukça açıktır.

VI. delil

"...doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün..."

Kuran'da Hz. İsa'nın ölümünü ifade eden bir diğer ayet ise Meryem Suresi'nde şöyle haber verilmektedir:

"Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de." (Meryem Suresi, 33)

Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetiyle birlikte incelendiğinde çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi'ndeki ayette Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltildiği ifade edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi'nin 33. ayetinde Hz. İsa'nın öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra vefat etmesiyle mümkün olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)

VII. Delil

"... beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun..."

Hz. İsa'nın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil ise Maide Suresi'nin 110. ayetinde ve Al-i İmran Suresi'nin 46. ayetinde geçen "kehlen" kelimesidir. Ayetlerde şu şekilde buyurulmaktadır:

"Allah şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun..." (Maide Suresi, 110)

"Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir." (Al-i İmran Suresi, 46)

Bu kelime Kuran'da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa için kullanılmaktadır. Hz. İsa'nın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan "kehlen" kelimesinin anlamı "otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse" şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla "35 yaş sonrası döneme işaret ediyor" şeklinde çevrilmektedir.

Hz. İsa'nın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında Allah Katına yükseldiğini, yeryüzüne indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbni Abbas'tan rivayet edilen hadise dayanan İslam alimleri, Hz. İsa'nın yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa'nın nüzulüne dair bir delil olduğunu söylemektedirler.2 (En doğrusunu Allah bilir)

İslam alimlerinin bu yorumunun isabetli olduğu, söz konusu ayetler dikkatle incelendiğinde kolaylıkla anlaşılmaktadır. Kuran ayetlerine bakıldığında bu ifadenin, yalnızca Hz. İsa için kullanıldığını görürüz. Tüm peygamberler insanlarla konuşup, onları dine davet etmişlerdir. Hepsi de yetişkin yaşlarında tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Ancak Kuran'da hiçbir peygamber için bu şekilde bir ifade kullanılmamaktadır. Bu ifade sadece Hz. İsa için ve mucizevi bir durumu ifade etmek amacıyla kullanılmıştır. Çünkü ayetlerde birbiri ardından gelen "beşikte" ve "yetişkin iken" kelimeleri iki büyük mucizevi zamana dikkat çekmektedirler.

Nitekim İmam Taberi, Taberi Tefsiri isimli eserinde bu ayetlerde geçen ifadeleri şu şekilde açıklamaktadır:

"Bu ifadeler (Maide Suresi, 110), Hz. İsa'nın ömrünü tamamlayıp yaşlılık döneminde insanlarla konuşabilmesi için gökten ineceğine işaret etmektedir. Çünkü o, genç yaştayken göğe kaldırılmıştı...

Bu ayette (Al-i İmran Suresi, 46), Hz. İsa'nın hayatta olduğuna delil vardır ve ehl-i sünnet de bu görüştedir. Çünkü ayette, onun yaşlandığı zamanda da insanlarla konuşacağı ifade edilmektedir. Yaşlanması da ancak, semadan yeryüzüne ineceği zamanda olacaktır."3

"Kehlen" kelimesinin açıklamaları da, Kuran'da yer alan diğer bilgiler gibi, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne gelişine işaret etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir) Tüm bu anlatılanlar Hz. İsa'nın ahir zaman adı verilen dönemde yeryüzüne tekrar geleceğini ve insanları hak din olan İslam'a yönelteceğini ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu, Allah'ın iman edenlere büyük bir müjdesi, rahmeti ve nimetidir. İman edenlerin sorumluluğu ise, Hz. İsa'yı en güzel şekilde savunup desteklemek ve onun insanları çağırdığı Kuran ahlakını en doğru şekilde yaşamaktır.

 


Kuran Ayetlerinde Benzer Örnekler

Kuran ayetlerinde uzun süre ölü kaldıktan sonra yeniden dirilme, yüzlerce yıl uykuda kalma gibi Hz. İsa'nın durumuyla benzeyen bazı örnekler yer almaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:

 

Yüzyıl sonra diriltilen adam

Bu örneklerden biri, Bakara Suresi'nde anlatılan "yüz yıl ölü kaldığı" belirtilen bir kimsenin hayatına ilişkindir:

Ya da altı üstüne gelmiş ıssız duran bir şehre uğrayan gibisini (görmedin mi?) Demişti ki: "Allah burasını ölümünden sonra nasıl diriltecekmiş?" Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı sonra onu diriltti. (Ve ona) Dedi ki: "Ne kadar kaldın?" O: "Bir gün veya bir günden az kaldım" dedi. (Allah ona:) "Hayır yüz yıl kaldın böyleyken yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış; eşeğine de bir bak; (bunu yapmamız) seni insanlara ibret-belgesi kılmamız içindir. Kemiklere de bir bak nasıl biraraya getiriyoruz sonra da onlara et giydiriyoruz?" dedi. O kendisine (bunlar) apaçık belli olduktan sonra dedi ki: "(Artık şimdi) Biliyorum ki gerçekten Allah herşeye güç yetirendir. (Bakara Suresi, 259)

Önceki sayfalarda belirttiğimiz gibi ayetlerde Hz. İsa'nın canının alındığından bahsedilmemektedir. Yukarıda verdiğimiz ayette ise tam bir ölüm (mevt) söz konusudur. Dolayısıyla kesin olarak ölen bir insanın bile Allah'ın dilemesiyle bu dünyada tekrar diriltildiği Kuran'da bildirilen bir gerçektir. Kuran'da buna benzer başka olaylardan da örnekler verilmektedir.

Kehf Ehli'nin yıllar sonra uyandırılmaları

Konuya işaret eden diğer bir örnek ise Kehf Suresi'ndeki "Ashab-ı Kehf" kıssasındadır.

Allah'ın, yaşadıkları dönemin din karşıtı hükümdarının zulmünden korunmak için mağaraya sığınan bir grup gençten bahsettiği bu kıssada, onların uzun yıllar uyuduktan sonra tekrar uyandırıldıkları anlatılmaktadır. Ayetler şöyledir:

O gençler mağaraya sığındıkları zaman demişlerdi ki: "Rabbimiz katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl). Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). (Kehf Suresi, 10-11)

Sen onları uyanık sanırsın oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın geri dönüp onlardan kaçardın onlardan içini korku kaplardı. Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin."
(Kehf Suresi, 18-19)

Kuran'da gençlerin mağarada kaç yıl kaldıkları tam olarak bildirilmez. Bunun için yıllar yılı tabiri kullanılır ki sürenin çok kısa olmadığı buradan anlaşılmaktadır. Ayrıca kalış süresiyle ilgili insanların tahmini de oldukça uzun bir süre olan 309 yıldır:

 

 

Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar. De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz." (Kehf Suresi, 25-26)

Elbette burada önemli olan sürenin kısa veya uzun olması değildir. Üzerinde durduğumuz konu Allah'ın bazı insanları dünyadaki bildiğimiz hayattan, uyutmak veya canlarını almak suretiyle uzaklaştırdıktan sonra onları tekrar canlandırmasıdır. Tıpkı uykudan uyanan insanlar gibi kişileri tekrar hayata döndürmesidir. Hz. İsa da bu insanlardan biridir ve zamanı geldiğinde tekrar dünya üzerinde yaşayacak, görevini yaptıktan sonra "Dedi ki: "Orada (dünyada) yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılacaksınız." (Araf Suresi, 25) ayetinin hükmü gereği her insan gibi dünyada ölecektir.

HZ. İSA'NIN İKİNCİ KEZ GELİŞİNE DAİR
Hadislerden Deliller

Hadis-i şeriflerde, Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşü, dönmeden önce ve döndükten sonra gerçekleşecek çeşitli hadiseler hakkında

Peygamber Efendimiz (sav) çok önemli bilgiler vermiştir. Peygamberimiz (sav)'in gelecek hakkında verdiği bilgiler "gayb" haberlerindendir. Allah ayetlerde dilediği elçilerine gayb bilgilerini vereceğini bildirmiştir:

O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.) Ancak elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer. (Cin Suresi, 26-27)

Rabbimiz Fetih Suresi'nde de Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e rüyalar aracılığı ile bilgi verdiğini haber vermiştir:

Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı. (Fetih Suresi, 27)

Ayette görüldüğü gibi, Rabbimiz, Peygamberimiz (sav)'e çeşitli gayb haberleri vermiştir. Bu haberler, Peygamberimiz (sav)'e ve onunla birlikte olan salih müminlere Allah'ın büyük bir desteğidir, yardımıdır.

Peygamberimiz (sav), Allah'ın bildirmesiyle, kıyamet alametleri ile ilgili de birçok haber vermiştir. Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez gelişi Peygamber Efendimiz (sav)'in gelecekle ilgili verdiği haberler arasında önemli bir yere sahiptir. Ahir zamanla ilgili rivayetler sahih hadis kaynağı olan Kütüb-ü Sitte'nin tamamına ve ardından İmam Malik'in Muvattası, İbn Huzeyme ile İbn Hibban'ın Sahih'leri, İbn Hanbel ve Tayalisi'nin Müsnedleri gibi en muteber hadis kaynaklarına girmiştir. Bu kaynaklardan öğrendiğimize göre Peygamberimiz (sav), Hz. İsa ile ilgili çok özel açıklamalarda bulunmuştur. Hz. İsa'nın ikinci gelişi konusu, "tevatür" (kuvvetli haber) derecesinde bilinen bir konu olarak hadis ilmi içinde yerini almıştır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) hadislerinde, ahir zamanda din ahlakının tüm dünya üzerinde hakim olacağını, yeryüzüne barış, adalet ve refahın hakim olacağını bildirmektedir. Peygamberimiz (sav) bu hakimiyeti Hıristiyan dünyası ile İslam dünyasını birleştirecek olan Hz. İsa'nın gerçekleştireceğini bizlere müjdelemektedir. Günümüzde yeryüzünde mevcut bulunan din karşıtı felsefelerin uygulamaları sonucu toplumların içine sürüklendiği durum ortadadır. Ahlaksızlık, uyuşturucu, terör, kıtlık ve diğer birçok sorun Hıristiyan ve İslam dünyasının bunlarla fikri olarak mücadele için birleşmesini gerektirmektedir. Dünyanın şu anki sosyal yapısı Hıristiyan ve İslam ittifakını adeta zorunlu hale getirmiştir. Hıristiyanlığın dünya üzerindeki gelişmiş ülkelerde, liderler seviyesindeki etkisi de göz önünde bulundurulursa önümüzdeki yıllarda oluşabilecek bir İslam-Hıristiyan ittifakının ne derece etkili olabileceği açıkça görülmektedir.

Hz. İsa Hakkındaki Hadisler Tevatür Derecesindedir

Hz. İsa'nın gelişi konusunda nakledilen hadisler tevatür derecesindedir. Birçok araştırmacı da alimlerimizin görüşlerinin bu yönde olduğunu aktarmaktadır. Tevatürün tanımı Büyük Lugat'ta şöyle yapılmaktadır:

Tevatür: Kuvvetli haber, içinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemaate dayanan kuvvetli haber.1

İslam alimi Seyyid Şerif Cürcani, tevatür hadis kavramını şöyle açıklamaktadır:

Haber-i mütevatir, ravileri çoklukta o dereceye ulaşan bir haberdir ki, adete göre, o kadar çok rivayetçinin yalan üzerine birleşmeleri imkansız olur. Bu durumda rivayet edilen haber hakkında lafız ve mana tutuyorsa buna, "mütevatir-i lafzi" denir. Eğer hepsinin arasında müşterek manada ittifak olmakla beraber lafızlar (sözler) arasında ihtilaf bulunuyorsa buna, "mütevatir-i manevi" denir.2

Hz. İsa'nın gelişinin tevatür derecesinde hadislerle bildirildiğine dair özel olarak bir eser kaleme alan büyük hadis alimi Şeyh Muhammed Enver el Keşmiri Et Tasrih bi-ma tevatera fi nuzuli'l Mesih isimli çalışmasında 75 tane hadise ve 25 tane sahabeye ve sahabeleri görenlere ait esere yer vermiştir.

Hz. İsa'nın tekrar geleceğini nakleden alimlerin başında mezhep imamımız İmam-ı Azam Ebu Hanife gelmektedir. Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber adlı eserinin son bölümünde şunları bildirmektedir:

Deccal'in, Ye'cüc ve Me'cücün çıkması, Güneş'in batıdan doğması, İsa (as)'ın gökten inmesi ve diğer kıyamet alametleri, sahih haberlerde varid olduğu vech ile, haktır, olacaktır. 3

Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar gelişi konusu kıyametin on büyük alametinden biridir ve birçok İslam alimi eserlerinde bu konuyu detaylı olarak ele almışlardır. Bu konudaki izahlar topluca değerlendirildiğinde Hz. İsa'nın ikinci gelişi hakkında İslam alimleri arasında bir söz birliği olduğu açıkça görülür. Örneğin Es Seffarini, Levami adlı eserinde, İslam alimlerinin bu konuda ittifak halinde olduklarını şöyle ifade eder:

Bütün ümmet, Meryem oğlu İsa'nın ineceği hususunda ittifak etmiştir. Şeriat ehlinden hiç kimse bu hususta muhalif olmamıştır.4

Büyük İslam alimi Seyyid Alusi de, Ruhu'l Meani tefsirinde, -diğer İslam alimlerinin görüşlerinden örnekler vererek- Hz. İsa'nın inişi konusunda cemaatin söz birliği yaptığını, bu konuda haberlerin manevi tevatür derecesine ulaşacak kadar meşhur olduğunu, Hz. İsa'nın gelişine imanın vacip olduğunu açıklamıştır.5

İmam Kevseri de Hz. İsa'nın inişi ile ilgili görüşlerini şu şekilde bildirmiştir:

Hz. İsa'nın inişiyle ilgili hadis-i şerfilerdeki tevatür, "tevatür-i manevidir." Sahih (sağlam) ve hasen (güzel) hadis-i şerifin her biri, farklı manalara delalet etmekle birlikte hepsi de Hz. İsa'nın ineceği hususunda söz birliği içindedirler ki, bu, hadis ilminin kokusunu koklayan bir kimse için inkarı mümkün olmayan bir gerçektir... Mehdi ile Deccal'in çıkacağı ile Hz. İsa'nın ineceği hususundaki hadis-i şeriflerin tevatür derecelerine ulaşmış olmaları, hadis ilmi ehlince asla şüphe edilecek bir husus değildir. İlm-i kelam ehlinden (inanç ilmiyle uğraşanlardan) bazısının kıyamet alametleriyle ilgili hadislere inanmanın vacip olduğunu kabul etmeleriyle beraber, bu hadislerden bir kısmının mütevatir olup olmadığı hususundaki şüpheleri ise, hadis ilmiyle ilgili bilgilerinin azlığından kaynaklanmaktadır.6

Alim İbn-i Kesir ise, konuyla ilgili ayetlerin tefsirini yaptıktan ve ilgili hadisleri açıkladıktan sonra düşüncesini şöyle ifade etmektedir:

İşte bunlar Resulullah (sav)'den mütevatir olarak rivayet edilmiştir ve bu hadis-i şeriflerde, Hz. İsa'nın nasıl ve nereye ineceği hususu açıklanmıştır... Hz. İsa'nın cesed-i şerifiyle dünyaya ineceği hakkında zikredilen sahih ve mütevatir hadis-i şerifler, tevile (başka şekilde yorumlanmaya) elverişli değildir. Dolayısıyla, zerre kadar imanı ve insafı olan herkesin, Hz. İsa'nın yeryüzüne ineceğine inanması gerekmektedir ki, bunu ancak şeriata zıt, Allah'ın Kitabına, Resulü'nün sünnetine ve ehl-i sünnetin ittifakına muhalif olan kimseler inkar edebilir.7

Hadislerin tevatür olduğu konusunda yapılan bir diğer açıklama da şöyledir:

Şevkani de İsa (as)'ın ineceğine dair hadislerin sayısının 29'a ulaştığını söyleyerek, bunları bir bir nakletmiş ve sonunda: "Bizim naklettiğimiz hadisler görüldüğü gibi tevatür haddine ulaştı. Bu beyanımızla şu sonuca varılıyor ki, beklenen Mehdi hakkındaki hadisler, Deccal hakkında hadisler ve İsa (as)'ın inmesine dair hadisler mütevatirdir" demiştir.8

Tirmizi, Ebu Davud, Bezzaz, İbni Mace, Hakim, Tabarani ve Ebu Ya'la Musuli bu konu hakkında çeşitli sahabelerden rivayetler nakletmişler; Ali, İbni Abbas, İbni Ömer, Talha, İbni Mes'ut Ebu Hureyre, Enes, Ebu Sa'id Hudri, Ümmi Habibe, Ümmi Seleme, Sevban, Kurre bin İyas, Ali Hilali ve Abdullah bin Haris bin Cüz'e birtakım senetlerle isnad etmişlerdir.9 Bunların yanı sıra İbn-i Hacer-i Haysemi Es-Sevaik-ul Muhrika kitabında, Şeblenci Nur-ul Ebsar kitabında, İbn-i Sabbağ El-Fusul-ul Muhimme, Muhammed Es-Sabban İs'af-ür Rağibin, Genci-i Şafiî El-Beyan kitabında, Şeyh Mansur Ali Ğayet-ul Me'mul kitabında, Suveydi Sebaik-uz Zeheb adlı kitapta Hz. İsa'nın gelişiyle ilgili hadislerin mütevatir olduğunu yazmışlardır.10

Bu hadisleri ehl-i sünnet muhaddis ve alimleri kendi kitaplarında yazmışlardır. Örneğin: Ebu Davud, Ahmed Tirmizi, İbn-i Mace, Hakim, Nesai, Taberani, Ravyani, Ebu Nuaym-i İsfahanî, Deylemi, Beyhaki, Sa'lebi, Hameveyni, Menavi, İbn-i Meğazili, İbn-i Cevzi, Muhammed-us Sabban, Maverdi, Genci-i Şafii, Sem'âni, Harezmi, Şa'rani, Darakutni, İbn-i Sebbağ-i Maliki, Şeblenci, Muhibbuddin Taberi, İbn-i Hacer-i Haysemi, Şeyh Mansur Ali Nasıf, Muhammed b. Talha, Celaleddin Suyuti, Şeyh Süleyman-i Hanefi, Kurtubi, Bağavi ve diğer alimler bu konuya eserlerinde yer vermişlerdir.

Şeyh Abdülfettah Ebu Gudde de, Hz. İsa'nın yeryüzüne inip Deccal'i öldüreceğine dair rivayetlerin tevatür derecesini bulduğunu belirtir.11 Hadis alimi Kettani'nin de Nazmü'l-Mütenasır isimli eserinde12 "Hz. İsa'nın inişinin kitap, sünnet ve icma-ı ümmet ile sabit olduğunu, bu husustaki hadislerin, ayrıca Deccal ve Mehdi hakkındaki hadislerin de mütevatir olduğunu" savunduğu görülür. Tefsir alimi İbn-ü Atiyye el Gırnadi el Endülüsi'nin El Bahru'l Muhit adlı tefsirinde, "Hz. İsa'nın diri olduğu, ahir zamanda ineceği hususunda ümmetin ortak görüşünün bulunduğu ve bu konudaki hadislerin mütevatir olduğu" ifade edilir.

Konu hakkında eserleri bulunan yazarların nakillerinden de anlaşılmaktadır ki hadis kaynakları çok zengindir. Dahası, Hz. İsa'nın gelişinin ahir zamanda gerçekleşecek olan kıyamet alametlerinden olduğunu bildiren hadisler de Buhari, Müslim gibi ana hadis kaynaklarında yer almaktadır. Bu hadislerden bazıları şöyledir:

Sizler on alameti görmedikçe hiçbir zaman Kıyamet kopmaz... Biri de İsa (as)'ın inmesi... (Müslim, Kitabü-l Fiten: 39)

Vallahi Meryem oğlu (Hz. İsa Aleyhisselam), Feccu'r-Ravha nam mevkide, hacc yapmak veya umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için icabet edecektir. (Müslim, Hacc: 216, 1252)

Kıyamet on alamet görülmedikçe kopmaz: Duman, Deccal, Dabbetu'l arz, Güneş'in batıdan doğması, İsa'nın yeryüzüne inmesi... (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. 362)

Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa'nın adalet sahibi olarak inmesi yakındır... [Buhari, Kitabü'l-Büyu': 102, Mezalim: 31, Enbiya 49; Müslim, İman: 242 (155); Ebu Davud, Melahim: 14 (4324); Tirmizi, Fiten: 54 (2234)]

İsa inecek; emirleri: 'Haydi gel, bize namaz kıldır!' diyecek. Buna karşılık: 'Kiminiz kiminizin emiridir. Bu, Allah'ın bu ümmete bir lütfu keremidir' diyecek. (Rudani, Büyük Hadis Külliyatı, 5. cilt, s. 380)

Vallahi muhakkak ve muhakkak Meryem oğlu İsa inecek, hem adil bir hakem, adaletli bir hükümdar olarak inecek... (Sahih-i Müslim bi Şerhin-Nevevi, cilt 2, s.192; Kenzul Ummal, Kitabul-İman, Bab-ı Nüzul-i İsa İbn-i Meryem, 14/332)

İmamınız kendinizden olduğu halde, Meryem oğlu sizin içinize indiği zaman sizler nasıl olursunuz?" (Buhari, Enbiya 50, 3265, 3/1272; Müslim, İman: 71,155,1/136; Beyhaki, Esma ve Sıfat: 3265, 2/166)

İslam Alimleri Hz. İsa'nın Gelişini,
Akide (İnanılan ve İtikad Edilen Esas) Konusu Olarak Değerlendirmektedirler

Ehl-i sünnetin inanç konularını açıklayan hemen tüm eserlerde, Hz. İsa'nın kıyametten önce yeryüzüne geleceği, Deccal ile mücadele edip onu öldüreceği, gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağı yer almaktadır. İslam alimleri, Kuran-ı Kerim'de yer alan delilleri ve hadislerde bildirilen haberleri birarada değerlendirerek, Hz. İsa'nın dönüşüne inanmayı önemli bir inanç esası olarak kabul etmişlerdir. Ve konuyu şu şekilde açıklamaktadırlar:

1. Nisa Suresi'nin 157. ayetinde Allah,"... Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi..." diye bildirmiştir. Bu ayetle birlikte Kuran'ın diğer pek çok ayetinde Hz. İsa'nın Allah Katında diri olduğu bildirilmekte ve yeryüzüne ikinci kez geleceğine işaret edilmektedir. İslam alimleri bu konuda ittifakla, bunun aksini savunmanın hiçbir şekilde mümkün olmadığını söylemektedirler. Örneğin İbn Hazm bu ayeti tefsir ederken; "Hz. İsa'nın öldürüldüğünü söyleyen bir kimsenin mürted (İslam dininden dönen) veya kafir olacağını" vurgulamıştır.1

2. Hz. İsa'nın gelişi ile ilgili hadislerin, tevatür derecesinde ve bu konuda hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık olmaları Müslümanlar için çok önemli bir delildir. Üstelik bu konudaki hadislere karşı öne sürülebilecek -yani Hz. İsa'nın yeniden gelmeyeceğini bildiren- tek bir farklı hadis dahi yoktur.

3. Cabir İbn-i Abdullah'dan rivayet edilen "Mehdi'nin çıkışını inkar eden, muhakkak Muhammed (sav)'e indirilene küfretmiştir. Meryem'in oğlu İsa'nın inişini inkar eden de muhakkak kafir olmuştur. Deccal'in çıkacağını kabul etmeyen de muhakkak kafirdir." hadisi de İslam alimleri tarafından kullanılan bir diğer delildir. Bu hadis, Şeyh Hace Muhammed Parisa'nın Faslul Hitap, Şeyh Ebu Bekir el Kelabazi'nin Meanil Ahbar, İmam Süheyli'nin er-Ravuzul Ünüf, İmam Suyuti'nin el-Arful Verdi fi Ahbaril Mehdi gibi ünlü İslami kaynaklarda yer almaktadır. Ayrıca Şeyh Ebu Bekir, bu hadisin senetini de açıklamıştır: "Bize Muhammed İbni Hasen, ona Ebu Abdillah el-Huseyn İbni Muhammed, ona İsmail İbni Üveys, ona Malik İbni Ebes, ona Muhammed İbni Münkedir, ona da Cabir İbni Abdillah Hazretleri böylece bildirmişlerdir."2

4. Hz. İsa'nın gelişiyle ilgili hadisleri nakleden ravilerin çokluğu ve güvenilirlikleri de İslam alimlerinin dikkat çektikleri bir diğer husustur. Bu ravilerden bazıları şunlardır: Ebu'l Eşas es-Sanani, Ebu Rafi, Ebul Aliye, Ebu Ümametle Bahili, Ebud Derda, Ebu Hureyre, Ebu Malik el-Hudri, Cabir İbn Abdillah, Huzeyfe İbni Edis, Sefine, Katade, Osman İbnül As, Nafi İbni Keysani, Velid İbni Müslim, Ammar İbni Yasir, Abdullah İbni Abbas...

Tüm bu bilgiler sonucunda İslam alimleri Hz. İsa'nın inişine ve gerçek din ahlakını dünyaya hakim kılacağına imanı, önemli inanç esaslarından biri olarak değerlendirmişlerdir.

Peygamberimiz (sav) insanları Hz. İsa'nın gelişiyle müjdelemiştir

Benliğime hakim olan zata yemin ederim ki, Meryem'in oğlunun adaletli bir hakem olarak size inmesi pek yakındır. O, Haç'ı kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek), cizyeyi kaldıracak; mal çoğalacak ki, kimse onu kabul etmeyecektir. (Sünen-i Tirmizi, 4/93)

Onunla (İsa ile) benim aramda hiçbir peygamber yoktur. O şüphesiz inecektir. Onu gördüğünüz zaman tanıyın! O, orta boylu, beyaza çalar kırmızı renktedir. Sarıya boyalı iki elbise içinde olacak. Yağmur yağmasa da saçından su damlayacaktır. İnsanlarla İslam için mücadele edecektir. Deccal'i etkisiz hale getirecek, sonra yeryüzünde tam kırk sene kalacak. Sonra ölecek ve namazını Müslümanlar kılacaklardır. (Buhari, Müslim, Ebu Davud ve Tırmizi, Büyük Hadis Külliyatı, Rudani, 5. cilt, s. 380)

Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Meryem oğlu (İsa aleyhisselam)'ın adil bir hakim olarak sizin içinize inmesi muhakkak yakındır. O, salibi (haçı) kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek), cizyeyi kaldıracaktır, mal o kadar çoğalıp taşacak ki, hiç kimse mal kabul etmez olacaktır. (Sahih-i Müslim, 6/532)

İsa bin Meryem adil bir hakim ve adaletli bir imam olarak inmedikçe kıyamet kopmayacaktır. O, haçı kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek), cizyeyi kaldıracaktır. Mal da o kadar çoğalacaktır ki hiçbir kimse mal kabul etmeyecektir. (Sünen-i İbni Mace, 10/340)

İsa bin Meryem (a.s.) benim ümmetim içinde;

1- Adaletli bir hakim ve adil bir imam olacak,

2- Haçı kırıp ezecek (haça tapınmayı kaldıracak) ve domuzu öldürecektir (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirecek).

3- (Zimmilerden) Cizyeyi kaldıracak,

4- Kap su ile dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacaktır.

5- Din birliği de olacak, artık Allah'tan başkasına tapılmayacaktır. (Sünen-i İbni Mace, 10/334)

Yeryüzü sanki ayağının altına serilecek... Gözü uzakları da görecek... Kafirlerin kalelerini ve köylerini görecek... (Kıyamet Alametleri, s. 244)

Deccal, Hz. İsa'yı görünce su içinde tuzun erimesi gibi erir ve koşarak kaçıp gider. Hazreti İsa (Deccal'in arkasından):

-Benim sana indireceğim bir darbe var, sen bu darbeden hiç kurtulamazsın, der ona (Filistin'deki Bab-ü Lüdd denilen mevkide yani) Bab-ü Lüdd'ün şark tarafındaki bab-ü Remle yanında yetişerek Deccal'i etkisiz hale getirir. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret, s. 496)

Altınçağ Müjdesi

Peygamberimiz (sav)'den aktarılan pek çok hadiste, yeryüzünde İslam ahlakının hakim olacağı bir dönemin yaşanacağına dikkat çekilmektedir. İşte bu dönem Hz. İsa'nın ve Mehdi'nin yeryüzünde bulunacağı, Kuran ahlakının hakim olacağı dönemdir. "Altınçağ" ismiyle de bilinen bu dönem, hadislerden de anlaşılacağı üzere "Asr-ı Saadet" benzeri bir devir olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in bu devri tasvir ederken cennet benzeri özelliklerle anlatması sebebiyle bu devreye "Altınçağ" ismi verilmiştir.

Kitabın önceki bölümlerinde ahir zamanın ilk devresinde insanların yaşayacağı sıkıntı ve zorlukları detaylı olarak anlattık. Hz. İsa'nın gelişinin de alametleri olan bu olayların hemen ardından insanları Altınçağ gibi benzersiz bir dönem beklemektedir. Bu, insanlar için büyük bir müjdedir. Her çeşit ürün ve mal bolluğu, emniyet, güven ve adaletin temini, huzur ve saadet, her türlü teknolojik gelişmenin insanların rahatı, konforu, neşesi ve huzuru için kullanılması, ihtiyaç içinde olan kimsenin kalmaması, isteyene istediğinden sayılmadan, kat kat fazlasıyla verilmesi, Altınçağ'ın belli başlı özelliklerindendir. Hadis-i şeriflerde o dönemde "silahların susacağı"nın bildirilmesi, bu devirde yeryüzünün barışla dolacağının da müjdesidir. Altınçağ'da, önceden aralarında husumet olan halklar arasında çok büyük bir kardeşlik yaşanacak, her türlü kavganın yerini barış, dostluk ve sevgi alacaktır.

Teknolojik gelişmeler ahir zamanın bu devresinde doruğa ulaşacak, insanlar teknolojinin bütün nimetlerinden alabildiğine faydalanacaklardır. Tıpta, tarımda, iletişimde, sanayi teknolojisinde, ulaşımda çok büyük gelişmeler yaşanacak, sürekli yeni buluşlar yapılacaktır. Her yeni buluş bir başkasına öncülük edecek, gelişmeler çok büyük bir hız kazanacaktır.

Sanatta çok büyük ilerlemeler kaydedilecek, birbirinden güzel eserler ortaya çıkacak, Allah'a olan imanın insanlara verdiği geniş ufuk ve derin düşünce, tüm sanat dallarına öncülük edecektir. İnsanlar Altınçağ'da hayatlarından o kadar memnun olacaklardır ki; bir hadisin ifadesine göre "zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmayacaklar, bu güzelliklerden daha fazla yararlanmak için Allah'tan ömürlerinin uzatılmasını" isteyeceklerdir. Peygamber Efendimiz'in bir diğer sözünde ahir zamandaki ortam şu şekilde tarif edilir:

... Küçükler keşke ben büyük olsaydım, büyükler de keşke ben küçük olsaydım diye temenni ederler... İyi insanların iyiliği artar, kötülere karşı bile iyilik yapılır." (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 17)

Hz. İsa'nın yeryüzünde bulunacağı Altınçağ ile ilgili Peygamberimiz (sav)'in diğer müjdelerinden bazıları ise şöyledir:

Altınçağ'da görülmemiş bir bolluk olacaktır

Ümmetimin sonunda öyle bir devlet reisi olacak ki avuç avuç mal ve para avuçlayacak ve bu malı adet olarak ihata edip saymayacaktır. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 433)

Mehdi insanlara malı ve eşyayı dağıtırken, saymadan bol bol verecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 24)

... Yeryüzü içindeki hazineleri dışarıya fırlatacaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 45)

...Arz, içerisinde gizlediği bütün zenginliklerini, altından ve gümüşten sütunlar halinde dışarı atacak. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 464)

Meryem oğlu (İsa) iner ve Deccal'i öldürür. Ondan sonra kırk yıl bol nimet içinde yaşarsınız. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 90)

Her tarafta yemek kazanları kaynayacak, misli görülmemiş bir bolluk yaşanacak, mala rağbet olmayacak. (El-Kavlul Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 66)

İsa (as)'ın zekatı terk etmesi de malın bolluğu ve zekata muhtaç fakirin kalmaması sebebiyledir. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/339)

Kişi bir ölçek buğdayı alıp öküzsüz ve sapansız ekecek, karşılığında yedi yüz ölçek buğday alacak. (İmam Suyuti, Kıyamet Alametleri, Ölüm ve Diriliş, s. 184)

Artık o gün (öyle bolluk olur ki on ile kırk kişi arasında) bir cemaat bir tek nar meyvesinden ye(yip doya)rlar ve o nar kabuğunun çanağı ile de gölgelenirler. Sütlere de Allah Teala tarafından o derece bereket ihsan edilir ki bir tek sağmal devenin sütü büyük bir insan topluluğuna muhakkak kafi gelir. Bir sağmal sığırın sütü insanlardan bir kabileye muhakkak yeterli gelir. Bir sağmal koyunun sütü akrabalardan meydana gelen bir soy topluluğuna muhakkak kafi gelir. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret, s. 493)

Hayat pahalılığı ve darlık yılları bitecektir

... Mal da o kadar çoğalacaktır ki, hiçbir kimse mal kabul etmeyecektir. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/340)

...Öyle bir zaman gelecek ki o zamanda kişi (ayırdığı) altın sadakasıyla (taraf taraf) dolaşacak da sonra elinden sadakasını alacak hiçbir (fakir) kimse bulamayacak. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 462)

... O zaman ümmetim nimetlenecek, hayvanlar bolluk içinde ve arzın nebatatı çok fazla olacak... (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 26)

... Muhakkak ki o zamanda mal çoğalıp su gibi akacak da, onu hiçbir kimse (tenezzül edip) kabul etmeyecektir. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 464)

 

Yeryüzü barışla dolacak, kargaşa ve sıkıntılar kalkacaktır

Kap su ile dolduğu gibi yeryüzü barışla dolacaktır. Hiçbir kimse arasında bir düşmanlık kalmayacaktır. Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar, hasetleşmeler muhakkak kaybolup gidecektir. (Sahih-i Müslim, 1/136)

Savaş (erbabı) da ağırlıklarını (silah ve malzemelerini) bıracak. (Sünen-i İbn-i Mace, 10/334)

Harp (erbabı) ağırlıklarını (yani silah ve saireyi) bırakır. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 496)

Düşmanlık, küsüşme ve kıskançlık ortadan kalkacaktır. (Ebu Hureyre r.a, Büyük Hadis Külliyatı, Rudani, 5. cilt, s. 379)

İslam'dan başka (hiçbir dini) kabul etmeyecek... Din muttehid olacak... Allah'tan başka hiçbir kimseye ve hiçbir şeye ibadet edilmeyecek... Zekat kabul edecek kimse bulunmayacağından zekat ve sadakayı terk edecek... Zamanında hazineler ve defineler meydana çıkacak. Kıyamet yaklaştığını bildiği için, fazla mal kazanmaya rağbet etmeyecek... İnsanlar arasında sebepleri ortadan kalktığı için kin ve husumete yer vermeyecek...

Zehirli haşarat ve hayvanlardan zehri bertaraf edecek, çocuklar yılan ve akreplerle oynaşacak... Onların çocuklara bir zararı dokunmayacak. Kurt koyunla otlayacak da koyuna bir zararı dokunmayacak... Yeryüzü sulh ve selametle dolacak, mücadele ve dövüşmek, harb ve saldırılar ortadan kalkacak... yeryüzü nebatatını aynı Adem (as) zamanında olduğu gibi bitirecek. Bir salkım üzümle bir güruh insan doyacak. Atlar serbest bırakılacak, öküzlere lüzum görülmeyecek... Çünkü yeryüzü kendi kendine ekilecek... (Kıyamet Alametleri, s. 242-243)

İsa (as) ümmetim içinde, adil bir hakem, tam adaletli bir imam -hükümdar- olarak bulunur. (Hıristiyanların) haçını kırar (haça tapınmayı kaldırır), domuzu öldürür (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirir), cizye vergisini kaldırır, sadakayı terk eder de ne koyuna ne de deveye karşı itibar edilmez. Bütün düşmanlıklar, buğuzlaşmalar zail olur kalkar... Yeryüzü gümüş tabak gibi olur ve Hazreti Adem zamanındaki gibi (bol) bitkilerini bitirir... (Ölüm-Kıyamet-Ahiret, s. 496)

Sonra İsa, ümmetimin içinde adaletle hükmedecek; haçı kıracak (haça tapınmayı kaldırır), domuzu öldürecek (domuz eti yemenin haram olduğunu bildirir), cizyeyi kaldıracak, zekatı bırakacak. Ne koyuna ve ne de deveye zekat memuru gönderilmeyecek. İnsanlar arasındaki düşmanlıklar ve kin kalkacak. Akrep ve yılanların zehirleri olmayacak, hatta bir çocuk eliyle yılanla oynayacak da yılan onu sokmayacak. Kız çocuğu arslanı kaçırmaya zorlayacak da arslan ona ilişmeyecek. Kurt, koyunlar arasında sanki bir çoban köpeği imiş gibi bekleyip duracak. Kabın su ile dolduğu gibi yeryüzü din birliği ile dolacak. Allah'tan başka kimseye tapılmayacak. Harp, kavga namına hiçbir şey kalmayacak. Kureyş kabilesinden hükümdarlığı alınacak. Yeryüzü gümüş sofrası gibi olacak. Bitkisini Adem'in zamanındaki gibi bitirecek. Bir salkım üzümle bir nefer doyacak. Bir grup insan tek narla doyacak. Bir öküzün fiyatı şu kadar olacak, birkaç dirhemle bir at satın alınacak." Denildi ki: "Ey Allah'ın Resulü! Neden at o kadar ucuz olacak?" "Harp olmayacağı için ona pek lüzum kalmayacak." "Neden öküz o kadar pahalı olacak? " "Yeryüzünün tamamı ekileceği için o, çok gerekli olacak. (Ibn Mace benzerini Ebu Ümame'den nakletti, Büyük Hadis Külliyatı, Rudani, 5. cilt, s. 370-371-372)

Sonra kırk sene ömür sürecek. Onun zamanında kimse ölmeyecek. Kişi, koyun ve hayvanlarına (haydi gidin, otlayın) diyecek; onlar gidecekler, ekinin ortasından geçtikleri halde bir başak bile ağızlarına almayacaklar. Yılan ve akrepler kimseye eza etmeyecekler. Yırtıcı hayvanlar kapılarının önünde duracak da kimseye zararları dokunmayacak. (İmam Suyuti, Kıyamet Alametleri, Ölüm ve Diriliş, s. 184) İsa zamanında Deccal etkisiz hale getirilecek. Yeryüzüne güven gelecek. Öyle ki arslanlar develerle, kaplanlar sığırlarla, kurtlar koyunlarla birlikte yayılacak. Çocuklar yılanlarla oynayacak ve yılanlar çocuklara zarar vermeyecek. (Risaletül Meşreb elverdi fi mezhebil Mehdi)

Hz. İsa yeni bir din getirmeyecektir

Kırk (40) yıl Allah'ın kitabı ve benim sünnetimle hükmeder, vefat eder. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 92)

Hz. İsa Ümmeti Muhammed'e peygamber olarak değil; Şeriat-ı Muhammediyyeyi tatbik etmek için gelecektir, demektedir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 68)

Hz. İsa (as) inecek ve Resulullah Efendimiz (sav)'in şeriatına tabi olacaktır. (Mektubat-ı Rabbani, 2/1309)

Hazreti Muhammed (sav)'in şeriatı üzerine hüküm verecek, kendisi Peygamber olduğu halde Peygambere tabi olacak ve Muhammed (sav)'in ümmetinden olacak. Peygamberin ümmeti ve sahabisi olacak... Öyleyse o, sahabelerin en efdali olacak... (Kıyamet Alametleri, s. 243)

Onunla (İsa ile) benim aramda hiçbir peygamber yoktur. O şüphesiz inecektir. Onu gördüğünüz zaman tanıyın! O, orta boylu, beyaza çalar kırmızı renktedir. Sarıya boyalı iki elbise içinde olacak. Yağmur yağmasa da saçından su damlayacaktır. İnsanlarla İslam için mücadele edecektir. Mesihu'd-Deccal'i etkisiz hale getirecek, sonra yeryüzünde tam kırk sene kalacak. Sonra ölecek ve namazını Müslümanlar kılacaklardır. (Buhari, Müslim, Ebu Davud ve Tırmizi, Büyük Hadis Külliyatı, Rudani, 5.cilt, s.380)

Hz. İsa'nın hilyesi

1.Uzuna yakın orta boylu

2.Rengi kırmızı ile beyaza yakın

3.Üzerinde boyanmış iki elbise vardır.

4.O derece temiz ki kendisine ıslak dokunmadığı halde başı su damlatır gibidir. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s.499)

O kızıl, kıvırcık saçlı ve geniş göğüslüdür. O, salibi (haçı) kıracak (haça tapınmayı kaldıracak), cizye usulünü kaldıracak, İslam'dan başka hiçbir dini kabul etmeyecek... Allah'tan başka hiçbir kimseye ve hiçbir şeye ibadet edilmeyecek. Hazret-i Muhammed'in sallallahu aleyhi ve sellem'in şeriatı üzere hüküm verecek, kendisi Peygamber olduğu halde Peygamber'e tabi olacak ve Muhammed (as)'ın ümmetinden olacak, Peygamber'in ümmeti ve sahabisi olacak. Çünkü o, onu mi'rac gecesi görmüştür. Öyleyse sahabilerin en faziletlisi olacak. (İmam Suyuti, Kıyamet Alametleri, Ölüm ve Diriliş, s. 182)

Geceleyin yürütüldüğüm zaman Musa (as)'ın kavuştum. (Peygamber onu tavsif ederek:) Bir de gördüm ki, O Şenüe kabilesi erkeklerinden biri gibi kara yağız, uzun boylu, balık etli, düz saçlı bir zattır. İsa'ya da kavuştum (Peygamber onu da tavsif ederek: İsa, orta yapılı, sanki hamamdan çıkmış gibi al çehreliydi. (Sahih-i Müslim, 2/1053)

Ben bu gece kendimi rüyamda Kabe'de buldum. Ansızın esmer bir kişi gördüm. Sanki o esmer insanlardan en güzeli, başının saçı iki omuzu arasında sarkıyordu, (yeni) taranmış ve arınmıştı da başının saçı su damlatıyordu. İki elini iki kişinin iki omuzuna koyarak Beyt'i tavaf ediyordu. (Orada bulunanlara) bu kimdir? diye sordum. Onlar : bu Meryem'in oğlu Mesih (İsa)'dır dediler. (Sahih-i Buhari, 9/177)

Hz. İsa, Peygamberimiz (sav)'in kabri yanına defnedilecektir

"İsa (as) yeryüzüne inecek, evlenecek çoluk çocuk sahibi olup, kırk beş sene yaşayacak, sonra ölecek, benimle aynı kabire gömülecek, sonra ben ve İsa aynı kabirden Ebu Bekir ile Ömer arasından kalkacağız!" (Kıyamet Alametleri, s. 246-247)

Hz. İsa, yeryüzünde iken evlenecek ve bir çocuğu olacaktır. Ölünce, Müslümanlar onun namazını kıldıktan sonra Ravza-i Mutahhare'ye defnedeceklerdir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 65)

Muhakkak ki, Meryem oğlu İsa yeryüzüne indiği zaman evlenecek, çocuğu olacak, yeryüzünde 45 yıl kalacaktır. (Miskatü-l Meşabih, 3/47)

Hazreti İsa yeryüzünde kırk sene yaşadıktan sonra vefat edecektir. Müslümanlar onun cenaze namazını kılarak defnedecekler. (Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahirzaman Alametleri, s. 498-499)

İbn-i Cevzi'nin Abdullah bin Ömer (r.a.)'dan merfu'an naklettiği bir rivayette şöyle buyurulmaktadır: "İsa (as) yeryüzüne inecek, evlenecek, çoluk çocuk sahibi olup kırk beş sene yaşayacak sonra ölecek, benimle aynı kabire gömülecek, sonra ben ve İsa aynı kabirden Ebu Bekr ile Ömer arasından kalkacağız." (İmam Suyuti, Kıyamet Alametleri, Ölüm ve Diriliş, s. 1699, s. 185)

BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ MÜSLÜMANLARI
HZ. İSA'NIN GELİŞİ İLE MÜJDELENMİŞTİR

Hicri 13. asrın en büyük İslam alimlerinden biri olan Bediüzzaman Said Nursi, 1960 yılında Hakk'ın rahmetine kavuşana kadar, bütün ömrünü insanları Allah'a iman etmeye ve Kuran ahlakını yaşamaya davet ederek geçirmiştir. Bu uğurda çok fazla eziyet görmüş, ancak o, yaşadığı hayattan her zaman razı olmuş ve başına gelen her zorluğu büyük bir tevekkülle, sabırla, neşeyle karşılamıştır. Bir Kuran tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatı, Bediüzzaman'ın Allah'a olan coşkulu sevgisini, derin imanını ve Allah'ın dinine olan bağlılığını açıkça ortaya koyan çok hikmetli öğütlerle doludur. Bu nedenle bu kıymetli insanın yaptığı açıklamalar ve verdiği örnekler, tüm Müslümanlar için çok önemli bir rehber hükmündedir.

Bediüzzaman eserlerinde, ahir zaman ve Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişi konularına çok geniş yer ayırmıştır. Özellikle vurguladığı konuların başında ise Hz. İsa'nın yeryüzüne geldiği sırada dünya üzerindeki dinsiz fikir sistemlerini temsil eden "Deccal" isimli şahs-ı manevi ile çok büyük bir mücadele yürütüp, onu yeneceğidir. Hz. İsa dinsizliği ortadan kaldıracak, Allah'ın hak dininin ahlakını dünya üzerinde hakim kılacak, bunu yaparken de Müslümanlarla birlikte hareket edecektir.

Kitabın bu bölümünde Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerinin çeşitli bölümlerinde yer alan Hz. İsa ile ilgili izahlar ele alınacaktır.

Hz. İsa'nın Allah Katına alınışı

Bediüzzaman, Mektubat isimli eserinin girişinde 3 hayat tabakasından bahseder: Bunlardan birincisi tüm insanların şu an yaşadığı hayat tabakasıdır. İkincisi ise Hz. Hızır'ın yaşadığı hayattır. Bediüzzaman bu hayatı "... bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyed değillerdir. Bazan istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir..." şeklinde açıklar. Üçüncüsü ise Hz. İsa'nın bulunduğu hayat tabakasıdır.

Üstad Bediüzzaman bu hayatla ilgili şu önemli açıklamaları yapmıştır:

(1) Üçüncü Tabaka-i Hayat: Hazret-i İdris ve İsa (as)'ın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından (gerekli olanlar) tecerrüd (ayrılma, temizlenme) ile, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letafet kesbeder (güzellik kazanır). Âdeta beden-i misalî letafetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semavatta bulunurlar. (Mektubat, s. 6)

Bediüzzaman bu sözünde Hz. İsa'nın insanların hayatlarını devam ettirmek için gerek duydukları herşeyden uzaklaştığını, meleklerinkine benzer bir hayata kavuşup nurani bir güzellik kazandığını ifade etmektedir. Hz. İsa'nın bir yıldız gibi parlayan ve eşsiz güzellikte olan dünyadaki bedeniyle gökyüzünde bulunduğunu açıklamaktadır.

BediüzzamanSaid Nursi'nin dikkat çektiği bir diğer önemli konu ise Hz. İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişi hakkında şüphe içinde olan çevrelerdir. Bediüzzaman açıklamalarında tüm kainatı yoktan var eden, herşeye kadir olan Rabbimiz'in Hz. İsa'yı ikinci kez dünyaya getirmeye muktedir olduğunu hatırlatmaktadır.

(2) Evet her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz'eden (Hazret-i Cibril'in "Dıhye" suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan (ruhlar aleminden) gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını (ruhlarını) cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa aleyhisselâm'ı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi (güzel netice) için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden cesed giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm'in hikmetinden uzak değil... belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için (gerektiği için) va'detmiş ve va'dettiği için elbette gönderecek. (Mektubat, 15. Mektup, s. 56-57)

Bediüzzaman bu sözünde melekleri insan suretinde yeryüzüne gönderen, kainattaki bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm boyutların tek sahibi olan, alemlerin Rabbi olan Allah'ın Hz. İsa'yı da istediği surette yeniden dünyaya geri getirebileceğini söyler. Hz. İsa'nın böyle önemli bir dönemde ve böyle şerefli bir görev için yeniden dünyaya geleceğini vaat eden Rabbimiz, mutlaka vaadini yerine getirecektir.

Hz. İsa geldiğinde imanın nuru ile tanınır

(1) Kitabın önceki bölümlerinde de vurguladığımız gibi, Hz. İsa'nın dünyaya ikinci kez geldiğinde nasıl tanınacağı konusu her zaman merak konusu olmuştur. Bediüzzaman eserlerinde bu konuyu da açıklamakta, Hz. İsa'nın imanın nuru ile tanınacağını söylemektedir. Üstad'ın üzerinde durduğu bir diğer konu ise, Hz. İsa'yı herkesin tanıyamayacağı, sadece ona yakın olan kişilerin ve imanda derinleşmiş olanların onu tanıyabilecekleridir.

Hazret-i İsa aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakikî İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb (yakınları) ve havassı (dindarlar ve manevi derecesinde yüksekler), nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet (aşikarlık) derecesinde herkes onu tanımayacaktır. (Mektubat, 15. Mektup, s. 56-57)

(2) Bediüzzaman bir diğer açıklamasında Hz. İsa'yı tanıyanların sayıca çok az olacaklarından, dünya üzerindeki dinsiz güçlerin çok daha güçlü olacağından bahsetmektedir:

Rivayette var ki: -İsa aleyhisselâm Deccal'ı etkisiz hale geitrdiği münasebetiyle- "Deccal'ın fevkalâde büyük ve minareden daha yüksek bir azamet-i heykelde ve Hazret-i İsa aleyhisselâm ona nisbeten çok küçük bulunduğunu" gösterir. Bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: İsa aleyhisselâm'ı nur-u iman ile tanıyan ve tâbi' olan cemaat-ı ruhaniye-i mücahidînin kemmiyeti (miktarı), Deccal'ın mektebce ve askerce ilmî ve maddî ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir. (Şualar, s. 588-589)

Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. İsa'ya tabi olacak olan cemaatin ilk başlarda sayıca az olacağına dikkat çekmektedir.

"...Deccal'ın mektebce ve askerce ilmî ve maddî ordularına...": Bediüzzaman bu ifadeyle Hz. İsa'nın karşısında yer alacak olan dinsiz güçlerin maddi açıdan çok güçlü olacaklarını belirtmektedir.

"...cemaat-ı ruhaniye-i mücahidînin...": Bu ifadeyle Hz. İsa'ya tabi olan topluluğu tarif etmektedir. "Cemaat" ifadesiyle bu kişilerin birarada olduklarına, birlikte hareket ettiklerine işaret edilmektedir. Bu "cemaat" dinsiz güçlerin hakim olduğu yerlerde din ahlakını hakim etmek için büyük bir çaba sarf edecek, ihlasla Allah yolunda çalışacaktır. "Ruhani" ifadesi ise bu cemaattekilerin samimi iman etmiş, olayların görünen yönlerinin yanısıra batıni yönlerini de yaşayan bir topluluk olduğuna dikkat çekmektedir. "Mücahidin" kelimesi ise bu cemaatin Allah yolunda çaba sarf eden, Allah'ın dinini yaymak için dünya çapında büyük bir tebliğ faaliyeti yürüten bir topluluk olduğuna işarettir.

Hz. İsa İslam diniyle hükmedecek, Kuran'a tabi olacak

Bediüzzaman Said Nursi, dinsiz ideolojilerin hakim olduğu böyle bir dönemde Hz. İsa'nın yeniden dünyaya döneceğini müjdelemektedir. Üstad'ın aşağıdaki sözlerinde haber verdiği gibi, Hz. İsa yeryüzüne ikinci kez gelişinde Kuran'la hükmedecek, Kuran'a tabi olacaktır. Hıristiyanlık ile Müslümanlık birleşerek dinsizlik akımına karşı Kuran ahlakını yaşayarak üstün geleceklerdir. Risale-i Nur'da bu konuyla ilgili aktarılanlar şöyledir:

(1) Ahir zamanda Hazret-i İsa (as) gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (ASM) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Ahir zamanda felsefe-i tabiiyenin (tabiat felsefesi) verdiği cereyan-ı küfrîye (inkarcı hareket) ve inkâr-ı uluhiyete (Allah'ı inkar) karşı İsevîlik dini tasaffi ederek (arınarak) ve hurafattan tecerrüd edip (hurafelerden temizlenip) İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada, nasıl ki İsevîlik şahs-ı manevîsi, vahy-i semavî kılıncıyla o müdhiş dinsizliğin şahs-ı manevîsini öldürür; öyle de Hazret-i İsa (as), İsevîlik şahs-ı manevîsini temsil ederek, dinsizliğin şahs-ı manevîsini temsil eden Deccal'ı etkisiz hale getirir. yani inkâr-ı uluhiyet fikrini öldürecek. (Mektubat, s. 6)

"...felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete (Allah'ı inkar) karşı...": Bediüzzaman Hz. İsa'nın Darwinizm'in meydana getirdiği inkarcı harekete ve Allah'ın varlığını inkar edenlere karşı büyük bir mücadele yürüteceğini belirtmektedir.

"...İsevîlik dini tasaffi ederek (arınarak) ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği..." Bediüzzaman bu hikmetli açıklamasında Hz. İsa'nın ahir zamanda tekrar dünyaya geldiğinde İslam dininin gereklerine göre hareket edeceği yönündeki hadisi tefsir etmektedir. Hz. İsa'nın mücadelesi çeşitli hurafeler ve geleneklerle özünden uzaklaşan Hıristiyanlığın özüne dönmesi ile başlayacaktır. Hz. İsa Hıristiyanlığı tüm batıl hurafelerden temizleyecek ve daha sonra da İslamiyete dönecektir.

Böylece Hıristiyanlar ve Müslümanlar birlik olup, dünya üzerinde çok büyük bir güç oluşturacaklardır. Hz. İsa bu dinsiz sistemin bütününü ifade eden Deccal'i etkisiz hale getirecek, inkarcı sistemleri tamamen yeryüzünden kaldıracaktır.

(2) İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazreti İsa (as)'ın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakiki İsevilik dini zuhur edecek, yani rahmet-i ilahiyetinin semasından nuzul edecek; hal-i hazır Hıristiyanlık dini o hakikata karşı tasaffi (saflaşacak) edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslamiye ile birleşecek; manen Hıristiyanlık bir nevi İslamiyet'e inkilab edecektir... (Mektubat, s. 53)

Bediüzzaman yukarıdaki sözünde dinsizliği temsil eden Deccal'in görünürde çok kuvvetli olduğuna dikkat çekmektedir. İşte bu dönemde Hz. İsa Allah'ın rahmeti sayesinde tekrar yeryüzüne gelecek ve böylece gerçek Hıristiyanlık ortaya çıkacaktır. Daha önce de vurguladığımız gibi, Hz. İsa'nın ilk yapacağı şey, vahyedilmesinden sonra çeşitli tahrifata uğrayan Hıristiyanlık dinini aslına döndürmek, tüm batıl uygulamaları, sapkın inanışları, aslı olmayan uygulamaları, gereksiz gelenek ve kuralları ortadan kaldırmak olacaktır. İki bin yıldan bu yana özünden uzaklaşma süreci yaşamış olan Hıristiyanlığı özüne döndürebilecek olan tek kişi Hz. İsa'dır. Böyle bir değişim de bugüne kadar gerçekleşmemiştir.

"...hakaik-i İslamiye ile birleşecek; manen Hıristiyanlık bir nevi İslamiyet'e inkilab edecektir...": Hıristiyanlığın saf haline dönerek vahyedildiği özüne geri dönüşünden sonra, Allah'ın son hak dini ve Allah Katında tek geçerli din olan İslam'ın gerçekleriyle birleşecek ve İslam'a dönüşüme başlayacaktır.

(3) Ve Kuran'a iktida (uymak, tabi olmak) ederek, o İsevilik şahsı manevisi tabi; ve İslamiyet, metbu (tabi olunan) makamında kalacak. Din-i Hak, bu iltihak neticesinde azim bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa (as), o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık (Hz. Muhammed (sav)), bir Kadir-i Külli Şey'in va'dine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kadir-i Külli Şey' va'detmiş, elbette yapacaktır. (Mektubat, s. 54)

"...Kuran'a iktida (uymak, tabi olmak) ederek, o İsevilik şahsı manevisi tabi; ve İslamiyet, metbu makamında kalacak..": Hıristiyanlığın Hz. İsa ile başlayacak olan bu dönüşümü, son kitap olan ve herkesin uymakla mükellef olduğu Kuran'a tabi olmakla neticelenecek. Hz. İsa'nın şahsı ve ona tabi olan Hıristiyanlık İslam'a tabi olacak.

"...Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak...": Hz. İsa öncülüğündeki Hıristiyanlık Kuran'a tabi olduğunda çok büyük bir güç oluşacak. Çünkü günümüzde dünyanın en büyük iki dini olan Hıristiyanlık ve Müslümanlık hem siyasi, hem ekonomik hem de manevi yönden çok büyük iki kuvvettirler. Bu nedenle de dinsiz ideolojiler karşısında birleştiklerinde çok büyük bir güç kazanarak dinsizlik akımlarını fikren yok edip, dağıtacaklardır. İnsanları hayatlarının gerçek amacından uzaklaştıran, bencil, sevgisiz, çatışmacı bir hayata iten materyalist felsefe ve dinsizliğin dünya üzerindeki etkileri iki dinin birleşmesiyle ortadan kalkacaktır.

"...cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa (as), o din-i hak cereyanının başına geçeceğini...": İki dinin ittifakı ve Hıristiyanların Kuran'a tabi olması ile dünyada nüfus çoğunluğuna sahip olacak iki din, tek bir ses ve tek bir vücut gibi hareket edecek,. bu hak dinin başına ise Hz. İsa geçecektir. Bediüzzaman bu sözünde Hz. İsa'nın yeryüzüne gelip, bu hareketin başına geçeceğini Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde haber verdiğini hatırlatmış ve bu nedenle de bu haberin mutlak gerçekleşecek olan hak bir bilgi olduğunu söylemiştir.

Hz. İsa'nın dinsiz akımlarla olan mücadelesi

Bediüzzaman Said Nursi ahir zamanla ilgili olan açıklamalarında, iki felsefi akımın yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağını ve bu akımların dinsizliği hakim kılmak için çaba sarf edeceklerini vurgular. Bu akımlardan birincisi İslam ahlakını içten tahrip etmeye çalışacaktır. İkincisi ise Allah'ı açıkça inkar eden, maddenin ezelden beri var olduğunu, sonsuza kadar da var olacağını öne süren ve canlılığın cansızlıktan tesadüfen ortaya çıktığını savunan maddeci ve tabiatçı anlayış, yani materyalizm ve natüralizmdir. (Natüralizm, Darwin'in evrim teorisinin felsefi boyutu olarak da bilinir.)

Bu tanımlama elbette Allah'ın varlığını inkar eden bütün fikir akımlarına da temel teşkil etmiştir. Materyalistler tarihin en eski çağlarından beri bütün hak dinlere karşı cephe almışlar, bu yolda karşılarına çıkanlarla mücadele etmiş, halklara zulmetmiş, savaşlar çıkarmış, her türlü yozlaşmanın en ön safhalarında yer almışlardır. Hz. İsa da yeryüzüne tekrar döndüğünde bu materyalist ve Darwinist anlayışla mücadele edecek ve Allah'ın izniyle onlara karşı galip gelecektir.

(1) Bediüzzaman, külliyatında bu materyalist akıma şöyle dikkat çekmektedir:

Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe ahir zamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup, uluhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir... Allah'ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrud hükmünde nefislerine birer rububiyet (İlahlık) verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma (ölülerle haberleşmenin mümkün olduğuna inanan görüş) ve manyetizmanın (bazı hareketlerle başkasını etkileme-hipnotizma) hâdisatı nev'inden müdhiş hârikalara mazhar olan Deccal ise; daha ileri gidip, cebbarane surî (dış görünüşe ait) hükûmetini bir nevi rububiyet tasavvur edip uluhiyetini ilân eder. (Mektubat, 15. Mektup, 56)

Bediüzzaman bu sözünde tabiiyyun ve maddiyyun felsefelerinin toplum üzerindeki yıkıcı etkileri üzerinde durmaktadır. Üstad'ın "tabiatçılık yani tabiata tapma ve maddecilik yani sadece maddenin varlığını kabul etme hastalığı" olarak tanımlayabileceğimiz bu ifadesi, dinsizliğin temelini oluşturan materyalizm ve Darwinizm'e dikkat çekmektedir. Ahir zamanda bu iki felsefe maddeci felsefe vasıtasıyla tüm dünyada yayılacak, Allah'ın varlığını açıkça inkar eder bir hal alacaktır. Bu akımların mensupları Allah'ın sonsuz güç ve kudretini inkar edip, kendilerinin müstakil güçlere sahip oldukları vehmine kapılırlar.

(2) Bediüzzaman Deccal ve oluşturduğu dinsiz kuvvet ile ilgili şu tariflerde bulunmaktadır:

Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber (karma karışık) eden Deccal komitesini, Hazret-i İsa (as)'ın din-i hakikîsini İslâmiyet'in hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cem'iyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsa (as)'ın riyaseti altında etkisiz hale getirecek ve dağıtacak; beşeri, inkâr-ı uluhiyetten kurtaracak. (Mektubat s. 441)

"... inkâr-ı uluhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber...": Bediüzzaman, Deccal ve onun temsil ettiği dinsiz akımları "Allah'ın varlığını inkar amacıyla medeniyeti ve insanların mukaddesatlarını karıştıran" bir birlik olarak tanımlamaktadır.

"... Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın din-i hakikîsini İslâmiyet'in hakikatıyla birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaatı namı altında ve "Müslüman İsevîleri" ünvanına lâyık bir cem'iyet...": Tüm bozulmalardan arındırılan gerçek Hıristiyanlığın İslam dini ile birleşmesi için samimiyetle, fedakarane çaba sarf eden Hz. İsa ve samimi İsevileri Bediüzzaman "Müslüman İseviler" olarak tanımlamaktadır. Hz. İsa önderliğindeki bu Müslüman İseviler cemaati, Üstad'ın Deccal şahs-ı manevisinde tanımladığı dinsiz fikir sistemlerini ortadan kaldıracaktır.

(3) "O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız Hazret-i İsa (A.S.) onu etkisiz hale getirebilir, başka çare olamaz." rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, etkisiz hale getirecek; ancak semavî ve ulvî, hâlis bir din İsevîlerde zuhur edecek ve hakikat-ı Kur'aniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevî dinidir ki, Hazret-i İsa (as)'ın nüzulü ile o dinsiz meslek mahvolur ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir. (Şualar, s. 581)

Bediüzzaman bu hikmetli sözünde Deccal'i ancak Hz. İsa'nın yok edebileceğine işaret eden hadislere dikkat çekmiştir. Deccal'in yerleşik düzenini, saldırgan rejimini ortadan kaldıracak olan, dinsizliği insanlar arasında yaymak ve mukaddesatı bozmak olarak tarif edilen mesleğini bozacak olan Hz. İsa, ona tabi olan samimi İseviler ve hurafelerden sıyrılıp Kuran'a teslim olan Hıristiyanlardır. Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişi ile Deccal'in dinsiz mesleği ölecektir.

"o dinsiz meslek mahvolur ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir": Bediüzzaman burada çok önemli bir konuya dikkat çekmektedir. Önemli olan dinsizliği insanlar arasında yaymak için çaba sarf eden insanları teker teker fikren etkisiz hale getirmek değil, dinsiz akımların yaşamasına imkan veren, olara sözde dayanak sağlayan tüm fikri sistemlerin ortadan kaldırılmasıdır. Yoksa kişilerin teker teker fikren etkisiz hale getirilmesi çok kolaydır.

(4) Sihir ve manyetizma ve ispirtizma gibi istidracî (inkarcıların inkarlarını artıran olay) hârikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccal'ı etkisiz hale getirebilecek, mesleğini değiştirecek; ancak hârika ve mu'cizatlı ve umumun makbulü bir zât olabilir ki: O zât, en ziyade alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hazret-i İsa (as)'dır. (Şualar, s.587)

Bediüzzaman bu sözünde de çeşitli kandırmacalarla, aldatmacalarla insanların inkarlarını daha da artırmak için çaba sarf eden dinsiz akımları ortadan kaldırabilecek, kendisine meslek edindiği bu çabasından Deccal'i döndürebilecek tek kişinin Hz. İsa olduğunu belirtmektedir.

(5) Büyük Deccal, şeytanın iğvası (aldatma) ve hükmü ile şeriat-ı İseviye'nin ahkâmını kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini (sosyal hayat) idare eden rabıtaları bozarak, anarşistliğe ve Ye'cüc ve Me'cüc'e zemin hazır eder. (Şualar, s. 593)

Bediüzzaman dünya üzerindeki dinsiz fikir sistemlerinin tümünü birden tanımlamak için kullandığı Deccal'in, İseviliğin tüm dini hükümlerini ortadan kaldırmayı, sosyal hayatı düzenleyen tüm manevi bağlarını bozarak bu kişileri bozgunculuğa, isyankarlığa ve anarşizme teşvik eden bir akım olduğunu belirtmektedir.

(6) Bediüzzaman, Hz. İsa ve onunla birlikte olan İseviler'in dinsiz akımları yokedişini ise şu şekilde tanımlamaktadır:

Şahs-ı İsa (as)'ın kılıncı ve maktul olan şahs-ı Deccal'in, teşkil ettiği dehşetli maddiyunluk ve dinsizlik azametli heykeli ve şahs-ı manevisini mahvedecek ancak İsevi ruhanileridir ki; o ruhaniler, din-i İsevi'nin hakikatini hakikat-i İslamiye ile mezcederek (karıştırarak) o kuvvetle onu dağıtacak, manen öldürecek... (Şualar, s. 493)

"dehşetli maddiyunluk ve dinsizlik azametli heykeli: Bediüzzaman bu sözleriyle dünyanın dört bir yanını etkisi altına almış olan maddeci akımları çok büyük bir heykele benzetmektedir. Bu heykel söz konusu akımların yerleşik ve kuvvetli olduklarına bir işaret olabilir. Büyük bir heykeli yıkmak, yerinden sökmek oldukça zordur. Ancak bu heykelin yıkılmasıyla maddiyunluk ve dinsizlik hem maddi hem de manevi olarak ortadan kalkacaktır.

"din-i İsevinin hakikatini hakikat-i İslamiye ile mezcederek": Hz. İsa ikinci kez dünyaya geldiğinde Allah'ın son kitabı olan Kuran'a tabi olacak, bozulmuş olan Hıristiyanlığı gerçek haline döndürüp gerçek İslam'la birleştirecektir.

"o kuvvetle onu dağıtacak, manen öldürecek": Allah'ın iki hak dini birleştiğinde geniş anlamda çok büyük bir güç kazanacaktır. Dünyanın dört bir yanında hakim ideoloji olan materyalizmi fikren mağlup edecekler ve insanlar üzerindeki bütün etkisini yok edecekler.

Bediüzzaman Said Nursi, Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez dönüşünü anlattığı tüm açıklamalarında onun o dönemdeki tüm inkarcı sistemleri ortadan kaldıracağına ve bunu yaparken de Müslümanlarla birlikte hareket edeceğine işaret etmektedir. Hz. İsa, İslam dünyasındaki samimi Müslümanlarla birlik olup, inkarcı sistemin zulmünü ortadan kaldıracaktır.

BEDİÜZZAMAN'IN MÜJDELEDİĞİ MEHDİ

 

Peygamberimiz (sav) hadislerinde, her yüzyıl başında Allah'ın yeryüzüne bir müceddid (dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre izah etmek üzere gönderilen büyük alim) göndereceğini müjdelemektedir:

Gerçekten Aziz ve Celil olan Allah her yüz sene başında şu ümmetin dinini bidatten (dine sonradan sokulan hurafelerden) ayıracak, yenileyecek (ilim sahibi) BİR ZATI gönderir. (Sünen-i Ebu Davud, 5/100)

Bediüzzaman Said Nursi Hicri 13. asrın büyük müceddididir. Allah ona üstün bir ilim ve hikmetle lütufta bulunmuştur. Bediüzzaman, Risale-i Nur gibi önemli bir külliyat meydana getirerek Allah'ın izniyle yüzbinlerce insanın hidayetine, imanda derinleşmelerine, inkar sahiplerinin Allah'a iman etmelerine ve doğruyu görmelerine vesile olmuştur.

Bediüzzaman, Risale-i Nur külliyatında geleceğe dair de birçok önemli haber vermiştir. Said Nursi'nin ileriye yönelik tahminleri mucizevi şekilde gerçekleşmiş, Allah gerçekleşecek birçok olayı kendisine ilham etmiştir. Neredeyse yarım asır önce yaşamış olmasına rağmen Bediüzzaman'ın günümüze bakan ve gerçekleşeceğini ümit ettiğini bildirdiği birçok olay vardır. Eserlerinde, dünya üzerinde yaşanacak olan siyasi gelişmeler, İslam aleminin geleceği ve çeşitli ülkelerin karşı karşıya kalacakları bazı durumlarla ilgili önemli detaylar vermiştir. Örneğin 1971 yılında meydana gelen sosyal olayları yirmi yıl öncesinden haber vermiş ve söyledikleri eksiksizce gerçekleşmiştir (Şualar, sf 260). İslam dünyasının durumu ve geleceğine dair konuşma yaptığı 1951 yılındaki ünlü Şam Hutbesi'nde ise Bediüzzaman, 1981, 1991 ve 2001 yıllarında meydana gelecek olan önemli olaylara işaret etmiş ve bu büyük olaylar da aynı Bediüzzaman'ın söylediği şekilde vuku bulmuştur (Hutbe-i Şamiye, sf. 27).

Bediüzzaman'ın ileriye yönelik olarak verdiği haberlerden bir diğeri ise, kendi zamanından neredeyse 80 sene sonra vuku bulan "komünizmin yıkılması" olayıdır. Said Nursi yıllar önce kimsenin hayal bile edemeyeceği bu olayı bir Rus askerine açıklamıştır (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Sait Nursi, s.144, Nesil Yayınevi). Bediüzzaman ayrıca ileride bir Avrupa Birliği'nin oluşacağını da yine önceden haber vermiştir. (Emirdağ Lahikası, sf. 499) (Münazarat, sf. 107)

Bediüzzaman aynı şekilde öleceği tarihi, ölümünden bir süre sonra kendi mezarının yıkılacağını ve ayrıca bu olayın da hangi tarihte gerçekleşeceğini de 1921 yılında, Lemaat adlı eserinde yazdığı bir şiir ile ölmeden önce haber vermiştir. (Mektubat, sf. 89) Said Nursi, bu şiirinde işaret ettiği gibi, Hicri 1379 yılında vefat etmiştir. Yine şiirinde belirttiği gibi ölümünden bir süre sonra, Hicri 1380 yılında mezarı yıkılmış ve mübarek bedeni başka bir yere nakledilmiştir.

Buradaki örneklerde olduğu gibi, Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerinde vermiş olduğu diğer tüm bilgiler ve geleceğe yönelik işaretler de yine hep doğru çıkmıştır. Kuşkusuz ki tüm bunlar Allah'ın rahmetiyle gerçekleşen mucizevi olaylardır. Dolayısıyla Allah'ın üstün bir ilimle desteklediği böyle mübarek, feraset ve ilim sahibi bir şahsın gelecekle ilgili olarak vermiş olduğu diğer bilgilerin de dikkatle incelenmesi ve araştırılması gerekir. Özellikle de ilerleyen satırlarda anlatılacak olan, tüm Müslümanlara bir rahmet olarak ahir zamanda geleceği müjdelenen Hz. Mehdi'ye yönelik bilgilerin ve işaretlerin büyük bir şevk ve heyecanla takip edilmesi son derece önemlidir.

Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin Gelişini Nasıl Müjdelemiştir?

Bediüzzaman, Risalelerin birçok yerinde, yukarıda yer alan olaylar ve tarihler gibi, gelecekte gerçekleşecek önemli olaylardan bahsetmiştir. Bunlar arasında ahir zaman alametleri ve Mehdi konusu ise çok geniş bir yer tutmaktadır. Bediüzzaman "hakiki beklenen ve bir asır sonra gelecek olan zat" (Kastamonu Lahikası, 57) şeklinde ifade ettiği Hz. Mehdi'nin gelişinin, Allah'ın bir vaadi olduğunu ve mutlaka gerçekleşeceğini şöyle bildirmiştir:

Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında(fitnelerin olduğu, karışık bir zaman), elbette en büyük BİR MÜCTEHİD (ihtiyaç hasıl olduğunda ayet ve hadislerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderi), hem en büyük BİR MÜCEDDİD (dini açıklayan büyük alim), hem HAKİM, hem MEHDİ (hidayete vesile olan), hem MÜRŞİD (doğru yolu gösteren), hem KUTB-U AZAM (en büyük yol gösterici) olarak BİR ZAT-I NURANİYİ (Nurani bir şahsı) gönderecek ve O ZAT da, ehl-i beyt-i Nebeviden (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) olacaktır... Kadir-i Zülcelal HZ. MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM'IN ZULÜMATINI (İslam aleminin üzerindeki karanlıkları) DAĞITABİLİR. Ve vaad etmiştir, vaadini elbette yapacaktır. (Mektubat, sf. 411-412)

Bediüzzaman, hem kendisinden sonraki asırda gelecek olan müceddid olması, hem de 1400 senedir tüm Müslümanların şevk ve heyecanla beklediği kutlu bir şahıs olması nedeniyle, eserlerinde Hz. Mehdi'den çok açık ve detaylı olarak bahsetmiştir. Risale-i Nur'da ahir zaman alametlerinden, Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişinden, Hz. Mehdi'nin cemaatinden, görevlerinden ve Hz. İsa ile birlikte hareket edeceğinden söz edilmektedir. Bunun yanı sıra Hz. Mehdi'nin geliş vakti, geleceği ortamın şartları, göreve başlayacağı yer, onu diğer müceddidlerden ayıran görevleri ve bu görevinde ona yardım edecek şahıslar hakkında da önemli bilgiler verilmektedir.

Bediüzzaman kendisinin Hz. Mehdi'ye zemin hazırlayan
bir öncü olduğunu bildirmiştir

Bediüzzaman, Hz. Mehdi ve yardımcılarını "baharda gelecek kudsi çiçekler"kendisini ise, "bu mübarek şahsın neferi (askeri)" olarak nitelendirmiş, yapmakta olduğu hizmetleriyle Hz. Mehdi'ye zemin hazırladığını belirtmiştir:

O ileride gelecek ACİB ŞAHSIN (şaşılan ve hayret uyandıran) bir hizmetkarı ve ONA yer hazır edecek bir dümdarı (önceden gelen takipçisi) ve O BÜYÜK KUMANDANIN pişdâr bir neferi (öncü bir askeri) olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, 162)

Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten işittim ki; O ZAT, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş (bir anlam çıkartmış) ve kanaati gelmiş ki: "Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid'atlar zulümatını (dine sonradan girmiş olan hurafelerin oluşturduğu karanlığı) dağıtacak." Ben, böyle bir nurun zuhuruna (ortaya çıkışını) çok intizar ettim (gözledim) ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsi çiçeklere zemin hazır etmek lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle O NURANİ ZATLARA zemin izhar ediyoruz (hazırlıyoruz). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 189, Mektubat, 34)

Said Nursi, Kastamonu Lahikası'nda Hz. Mehdi ve cemaatini "ahirzamanın sahipleri" olarak nitelendirirken, Hz. Mehdi'nin Allah'ın izniyle kesin olarak geleceğini de açıkça ifade etmiştir. Hz. Mehdi ve öğrencilerinin etki alanlarının gittikçe genişleyeceğini ve onların bu ihlaslı çabalarıyla güzel sonuçlar alacaklarını haber vermiştir:

Ta ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri, yani MEHDİ ve ŞAKİRTLERİ (talebeleri), Cenab-ı Hakk'ın izniyle gelir, o daireyi genişletir ve o tohumlar sünbüllenir. Bizler de kabrimizde seyredip Allah'a şükrederiz. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 138-Kastamonu Lahikası, sf. 72)

1.       Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi'nin geleceğinden hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açık bir şekilde bahsetmektedir.

2.       Yine bu sözünden Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'den bir şahsı manevi olarak değil, ZATIYLA ve TALEBELERİYLE birlikte gelecek bir şahıs olarak bahsettiği de açıkça anlaşılmaktadır.


Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin diğer müceddidlerden farkını
nasıl açıklamıştır?

Bediüzzaman, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahirzamanda Hz. Mehdi'nin yapacağı üç önemli görevi yerine getirmediklerini ifade etmiştir (Emirdağ Lahikası, sf. 260).

Said Nursi ayrıca Hz. Mehdi'den önce gelmiş olan bu şahısların, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde belirttiği özelliklere uymadıklarını da belirtmiştir:

Ayrıca hem iki Deccal'in sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelen rivayetlerde iltibas oluyor (karıştırılıyor), biri öteki zannedilir. Hem "BÜYÜK MEHDİ"nin halleri SABIK MEHDİLERE (önceki Mehdilere) işaret eden rivayetlere mutabık (uygun) çıkmıyor, hadis-i müteşabih (birçok anlama gelebilecek hadis) hükmüne geçer. (Şualar, sf. 582)


"BÜYÜK MEHDİ" ve SABIK MEHDİLER

1.       Bediüzzaman bu sözünde iki ayrı tür Mehdi olduğunu açıklamıştır. Bunlardan birincisinin SABIK MEHDİLER diğerinin ise ahir zamanda gelecek olan BÜYÜK MEHDİ olduğunu belirtmiştir.

2.       Sabık Mehdilerin özellikleri hadislerde rivayet edilen "Büyük Mehdi"nin özelliklerine benzememektedir.

3.       Said Nursi, Hz. Mehdi dışında hiçbir müceddidin Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç büyük görevi birarada yerine getiremeyeceğini belirtmiştir:

Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, MEHDİ AL-İ RESUL'ÜN TEMSİL ETTİĞİ KUDSİ CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVİSİNİN üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler (Peygamberimizin soyundan gelenler) cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyyeden (Allah'ın rahmetinden) bekliyoruz. Ve ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)


A)... MEHDİ AL-İ RESUL'ün temsil ettiği KUDSİ CEMAATİNİN...

1) Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi'den ve onun kudsi cemaatinden bahsetmiştir. Buradan bu ikisinin ayrı kavramlar olduğu anlaşılmaktadır;

  • Kudsi cemaati temsil eden kimdir? Mehdi Al-i Resül'dür.
  • Hz. Mehdi neyi temsil etmektedir? Kudsi cemaatini.

2) HZ. MEHDİ'NİN BAŞINDA BULUNDUĞU ve ONUN TEMSİL ETTİĞİ bir cemaati olacaktır. Bu kudsi cemaat, Hz. Mehdi'nin şahsı manevisini oluşturacaktır.

B)... MEHDİ AL-İ RESUL'ün ... ÜÇ VAZİFESİ var.

  • Bediüzzaman burada ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin bir veya iki görevi değil tam olarak ÜÇ GÖREVİ olduğundan ve onun temsil ettiği cemaatiyle birlikte bu üç görevi birden yerine getireceğinden bahsetmiştir.
  • Bu üç görevin, onu diğer sabık Mehdilerden ayıran ve onun BÜYÜK MEHDİ olmasının en önemli alametlerinden olduğunu bildirmiştir.
  • Bediüzzaman sözlerinde Siyaset Mehdisi, Saltanat Mehdisi ya da Diyanet Mehdisi diye bir ayrım yapmamış, BÜYÜK MEHDİ ifadesiyle bahsettiği Hz. Mehdi'nin bu üç özelliğe birden sahip olacağını belirtmiştir.


C)... o vazifeleri ONUN cemiyeti ve seyyidler (Peygamberimizin soyundan gelenler) cemaatinin yapacağını rahmet-i İlahiyyeden (Allah'ın rahmetinden) bekliyoruz..."

  • Üstad, "O vazifeleri ONUN cemiyetinin yapacağını Allah'tan umuyoruz" sözleriyle bu görevleri Hz. Mehdi'nin başında bulunduğu ve onun temsil ettiği kudsi cemaatin gerçekleştireceğini açıklamıştır.


D)... Ve ONUN üç büyük vazifesi olacak...

  • Bu üç büyük vazifeyi gerçekleştirecek olanın HZ.MEHDİ olduğunu Bediüzzaman sözlerinin sonunda bir kez daha belirtmiştir.


... BÜYÜK MEHDİ'NİN ÇOK VAZİFELERİ VAR. Ve SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE, SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI OLDUĞU GİBİ, her bir asır me'yusiyet (ümitsizlik) vaktinde, kuvve-i maneviyesini (manevi kuvvetini) te'yid edecek (sağlamlaştıracak) bir nevi Mehdi'ye veyahud Mehdi'nin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan; rahmet-i İlahiyye ile (Allah'ın rahmetiyle) her devirde belki her asırda bir nevi Mehdi al-i beyt-ten (Peygamberimiz (sav)in soyundan) çıkmış, ceddinin şeriatını (Kur'an-ı Kerim'in tarif ettiği ve bildirdiği yolu) muhafaza (koruma) ve sünnetini ihya etmiş (yeniden canlandırmış)... (Şualar, sf. 590)


Bediüzzaman bu sözünde de yine ahir zamanda gelecek olan Büyük Mehdi'nin yerine getireceği görevler olduğundan bahsetmiştir. Hz. Mehdi'nin sadece SİYASET MEHDİSİ, sadece DİYANET MEHDİSİ ya da sadece SALTANAT MEHDİSİ değil, bu özelliklerin her üçüne birden sahip olacak olan BÜYÜK MEHDİ olacağını bu sözüyle bir kez daha belirtmiştir.

Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin görevini yerine getireceği
ortam hakkında da bilgi vermiştir

...Böyle bir cemaat-ı azîme (Peygamber Efendimizin soyundan gelen büyük seyyitler cemaati) içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek (coşacak) ve uyandıracak hâdisat-ı azîme (büyük olaylar) vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki (büyük kuvvetteki) BİR HAMİYET-İ ALİYE (büyük koruma hırsı) FEVERAN EDECEK ve HAZRET-İ MEHDİ BAŞINA GEÇİP, TARİK-I HAK (hak yoluna) ve HAKİKATE (gerçeğe) SEVK EDECEK... (Mektubat, sf. 473)


... BİR HAMİYET-İ ALİYE (büyük koruma hırsı) FEVERAN EDECEK ve HAZRET-İ MEHDİ BAŞINA GEÇİP, TARİK-İ HAK (hak yoluna) ve HAKİTATE (gerçeğe) SEVKEDECEK....

Bediüzzaman bu sözünde "hamiyeti İslamiye feveran edecek" ifadesiyle, ileride Müslümanları coşturacak, onların İslam'ı koruma hırslarını artıracak büyük olayların meydana geleceğini bildirmiştir. Bu ortam günümüzde yani ahir zamanda meydana gelmektedir. Dünyanın birçok yerinde İslam'a ve Müslümanlara karşı oluşturulan zorlu ortamlar, Müslümanlar arasında İslamı koruma hırsını oluşturmakta ve bu da Müslümanları çözüm yolları aramaya sevk etmektedir. Bediüzzaman Said Nursi, İslam'ı koruma gayretinin artması sonucu, Hz. Mehdi'nin başa geçmesi ile birlikte, bu kutlu şahısın insanları hak yola ve gerçeğe yönelteceğini bildirmiştir.

Bediüzzaman, Hz. Mehdi'yi diğer müceddidlerden ayıran
üç önemli vazifesini şöyle açıklamıştır:

Hz. Mehdi'nin birinci görevi: Materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle fikri mücadele

Tabiyyun, Maddiyun (darwinist, ateist, materyalist) felsefesinden tevellüd eden (doğan) bir cereyan-ı nemrudane, (inkarcı akım) gittikçe Ahir zamanda felsefe-i maddiye (materyalist felsefe) vasıtasıyla intişar ederek (yayılarak) kuvvet bulup, uluhiyeti (Allah'ın varlığını) inkar edecek bir dereceye gelir. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

Bediüzzaman, ateist felsefelerin ahirzamanda tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin, ateizmle güç bulacaklarını ve Allah'ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi'nin birinci vazifesinin, maddecilik fikri yani Allah'ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını belirtmiştir:


Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle(tesiriyle) ve maddiyun ve tabiiyyun taunu (materyalizm, darwinizm ve ateizm salgını), beşer içine intiçar etmesiyle (insanların içine yayılmasıyla), her şeyden evvel FELSEFEYİ VE MADDİYUN FİKRİNİ TAM SUSTURACAK BİR TARZDA İMANI KURTARMAKTIR. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak)... (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinden en önemli ve değerli olanının söz konusu bu görev olduğunu; "Ümmetin beklediği, AHİR ZAMANDA GELECEK ZATIN üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı (kıymetlisi) olan iman-ı tahkikiyi neşr (delillere dayalı imanı yaymak) ve ehl-i imanı delaletten kurtarmak (iman edenleri sapkınlıktan korumak)." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9) ifadeleriyle vurgulamıştır.

Mehdi'nin ikinci görevi: İslam birliğini sağlamak

Üstad, Mehdi'nin ikinci vazifesini İslam birliğini sağlamak olarak açıklamıştır. Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini canlandıracaktır.

İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye ünvanı ile (peygamberiminiz yerine halife olarak) SEAİR-İ İSLAMİYEYİ (İslam'ın esaslarını) İHYA ETMEKTİR (yeniden canlandırmaktır). ALEM-İ İSLAM'IN VAHDETİNİ (İslam aleminin birliğini) nokta-i istinad edip (dayanak noktası yapıp) beşeriyeti maddi ve manevi tehlikelerden ve gadab-i İlahiden (Allah'ın gazabından) kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve hadimleri (hizmetkarları), MİLYONLARLA EFRADI (fertleri) BULUNAN ORDULAR LAZIMDIR. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesi ise, Hilafet-i Muhammediyye ünvanı ile SEAİR-İ İSLAMİYEYİ (İslam'ın esaslarını) İHYA ETMEKTİR (yeniden canlandırmaktır). (Emirdağ Lahikası, sf. 259)

1) ... hilafet-i Muhammediye ünvanı ile...
-Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin İslam dünyasının lideri olacağını söylemiştir. Ayrıca bu makamı da 'unvan' olarak tarif ederek, tüm Müslümanların Hz. Mehdi'yi o makama layık kişi olarak tanıyacağına da işaret etmiştir.

2) ... alem-i İslam'ın vahdetini (İslam aleminin birliğini)...
- Bediüzzaman, kendi devrinde de bir birliktelik içinde olmayan İslam ülkelerinin birleşerek İslam birliğini oluşturacaklarını söylemiştir. Hz. Mehdi'nin bu birlikteliği bir dayanak noktası yapacağını ve bu şekilde Müslümanları bazı tehlikelerden koruyacağını ifade etmiştir.

3) ... milyonlarla efradı (fertleri) bulunan ordular...
- Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bu görevini yaparken, yardımcıları da olacağını bildirmiştir.

Mehdi'nin üçüncü görevi: Kuran'ahlakını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini
yeniden canlandırmak

Hz. Mehdi üçüncü görevini iman sahiplerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen fedakar seyyidlerin ve diğer tüm Müslümanların yardımı ve desteğiyle gerçekleştirecektir. Peygamberimiz (sav)'den sonraki dönemlerde özellikle materyalist dünya görüşünün etkisiyle gözardı edilen Kuran'ahlakı ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetlerinin yeniden canlandırılmasına ve uygulanmasına vesile olacaktır.

Üçüncü Vazifesi: İnkilabat-ı zamaniye ile (zamanın değişmesiyle) çok ahkam-ı Kur'aniyenin (Kuran hükümlerinin) zedelenmesiyle... O ZAT, bütün ehl-i imanın manevi yardımlarıyla ve ittihad-ı İslam'ın muavenetiyle (İslam birliğinin yardımlaşmasıyla) Müslümanların dayanışmasıyla ve bütün ulema (alimler) ve evliyanin ve bilhassa Al-i Beytin neslinden (Peygamberimizin soyundan) her asırda kuvvetli ve kesretli (çok sayıda) bulunan milyonlar fedakar seyyidlerin (Peygamberimizin soyundan gelenlerin) iltihaklarıyla (katılmasıyla) O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi) YAPMAYA ÇALIŞIR. (Emirdağ Lahikası, sf. 260)

Üstad, Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesinin, zamanın değişip, küfrün hakim olmasıyla değiştirilen, birçok Kuran hükmünün, bütün Müslümanların ve Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen seyitler cemaatinin yardımıyla yeniden canlandırmak ve uygulamak olduğu bildiriliyor.

Bediüzzaman bir başka sözünde ise Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesinin İslam toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan alemiyle ittifak yapmak olduğunu belirtmiştir. Hz. Mehdi'nin çok geniş bir alanda yapacağı bu görevler tüm dünyada herkes tarafından bilinecektir:

O ZATIN üçüncü vazifesi, Hilafet-i Islamiyeyi Ittihad-i Islama bina ederek (İslam halifeliğini İslam birliğinin üzerine kurarak), ISEVİ RUHANİLERİYLE (Hıristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP (birlik olup) DİN-İ İSLAMA (İslam dinine) HİZMET ETMEKTİR. Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakarlarla tatbik edilebilir (yerine getirilebilir). Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır, fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şa'şaalı bir tarzda olduğundan umumun ve avamın nazarında (halkın gözünde) daha ehemmiyetli (önemli) görünüyorlar. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9)


Bediüzzaman Said Nursi Hz. Mehdi'nin bu vazifeleri
yerine getireceği tarihleri de müjdelemiştir

Bediüzzaman, Hicri 1327'de Şam'daki Emevi Camii'nde on bin kişilik bir cemaate verdiği Şam hutbesinde, 1371'den sonraki İslam aleminin geleceğine yönelik izahlar yapmış, ahir zamandan çeşitli tarihler vererek, beklenen Mehdi'nin mücadele ve galibiyet zamanına dikkat çekmiştir:

Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet (hüner, sanat , ilim ve fenlerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin mehasini (iyi ve faydalı yönlerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip (o üç kuvvetle donatıp), cihazatını verip (gerekli ihtiyacını karşılayıp) o dokuz manileri mağlup edip (o dokuz engelleri yenip) dağıtmak için taharri-i hakikat meyelanını (gerçekleri araştırma eğilimi) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o dokuz düşman taifesinin (sınıfının) cephesine göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek.
(Hutbe-i Şamiye, sf. 25)


Bediüzzaman'ın Şam Hutbesi, Hz. Mehdi'nin görev zamanı ile ilgili net tarihler vermiş olması açısından son derece önemlidir:

1981 -1991 yılları -Hz. Mehdi'nin faaliyetlerine başlaması

1) ... Evet şimdi olmasa da 30-40 SENE SONRA...

Bediüzzaman'ın vermiş olduğu bu tarih ile, bu hutbenin okunduğu tarihten 30-40 yıl sonrası, yani Hicri 1401-1411 yılları kastedilmiştir. Miladi olarak ise bu tarihler 1981-1991 tarihlerine denk gelmektedir.

2001 - Hz. Mehdi'nin materyalist felsefe karşısındaki galibiyeti

2) ... İnşaAllah YARIM ASIR SONRA onları darmadağın edecek...

Said Nursi, yukarıdaki sözünün bu son kısmında Hz. Mehdi'nin bu görevini yarım asır yani 50 yıl içinde tamamlayacağını bildirmiştir. Yani materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerin insanlar üzerindeki etkisinin 10 yıl gibi kısa bir süre içinde yok olacağına işaret etmiştir. Bu tarih ise Hicri 1421 yani 2001 yılına denk gelmektedir.

2004 - Hz. Mehdi önderliğinde insanların Kuran'ahlakına yaklaşmaları

Bediüzzaman'ın Risale-i Nur Külliyatı'nda, Hz. Mehdi'nin mücadele ve hakimiyet devreleri ile ilgili olarak verdiği tarihlerden bir diğeri ise 2004 yılına ilişkindir. Bediüzzaman Kuran'ın "Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor." (Tevbe Suresi, 32) ayetindeki "...Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor." cümlesi hakkında, geleceğe yönelik şöyle bir bilgi vermektedir:

"Şimdi hatıra geldi ki, eğer şeddeli "lamlar" ve "mimler" ikişer sayılsa bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zatlar ise, Hazret-i Mehdi'nin şakirtleri (talebeleri) olabilir." (Şualar, sf. 605)

Bediüzzaman bu ayetin ebced değerinin Hicri 1424 yani miladi 2004 yılına denk geldiğini ve bu tarihin, Hz. Mehdi önderliğinde Kuran ahlakının dünya hakimiyeti devrelerinden birine işaret ettiğini bildirmektedir.

2008 - Hz. Mehdi önderliğinde Kuran ahlakının galibiyeti

Bediüzzaman, Kuran ahlakının galibiyeti ve hakimiyeti konusunda geleceğe yönelik olarak verdiği haberlerden bir diğerinde ise şöyle bildirmektedir:

Şu ayetin gizli imasına "Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır." (Maide Suresi, 56) ayeti teyid ediyor. Çünkü "... hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır."ayetindeki şeddeli nun (Arapça şeddeli nun harfi) bir sayılsa tam evvelki ayete tevafuk ile (denk gelmesiyle) Hizb-ul Kur'an'ın (Kuran taraftarlarının) faaliyetine vasıta olan bir hadiminin (hizmet eden kimsenin) Kur'an okumaya başladığı 1302 tarihine iki fark ile tevafuk etmekle beraber şeddeli nun iki nun sayılsa binüçyüzelli (1350) eder ki; bu tarihte Kuran'dan muktebes (alınan bilgilerle hazırlanan) olan Risale-i Nur etrafında toplanan, bütün kuvvetleriyle Kuran hizmetlerine çalışan Hizb-ul Kur'an'ın faaliyeti ve delalet (sapkınlık) ve zındıkaya (dinsizliğe) manen galebe ettikleri (galip geldikleri) bir zamana tevafuku (denk gelmesi) ise istikbalde (gelecekte) tam galebelerine (tam galibiyetlerine dair) bir ima-i gaybidir (gizli bir işarettir).
(8. Lem'a, Keramet-i Gasviye)

Bediüzzaman Said Nursi bu sözünde, ayetin "...hiç şüphe yok galip gelecek olanlar Allah'ın taraftarlarıdır"cümlesinin ebced değerinin, Hicri 1350 tarihini verdiğini ve bu tarihte Kuran ahlakının bir galibiyeti olacağına işaret ettiğini bildirmiştir. Ancak ayetin ayrıca, bunun gibi gelecekte de yine Kuran ahlakının üstün geleceği bir başka dönem olacağına dair gizli bir işaret içerdiğini de hatırlatmıştır. Nitekim ayetin bu cümlesinin Arapça yazılımında yer alan baştaki "fe" harfi de hesaba katılarak ebcedine bakıldığında, bu sefer de ebced değeri 80 çıkmaktadır. 1350 üzerine 80 ilave edildiğinde de Hicri 1430 etmektedir ki, bu tarih de miladi olarak 2008 yılını vermektedir. Allah'ın izniyle bu tarih Bediüzzaman'ın sözlerinde belirttiği, ayetin Kuran ahlakının gelecekteki, Darwinist, materyalist ve ateist felsefe gibi dinsiz akımlar karşısındaki tam galibiyetine işaret etmektedir (En doğrusunu Allah bilir). (Harun Yahya, Hz. İsa'nın Geliş Alametleri)

SONUÇ

Buraya kadar anlatılanlar Bediüzzaman Said Nursi'nin, Hz. Mehdi'nin ahir zamanda geleceğine yönelik izahlarından yalnızca çok az bir kısmını içermektedir. Ancak sadece burada yer verilen birkaç sözü bile, bu konunun hiçbir şüpheye yer vermeyecek kadar açık, kesin ve net bir şekilde anlatıldığının anlaşılması için yeterlidir. Bediüzzaman, Müslümanlara Mehdi'nin çıkış vakti, faaliyet yeri, çalışmalarının konusu ve cemaati gibi konularda çok detaylı bilgiler vermiştir. Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde ele aldığı her konuda son derece isabetli, ferasetli, basiretli ve hikmetli yorumlarda bulunmuştur. Geleceğe yönelik olarak pek çok konuda verdiği bilgiler ve müjdeler de Allah'ın izni ile birebir olarak gerçekleşmiştir. Kuşkusuz ki Bediüzzaman'ın, Peygamberimiz (sav)'in pek çok hadisinde de açık ve kesin ifadelerle anlatılan Hz. Mehdi'nin gelişi konusundaki müjdeleri de aynı şekilde büyük önem taşımaktadır. 13. yüzyılın müceddidi olarak kabul edilen böyle mubarek bir şahsın, tüm dünya Müslümanlarını yakından ilgilendiren böyle önemli bir konudaki açıklamalarını gözardı etmek, anlamazlıktan gelmek ya da yanlış yorumlarla geçiştirmek son derece yanlış olur. Bediüzzaman çok kesin delillerle geleceğini belirttiği halde, Hz. Mehdi'nin yalnızca bir şahsı maneviden ibaret olduğunu söyleyerek bu önemli gerçeği örtmeye çalışmak da aynı şekilde büyük bir yanılgı olacaktır. Bediüzzaman'ın geçmişte verdiği diğer tüm bilgiler doğru çıkmıştır; Allah'ın izniyle ahir zamana yönelik olarak verdiği tarihler ve bilgilerde de yanılmadığına dair tüm işaretler giderek ortaya çıkmaktadır.

Hiç kuşkusuz ki İslam dinini aslına döndürecek, insanların imanına vesile olacak, Müslümanlar arasında büyük bir birlik sağlayacak böylesine kutlu bir zatla aynı dönemde yaşıyor olmak Müslümanlar için çok büyük bir müjdedir. Her Müslüman bu konudaki hassasiyetini göstermelidir. Böylesine ehemmiyetli bir konunun açıklığa kavuşması için gayret sarf etmeli, Bediüzzaman'ın verdiği tüm ayrıntıları bu anlayış içinde düşünmeli ve araştırmalıdır. Birtakım yanlış düşüncelerle, tüm İslam aleminin beklediği böylesine müjdeli bir olaya karşı ilgisiz ve kayıtsız kalmanın, ileride bu kişiler için büyük bir mahcubiyet nedeni olabileceği de unutulmamalıdır.

"Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse,
hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın
taraftarlarıdır." (Maide Suresi, 56)

 

KİTAB-I MUKADDES'TE HZ. İSA'NIN YERYÜZÜNE DÖNÜŞÜ

Daha önceki bölümlerde Hz. İsa'nın gelişi konusunun Hıristiyanlık için çok önemli olduğunu belirtmiştik. Bunun sebebi Kitab-ı Mukaddes'i oluşturan Eski Ahit (Tevrat ve Musevilerin diğer kutsal yazıları) ve Yeni Ahit'te (dört İncil ve diğer risaleler) ahir zaman ile ilgili açıklamaların olmasıdır. Özellikle Hz. İsa'nın gelişi konusu İncil metinlerinde önemli yer tutar.

Tevrat ve İncil'de gelecekte olacak olaylarla ilgili olarak çeşitli izahlar yapılmıştır. Bilindiği gibi günümüzdeki Tevrat'ta Hz. İsa'nın adı geçmemekte, ancak kurtarıcı bir Mesih'in geleceği bildirilmektedir. Musevilerin "Mesih" sıfatıyla ahirzamanda bekledikleri mübarek şahıs, aslında Müslümanların beklediği "Hz. Mehdi"dir. (Detaylı bilgi için, bkz. Hz. Mehdi, Hz. İbrahim'in Neslindendir, Araştırma Yayaıncılık, 2008) Dolayısıyla İslamiyet'teki "Mehdiyet", Musevilerin kutsal kabul edilen kaynaklarında "Mesih" olarak geçer. Tevrat'a ve Musevilerin diğer kutsal kaynaklarına bakıldığında, "Mesih" olarak anlatılan kişinin Mehdi (as)'ın özelliklerine sahip olduğu, faaliyetlerinin ve dünyada vesile olacakları değişikliklerin de aynı olduğu görülmektedir.

Ancak Hıristiyanların "Mesih" olarak yeryüzüne ikinci gelişini bekledikleri Hz. İsa, "Mehdi (as)" değildir. Müslümanlar da Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden dünyaya geleceğine inanmaktadırlar; ancak Hz. İsa geldiğinde Medhi (as)'a tabi olacak, Allah'ın izniyle yegane hak din olan İslam ahlakının yeryüzüne hakim olmasına, bu iki mübarek insan birlikte vesile olacaklardır. Pek çok sahih hadiste yer alan bu bilgiler, Hz. İsa ile Hz. Mehdi'nin ortaya çıktıkları dönemde biraraya geleceklerini ve karşılıklı diyalog içerisinde olacaklarını göstermektedir.

İncil'de özellikle Hz. İsa'nın ikinci gelişi, bunun işaretleri ve son zamanlar hakkında çok sayıda açıklamaya rastlamak mümkündür. Kuran ayetlerinde bizlere Tevrat ve İncil'in zaman içinde tahrif edildikleri ve bu nedenle de içlerinde çeşitli yanlış inanışlar barındırdıkları haber verilmektedir. Yani bu kitaplarda hak bölümler olabileceği gibi insanlar tarafından eklenmiş, hatalı bilgiler de bulunmaktadır. Bu nedenle de Tevrat ve İncil'de yer alan açıklamaları Kuran ayetleriyle ve Peygamber Efendimiz (sav)'in hadisleriyle uyumlu oldukları ölçüde değerlendirmeye almak gerekmektedir. Ancak aşağıdaki örneklerde de görüleceği gibi ahir zaman ve Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişiyle ilgili haberlerin büyük bir kısmı, İslami kaynaklarla büyük bir paralellik göstermektedir.

Hıristiyanlar hem Tevrat'ı, hem de İncil'i kendilerine kaynak kutsal kitap olarak gördüklerinden son zamanlarla ilgili konuları bu iki kitabı birlikte yorumlayarak açıklamaktadırlar. İncil incelendiğinde, Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişinin temel konulardan birisi olduğu görülmektedir. Bu açıklamalarda Hz. İsa'nın gelişinden önce ve sonra belirecek doğa olayları, toplumsal hadiseler anlatılmaktadır. Günümüzde Peygamber Efendimiz (sav)'in de hadislerinde detaylı olarak bildirdiği bu alametlerin çoğunun önceki zamanlara kıyasla dikkat çekici tarzda ortaya çıktığına şahit olunmaktadır. (Detaylı bilgi için bkz. Kıyamet Alametleri, Harun Yahya, Kültür Yayıncılık, 2001) İlginç olan söz konusu işaretlerin biri veya ikisinin değil, hemen hepsinin birbiri peşi sıra günümüzde ortaya çıkıyor olmasıdır. Böylece içinde yaşadığımız zamanın söz konusu ahir zaman olduğunu, başta İslami kaynaklara göre, hem de Tevrat ve İncil'e dayanarak söylemek mümkündür.

 

Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci gelişi ile ilgili İncil açıklamaları

Hz. İsa'nın dönüşüne ilişkin İncil'in 210 bölümünde 318 farklı açıklama vardır. Aşağıda bazılarına yer vereceğimiz bu açıklamalarda Hz. İsa'nın Allah Katına alınışı ve yeryüzüne geri geleceğine dair çok açık ifadeler bulunmaktadır:

"... Çünkü size yer hazırlamaya gidiyorum. Gider ve size yer hazırlarsam, siz de benim bulunduğum yerde olasınız diye gelip sizi yanıma alacağım." (Yuhanna, 14: 2-3)

... Sizden göğe alınan bu İsa, göğe çıktığını nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir. (Elçilerin İşleri, 1: 11)

Bunun için size, `İşte Mesih çölde' derlerse gitmeyin. 'Bakın, iç odalarda' derlerse inanmayın. Çünkü İnsanoğlu'nun gelişi, doğuda çakıp batıya kadar her taraftan görülen şimşek gibi olacaktır. (Matta, 24: 26-27)

Bunun için siz de hazır olun! Çünkü İnsanoğlu (İsa), ummadığınız bir saatte gelecektir. (Matta, 24: 44)

Allah, Mesih'i belirlenen zamanda ortaya çıkaracaktır. Onur ve kudret sonsuza dek O'nun olsun. Amin. (Timoteusa 1. Mektup, 6: 15-16)

Bundan böyle, doğruluk tacı benim için hazır duruyor. Adil yargıç olan Rab, o gün bu tacı bana, ve yalnız bana değil, onun gelişini özlemle beklemiş olanların hepsine verecektir. (Timoteos'a 2. Mektup, 4: 8)

Göksel Egemenliğin bu müjdesi tüm uluslara bir tanıklık olmak üzere bütün dünyada duyurulacak, ve son o zaman gelecektir. (Matta, 24: 14)

"O zaman İnsanoğlu'nun (İsa'nın) belirtisi gökte görünecek. Yeryüzündeki bütün halklar ağlayıp dövünecek. İnsanoğlu'nun (İsa'nın) gökteki bulutlar üzerinde büyük güç ve görkemle geldiğini görecekler." (Matta, 24: 30)

"Melekler 'Ey Celileliler, neden göğe bakıp duruyorsunuz?' diye sordular. Sizden göğe alınan bu İsa, göğe gittiğini nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir." (Elçilerin İşleri, .1: 11).

"Oysa bizim vatanımız göklerdedir. Ve oradan kurtarıcı olan ... İsa Mesih'i bekliyoruz." (Filipililere Mektup, 3: 20).

"İşte, bulutlarla geliyor! Her göz onu görecek...." (Vahiy, 1: 7)

Kardeşler, bilgiçliğe kapılmanızı önleyecek şu sırdan habersiz kalmanızı istemem: Sonunda bütün İsrail kurtulacaktır. Yazılmış olduğu gibi: "Kurtarıcı, Siyon'dan gelecek ve Yakup'un soyundan tanrısızlığı uzaklaştıracaktır. (Romalılara Mektup, 11: 25-26)

İncir ağacından ders alın! Dalları filizlenip yapraklarını sürünce, yaz mevsiminin yakın olduğunu anlarsınız. Aynı şekilde, bütün bunların gerçekleştiğini gördüğünüzde bilin ki, İnsanoğlu (İsa) yakındır, kapıdadır. (Matta, 24: 32-33)

İnsanoğlu (İsa) kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince, görkemli tahtına oturacak. (Matta, 25: 31)

Daha önce de vurguladığımız gibi Hz. İsa'nın ikinci gelişiyle meydana gelecek bu hakimiyet, adaletin, zenginliğin, güzel ahlakın hakim olduğu bir dönem olacaktır. Bu konuda İncil'in çeşitli bölümlerinde verilen bilgilerden bazıları şunlardır:

"Ne mutlu halim olanlara; çünkü onlar yeri miras alacaklar. (Matta, 5: 5)

Bunun için siz şöyle dua edin: ...Egemenliğin gelsin. (Matta, 6: 9-10)

İnsanlar doğudan batıdan, kuzeyden güneyden gelecek ve Tanrı'nın Egemenliğinde sofraya oturacaklar. Ve işte, sonuncu olan bazıları birinci olacak, birinci olan bazıları da sonuncu olacak." (Luka, 13: 29-30)

İsa onlara şu benzetmeyi anlattı: "İncir ağacına ya da herhangi bir ağaca bakın. Bunların yapraklandığını gördüğünüz zaman, yaz mevsiminin pek yakın olduğunu kendiliğinizden anlarsınız. Aynı şekilde, bu olayların gerçekleştiğini gördüğünüzde bilin ki, Allah'ın Egemenliği yakındır." (Luka, 21:29-31)

O zaman Kral, sağındaki kişilere, "Sizler... (Allah'ın) kutsadıkları, gelin!" diyecek. "Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın!" (Matta, 25:34)

Kutsalların dünyayı yargılayacağını bilmiyor musunuz?... (Korintoslulara I. Mektup, 6:2)

Ahir zamanda meydana gelecek olan alametlerde, din ahlakının dünyaya hakimiyeti ile ilgili açıklamalarda İslam dini ile Hıristiyanlık ve Yahudilik arasında büyük bir uyum olduğu açıktır. Bu uyum, üç dinin mensuplarının da büyük bir bekleyiş içinde olmalarına vesile olmuştur. İşte içinde bulunduğumuz dönem, bu mucizenin gerçekleşmesinin en çok beklendiği ve belki de en yakın olduğu dönemdir. Bu ise bütün inananları şevklendirecek büyük bir müjdedir.

ZORLUK İÇİNDEKİ KAVİMLERİN KURTARICI İSTEMELERİ

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)

Kuran'ı okuduğumuz zaman, Allah'ın elçi gönderdiği bölgelerde, elçinin gelişinden önce toplumsal ve ahlaki açıdan büyük bir çöküntü yaşandığını görürüz. Elçinin gelişiyle birlikte ise, onun izinden giden insanlar dinin getirdiği bolluk, bereket ve huzuru yaşarlarken, elçiden sonraki dönemlerde insanların bir kısmı bu ortamdan dolayı azgınlaşmış, gittikçe dinden uzaklaşarak inkara yönelmişlerdir. Allah'tan başka ilahlar edinerek kendilerine zulmetmiş, yine kendi elleriyle kendi sonlarını hazırlamışlardır.


Allah, Meryem Suresi'nde elçilerin Allah'a olan bağlılıklarından, samimiyetlerinden ve ihlaslarından bahsettikten sonra, onlardan sonra gelen toplulukların bu inançlarını tamamen kaybettiklerini haber verir. Bu insanlar şehvetlerine kapılmış ve ahlaki esaslara olan tüm duyarlılıklarını kaybetmişlerdir. Bu kişilerle ilgili olarak ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

İşte bunlar; kendilerine Allah'ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan nesillerin)den, İbrahim ve İsrail (Yakup)un soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman (olan Allah')ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlar. Sonra onların arkasından öyle nesiller türedi ki, namaz (kılma duyarlılığın)ı kaybettiler ve şehvetlerine kapılıp-uydular. Böylece bunlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. (Meryem Suresi, 58-59)


Allah Kendi dininden uzaklaşan, neden yaratıldıklarını, kendilerini Yaratana karşı olan sorumluluklarını hiç düşünmeyen bu insanları çeşitli felaketlerle uyarmıştır. Bu yaptıklarının karşılığı olarak onlara olan nimetini değiştirmiş, "Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır..." (Taha Suresi, 124) ayeti gereği sıkıntılı ve zorlu bir hayat vermiştir.


Allah "sıkıntılı geçim"i, imanlarından sonra küfre sapan bu halklara çok farklı şekillerde yaşatmıştır. Mallarda ve ürünlerde yaşanan bir kıtlık, bereketsizlik, ahlaki dejenerasyon ve çöküntünün getirdiği manevi sıkıntı, siyasi istikrarsızlıktan doğan ekonomik ve toplumsal sorunlar bunlardan sadece birkaçıdır.

 

Bu insanlar, üstünlüğü elinde tutan dinsiz sistemler yüzünden de, türlü baskı ve eziyetlere maruz kalmışlardır. Kuran'da bu tür adaletsiz zulüm sistemine örnek olarak Firavun dönemi verilir. Firavun çok ihtişamlı bir zenginlik ve bolluk içinde yaşarken, halkına çok büyük eziyetler yapmış, bozgunculuk çıkarmıştır. Bu durum bir ayette şöyle haber verilir:

Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. (Kasas Suresi, 4)


Ekonomik ve toplumsal sorunların yaşandığı, adaletsiz bir yönetimin hakim olduğu bu tip dönemlerde, insanlar her zaman için bir kurtarıcının ihtiyacını duyarlar. Bu kurtarıcı, içinde yaşadıkları mevcut sistemin olumsuz yönlerini düzeltecek, adaleti, barışı, güvenliği sağlayacak ve kendilerini doğru yola çıkaracaktır.


İsrailoğulları da Hz. Musa'dan sonra aynı zorluklarla, zalim yöneticilerle karşı karşıya kalmış, çok büyük zulümler görmüşlerdir. Yurtlarından çıkarılmış, evlerinden sürülmüş ve içinde bulundukları bu durumdan kendilerini ne şirk koştukları ilahlarının ne mallarının ne de atalarının kurtaramayacaklarını anlamışlardır. Bunun sonucunda da Allah'tan bu zalim yönetime karşı mücadele etmek için bir yönetici istemişlerdir. Allah onların bu dualarına cevap vermiş, onlara yönetici olarak Talut'u göndermiştir. Bakara Suresi'nde şöyle buyrulmaktadır:

Musa'dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, peygamberlerinden birine: "Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım" demişlerdi, O: "Ya üzerinize savaş yazıldığı halde savaşmayacak olursanız?" demişti. "Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.)" demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı hariç yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir. (Bakara Suresi, 246)


"ALLAH'IN KANUNUNDA KESİNLİKLE BİR DEĞİŞİKLİK BULAMAZSIN"


Kuran'da tarif edilen geçmiş kavimlere ait kıssalardan anladığımız, her kavmin başına gelenlerin birbirine büyük ölçüde benzer olduğudur. İnsanların yaşayışları, içinde bulundukları durum, uyarıcı olarak elçilerin gönderilmesi ve sonunda da helakları aynı temel mantık üzerinde olmuştur.


Günümüz toplumlarında da çok hızlı bir bozulma, yozlaşma ve dejenerasyon yaşanmaktadır. Fakirlik, sefalet, zulüm ortamı içindeki insanlar, güzel ahlakın yaşandığı, huzurlu bir hayatın özlemi içindedirler. Mevcut sistemin, ancak bu ahlakla bütünleştiği zaman adalet sağlayabileceği, bozuklukların ancak bu ahlaka sahip kişiler tarafından düzeltilebileceği artık açıkça gözükmektedir.


Nitekim Allah önceki kavimlere de, aynı sosyal çöküntü sonrasında kurtarıcılar göndermiş ve sıkıntının ardından çok büyük bir bolluk, bereket ve zenginlik vermiştir. Allah korkup sakınan toplumlara bolluk ve bereket vereceğine bir ayetinde şöyle işaret etmektedir:

Eğer o ülkeler halkı inansalardı ve korkup-sakınsalardı, gerçekten üzerlerine hem gökten, hem yerden (sayısız) bolluklar (bereketler) açardık; ancak onlar yalanladılar, biz de onları kazanageldikleri nedeniyle yakalayıverdik. (Araf Suresi, 96)


Bu ayetten ve aynı gerçeği açıklayan diğer Kuran ayetlerinden çok önemli bir İlahi kural çıkmaktadır: Barışın, huzurun, bolluğun ve bereketin tek yolu, İslam ahlakının yaşanmasıdır. Bu, geçmiş kavimlerde bu şekilde olmuştur, bundan sonraki kavimlerde de bu şekilde olacaktır. İslam ahlakının olmadığı yerde, adaletin, güvenliğin, istikrarın hakim olması imkansızdır. Bu, Allah'ın bir kanunudur. Allah'ın kanunlarında hiçbir değişiklik olmadığı ise Kuran'da şöyle haber verilir:

"... Ancak onlara uyarıcı-korkutucu geldiğinde, nefretlerinden başkasını arttırmadı. (Hem de) Yeryüzünde büyüklük taslayarak ve kötülüğü tasarlayıp düzenleyerek. Oysa hileli düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı gözlemektedirler? Sen, Allah'ın kanununda kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın kanununda kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın." (Fatır Suresi, 42-43)


KURAN'A GÖRE İSLAM AHLAKININ YAŞANMASI


Önceki bölümde ifade ettiğimiz gibi, Kuran ayetlerini incelediğimiz zaman, geçmiş kavimlerde yaşanan dejenerasyon, sapkınlık ve ahlaki çöküş sonrası Allah'ın o kavme bir 'kurtarıcı' yolladığını görürüz. Bu kurtarıcı, insanları, Allah'a şirk koşmadan iman etmeye ve korkup sakınmaya yöneltir. Kavimlerin inkarda direnmesi üzerine, bu kez de onları azapla uyarır. Bu uyarıp korkutma olmadan Allah hiçbir kavmi yıkıma uğratmayacağını Kuran'da şöyle haber vermektedir:

Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın, Biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz. (Onlara) Hatırlatma (yapılmıştır); biz zulmedici değiliz. (Şuara Suresi, 208-209)


İçinde bulunduğumuz dönem, her türlü yozlaşmanın hakim olduğu maddi ve manevi bozulmanın arttığı, sapkınlığın yaşandığı, siyasi ve ekonomik açıdan büyük bir istikrarsızlığın hüküm sürdüğü, zenginle fakir arasında çok büyük uçurumların açıldığı bir dönemdir. Bizim Kuran'dan öğrendiğimiz gerçek ise, böyle bir ortam sonrasında Allah'ın bir kurtuluş yolu göstereceği ve bu sayede İslam ahlakının tüm dünyada mutlaka yaşanacağı, hak dinin diğer batıl dinlere üstün geleceğidir.


Allah Tevbe Suresi'nde inanan kullarını bu gerçekle şöyle müjdelemektedir:

Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor. Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayet ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 32-33)


Allah Nur Suresi'nde de, şirk koşmadan, katıksız bir biçimde Kendisine kulluk eden ve "salih amel" işleyen (O'nun hükümlerini koruyan, yolunda çaba harcayan) müminlerin, kendilerinden öncekiler gibi yeryüzünde güç ve iktidar sahibi olacağını şöyle haber vermektedir:

Allah içinizden iman edenlere ve salih amelde bulunanlara vaadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde ' güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)


Burada önemli bir nokta vardır: Yukarıdaki ayette yeryüzünde din ahlakının yayılmasının şartı bildirilmektedir; şirk koşmadan yalnızca Allah'a kulluk eden ve O'nun yolunda salih amelde bulunan müminlerin varlığı...


BEKLENEN KURTARICI


Buraya kadar anlatılan konulardan çıkan sonuç şudur: Allah'ın her dönemde zulme karşı yardım isteyen kullarına icabet etmesi beklenmektedir. Geçmiş kavimlerde olduğu gibi, günümüzdeki ve gelecekteki insanları dinsizliğin zulmünden kurtarıp onlara İslam ahlakını yaşamanın güzelliklerinin sunulacağı umulmaktadır.


Özellikle İslam aleminin içine düştüğü bozulma sürecinden çıkması, samimi Müslümanların din ahlakını tüm dünyaya tebliğ etmeleri beklenmektedir. Elbette bunun için Allah'ın her dönemde olduğu gibi, bir kurtarıcı göndereceği umulmaktadır. İşte içinde bulunduğumuz dönemde insanları "karanlıklardan nura" çıkaracak olan bu kurtarıcı, İslam ahlakıdır. Bu üstün ahlakın yaşanmasında öncülük eden kişiler de, Allah'ı inkar eden fikir sistemlerini mağlup edecek ve çarpık din anlayışlarını geçersiz kılacaklardır.


Kısacası Allah her kavme yardım ettiği gibi, bundan sonra da yeryüzündeki insanlara yardım edecektir. Allah ihlasla ve samimiyetle Kendisine yönelen kullarına bunu vaat etmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

 

Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir. (Hac Suresi, 40-41)

HZ. İSA(as)'IN YERYÜZÜNE DÖNÜŞ ZAMANI

Kitabın buraya kadar olan bölümlerinde Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişinin alametlerini gördük. Tüm bu alametlerin birbiri ardısıra gerçekleştiğine, her birinin hadislerde ve Kitab-ı Mukaddes açıklamalarında bildirildiği şekilde meydana geldiğine şahit olduk.

Bu alametlerin arka arkaya ve eksiksiz olarak gerçekleşmiş olmasının, içinde bulunduğumuz dönemin Allah'ın büyük bir müjdesinin gerçekleşeceği dönem olduğuna işaret ettiğine dair bir kanaate vardık. Ancak tüm bu alametler dışında Peygamberimiz (sav)'in ve büyük İslam alimlerinin ahir zaman ile ilgili kesin tarihler verdikleri açıklamalar da mevcuttur.

İlerleyen sayfalarda göreceğimiz gibi Hicri 1400'lü yıllar, Allah'ın izniyle Mehdi'nin gelişi, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne dönüşü, Deccal'in çıkması ve Hz. İsa'ya yenilmesi, tüm dünyada insanların dalgalar halinde İslam'a yönelmesi gibi büyük olayların gerçekleşeceği olağanüstü bir dönemdir.

Özellikle Mehdi'nin gelişiyle ilgili hadis-i şeriflerde ve alimlerin açıklamalarında bildirilen çeşitli tarih ve dönemler vardır.

Mehdi ve Hz. İsa aynı dönemde birarada olacaklarına göre bu tarihler aslında Hz. İsa'nın da yeryüzüne ikinci kez gelişinin zamanını bize bildirmektedir.

HZ. İSA(as)'IN YERYÜZÜNE DÖNÜŞ ZAMANI

Kitabın buraya kadar olan bölümlerinde Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişinin alametlerini gördük. Tüm bu alametlerin birbiri ardısıra gerçekleştiğine, her birinin hadislerde ve Kitab-ı Mukaddes açıklamalarında bildirildiği şekilde meydana geldiğine şahit olduk.

Bu alametlerin arka arkaya ve eksiksiz olarak gerçekleşmiş olmasının, içinde bulunduğumuz dönemin Allah'ın büyük bir müjdesinin gerçekleşeceği dönem olduğuna işaret ettiğine dair bir kanaate vardık. Ancak tüm bu alametler dışında Peygamberimiz (sav)'in ve büyük İslam alimlerinin ahir zaman ile ilgili kesin tarihler verdikleri açıklamalar da mevcuttur.

İlerleyen sayfalarda göreceğimiz gibi Hicri 1400'lü yıllar, Allah'ın izniyle Mehdi'nin gelişi, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne dönüşü, Deccal'in çıkması ve Hz. İsa'ya yenilmesi, tüm dünyada insanların dalgalar halinde İslam'a yönelmesi gibi büyük olayların gerçekleşeceği olağanüstü bir dönemdir.

Özellikle Mehdi'nin gelişiyle ilgili hadis-i şeriflerde ve alimlerin açıklamalarında bildirilen çeşitli tarih ve dönemler vardır.

Mehdi ve Hz. İsa aynı dönemde birarada olacaklarına göre bu tarihler aslında Hz. İsa'nın da yeryüzüne ikinci kez gelişinin zamanını bize bildirmektedir.

Mehdi ve Hz. İsa
İkinci Binde Gelecektir

İmam Rabbani, Mehdi'nin Peygamberimiz (sav)'in vefatından 1000 (bin) sene geçtikten sonra ikinci binin içinde geleceğini bildirmektedir:

"Ancak beklenen odur ki; aradan bin sene geçtikten sonra bu saklı devlet tecid edile (yenilene). Ona bir üstünlük verilip suyu bulması, arttırıla... Böylece kemalatin (faziletin, iyiliğin) aslı zuhur edip onun zilletini örte... Ve nisbet-i aliyyenin mürevvici Mehdi gelsin. Allah ondan razı olsun." (Mektubat-ı Rabbani, 1/569)

Şeriatın teyit hasletleri, milleti tecdidi bu ikinci bindedir. Bu davanın doğruluğuna adil şahid: İsa'nın (as) Mehdi'nin (ra) bu bin içinde varoluşlarıdır. (Mektubat-ı Rabbani, 1/611)

Resulullah (sav)'in ümmeti arasından çıkanlar pek kamildirler. Yani Resulullah (sav)'ın irtihali (vefatı) üzerinden bin sene geçtikten sonra isterse az olsunlar. Onların pek kemalli olmaları şunun içindir ki: Şeriatın takviyesi, pek tamam tekliyle hasıl ola.

Aradan bin sene geçtikten sonra, Mehdi'nin gelişi de bunun içindir. Onun mübarek kudümünü (gelişini), Hatem'ür-rüsül Resulullah (sav.) müjdelemiştir. İsa (as) dahi aradan bin sene geçtikten sonra nüzul edecektir. (Mektubat-ı Rabbani, 1/440)

Resulullah'ın (sav) bu alemden göçü üzerinden bin küsür sene geçtikten sonra bir zaman gelir ki: Ondaki Hakikat-ı Muhammediye kendi makamından yükselir, Kabe'nin hakikatı ile müttehid olur (birleşir). İşte o zaman Hakikat-ı Muhammediye namına Hakikat-ı Ahmediye ismi hasıl olur, Yüce Sultan Ehad Zat'ın dahi mazharı olur. Her iki isimden, bir müsemma (isim verilen) tahakkuk eder ki, önce makam, Hakikat-ı Muhammediye'den yana boş kalır; taa İsa'nın (as) nuzülüne kadar böyle gider. Nihayet İsa (as) gelir; Şeriat-ı Muhammediye ile amel e-der. O zaman dahi Hakikatı İseviye kendi makamından yükselir, boş kalmış olan Hakikat-ı Muhammediye'de hüküm kılar. (Mektubat-ı Rabbani, c. 1, s. 470)

Peygamber Efendimiz'in vefatından bin sene geçtikten sonra ikinci bin yılına girilir. İmam Rabbani'nin yukarıdaki izahlarına göre ikinci bin yıl içerisinde Mehdi ve Hz. İsa gelecektir.

Celaleddin Suyuti'nin bu konudaki açıklaması ise şöyledir:

Bu ümmetin ömrü bin (1000) seneyi geçecek fakat bin beşyüz (1500) seneyi aşmayacaktır. (Kıyamet Alametleri, 299; Celaleddin Suyuti'nin "El-Keşfu Fi Mücazeveti Hazin el-Ümmeti El Elfe Ellezi Dellet Aleyh el-Asar" isimli kitabından nakil)

Bu açıklamada da görüldüğü gibi Suyuti, Hicri 1000-1500 senelerine dikkat çekmiştir. O halde bu seneler Mehdi'nin çıkışı, Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar dönüşü, İslam ahlakının hakimiyeti gibi müjdelerin gerçekleşeceği dönemdir. Şu an 1400'lü yıllarda bulunduğumuz hatırlanırsa, Hz. İsa'nın yeryüzüne dönüşünün çok yakın olduğunu söyleyebiliriz. (En doğrusunu Allah bilir)

Bediüzaman Said Nursi de, bu müjdeyi teyid etmekte ve Hicri 1506 yılına kadar yaşanacak olaylara dikkat çekmektedir:

"... Birinci cümle, binbeşyüz (1500) makamiyle ahir zamanda bir taife-i mücahidinin (din için çalışanların, mücadele edenlerin) son zamanlarına; ve ikinci cümle, binbeşyüzaltı (1506) makam ile galibane mücahedenin tarihine işaret eder.

(...) bu tarihe kadar (1506) zahir ve aşikarane, belki galibane devam edeceğine remze (işarete) yakın ima eder." (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 46)

 

Peygamberimiz (sav) Mehdi'nin, Hicri 1400'lü Yıllarda Geleceğini Açıkça Haber Vermiştir

Peygamberimiz (sav) bir hadisinde yüzyıl başlarının önemine şöyle dikkat çekmiştir:

Dünya kurulduğundan beri her yüz (yıl)ın başında önemli bir olay olmuştur. Bir yüzün başında da Deccal çıkar ve İsa ibn-i Meryem (as) inerek onu öldürür. (İbn-i Ebi Hatem; Geleceğin Tarihi 3, s.153)

Yukarıdaki hadiste görüldüğü gibi Hz. İsa'nın yüzyıl başında çıkacağı haber verilmiştir. Ayrıca Peygamber Efendimiz (sav) bazı hadislerinde Mehdi'nin geliş tarihi olarak da açıkça 1400 yılını vermiştir. Bu hadislerden biri şöyledir:

İnsanlar 1400 senesinde Mehdi'nin yanında toplanacaklardır. (Risaletül Huruc-ül Mehdi, sf. 108)

Bir başka hadis-i şerifte ise Hz. Muhammed (sav) şöyle bildirmiştir:

Hicretten 1400 sene sonraki akidlerden (*) iki veya üç akid say. O vakit Mehdi-i Emin çıkar... (Esme-l Mesalik Lieyyam-il Mehdiyy-il Meliki Li Küll-id Dünya Biemrillah-il Malik, Kelde bin Zeyd, 216)

* Bir akid on senedir.

Kitabın önceki bölümlerinde görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz (sav) hadisleriyle ahir zaman alametleri hakkında bize pek çok bilgi vermiştir. Mehdi ve Hz. İsa'nın gelişinden önce yaşanacak olayları çok detaylı olarak tarif etmiştir. Bu konuyla ilgili olarak Buhari ve Müslim, Ömer ibnil Hattab ve Huzeyfe'den, İmam Ahmed ve Müslim Ebu Zeyd bin Amr bin Ahtab El Ensari'den şöyle rivayet etmişlerdir:

"Resuli Ekrem (ASM)... Bu hutbelerinde bütün olmuş ve bundan sonra olacak olan hadiseleri haber verdi, onları bize öğretti ve ezberletti." (Buhari, Müslim)

Hz. Huzeyfe bin el-Yeman (ra) da bu konuda şunları söylemiştir:

"Allah'a kasem ederim Resuli Ekrem (sas) dünyanın sonuna kadar gelecek olan fitneleri ve o fitneleri çıkaran reisleri ta üç yüzden daha fazla kimseleri bize isimleriyle, babalarının isimleriyle ve kabilelerinin isimleriyle haber verdi." (Ebu Davud)

Peygamberimiz (sav)'den bize ulaşan bu haberlerin her birinin birbiri ardısıra gerçekleşmiş ve halen de gerçekleşmeye devam ediyor olması, içinde bulunduğumuz dönemin ahir zaman olduğu konusuna kesinlik getirmektedir. (En doğrusunu Allah bilir) Nitekim Peygamberimiz (sav)'in Mehdi'nin çıkış tarihi olarak hadislerinde açıkça 1400 tarihini vermesi de bu alametleri bir kez daha teyid etmektedir. O halde Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez dönüşü de Allah'ın izniyle çok yakındır.

 

 

 

 

 

 

 

Kuran'da Ahir Zaman ile İlgili Diğer Bazı Bilgiler

Kuran müminlerin hayatlarının tüm alanlarını kapsayan, her hükmün eksiksiz yer aldığı Allah'ın eşsiz kitabıdır. Kuran'ın en büyük mucizelerinden biri, ilk vahyin inmesinden bu yana, her asırda yaşayan tüm Müslümanların, Kuran'ın kendi asırlarının tüm ihtiyaçlarını çözdüğünü görmeleridir.

Kuran'da, özellikle peygamber kıssalarında ahir zamana bakan işari manada ayetler bulunmaktadır. Bu kıssalar üzerinde düşünüldüğünde günümüzdeki olaylara işaret eden çok önemli sırlar bulmak mümkündür. Allah Kuran'da müminleri kıssalar üzerinde düşünmeye teşvik eder:

Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır. (Bu Kuran) düzüp uydurulacak bir söz değildir, ancak kendinden öncekilerin doğrulayıcısı, herşeyin çeşitli biçimlerde açıklaması ve iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve rahmettir. (Yusuf Suresi, 111)

Kuran her asra hükmeden bir kitaptır ve ayetlerin birçoğunda birden fazla anlam yüklü olabilmektedir. Ayetlerdeki işaretler de bunun

açık delillerindendir. Kuran'da, Peygamberimiz (sav) döneminde yaşanan olaylar anlatıldığı gibi, ahir zamandaki olaylar da işari olarak haber verilmektedir. Ayetlerde Peygamberimiz (sav) döneminde müminlerin yaptıkları mücadele, adaletli uygulamalar ve yaşantıları bildirilirken, aynı zamanda tüm asırlara yönelik öğütler de bulunmaktadır. Her bir ayet, dikkatli okuyanlar için katlanmış anlamlar içermekte, ayetlerde insanların ihtiyaç duydukları herşey açıklanmaktadır.

Bir ayette Kuran'ın bu özelliği "... Biz Kitabı sana, herşeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik." (Nahl Suresi, 89) şeklinde bildirilir. Pek çok ayette de Kuran'daki örnekler üzerinde düşünmemiz ve onlardan ibretler çıkarmamız öğütlenmektedir. Allah, Kuran ayetleri üzerine düşünmeyi emrettiği ayetlerden birkaçında şöyle buyurmaktadır:

Andolsun, bu Kuran'da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkarda ayak direttiler. (İsra Suresi, 89)

Andolsun, Biz bu Kur'an'da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için her bir örnekten verdik. (Zümer Suresi, 27)

İslam ahlakının dünyaya hakim olması, Peygamber Efendimiz (sav)'in vefatından sonra kıyamete kadar gerçekleşecek olan ahir zaman alametlerinin en önemlilerinden biridir.

Kuran-ı Kerim'de, Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar döneceğine dair delilleri önceki bölümlerde detaylı olarak gördük. Bu açık delillerin yanısıra Kuran'da ahir zaman, Mehdi ve Kuran ahlakının dünyada hakim olması hakkında da pek çok işari manada ayet bulunmaktadır. Kuran'da Müslümanların İslam ahlakını yeryüzünde hakim kılacaklarının haber verildiği ayetlerden birisi Nur Suresi'ndedir:

Allah içinizden iman edenlere ve salih amelde bulunanlara vadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

Peygamber Efendimiz (sav)'in de, ahir zaman konusuna Kuran'da işaret olduğunu bildiren çeşitli hadisleri vardır:

Mehdi tıpkı Zülkarneyn ve Süleyman gibi dünyaya hükmedecektir. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 29)

Görüldüğü gibi bu hadis, Kuran'da yer alan Hz. Zülkarneyn ve Hz. Süleyman kıssalarını, Mehdi konusuyla bağlantılı olarak incelememize işaret etmektedir.

Aşağıdaki hadislerle de Kehf ve Talut kıssalarında ahir zamana bakan çok önemli işaretler olduğu haber verilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav)'in, ahir zaman ve Mehdi ile ilgili hadislerini burada verilen örneklerde de görüldüğü gibi özellikle Kuran kıssalarıyla bağlantı kurarak anlatması, söylediğimiz meseleye çok kuvvetli bir delil teşkil etmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır:

Ashab-ı Kehf, Mehdi'nin yardımcıları olacaktır. (Kitab ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy il Ahir Zaman, s. 59)

Mehdi'nin yardımcılarının sayısı Talut ile nehri geçenler kadardır. (Kitab ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 57)

Bu bakış açısıyla incelendiğinde Kuran'da İslam ahlakının yeryüzüne hakim olacağı bir dönemin varlığına işaret eden birçok ayet olduğu görülmektedir. (Detaylı bilgi için bkz. Ahir Zaman ve Dabbetü'l-Arz, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık) Ayetlerdeki gerçekleşecek olan olaylarla ilgili işaretlerin yanısıra, bu olayların tarihlerine yönelik işaretler de bulunmaktadır.

Bu tarihler çeşitli hesap yöntemleriyle tespit edilmektedir. Bu yöntemlerin başında ise ebced hesabı gelir. Bu hesap yöntemi, çok eski tarihlere kadar uzanan ve daha henüz Kuran indirilmeden önce kullanımı çok yaygın olan bir yazım şeklidir. Eski dönemlerden beri, tüm olaylar, harflere rakam değeri verilerek yazılır ve böylece her olayın tarihi de kayda geçilmiş olurdu. Bu tarihler, kullanılan her harfin özel rakam değerlerinin toplanmasıyla elde ediliyordu.

Geçmişteki bazı İslam alimleri, ebced yöntemi ile ayetlere bakarak pek çok olayın tarihini önceden tahmin etmişlerdir. Bugün de Kuran'da geçen bazı ayetlere bakıldığında, bu ayetlerin anlamlarına uygun birtakım tarihlere denk geldiğini görürüz. Ve bu ayetlerde bahsedilen olayların ebced hesaplarıyla elde edilen tarihlerde gerçekleştiğini gördüğümüzde ise, söz konusu ayetlerde olaya ilişkin gizli bir işaret bulunabileceğini anlarız. (En doğrusunu Allah bilir)

İlerleyen sayfalarda bazı ayetlerin içindeki ilgili bölümlerinin ebced hesaplarını vereceğiz. Bu ebcedlerin hesaplandığı ayetlerin anlam açısından içeriklerine bakıldığında, belirli tarihlere yönelik önemli işaretler olduğu fark edilebilir.

Andolsun Kitap Eehlinden ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü o da onların aleyhine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)

"... Kitap Ehlinden ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur..."

HİCRİ: 1439 MİLADİ: 2017

Yukarıdaki ayette Hz. İsa'nın ölümünden önce tüm Kitap Ehlinin ona inanacağı haber verilmektedir. Bu olayın ancak ahir zamanda, Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişinde gerçekleşebileceğini kitabın başında anlatmıştık. Aynı ayetin yukarıda belirtilmiş bölümünün ebced değerinin bize gösterdiği tarih ise 2017'dir. Bu rakamın, Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar geleceği veya yeryüzünde bulunacağı bir tarihe işaret ediyor olması muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir) Aşağıdaki ebced değerlerinin de benzer şekilde Hz. İsa'nın yeryüzünde bulunacağı dönemin tarihlerine işaret olması mümkündür.

 

Hiç şüphesiz O (İsa) kıyamet saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru olan yol budur. (Zuhruf Suresi, 61)

"Şüphesiz O kıyamet saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın..."

MİLADİ: 2018

 

"Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (Kitap) gelmesine mi şaştınız?" (Araf Suresi, 63)

...içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam...

HİCRİ: 1433 MİLADİ: 2011

Aşağıda yer alan ebced hesaplarının sonucu olan tarihler de aşağı yukarı belirli bir döneme işaret etmektedir. Kitabın başından bu yana anlattığımız gibi, bu tarihler Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği ahir zamanın alametlerinin birbiri ardısıra gerçekleştiği zamana aittir. Ayetlerde bildirilen gerçekler düşünüldüğünde de, Rabbimiz'in bu ayetlerle ahir zamanda gerçekleşecek olan olaylara yönelik işaretleri bize haber veriyor olması mümkündür.

 

Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Yunus Suresi, 25)

...ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir...

HİCRİ :1422 MİLADİ: 2001

 

Onlara peygamberleri dedi ki: "Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi." Onlar: "Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?" dediler. O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 247)

"Allah size Talut'u (melik olarak) gönderdi."

HİCRİ: 1420 MİLADİ: 1999

 

Andolsun ki Allah, mü'minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Al-i İmran Suresi, 164)

...Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler...

HİCRİ: 1434 MİLADİ: 2012

 

O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler. (Cuma Suresi, 2)

...Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler...

HİCRİ: 1434 MİLADİ: 2012

 

Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile. (Saf Suresi, 9)

...onu bütün dinlere karşı üstün kılacaktır...

HİCRİ: 1410 MİLADİ: 1989

 

Allah, göklerin ve yerin nurudur. O'nun nurunun misali, içinde çerağ bulunan bir kandil gibidir; çerağ bir sırça içerisindedir; sırça, sanki incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 35)

...Nur üstüne nurdur. Allah kimi dilerse onu Kendi nuruna yöneltip-iletir...

HİCRİ:1410 MİLADİ: 1989

 

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

...salih amellerde bulunanları 'güç ve iktidar sahibi' kılacak...

MİLADİ: 2013 HİCRİ: 1434

 

Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu ayetin ahir zamanda Allah'ın Kuran ahlakını yeryüzüne hakim kılacağı döneme işaret ediyor olması muhtemeldir. Aynı ayetin içinden ilgili bir bölümün ebced değerinin yakın bir tarihi vermesi ise, Allah'ın bu vaadinin yaklaştığına dair bir müjde olarak değerlendirilebilir.

Musa kavmine: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir." dedi. (A'raf Suresi, 128)

Musa kavmine: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin" dedi...

HİCRİ: 1400 MİLADİ: 1979

 

Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)

Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de...

MİLADİ: 1985 HİCRİ: 1405

 

Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. (Ra'd Suresi, 22)

...namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler...

HİCRİ: 1429 MİLADİ: 2008

 

Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın. (Duha Suresi, 5)

Elbette Rabbin sana verecek, böylece sen hoşnut kalacaksın.

MİLADİ: 2007 HİCRİ: 1427

 

Gerçekten Allah'ın Kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. (Fatır Suresi, 29)

...namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler...

HİCRİ: 1429 MİLADİ: 2008

 

Kendileriyle, içlerinde bereketler kıldığımız memleketler arasında (biri diğerinden) görünebilen şehirler var ettik ve orada yürüme (imkanlarını) takdir ettik: "Oralarda geceleri ve gündüzleri güvenlik içinde gezip dolaşın" (dedik). (Sebe Suresi, 18)

...orada yürüme (imkanlarını) takdir ettik: "Oralarda geceleri ve gündüzleri güvenlik içinde gezip dolaşın"...

HİCRİ: 1422 MİLADİ: 2001

 

İşte size böyle... Gerçekten Allah, kâfirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır. (Enfal Suresi, 18)

İşte size böyle... Gerçekten Allah, kâfirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır.

HİCRİ:1440 MİLADİ: 2018

 

Ve bilin ki Allah'ın Resûlü içinizdedir. Eğer o, size birçok işlerde uysaydı, elbette sıkıntıya düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkârı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, doğru yolu bulmuş (irşad) olanlardır. (Hucurat Suresi, 7)

...Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkârı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi...

MİLADİ: 1988 HİCRİ: 1408

 

Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan sana öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak'a tamamladığı gibi senin ve Yakup ailesi üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Hiç şüphe yok senin Rabbin bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Yusuf Suresi, 6)

...-Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, ...

HİCRİ: 1443, MİLADİ: 2021 (Şeddesiz)

 

Müşrikler istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur. (Tevbe Suresi, 33)

...elçisini hidayetle gönderen O'dur.

HİCRİ: 1426 MİLADİ: 2005

 

İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki orada (Mısır'da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız. (Yusuf Suresi, 56)

...Biz yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan (iktidar) verdik...

HİCRİ:1419 MİLADİ: 1998 (Şeddesiz)

 

Süleyman'a cinlerden insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı ve bunlar bölükler halinde dağıtıldı. (Neml Suresi, 17)

Süleyman'a cinlerden insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı..

HİCRİ: 1433, MİLADİ:2011 (Şeddeli)

 

Gerçekten Biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona herşeyden bir yol (sebep) verdik. (Kehf Suresi, 84)

Gerçekten Biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik

HİCRİ: 1440, MİLADİ: 2018 (Şeddeli)

 

Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder, onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırsın. Şüphesiz, Sen güçlü ve üstün olansın, hüküm ve hikmet sahibisin." (Bakara Suresi, 129)

Rabbimiz, içlerinden onlara bir elçi gönder...

MİLADİ: 1979 HİCRİ: 1400

 

Öyleyse kafirlere itaat etme ve onlara (Kur'an'la) büyük bir cihad ver. (Furkan Suresi, 52)

Öyleyse kafirlere itaat etme ve onlara (Kur'an'la) büyük bir cihad ver.

HİCRİ:1400 MİLADİ:1979 (Tenvinleri de sayıldı)

 

Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: Allah'tan 'yardım ve zafer (nusret)' ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele. (Saff Suresi, 13)

...Allah'tan 'yardım ve zafer (nusret)' ve yakın bir fetih...

HİCRİ: 1402 MİLADİ:1981 (Okunan tenvinler sayıldı)

Yukarıdaki ayetlerden inkarcı düşünceye karşı fikri alanda mücadele etmenin önemi ve bu mücadelede Rabbimiz'in salih kullarını yardımı ile destekleyeceği anlaşılmaktadır. Ayetlerin ebced hesaplarının verdiği tarihler ise, bu fikri mücadelenin başlaması gereken zamana işaret olabilir. Nitekim kitabın önceki bölümlerinde anlattığımız ahir zaman alametleri olarak bildirilen olayların başlangıç tarihinin de Hicri 1400'ler olması, böyle bir işaret olması ihtimalini güçlendirmektedir. Aşağıdaki ayette de Müslümanların sıkıntı içinde yaşadığı bir döneme işaret olabilir. Hem Müslümanların hem de tüm dünya insanlarının 1980'li yıllardan itibaren yaşadıkları sıkıntı ve acılara, yeryüzünde meydana gelen kargaşa ve kaosa dair pek çok olaya kitabın önceki bölümünde yer vermiştik. Bu sıkıntılı dönemin ahir zamanın ilk bölümü olduğunu, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne gelişi ile bu dönemin biteceğini ve huzur, barış, bolluk, bereket, güzellik dolu bir Altınçağ'ın yaşanmaya başlayacağını da müjdelemiştik.

Sizi dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. Onlar kadınlarınızı diri bırakıp erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbiniz'den büyük bir imtihan vardı. (Bakara Suresi, 49)

...sizin için Rabbiniz'den büyük bir imtihan vardı.

HİCRİ: 1406 MİLADİ:1985

 

HZ. İSA'YI NASIL TANIYABİLİRİZ?

Önceki bölümlerde Hz. İsa'nın ölmediğini, Allah'ın katına yükseltildiğini ve yeryüzüne yeniden döneceğini Kuran'dan delillerle açıklamıştık. Tüm bunlardan sonra elbette akla gelen ilk soru "Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar gelişinde kim olduğunun nasıl anlaşılacağı ve onun hangi özelliklerinden tanınabileceği"dir. Bu aşamada başvurabileceğimiz tek kaynak Kuran'dır.

Kuran'ın bir özelliği, içinde geçen kıssalarda ve bazı ayetlerde peygamberlere yönelik olarak çeşitli açıklamalar yapmasıdır. Peygamberlerle ve salih müminlerle ilgili pek çok ortak alameti ayetlerde bulmak mümkündür. Üstelik müminlere ait tüm özellikleri tek tek ayetlerden tespit etmek de imkan dahilindedir. Bununla bağlantılı olarak Hz. İsa'nın üstün iman özellikleri, Kuran'a bakılarak görülebilir. Dolayısıyla Kuran'a uyan samimi müminler onda gördükleri bu üstün özellikleri değerlendirip, onu tanıyabilirler. Ancak bu noktada unutulmamalıdır ki, Hz. İsa'yı tanımak herkes için mümkün olmayabilir. Bu konu ile ilgili Bediüzzaman Said Nursi şunları söylemektedir:

Hz. İsa (A.S) geldiği vakit, herkesin onun İsa olduğunu bilmesi gerekmez. O'nun yakınları ve ileri gelen kişiler, imanın nuru ile onu tanırlar. Yoksa açıkça herkes onu tanımayacaktır. (Mektubat, s. 54)

Yukarıdaki sözünde görüldüğü gibi, Bediüzzaman da Hz. İsa'nın yeryüzüne döndüğü ilk yıllarda ancak yakın çevresinin onu tanıyabileceğini bildirmiştir. Yakınında bulunan bu insanların onu tanımasının ise ancak 'imanın nuru' ile olabileceğini belirtmiştir. Elbette burada 'imanın nuru' ile ne kastedildiğine değinmek gerekir. 'İmanın nuru' Allah'ın varlığına, birliğine inanan ve Kuran'a uyan insanlara Rabbimizin verdiği bir anlayıştır. Müminler Allah'ın verdiği bu anlayışla, olayları çok açık olarak değerlendirebilir, birçok konunun girift noktalarını rahatça kavrayabilirler. Kuran'da bildirildiği gibi müminler, çevrelerindeki herşey üzerinde derin derin düşünen, dolayısıyla olaylardaki incelikleri, detayları gözden kaçırmayan insanlardır. Nitekim bir ayette Allah, samimi kalple iman edip her olayın inceliğini ve derinliğini kavramaya çalışan, gördükleri detaylarda kendilerini Yaratanın büyüklüğünü, gücünü kavrayarak O'ndan korkanlara 'doğruyu yanlıştan ayırma' konusunda anlayış vereceğini bildirmiştir:

Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)

Bu ayet doğrultusunda düşünüldüğünde, Hz. İsa'yı yeryüzüne dönüşünde tanıyıp ona itaat edecek olanların da, Allah'a ve Kuran'a iman eden, her olayı derinlemesine düşünüp kavramaya çalışan insanlar olacağı anlaşılmaktadır. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi bir başka sözünde konuya şöyle dikkat çeker:

"Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselam'ın nuzulü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselam olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez." (Şualar, s.487)

 

HZ. İSA'YI HANGİ ÖZELLİKLERİYLE TANIYABİLİRİZ?

Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu sorunun cevabını bulmak için Kuran'a baktığımızda karşımıza çıkan ilk işaret, ayetlerde anlatılan, peygamberlerin sahip oldukları ortak özellikler olacaktır. Öyleyse birtakım alametlerle kendini belli edip, dikkat çekecek olan Hz. İsa'yı tanımak için Kuran'da bildirilmiş olan bu peygamber özelliklerinin neler olduğunu incelemek gerekmektedir. Elbette peygamberlerle ilgili Kuran'dan çıkarılabilecek yüzlerce alamet vardır. Ancak bu bölümde dışarıdan bakan bir gözle değerlendirebilecek en belirgin özellikler ele alınacaktır.

1. Üstün ahlak özellikleri ile diğer insanlardan ayrılır

Allah'ın seçip gönderdiği her peygamber gibi, Hz. İsa da tüm üstün ahlak özelliklerini üzerinde taşır. Onu diğer insanlardan ayıran en belirgin fark, yaşadığı toplum içinde alışılmadık bir şekilde ortaya çıkan yüksek şahsiyetidir. Öyle ki halk arasında hiç rastlanmayan, insanların alışık olmadığı ve görür görmez etkilenecekleri ahlaki özelliklere sahiptir. Allah'a olan güveni ve imanı ile son derece kararlı, cesaretli, toplumun etkisi altında kalmayan, aksine herkesi etkileyen, güçlü bir insandır. Nitekim tüm peygamberlerin üzerlerinde taşıdıkları bu üstünlük ayetlerde şöyle bildirilmektedir:

Bu, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz delilimizdir. Biz, dilediğimizi derecelerle yükseltiriz... Ve ona İshak'ı ve Yakub'u armağan ettik, hepsini hidayete eriştirdik; bundan önce de Nuh'u ve onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete ulaştırdık. Biz, iyilik yapanları işte böyle ödüllendiririz. Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı da (hidayete eriştirdik.) Onların hepsi salihlerdendir. İsmail'i, Elyasa'yı, Yunus'u ve Lut'u da (hidayete eriştirdik). Onların hepsini alemlere üstün kıldık. Babalarından, soylarından ve kardeşlerinden, kimini (bunlara kattık); onları da seçtik ve dosdoğru yola yöneltip-ilettik. Bu, Allah'ın hidayetidir; kullarından dilediğini bununla hidayete erdirir... (Enam Suresi, 83-88)

Allah, peygamberleri diğer insanlara göre üstün özelliklerle yarattığını yukarıdaki ayetlerde açıkça bildirmiştir. Bu konu ile ilgili Kuran'da geçen daha pek çok örnek vardır. Örneğin "...İbrahim (tek başına) bir ümmetti." (Nahl Suresi, 120), "Güç ve basiret sahibi olan kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u..." (Sad Suresi, 45), "Ve gerçekten onlar, Bizim katımızda seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır." (Sad Suresi, 47), "... Bizi inanmış kullarından birçoğuna göre üstün kılan Allah'a hamdolsun. dediler." (Neml Suresi, 15) gibi ayetlerde bildirilen ifadeler, peygamberlere verilen üstünlükleri bize bildirmektedir. Hz. İsa da Allah'ın seçkin kıldığı peygamberlerdendir. Bir ayette şöyle buyrulur:

İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik ve O'nu Ruhu'l-Kudüs'le destekledik... (Bakara Suresi, 253)

2. Peygamberlere has yüz ifadesi ile tanınacaktır

Elçilerin üstünlüklerinin gerek bilgice, gerekse vücutça olduğu da Kuran'da bildirilmektedir:

... O (şöyle) demişti: "Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 247)

Bilgice, akılca, vücutça, ahlakça üstün kılınmış bir insan olarak Hz. İsa'nın yüzünde peygamberlere has bir ifade olacaktır. Sahip olduğu güçlü Allah korkusunun ve derin imanının nuru, yüzüne yansıyacaktır. Ve peygamberlere has olan nurlu ifade o derece açık olacaktır ki, onu görenler diğer insanlara kıyasla çok üstün bir insanla karşılaştıklarının farkına varacaklardır. Ancak unutmamak gerekir ki, elbette herkes bunu kabul edecek değildir. Kimi insanlar içlerinde duyacakları haset ve kin sebebiyle, bu ahlaki üstünlüğü gözardı edebilirler. İçten içe farkında olsalar da, işlerine gelmediği için anlamazlıktan gelebilirler. Yalnızca imanında samimi olanlar, bu üstünlüğü görüp gereği gibi takdir edebileceklerdir.

Allah, Hz. İsa'nın hem dünyada hem de ahirette "... seçkin, onurlu, saygın ve Allah'a yakın kılınanlardan..." (Al-i İmran Suresi, 45) olduğunu bildirmiştir. Allah'ın ayetinin bir tecellisi olarak tüm peygamberler gibi Hz. İsa da çevresindeki insanlar arasında saygınlığıyla, seçkin ve onurlu oluşuyla tanınacaktır.

3. Hikmet ve hitabet gücü çok yüksektir

Bunlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiklerimizdir... (Enam Suresi, 89)

Allah, çeşitli kavimlere tebliğ yapmaları, onları uyarıp korkutmaları için gönderdiği peygamberlerini hikmet sahibi de kılmıştır. Hikmetli bir anlatım, isabetli konuşmalar, doğruya davet edici ve kötülükten menedici tavırlar, tüm peygamberlerin ortak özellikleridir. Nitekim Kuran'ın daha pek çok ayetinde tek tek peygamberlere verilen hikmete de dikkat çekilir. Örneğin, Hz. Davud için "... ona hikmet ve anlatım çarpıcılığını vermiştik." (Sad Suresi, 20); Hz. Yahya için, "... daha çocuk iken ona hikmet verdik." (Meryem Suresi, 12); Hz. Musa için, "O, erginlik çağına ulaşıp olgunlaşınca, ona bir 'hüküm ve hikmet' ve ilim verdik..." (Kasas Suresi,14); Hz. Lokman için, "Andolsun, Lokman'a "Allah'a şükret" diye hikmet verdik..." (Lokman Suresi, 12); Hz. İbrahim için, "... Doğrusu Biz, İbrahim ailesine Kitabı ve hikmeti verdik..." (Nisa Suresi, 54) diye bildirilmiştir.

Allah'ın bize bildirdiği, "Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir..." (Bakara Suresi, 269) ayeti gereği, tüm peygamberlerin hikmet verilerek ödüllendirildiğidir.

Hz. İsa'nın Allah'ın bir elçisi olarak hikmetle ödüllendirildiğine ve bunu kendi kavmine de bildirdiğine Kuran'da şöyle dikkat çekilmiştir:

Allah şöyle diyecek: "Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim... (Maide Suresi, 110)

İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de. Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin." (Zuhruf Suresi, 63)

Bu ayetler doğrultusunda Kuran'a baktığımızda anladığımız, Hz. İsa'yı tanımak için bir başka işaretin de, onun yapacağı "hikmetli, isabetli ve çok etkili konuşmalar" olacağıdır. Diğer tüm konularda olduğu gibi hikmetli konuşma da, peygamberlere has çok dikkat çekici bir özelliktir. Kuran'ı kendilerine rehber edinmiş olan müminler Hz. İsa'nın konuşmalarının diğer bir ayette de belirtildiği gibi "özü kapsayan bir bilgi" (Kehf Suresi, 91) içerdiğini ve bunun ancak Allah'ın seçtiği elçilere has olduğunu anlarlar. Gösterdiği üstün akıl, yaptığı kusursuz teşhisler, getirdiği çözümler her zaman çok isabetli olup Allah'tan özel olarak verilmiş bir hikmetin en açık alametlerini oluşturacaktır. Böylece üstün şahsiyeti ve aklı açıkça göze çarpacaktır.

4. Çok güvenilirdir

Her elçi gönderildiği topluluğa ilk olarak "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim" (Şuara Suresi, 107) ifadesiyle söze başlayarak kendisini tanıtmıştır. Peygamberlerin bu güvenilirlikleri, Allah'ın kitabına, dinine, gönderdiği şeriata tam tamına uymalarından kaynaklanır. Hiçbir durumda doğru yolun, hak dinin sınırlarının dışına çıkmazlar. Yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak istemelerinden dolayı kimseye boyun eğmezler. Kuran'da hemen hemen tüm peygamberlerin bu özelliklerini ön plana çıkardıklarından bahsedilmektedir. Örneğin, Hz. Musa'nın kendisini kavmine tanıtması Kuran'da şöyle haber verilmektedir:

Andolsun, Biz kendilerinden önce, Firavun'un kavmini de denedik. Onlara kerim bir elçi gelmişti; "Allah'ın kullarını bana teslim edin; gerçekten ben, sizin için güvenilir bir elçiyim" (demişti). (Duhan Suresi, 17-18)

Şüphesiz elçilerin bu önemli özelliklerini kavimleri her zaman takdir edememişlerdir. Hatta çoğu zaman elçilerle ilgili yanlış zanları olmuştur. Çünkü kendi cahiliye sistemlerini terk edip onların davet ettiği hak dine uymak istememişlerdir. Ancak aradan belli bir zaman geçtikten sonra elçilerin en güvenilir insanlar oldukları kavim içinde de kabul görmüştür. Bu konuda örnek olarak Hz. Yusuf'u verebiliriz. Hz. Yusuf, uzun bir süre kavmin içinde zorluklarla denenmiş; önce köle olarak satılmış, sonra bir süre için hapiste kalmıştır. Allah'ın dilediği zaman ise güvenilir bir insan olduğu anlaşılmış, hükümdar tarafından devletin hazinelerinin başına geçirilmiştir:

Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin, onu kendime bağlı kılayım." Onunla konuştuğunda da (şöyle) dedi: "Sen bugün Bizim yanımızda (artık) önemli bir yer sahibisin, güvenilir (bir danışman-yönetici)sin." (Yusuf Suresi, 54)

Kuran'da bildirilen peygamberlerin bu özellikleri kuşkusuz Allah'ın bir elçisi olarak Hz. İsa'da da görülecektir. Hz. İsa dünyaya ikinci gelişinde, Allah'ın değişmez bir kanunu olarak halk arasında güvenilirliği ile dikkat çekecektir. Allah, Hz. Yusuf'a ve diğer tüm elçilerine olduğu gibi, Hz. İsa'ya da yardım edecek ve onun ne kadar emin bir insan olduğunu zamanı geldiğinde insanlara gösterecektir.

5. Allah'ın koruması altındadır

Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir: Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. Ve hiç şüphesiz; bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır. (Saffat Suresi, 171-173)

Allah her zaman elçilerini diğer insanlardan üstün kılmıştır. Tarih boyunca gönderilen her peygamber, Allah'ın yardımıyla düşmanlarına karşı üstünlük kazanmış, onların kurdukları tuzaklardan korunmuştur. Aldıkları her karar, uyguladıkları her yöntem hep hayırla ve başarıyla sonuçlanmış, Rabbimiz onları her durumda desteklemiştir.

Dolayısıyla Allah'ın elçisi Hz. İsa'yı bekleyen müminler için yol gösterici bir başka işaret de onun her işinin başarı ile sonuçlanması olacaktır. Öyle ki aldığı her karar, uyguladığı her yöntem kendisi ve etrafındaki müminler için hayırlı sonuç verecektir. Hatta ilk bakışta aksilik gibi görünen olaylar dahi bir süre sonra onların hayrına dönecektir. Ve Hz. İsa'nın aldığı tüm kararların en doğrusu, en akılcısı olduğunu bu olaylar ispat edecektir. Çünkü Allah Kuran'da elçilerinin her ne olursa olsun tüm zorluklara rağmen üstün geleceklerini, onları kesin olarak yardımıyla destekleyeceğini vadetmiştir.

Allah'ın bu vaadiyle Hz. İsa'ya küçük büyük her işte gelen başarı ve bereket hem düşmanlarının, hem de yanındaki inananların dikkatini çekecek kadar açık olacaktır. Düşmanları da, bu durumun olağanüstülüğünü fark edecek ancak bunun Allah'tan gelen bir yardım olduğunu takdir edemeyeceklerdir. Her işinin başarılı olmasına, attığı her adımın doğru olmasına bir anlam veremeyeceklerdir. Çünkü onların amacı, 'kendileri gibi bir beşer' olarak gördükleri bu mübarek insana karşı üstün gelmektir. Ancak "Sonra Biz, elçilerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; müminleri kurtarmamız Bizim üzerimize bir haktır." (Yunus Suresi, 103) ayetinde de bildirildiği gibi, Allah bu konuda yaptıkları herşeyi sonuçsuz çıkaracak ve elçisine yardım edecektir. Ona kurulan tuzaklar, açılan savaşlar hiçbir zaman başarılı bir sonuca ulaşamayacaktır.

6. Yaptıkları için karşılık beklemez

Tüm elçilerin taşıdığı ortak bir özellik de, yaptıkları hiçbir şey için ücret beklememeleridir. Yaptıkları büyük hizmetler karşılığında bekledikleri tek şey Allah'ın rızasıdır. Çevrelerindeki hiç kimseden bir ücret, bir fayda talep etmezler. Nitekim Kuran'a baktığımızda da, tüm elçilerin bu özelliği üzerlerinde taşıdıklarına ve bunu sözle de dile getirdiklerine şahit oluruz:

Ey kavmim, ben bunun karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Akıl erdirmeyecek misiniz? (Hud Suresi, 51)

Elçilerin taşıdıkları bu üstün özellik Hz. İsa'da da görülecektir. Allah'ın peygamberi olarak tüm insanları İslam Dinine davet edecektir. Ancak yaptığı şeylerin karşılığında hiçbir maddi çıkar, bir ücret talebi olmayacaktır. Kuran'da bildirilen tüm elçiler gibi yaptığı herşeyin karşılığını Allah'tan bekleyecek ve bu özelliğiyle de gerek yakın çevresinde, gerekse içinde bulunduğu toplumda dikkat çekecektir.

Ancak şu nokta unutulmamalıdır ki, diğer konularda olduğu gibi bu konuda da onu ancak inananlar takdir edebilirler. İçinde bulunduğu toplum Hz. İsa'nın bu özelliğini farketse bile, kimi düşmanları onu engellemek için diğer tüm peygamberlere yapıldığı gibi çeşitli iftiralarda bulunabilir. Bu iftiraların arasında kuşkusuz onun "yaptıkları karşılığında bir çıkar sağlamaya çalıştığı, menfaat gözettiği" gibi suçlamalar da olması muhtemeldir. Ancak Allah her konuda işinin hayırla sonuçlanmasına izin verdiği gibi, bu konuda da inkarcıların iftiralarının asılsızlığını tek tek ortaya çıkarır ve elçisine yardım eder.

7. Müminlere karşı şefkatli ve merhametlidir

Peygamberlerde görülen en önemli özelliklerden biri de "merhamet ve şefkat"tir. Peygamberler her zaman yanlarındaki müminlere karşı çok şefkatli ve merhametli olmuşlar, onların dünyadaki ve ahiretteki durumlarını düzeltmek için çalışmışlardır. Hz. İsa'nın ahlakının en belirgin özelliklerinden biri de müminlere karşı olan bu şefkati ve merhameti olacaktır. Allah, gönderdiği elçilerde çok yoğun olarak görülen bu özelliği Kuran'da şöyle tanıtmıştır:

Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz onun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe Suresi, 128)

İşte Hz. İsa da bu ayette belirtildiği gibi çevresindeki müminlere karşı son derece "müşfik ve koruyucu" bir tavır içerisinde olacak ve bu benzersiz samimiyet ve candanlık onun Hz. İsa olduğunun en anlaşılır delillerinden birini oluşturacaktır.

 

Sahte mesihlerin ortaya çıkışı Hz. İsa'nın gelişinin habercisidir

Allah'ın şerefli elçisinin gelişi için hazırlık yapmak isteyen iman sahiplerini gevşekliğe sürüklemek isteyenler olabilir. Bu insanlar çeşitli bahanelerle Hz. İsa için hazırlık yapmayı gereksiz göstermeye çalışabilirler. Bunun için kullanacakları bahanelerden biri de sahte mesihlerin ortaya çıkması olacaktır. Zaman zaman akıl sağlığı yerinde olmayan veya çeşitli çıkarlar peşinde olan kimi insanlar Hz. İsa olduklarını iddia etmişlerdir. Bazı çevrelerse bu cehalet içindeki insanların yaptıklarını kendi menfaatleri için kullanmaya çalışmış, "Hz. İsa gelecek şeklindeki yorumlar, sahte mesihlerin ortaya çıkmasına neden oluyor" şeklinde açıklamalarda bulunmuşlardır. Bu açıklamalarla Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden gelişi için yapılacak hazırlıkları yavaşlatmak ve hatta durdurmak istemişlerdir. Ancak Allah'ın vaat ettiği bu kutlu dönemin gelişini kimse geciktiremeyecektir. Çünkü onlar çok önemli bir gerçeği fark edememektedirler: "Sahte mesihlerin ortaya çıkışı Hz. İsa'nın gelişinin bir alametidir, müjdesidir". İncil'de bu konuyla ilgili birçok açıklama bulunmaktadır:

İsa Zeytinlik Dağı'nda otururken, şakirtleri gelip, bir kenarda ona sordular: "Söyle bize, bu olaylar ne zaman olacak ve senin gelişinin ve dünyanın sonunun belirtisi ne olacak?" İsa onlara şu cevabı verdi: "Sakın, sizi kimse yanıltmasın. Çünkü birçokları benim adımla gelip: Mesih benim, diyeceklerdir ve birçok kimseleri yanıltacaklardır..." (Matta, 24: 3-5)

Eğer o sırada size biri: "İşte Mesih burada, ya da şurada derse, ona inanmayın. Çünkü yalancı Mesihler ve yalancı peygamberler ortaya çıkacak ve mümkün olursa, seçilmiş olanları bile yanıltacak harikalar ve fevkalade şeyler yapacaklardır. İşte size önceden söyleyeyim. (Matta, 24: 15-23)

Hz. İsa'yı gerçek iman sahipleri alametlerinden hemen tanıyacaklardır. Yaptığı her hareket hikmetli ve benzersiz olacak, bu alametlerle diğer insanlardan ayrılacak ve hiçbir ispata gerek duymadan hemen tanınabilecektir. Sahte mesihlerin kendilerini ispata çalışmaları ise onların sahteliklerinin en açık delilidir.

Hz. İsa'nın delilleri yaptıkları olacaktır. O, dinsiz akımları, inkarın ve ahlaksızlığın insanlar arasında yayılması için çaba sarf edenlerin sistemleri çok büyük bir bozguna uğratacaktır. Allah'ın vahyiyle hareket ettiği için inkar edenlerin tuzaklarını bozması, Allah'ın dinini insanlar arasında yayması, küfrün çabalarını etkisiz hale getirmesi onun için çok kolay olacaktır. Mucizeleriyle Allah'ın dininin hak olduğunu ve iman edenlerin mutlaka üstün geleceklerini ispat edecektir. Rabbimiz inananları Kuran'da şöyle müjdeler:

Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, Kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile. Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O'dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam'ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile. (Saff Suresi, 8-9)

 

Hz. İsa, Yeryüzünde Hiçbir Akrabası ve Tanıyanı Olmamasıyla Tanınacaktır

Hz. İsa'yı sahte mesihlerden ayıran en önemli farklılıklardan biri ise dünya üzerinde annesi, babası, herhangi bir akrabası, arkadaşı, tanıyanı olmamasıdır.

Kitabın önceki bölümlerinde de açıkladığımız gibi Hz. İsa Allah'ın "Ol" emriyle babasız olarak dünyaya gelmiştir. Allah, Hz. İsa'nın bu durumunu Kuran'da Hz. Adem'in yaratılışına benzetmekte ve şöyle buyurmaktadır:

Şüphesiz, Allah katında İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" demesiyle o da hemen oluverdi. (Al-i İmran Suresi, 59)

Ayette de belirtildiği gibi Allah Hz. Adem'e "Ol" demiştir ve Hz. Adem yaratılmıştır. İşte Hz. İsa'nın ilk yaratılışı da Allah'ın "Ol" demesiyle gerçekleşmiştir. Hz. Adem'in anne ve babası yoktur, Hz. İsa'nın ilk dünyaya gelişinde ise sadece annesi Hz. Meryem vardır; fakat yeryüzüne yeniden geleceği ikinci seferde onun annesi de hayatta olmayacaktır. Aradan yüzyıllar geçtikten sonra bilinen hiçbir akrabası olmadan yeryüzünde bulunacaktır.

Kuşkusuz bu sayede Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden gelişinde, onun Hz. İsa olduğundan şüphe edilebilecek bir durum oluşmayacaktır. Sahte mesihlik iddiasında bulunan kimselerin ise yalanları kolayca anlaşılabilecektir. Çünkü tüm çocukluğu insanlar arasında geçmiş, çok sayıda çocukluk resmine sahip, kendisini küçüklüğünden itibaren tanıyan sayısız kişiye sahip bir insanın Hz.İsa olduğunu iddia etmesi son derece mantıksızdır.

HZ. İSA'YI EN GÜZEL ŞEKİLDE KARŞILAMAK

Kuran ayetlerinde Hz. İsa'nın Allah Katına alınışı haber verilmekte ve yeryüzüne ikinci kez gelişi çeşitli alametlerle bizlere bildirilmektedir. Peygamber Efendimiz (sav)'in de "...Vallahi muhakkak ve muhakkak Meryem oğlu İsa inecek, hem adil bir hakem, adaletli bir hükümdar olarak inecek..."(Sahih-i Müslim, Bir Şrehin-Nevevi, Cilt II, s. 192; Kitab-ul İman,Bab-u Nuzül-i İsa İbn-i Meryem, Kenzul Ummal, 14/332) gibi birçok hadisinde Hz. İsa'nın geldiğinde yapacakları ve o dönemin özellikleri çeşitli örneklerle anlatılmaktadır. Bu açıklamalar hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kadar açık, detaylı ve içinde bulunduğumuz dönemde yaşanan gelişmelerle uyumludur. Nitekim asırlar boyunca İslam alimleri de eserlerinde Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişi ile ilgili çok önemli yorumlarda bulunmuş, ahir zamanda nasıl bir ortam oluşacağını insanlara aktarmışlardır. Tevrat ve İncil'de de Hz. İsa'nın yeryüzüne gelişine dair çok açık izahlar bulunmaktadır. Tevrat'ta Mesih'in yeryüzüne hakim olacağı "... göklerin Allah'ı ebediyyen harap olmayacak bir krallık kuracak ve onun hakimiyeti başka bir kavme bırakılamayacak" (Daniel, 2: 44) gibi sözlerle, İncil'de ise "... Sizden göğe alınan bu İsa, göğe gittiğini nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir." (Elçilerin İşleri, 1: 11) şeklinde haber verilmektedir.

Allah'ın iman edenlere hidayet rehberi olarak gönderdiği bu üç İlahi kitabın Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez gelişi konusunda bu kadar uyumlu olmaları çok dikkat çekicidir. (Tevrat ve İncil vahyedilmelerinin ardından tahrif edilmiş olmakla birlikte, içlerinde Kuran ayetleri ile uyumlu birçok açıklama bulunmaktadır. Bu açıklamaların ilk vahyedildikleri dönemden kalma izahlar olmaları muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Detaylı olarak incelediğimiz tüm bu deliller ve dünya üzerindeki yaşanan gelişmeler dikkatle biraraya getirildiğinde Hz. İsa'nın gelişine en fazla 15-20 sene kaldığı, belki de Hz. İsa'nın gelmiş bile olabileceği ortaya çıkmaktadır. Bu yeryüzündeki tüm insanlar için çok büyük bir müjdedir, sevinç ve şevk kaynağıdır.

 

Hz. İsa için şevkle, heyecanla ve coşkuyla hazırlık yapmanın önemi

Hz. İsa, Allah'ın, doğumundan itibaren mucizevi bir yaşamla nimette bulunduğu ve peygamberlik makamıyla şereflendirdiği kutlu bir elçisidir. Allah bu mübarek peygamberin, "dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardan" (Al-i İmran Suresi, 45) olduğunu bildirerek onu cennetle müjdelemiştir . İşte bu nedenle de yeryüzüne ikinci kez gelecek olan bu mübarek peygamberi, tüm insanlığın olabilecek en güzel şekilde karşılaması gerekmektedir. İmkanları kısıtlı olan bir kişi dahi, evine sıradan bir misafir geleceği zaman, günler öncesinden hazırlık yapar, bu misafiri en temiz ve en güzel şekilde ağırlamaya, ikramda kusur yapmamaya özen gösterir. Oysa Hz. İsa tüm dünya insanları için, hiçbir misafirle karşılaştırılmayacak kadar üstün özelliklere sahip, çok kıymetli bir misafirdir. O nedenle de tüm insanlığın yakın zamanda yeryüzünü şereflendirecek olan bu Ulu'l Azm peygamberi en güzel şekilde karşılaması gerekmektedir.

Hz. İsa'nın gelişi tüm insanlık için çok büyük bir nimet, Allah'tan çok büyük bir lütuftur. Bu kıymetli peygamberle karşılaşmak Rabbimizden çok büyük bir nimettir. Hz. İsa geldiğinde masum, tertemiz ve nurlu yüzüyle, hikmetli, akıllı ve isabetli konuşmalarıyla hemen dikkati çekecek, dünya üzerindeki tüm insanlar hayatlarında ilk kez en yüksek insani vasıflara sahip mübarek bir peygamber göreceklerdir. Onun doğumu, hayatı, Allah Katına alınışı ve yeryüzüne ikinci kez gelişi gibi, bu gelişten sonraki hayatı da Allah'ın izniyle mucizelerle dolu olacaktır. Tüm insanlar onun üstün ahlakına ve benzersiz aklına hayran olacaklardır. Onun söylediği her söz, her hareket hikmetli, aldığı her karar isabetli ve Allah'ın ilhamı ile olacaktır.

Tüm insanların, özellikle de İncil'e iman eden İseviler'in ve Kuran ayetlerine iman eden Müslümanların Hz. İsa'nın gelişi için heyecanla, şevkle ve çok büyük bir coşkuyla hazırlık yapmaları gerekmektedir. Bu kişilerin içinde, Allah'ın cennetle müjdelediği bu kıymetli peygamberin gelişi için hazırlık yapmayanlar ise çok büyük bir hata içindedirler. Çünkü gelişi İlahi kitaplarla ve elçilerin sözleriyle haber verilmiş böylesine önemli bir misafiri karşılama konusunda yapılacak gevşeklik ve tembellik çok büyük bir vicdansızlıktır. Allah'ın ayetlerine iman eden, dünya üzerindeki gelişmeleri ve ahir zamanın işaretlerini aklı ve vicdanıyla değerlendiren hiçbir insan bu mübarek misafiri hazırlık yapmadan bekleyemez. Ya da "Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez geleceğine iman ediyorum" dedikten sonra, "ama şimdi hazırlık yapmayayım, daha sonra telafi ederim" şeklinde bir düşünce içine de giremez. Hangi vicdan sahibi, samimi Hıristiyan o müjdeli dönem geldiğinde "Biz Hz. İsa'yı bekliyorduk, ama bunun için hazırlık yapmayı gerekli görmedik" şeklinde bir açıklamada bulunabilecektir? Eğer bu kişiler hala bir hazırlık içinde olmamalarını, 15-20 yılı uzun bir zaman gibi görmeleriyle açıklıyorlarsa bu çok yanlış bir düşüncedir. Çünkü onlar da 15-20 yılın, 15-20 gün gibi hızla geçip gideceğini görecek, Hz. İsa'nın gelişine kayıtsız kaldıkları için çok büyük bir pişmanlık yaşayacaklardır. Hiçkimse unutmamalıdır ki, 1970'li yıllarda yaşayan insanlar da 1980'leri 90'ları çok uzak görmekteydiler. Ama zaman hızla akıp geçti ve 2000'li yıllar bir anda geldi. Aynı bu şekilde, Hz. İsa ile karşılaşacağımız gün de Allah'ın izniyle çok hızla gelecektir.

Tüm dünya Hz. İsa'nın çevresinde birleşecektir

Hz. İsa gelmeden önce yapılması gereken hazırlığın nasıl olması gerektiğini hem Kuran ayetlerinden, hem Peygamber Efendimiz (sav)'in hadislerinden, hem de Bediüzzaman Said Nursi gibi büyük İslam alimlerinin hikmetli yorumlarından anlamaktayız. Bu hazırlığın en önemli aşaması ise yeryüzündeki din karşıtı sistemlerle yapılacak olan fikri mücadeledir. Bediüzzaman'ın da dikkat çektiği gibi tüm iman sahipleri Darwinizm ve materyalizm gibi insanları din ahlakından uzaklaştıran ateist ideolojilerle fikri mücadelede ittifak etmeli; bu gibi akımların dünya üzerinden silinmelerinde birlik olmalıdırlar. Bunun için tüm imkanlarıyla Hz. İsa'nın dinsizlikle yapacağı mücadele öncesinde dünya çapında büyük bir hazırlık yapmalıdırlar. Nitekim hadislerde bildirildiği gibi Hz. İsa geldiğinde söz konusu dinsiz akımlarla mücadele edecektir. Bediüzzaman Said Nursi'nin de bir sözünde belirttiği gibi elinde "semavi kılıç" ile yani Allah'ın vahyi ile hareket edecek, bu sayede her kararı isabetli olacak ve tüm dinsiz sistemleri ortadan kaldıracaktır. (Mektubat, s. 6)

İsevilerle Müslümanlar arasındaki bu birliği şimdiden oluşturmaya başlamak Hz. İsa gelmeden önce yapılabilecek çok güzel bir hazırlıktır. Ancak öncelikle Hıristiyanların kendi aralarındaki ayrılıkları ortadan kaldırmaları, Hz. İsa'nın sözünde birleşmeleri ve "kenetlenmiş bir bina" (Saf Suresi, 4) halini almaları gerekmektedir. Müslümanlar da aralarındaki tüm ayrımları giderip, birlik ve beraberliğin sağlanması için çaba göstermelidirler. Tüm Müslümanlar Allah'a daha çok yakınlaşmak, Allah'ın dinine daha fazla hizmet etmek için elbirliği yapmalı, Hz. İsa'nın gelişi öncesinde İslam birliğini oluşturmalıdırlar. Bu iki birliğin sağlanmasının ardından oluşacak İsevi-Müslüman ittifakının dünya üzerinde çok büyük bir güç meydana getireceği ve Allah'ı inkar eden tüm şer akımlarının önünde aşılamaz bir engel haline geleceği açıktır. İşte bu hazırlık Hz. İsa geldiğinde zaten oluşacak olan ittifakın da temeli olacaktır.

Ancak günümüzde gerek Hıristiyan dünyasında gerekse Müslüman toplulukların büyük bir bölümünde Hz. İsa'nın gelişiyle ilgili geniş çaplı bir hazırlık görülmemekte, insanlar bu kıymetli konuğa karşı kayıtsız kalmaktadırlar. Oysa bugün bu mübarek peygamberin gelişi için hazırlık yapmayanlar, kayıtsız kalıp gevşeklik gösterenler, bu büyük müjdeye gereken ehemmiyeti göstermeyenler Hz. İsa geldiğinde çok utanacak, ancak yaptıklarını telafi etmek için çok geç kaldıklarını anlayacaklardır.

Hıristiyan alemi için bir diğer tehlike ise, Hz. İsa'nın gelişinden rahatsızlık duyan çevrelerin etkisi altında kalmalarıdır. Gururlarından, imani zayıflıklarından, cahilliklerinden, gerekli kavrayış gücüne sahip olmadıklarından dolayı Hz. İsa'nın gelişi için hazırlık yapmayan bazı çevreler, vicdan sahibi Hıristiyanlar üzerinde olumsuz bir etki oluşturmak isteyebilirler. Ama bilinmelidir ki, Hz. İsa'yı seven ve İncil'e iman eden Hıristiyanların bu büyük gerçeği görmezlikten gelmeleri kesinlikle açıklanabilecek bir durum değildir. Bu utancı yaşamamak için dünya üzerindeki tüm Hıristiyanların güzel ahlakta, Hz. İsa'nın yolunu izlemekte kararlı olmalarının zamanı gelmiştir. Tüm Hıristiyanlar, İncil'de tarif edilen Allah'a gönülden bağlı, hoşgörülü, barışsever, sevgi dolu, fedakar ve Allah'ın dinini yayma konusunda samimi kimseler olduklarını ortaya koymalıdırlar. İncil'deki Hz. İsa'nın gelişiyle ilgili açık izahların tüm Hıristiyanların vicdanlarını bir an önce harekete geçirmesi gerekmektedir. Aksi bir tavır, yani gereken hazırlıkların yapılmaması, Hıristiyan alemi içindeki bu çevreler açısından son derece utanç verici bir durum oluşturabilir. Hz. İsa tüm Hıristiyan toplumları ikinci kez gelişiyle müjdelemiş, İncil'de yer alan birçok sözünde açıkça "ben mutlaka geleceğim" demiştir.

Aynı durum Müslümanlar için de geçerlidir. Müslümanlar da Allah'ın Kuran ayetlerinde bildirdiği ve Peygamber Efendimiz (sav)'in de hadisleriyle haber verdiği güzel ahlaka uymalı ve Hz. İsa'nın gelişi için şevkle, heyecanla ve büyük bir sevinçle çalışmalıdırlar. Aksi takdirde Allah'ın ayetleri ile bildirdiği bu kesin gerçeğe iman etmemiş olurlar.

Hiç unutmamak gerekir ki, Hz. İsa'nın gelişi dünyanın sadece belli bölgelerini etkileyecek bir olay değildir. Onun gelişi tüm dünyayı etkileyecek güçte, mucizevi ve metafizik bir olaydır. Bu kutlu peygamberin gelişiyle dünya çapında sosyal ve siyasi alanlarda köklü değişikler olacak, tüm dünya Hz. İsa'nın etrafında toplanıp birleşecektir. İşte bu nedenle tüm Hıristiyanların ve Müslümanların bir an önce harekete geçmeleri ve birlik içinde Hz. İsa'yı en güzel şekilde karşılamak için ellerindeki tüm imkanları seferber etmeleri gerekmektedir. Tek bir Allah'a iman eden, O'nun beğenisini kazanmaya çalışan, O'na tam bir teslimiyetle teslim olmuş, O'na yürekten bağlı, O'nu yücelten, temelde aynı değerleri savunan Hıristiyan ve Müslümanların ortak hareket etmeleri en doğrusudur. Hem Hıristiyanların hem de Müslümanların birbirlerine hoşgörüyle, sevgiyle, anlayışla, barışla yaklaşmaları gerektiği açıktır. Asırlardır süren çekişmelere, önyargılara, yanlış anlamalara artık bir son verilmelidir. Çünkü kaybedilecek zaman yoktur.

Bu internet sitesinde Kuran ayetlerinde yer alan çok önemli haberlerle, Peygamber Efendimiz (sav)'in mübarek hadisleriyle, Bediüzzaman Said Nursi'nin hikmetli yorumlarıyla ve İncil ve Tevrat'ta yer alan açık izahlarla Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez geleceği müjdesini tüm insanlarla paylaştık ve insanlara gereken hazırlıkları yapmaları için çok önemli bir çağrıda bulunduk. Amacımız ise, Hz. İsa yeryüzüne ikinci kez geldiğinde insanların "bilseydik, hazırlık yapardık" diyememeleri ve öne sürebilecekleri hiçbir bahanelerinin kalmamasıdır. Görüldüğü gibi alametler tüm açıklığıyla ortaya çıkmıştır, asırlardır bazı çevrelerin ortaya attıkları tüm şüphe bulutları ortadan kalkmıştır. Hz. İsa'nın gelişi çok yakındır. Rabbimiz bizleri Nur Suresi'nde şu şekilde müjdelemiştir:

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

 




Forex-AZ forex ticarəti.Vaxt və məkan anlayışı olmadan dünya birjalarında ticarət imkanı. --~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: