2 Şubat 2009 Pazartesi

(Namaz Zamanı) Barbar istilası, kardeş kavgası ve umudu canlı tutmak / Ahmet Özcan ( Lütfen Sonuna Kadar Okuyunuz )

Barbar istilası, kardeş kavgası ve umudu canlı tutmak

Bir zorlu dönemeçten daha geçiyoruz.
Yeni bir yangının içindeyiz.
Bitmedi bir türlü bizim "soğuk savaşımız".
Bu topraklarda yaşamanın bedeli olarak verdiğimiz kurbanların sayısını unuttuk.
Solcu olduk, ülkücü olduk, İslamcı olduk, laik olduk…Kürt olduk, Türk olduk..Her on yılda bir saflaştık farklı isimlerle..Sert ve acımasız olduk birbirimize..İnsafı ve merhameti çok gördük kendimize.
Bir büyük oyunla daha karşı karşıyayız.
Doğu'yla Batı'nın, medeniyle barbarın, toplumculukla bireyciliğin, tevekkülle ihtirasın dokuz bin yıllık kavgasında bildik bir sayfa daha açıldı.
Allah'a tapanlarla Mammon'a (paraya) tapanlar bir kez daha saflaşıyor.
Mazlumlarla zalimler yine ayrışıyor.
Bu kavga o kadar eski bir kavga ki..
Milattan önce 300'lerde 'Küçük' İskender'le gelmişlerdi.
Sonra Roma olarak defalarca geldiler. M.Ö 140'da, 70'de, M.S 100'de.
1100'lerde haçlı olarak geldiler. Kudüs'ü işgal edip yağmaladılar.
1204'te son Haçlı olarak geldiler. Doğu Roma'yı işgal edip yetmiş yıl yağmaladılar. Rahibelere bile Kilise'lerde tecavüz ettiler.
En son Niğbolu'ya kadar gelebildiler.
500 yıl boyunca gelemediler. Ama, 1838'de önce kumaşlarıyla geldiler. Peşinden arkeologları, seyyahları, diplomatları geldi. Ardından, Yunancılık'la, Sırpçılık'la, Bulgarcılık'la geldiler. Derken, bütün güçlerini yığdılar.Arnavutçuluk, Ermenicilik, Arapçılık'ta onlarla geldi.
Tam Kürtçülük'te gelmek üzereydi ki, Rus devrimi oldu.
1919 yılıydı. Bütün halklarımızı birbirine düşürerek bizi yenmişlerdi.
Rusya'da devrim olunca, işgali dondurup çekildiler. Devrim'in evlerine bulaşmasından çekiniyorlardı. Buralara geçici düzenler kurdular.
1989'da Rus varlığı sona erdi. Ve 1991'de yine geldiler.
On yıllık bir planlamadan sonra şimdi tekrar buradalar.
1917'de Bağdat'a atılan bombaların benzerini yine atmaya başladılar.
Biz her seferinde ikiye bölündük. Bazılarımız onlara hayran oldu. Bize "bizde olmayan" yenilikler getirdiklerini ileri sürdü. İşbirliği yaptı.
Çoğumuz karşı çıktı, direndi. Onların, "kendilerinde olmayan" ve "bizde olan" bir şeyleri almaya geldiğini savundu.
İkinciler, hep haklı çıktı.
İskender'le Elencilik dalgası gelmişti. İşbirlikçilerimiz, Mısır'dan İran'a kadar Elence'yi konuşma ve yazma dili olarak kabullendiler. Elen tanrıları sarmıştı vatanımızı. Giyim kuşam, müzik, edebiyat elenleştirilmişti..
Haçlı'lar, Latince'yle geldiler. 1204'te Bizans'taki Latinci hizipler, Rumca'yı terk edip Latince'yi resmi dil yaptılar. Ortodoksluk'u bırakıp Katoliklik'e geçtiler. Giyim kuşam, müzik, edebiyat Latinleştirildi.
1839 tan sonra Fransızca, İngilizce geldi. Elen-Latin barbarlık geleneğine bu kez "Batılılaşma" deniyordu. Düşünceler, örf ve adetler, giyim, kuşam, müzik, edebiyat, "batılılaştırıldı."
Tarihte başaramadıkları kadar başardılar bu kez. Çoğumuzu Batılılaştırdılar. İşbirlikçilerimiz bu kez baskın çıkmıştı.
Aramızdaki uhuvveti bozdular. Yine birbirimize düştük. Kardeş katlini durdurmak için kendi evladını katleden Sultan'ın yasası yıkıldı. Kardeş katli sokağa indi.
Ne çok kırdık bir birimizi. Ne çok kırdırdılar bizi bize.
Her seferinde çok güçlü, çok inandırıcı görünen sebeplere sarıldık.Ayrılmak isteyenler olmadık yalanlar ezberlemişti;"Osmanlı herkese zulmetmişti. Bulgarlar'ı kesmişti, Araplar'ı ezmişti, Müslümanlar Gayr-ı müslimler'i ikinci sınıf yapmıştı. Yunanlılar buraların asıl sahibiydi. Arnavutlar hak ettiklerini alamamıştı. Kürtler hep kullanılıp atılmıştı. Yahudiler'e bir yurtluk verilmemişti" Propaganda çok ikna ediciydi! Sarhoş ediciydi. 1919 Yılında son Osmanlı Meclisi'nde birer vekil veya nazır olarak, Ordu komutanı ya da banker olarak kürsüye çıkan herkes Osmanlı'ya lanet okuyor, haklarını alamadıklarını, Osmanlı'ların, Türkler'in zulmü altında ezildiklerini söylüyorlardı.
Türkler kimdi? Bu kadar halka ne zaman, nasıl zulmetmişlerdi? "Etrak-ı bi idrak" ne zaman egemen olmuştu? Ayrılanlar, kimi kastediyorlardı? Çoğu zaman bir çifti çubuğu olmayan Anadolu köylüsünü mü? Cepheden cepheye koşup duran memetleri mi? Saray'la Bab-ı ali arasında bir kulluk yer bulup İstanbul beyefendisi rolü yapmaya çalışan sonradan görme birkaç Mehmet efendiyi mi? Bu sorular hep cevapsız kaldı.
Ve nihayetinde herkes çekti gitti.
Cumhuriyet buna bir tepki halinde kuruldu. Tanzimat'tan beridir "gavura" gavur demek yasaklanmıştı. 1918'den sonra da Osmanlı demek de yasaklandı. Ve Cumhuriyet hem tepki olsun diye hem de yasağa direnecek gücü olmadığı için Osmanlı yerine Türk ismini seçti. Çekip gitmeyenlerin Müslüman olanına Türk, olmayanına da azınlık dedi.
Yıllar sonra bu dalgaya geç kalmış bir şekilde bazı Kürtler'de katıldı.Onlar da yüz yıldır diğerlerinin tekrar ettikleri ne kadar iddia varsa kendileri için ileri sürmeye başladılar. Bu kez Osmanlı yerine, sadece Türk zulmetti diyorlardı. Onlar da güçlü ve inandırıcı sebepler ileri sürüyorlardı! "Türkler onları hep kandırmıştı. . Dillerini konuşamıyor, kimliklerini izhar edemiyorlardı. Köylerinin adları değiştiriliyor, üstüne bir de sürekli dayak yiyorlardı."
Haklıydılar! Bir garip halk düşmanlığı hükümferman olmaya başlamıştı. Kimine solcu, kimine dindar, kimine Alevi, kimine Kürt, hiç birinden olmayana da İttihatçı artığı ya da Çerkez veya asi diyerek baskı kurulmuştu. Herkesten mutlak biat isteniyordu. Yetmiyordu, ilerde biatı bozmayacağının ispatı da isteniyordu. O da yetmiyordu, gönüllü kulluğu şehvetle sergilemesi isteniyordu. Uymayanlar birer bahaneyle sürekli tedip edildi. Kürtlük adına konuşanlar, bu baskıları bahane ederek ayrı bir kimlik icat etmeye çalışıyorlardı.
İşte bu noktada haksızdılar, çünkü bu baskı herkese yönelikti. Türk adıyla yapılıyordu ama Türk değildi. Cumhuriyet için yapılıyordu ama Cumhur yoktu. Varlık ve beka korkusuyla yapılıyordu ama, varlığı ve bekayı hedefliyordu.
Sonuçta herkes kendine bir itiraz dili buldu ve bu zulme direnmeye başladı. Ortada açık bir yabancılaşma yaşanıyordu ama kendini millileşme olarak sunuyordu. Milli olan her şey yerle bir edildi. Ortada kesin bir cumhuru tasfiye yaşanıyordu ama her şey halk için diye sunuluyordu.
Ortada gayet açık bir "Türk" olmaktan çıkış çabası vardı ama kendini Türkleşmek olarak dayatıyordu. Ortada bir garip oyun dönüyordu. Bu oyun, Doğu Roma'nın haçlılarca işgali sırasında da oynanmış, dönemin Bizans eşrafı da, Latinleşmeyi, haçlıların şerrine sığınarak kurtulma yolu seçmiş, ama sonunda bütün Anadolu'yu ve Ortadoğu'yu kaybetmişti.

şimdi yaşanan da böyle birşeydi. Milletin çoğunluğu bu oyunu görmüş ve sabırla tevekkülle geleceğe yüzünü dönmüştü. İnanılmaz bir eğitim çabasına girdi. Halk boğazından keserek çocuklarını okutuyordu.
Bütün o yangından ve travmadan tek kurtarabildiği, umutlarıydı. Allah'tan ümit kesilmezdi.
Çocuklar, bu umudu, yani geleceği simgeliyordu.
Sonra o çocuklar büyüdü.
Milletin gördüğünü gören başkaları da vardı. Hızla artan ve eğitim alan bir nüfus, ilerde başa bela olabilirdi.
Batı, hakim sınıfların korkularını kışkırtarak iç savaşlar düzeni kurdu. Komünizm gelebilirdi, Şeriat gelebilirdi, Ülke bölünebilirdi, iktidar ellerinden gidebilirdi..Tedbir almak şarttı! Bildikleri tek yöntem vardı: "iti ite kırdırmak." Çocuklarımıza, it, diyorlardı..
Ne çok evladımız kırıldı. Ne yiğitlerimizi kaybettik.
Sağcı'ydılar, "vatan elden gidiyordu, Rusya işgale hazırlanıyordu. Ve komünistler işgalin alt yapısını hazırlıyordu. Hepsi vatan hainiydi."
Solcu'ydular, "Ülke amerikan işgalindeydi. Ve faşistler Amerika'nın para-militer çeteleriydi."
İslamcı'ydılar, "Dar-ül İslam işgal edilmiş, yerine gavur düzenleri kurulmuştu."
Herkes, her zaman olduğu gibi, çok haklı ve inandırıcı sebeplere sahipti! Silahlar birbirine doğrultuldu. Kardeş katli başladı.1965-80 arası beş bin kişi öldü.
Sonra, "kurtarıcılar" geldi. Bütün gençlik budandı. Bir milyondan fazla insan işkence, baskı ve eziyet gördü. Kurtarıcı'ların mazaretleri de çok inandırıcıydı!: "Ülke uçurumun eşiğinden dönmüştü!"
Ardından Kürtler adına konuşan bir örgüt çıktı. Özünde, Kürtleri batılılaştırmaya uğraşıyordu. Bunu şiddetle yaptı. Kürtlerin bir kısmı batılılaştı. Çocuklarının adını Mustafa, Mehmet, Ayşe yerine Xemgin, Baran, Agit koymaya başladı. Bir tarafta Türk adına "ulusun tümlüğü" diliyle konuşan batıcılar, karşı tarafta kürt adına "cvina gel""koma komelin"diye konuşan batıcılar adları memet, ayşe, olan çocuklarımızın katline yol açtılar.. Bu iki yapay dil çatışıyor, kadim dilimiz ise sessizleştiriliyordu.
Batılılaşma, tüm eski saldırılar gibi, bölgedeki halkları bir birine düşman ediyor, yabancılaştırıyor, sıradan sorunları uzlaşmaz çelişkilere dönüştürüyordu. Geleneksel dilimiz buna "gavurlaşmak" diyordu.
Bu kirli çatışmalarda, her zaman olduğu gibi, toplumun en güzel başları budandı.
Genç askerler, yeni subaylar, civan delikanlılar, Doğu'dan, Karadeniz'den, Ege'den, iç Anadolu'dan yoksul halkın bin bir emekle yetiştirdiği memetler, memetler, memetler…
Sonra bir takım adamlar çıktı, çoğu sol görünümlü batılılaşmanın militanlığından devşirilmişti, şimdi sol maskeyi atıp doğrudan batılılığı savunuyorlardı, bunlar güya Kürt sorununu! sahiplenip çözüm istemeye başladılar. Hayatları boyunca hiçbir konuda samimi olmamış, hiçbir zaman bir cesedin başında ağlamamış, bir dostuna borç vermemiş, bu toprakların ağaçlarına, çiçeklerine,dağlarına, köylerine , türkülerine bir kez olsun sempatiyle bakmamış, yapay kişilikler, sorun çözülsün istiyorlardı! Tüm dertleri, ceplerine giren paranın dolaşım kanallarına benzer bir tarzda, beyinlerine giren ezberlerin dolaşıma sokulmasıydı. Meselelerden Kürt kartı, İslam kartı, Alevilik kartı türünden Amerikan aksanıyla bahsedecek kadar soğuk ve yabancı kişilerdi. Kürtlük'ten ekmek yiyen, gavur karşısında adam yerine konan bir takım batılılaşmış kürdü de vitrine koyarak işgalin programına uygun ince ayar siyasetleri empoze ediyorlardı.
Bunların karşısına ise simetrileri çıkmıştı. Beyaz Türk faşizmi…Bunlarda, ne Türklük ne de Kürtlük derdi olmayan, ama sahip oldukları hegamonya'ya Türklük diyen ve özünde batılıların anladığı manadaki Türk'ün düşmanı olan bir başka batılılaşmışlıktı. Ortada ne sahici/tabii Türk ne de sahici/tabii Kürt yoktu. Onlar savaşta, vergi, hastane ve fatura kuyruğunda görülen bir garip topluluktu. Ne bir birlerinin soyunu ne de düşüncesini merak etmezlerdi. Onlar hala çocuklarını okutup kendilerine,vatana,millete hayırlı birer evlat olması için didinirlerdi. Kin ve düşmanlık, sadece gavura duyulurdu.
Türk adına konuşanların çoğu Türk değildi. Kürt adına konuşanların çoğu aslında Kürtlük değil, aşiretçi geleneğin kan davası kültüne dayalı bir hegemonya peşindeydiler. İşgalci'yle işbirliği yapıp, düşmanlaştırdıkları egemenlerden küçük bir iktidar alanı koparmak tek dertleriydi.

Tıpkı Atatürk adına konuşanların çoğunun Mason, Batıcı, Gayr-ı milli unsurlar olması gibi, din adına konuşanların bir kısmının sonradan en dindar düşmanı "Beyaz Müslüman" haline gelmeleri gibi..Alevilik adına konuşanların çoğunun Alevilik'in A'sını bile bilmemeleri gibi.. Toplum, bir şeyler adına konuşanların kendi aralarında sürdürdükleri aşiret kavgalarının kuşatması altına alınmıştı. Batılılaşma doğal sonucunu üretmişti.
İspanyol işgalci Cortes, Meksika'ya 500 askerle çıkmış, ama rakip kabileleri kullanarak Meksika'ya egemen olmuştu. Sonra tüm kabileler Cortes'in askeri oldu.
İngilizler Hindistan'a girmeden, nifaklarını göndermişlerdi, kastları, kabileleri, dinleri, mezhepleri bir birine düşürdüler.Sonra birkaç gemi dolusu İngiliz asker Hind kıyılarına yanaştığın da, düzen ve istikrar için Hind soyluları onları yalvar yakar davet ediyorlardı.

Şimdi, I.Dünya Savaşı'ndan sonra dondurulmuş ne kadar yöntem, taktik, araç varsa devrede. Irak, birden Şiiler, Sünniler, Kürtler oldu. İstanbul ve Diyarbakır Türk ve Kürt olarak ayrıştırılmaya çalışılıyor. İnsanlar zihinlerinde Türk ve Kürt kavramlarını ayrıştırmaya, sonra birbirinin karşıtı olarak kullanmaya aşina hale getirildi.
Ne zaman geçmişte olmayan ve olmadığı için sorun olmayan bir şey gündeme gelse, fitne başlıyordu. Milliyetçilik geçmişimizde yoktu, etnik ifadelerle konuşmak yoktu, zenginlikle, varlıkla övünmek yoktu, yokluğu ve yoksulluğu aşağılamak ve fukaralıktan utanmak yoktu, Frenkler'e aşağıdan bakmak hele onların kapısında adalet dilenmek yoktu. Şimdi sadece bunlar var..
Niğbolu'nun intikamı alınıyordu.
Aklımıza gelmeyen elimize tutuşturuluyordu. Elimizden gelmeyen aklımıza sokuşturuluyordu. Milyonlarca insan bu fitneye karşı konuşuyor ama tüm mikrofonlar sadece uçlara uzatılıyordu. En sivri, en kışkırtıcı, en gavur olanlar, taraf göründükleri adına biteviye konuşuyor, konuşuyor, konuşuyordu. Yıllarca topluma sadece bunlar dinletildi. En itici dinciler, en ırkçı Türkçü'ler, en gavur Kürtçü'ler, en mason Atatürkçü'ler… Sağduyu ve aklı temsil eden organik aydınlar ise sukut orucundaydılar.
Rusya'daki perestroyka sırasında çekilen "Rus Evi" isimli bir filmde, değişimi savunan bir aydın, "Rusya'nın değişmesi için aydınlar ülkelerine ihanet etmeli!" diyordu. Değişmek için..daha iyi bir düzen adına, ihanet..Formül, son 20 yıldır budur. Bu formül gereğince, eskiden de şimdi de batılıların has adamları olan statüko sahipleri, aniden kötü adamlar oluverdiler! Güya dünya değişiyordu, "küreselleşiyorduk" ve bu eski efendileri değiştirmenin vakti gelmişti. Bunlar da direnişe başladılar. Meğer son derece ulusalcı, keskin bağımsızlıkçı, "ulusun tümlüğü"nden taviz vermez adamlarmış!..anlamamıştık. Bütün dertleri, batılılara, anahtarı neden bizden alıp ta "aşağıdan gelen sonradan görmelere verdiniz" demekten ibaretti. Devletimiz'in kurumlarını bir savunma mevzisi haline getirip, "başörtülüleri" oralara sokmamak şeklinde "şanlı bir direniş" başlattılar. "Ulusun tümlüğü" şimdilik emin ellerdeydi!
İlk başörtüsü yasakları sırasında sürekli o zamanki ABD savunma anlaşmaları serisi olan SEİA'nın uzatılması gibi, şimdi de, memleketin tüm malvarlığı satlığa çıkarılmış, İstanbul marka yapılıp kumardan gay turizmine istihbarat örgütlerinin antreman sahasından mafyaya kadar her tür melanetin başkenti yapılmış, ulusun can ve mal güvenliği ortadan kalkmış, bin bir çeşit iç ve dış entrika, ayakoyunu devlete egemen olmuş, insanların canları hiçe sayılarak sokağa salınmış, haramzadelik meşrulaşmış, yoksulluk ayyuka çıkmışken, "ulusun tümlüğü" ha!..

O ulus ne büyük bir ulus ki, hala kız alıp verir birbiriyle, hala ayaklanıp yağmalamaz o sırça sarayları, hala çocuğuna bir iş bulmanın, evine bir ekmek götürmenin derdindedir. Çalabildiği hala bir sigara parasıdır..Dövebildiği eşi ya da çocuklarıdır. Sövebildiği hala yabancı güçlerdir. O ulusun arpacık hizasına hala o statüko sahipleri, o adına konuşanlar, o gavur kayırıcılar gelmemiştir.
Bu millet, uysallığıyla dahi bildiğini yapar. Bildiği, o kazanılması gereken gelecektir. Buralara topları, kinleri, ayak oyunları ve ölümleriyle gelenlere dersini verecek o büyük hesaplaşmaya yatırım yapmaktır. Bunun kibar ifadesi, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmaktır. Özgür ve aydınlık bir gelecektir. İslam imparatorluğu'dur. Büyük Turan birliğidir. Enternasyonalist dayanışmadırBunların hepsi, o büyük gelecek özleminin farklı ifadeleridir.
Dünyanın hiç bir ülkesinde gelecek tasavvurları bu manada kullanılmaz. Bu topraklar, 'mana'şifreli ifade etmenin ve çok katmanlı tasarlamanın da yurdudur. Buralarda biz, minibüslerde sadece, 'inecek var' deriz. Kimin, ne zaman, nerde ineceğini herkes anlar. Bu, milletin en derindeki ortak mana dilidir. Ne olursa olsun, işte bu ortak mana ve dil sağlam kaldığı sürece, kaygılanacak bir şey yoktur.
Evet, Birinci Dünya Savaşı, dondurulduğu andan tekrar çözüldü. 'Gençliğe Hitabe'de bahsedilen koşulların benzeri yaşanıyor. Ama, bu sadece bir görüntüdür. Bu millet henüz konuşmaya başlamamıştır.
Daha fazla gelin ey barbarlar, biz bunlara alışkınız, bilmiyorsunuz. Buralar dokuz bin yıllık uygarlık yurdudur. Biz Babil'de insanlığın ortak kulesini, Mekke'de insanlığın ortak evi'ni, Kudüs'te insanlığın ortak mabedini ve Mısır'da zalimlerin ortak mezarlarını dikerken, sizin henüz kuyruğunuz bile düşmemişti.
Evet, yüz yıldır bizden fazla alet ürettiniz. Bizden daha iyi yaşadınız. İnsanlıktan çaldıklarınızla ilk defa insanlığı da ilgilendiren birşeyler ürettiniz.
Ama, bütün tarihiniz boyunca olduğu gibi, bu bizim gafletimiz nedeniyle ve sizin fırsatçılığınız ve açgözlülüğünüz sayesinde gerçekleşti. Ve bu maceranız en fazla iki yüz yıl sürdü. Şimdi, film henüz yeni başlıyor
Söz, artık, Biz'de..

ahmetozcan1@yahoo.com / www.haber10.com sitesinden alıntıdır..

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Saygılar, sevgiler..

Yoksulkul 2009      www.yoksulkul.com

İletişim için : yoksulkul@gmail.com


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: