29 Ocak 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) "ibadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi, dar-ı saadette ebedi bir gençliktir." esselamünaleyküm hayırlı cumalar gönül dostlarım dua ile Fiemanillah





 

 

 

 

 'O Çaycı'yı Arıyorum


İHTİDA ÖYKÜLERİ arasında dolaşırken, San Fransisco'da yayınlanan The Islamic Bulletin adlı dergide neşredilmiş bir söyleşiyle de karşılaştım. Söyleşi, California'da oturan ve 1991 yılında İslâm'ı seçip İsmail ismini alan bir Amerikalı ile idi. Çok manidar notlar içeren bu söyleşinin tamamını aktaracak değilim. İsmail Goodwin isimli, şu an aşağı-yukarı elli yaşında olan bu mü'min kardeşimizin Körfez Savaşı hengâmında ABD'nin niye Orta Doğuda böyle bir işe giriştiğini anlama saiki ile Orta Doğuya dair on kitabı, ardından bu kitaplarda kendilerine atıfta bulunulan doğrudan İslâm'la ilgili birçok kitabı okumasından, sonra da direkt Müslümanlarca yazılmış İslâmî eserleri okuyup San Fransisco'daki bir İslâm merkezine gidip bazı Müslümanlarla tanışıp görüşmesinden sonra gerçekleştiğini belirtmekle yetinelim.

Burada sözkonusu etmek istediğim husus, İsmail Goodwin ağabeyimizin başından geçen ve "Lisan-ı hal, lisan-ı kâlden üstündür" sırrını belgeleyen bir hadise. Kendisi, söyleşi içinde şahsına yöneltilen, "Şimdi, bir Müslüman olarak, Müslümanlara dair izlenimleriniz neler?" sorusuna cevaben, gezip görmek amacıyla geldiği İstanbul'da yaşadığı bir hadiseyi anlatıyor.

Hadise şöyle:

İstanbul sokakları arasında, anlaşıldığı kadarıyla Beyazıt ile Eminönü arasındaki bir muhitte yokuş aşağı yürürken, ezan okunmaya başlıyor. Bunun üzerine, namazı hemencecik kılmak üzere, gördüğü bir camiye giriyor. Ki, küçük bir cami bu. Caminin şadırvanında abdestini alıyor ve cemaatle birlikte namazını kılıyor.

Namazın bitiminde, cemaatin, halinden tipinden Amerikalı, yahut en azından Batılı olduğunu tahmin ettikleri bir insanın kendileriyle birlikte namaz kılıyor oluşunu bir derece taaccüple karşıladıklarını hissediyor olmalı ki, içlerinden kimsenin İngilizce bilmediği cemaate, "I am İsmail. I came from America" gibi kısa ifadelerle, Amerikalı olduğunu, adının İsmail olduğunu, yani İslâm'ı seçmiş biri olduğunu filan anlatmaya çalışıyor. Ne dediğini çözmeye çalışan cemaatin efradından biri, hiç İngilizce bilmemekle birlikte, İsmail Goodwin ağabeyimizin ne dediğini, kim olduğunu tahminen anlıyor ve çaya İngilizce "Tea" dendiğini dahi bilmeyen bir Türk mü'min olarak, hemen Türkçe "Çay!" diyor ve ona omuzunu atıp çay içmeye çağırıyor. Birbirinin dillerini bilmeyen, ama camide beraberce aynı Rabbe ibadet eden iki kişi olarak, kalabalık ve dar sokaklarda kolkola yürüyor ve en sonunda bir işhanının giriş katındaki bir çayhanede bu yürüyüşü noktalıyorlar. "Dilini hiç bilmediğim tam bir yabancıyla, yabancı bir ülkede, aşina olmadığım similar arasında kolkola yürüdüm" diyor İsmail Goodwin. Çayhaneye geldiklerinde, "Çay!" hitabı ile "tea" içmeye davet edildiğini, kendisini oraya davet edenin ise bu küçük çayhaneyi işleten bir mü'min olduğunu öğreniyor ve sonrasında, birbirinin dillerini bilmeyen iki insan olmakla birlikte, beraber namaz kıldıklarının şuuruyla, hal diliyle, jest ve mimiklerle ve de çay ikramıyla anlaşıyorlar! İsmail Goodwin ağabeyimiz, sözü edilen çaycı ağabeyimiz onu camiden alıp götürürken, hiç mi hiç bu adam beni nereye götürüyor türünden endişe yaşamadığını da ekliyor ve aynı dili konuşmasalar bile aynı Rabbe ibadet ettiklerini bilen iki insan olarak yaşadıkları bu olaydan bahisle, "İşte" diyor, "İslâm'ın güzelliği! Müslümanların yekdiğerine karşı hissiyatı, bu güzelliği yansıtıyor." Ve ardından, "Müslümanlara dair izlenimlerim çok olumlu" diyor. "Elbette mükemmel değiliz, ama genel olarak konuşmak gerekirse, ortalama bir insanın sergilediği ahlâk ve edeb standardının üstündeyiz. İstisnalar elbette var, ama bu kaideyi bozmaz" diyor.

Şahsen, yakınımda, çok yakınımda bulunan bu çaycının kim olduğunu, çayhanesinin hangi handa bulunduğunu merak ediyorum. Bu çaycının, imandan gelen ihsan, ikram, uhuvvet gibi duyguların eşliğinde sergilediği davranışın, dünyanın öbür ucundaki, dilini dahi bilmediği bir insanın kalbinde yol açtığı tesirin farkında olup olmadığını da merak ediyorum. Bir mü'min olarak hasbeten lillah sergilediği bu davranışın, İsmail Goodwin adlı dilini bilmediği mü'min kardeşi tarafından önce bir dergiye, ardından internet üzerinden dünyanın her tarafından ulaşabilen herkese aktarılarak 'cihanşümûl' bir keyfiyet kazandığını biliyor olduğunu ise, sanmıyorum.

Ama, vâkıa bu işte. "Çay"ın İngilizce "tea" dendiğini dahi bilmeyen, yani eğitim-öğretim olarak belki ilkokul düzeyinde bulunan bir çaycının, imanın gerektirdiği kerem, ihsan, kardeşlik, tebessüm, yumuşak huyluluk gibi hasletlerle hallenmesi sayesinde, 'hal diliyle' anlattığı o kadar güzel birşey var ki ortada; eminim, çok iyi İngilizce bilen biri olarak, lâkin donuk, ruhsuz ve bilgiç bir edayla İslâm'da kardeşlik, ihsan, hoşgörü falan filandan İsmail Goodwin'e söz edecek olsa, bu kadar iz bırakmazdı.

Bu bakımdan, 'hal dili'nin öneminin kesinkes farkında olmak; gerçekten, mü'min olmanın gerektirdiği güzel haller ile hallenmek gerekiyor. Görülüyor ki, bu güzel haller ile hallenen bir mü'min, çok iyi dil bilen bir insanın beceremediğini, hal diliyle beceriyor.

Öyleyse, gelin, imanın gerektirdiği hallerle hallenelim; ve imana yakışmayan, fıtraten de sevilmeyen halleri sürgün edelim dünyamızdan...

 

 




BEN BÖYLE OLMALIYDIM
Tan ağarışında beliren bir gün olmalıydım.
Nefsimin karanlıklarını, irfan güneşleri aydınlatmalıydı.
Sevdalıların buluştuğu gece gibi olmalıydım.
Rahmet kapılarının tül suretine büründüğü anları, Tehedccüdle karşılamalıydım.
Hasretin yoldaşı, bir damla gözyaşı olmalıydım.
Günahların arındırıcılığıyla, samimiyetin nişanesi olan, tövbe çiçeğinin abı hayatı olarak anılmalıydım.
Zikirle kuşanmış bir ağaç olmalıydım.
En sert rüzgârlarda, Rahmani bir dokunuşun tevekkülüyle rukuya kapanmalıydım.
Hırçınlığın ve duygusallığın yoğrulduğu bir deniz olmalıydım.
En hırçın hallerimde dalga suretinde, beyaz örtümü başıma alıp secdede bulmalıydım kendimi.
Sakin zamanlarımda açmalıydım, bilinmeyen dünyamın kapılarını ardına kadar sevdalılara.
Gecenin karanlığında dolaşan bir yıldız olmalıydım.
İki sevdalı yüreğin dileğine vesile olmak için ayrılmalıydım semadan.
Çilekeş bir bülbül olmalıydım.
Güle sevdamı, hasret melodilerinin notalarıyla süsleyip, göndermeliydim iklimine.
Susuzluğun bürüdüğü bir çöl olmalıydım.
Vaha arar gibi ilim aramalıydım her kum tanesinin altında.
Rahmetin gölgesinde esen bir rüzgâr olmalıydım.
Savurmalıydım gafleti ve ihlâs tohumlarının ekmeliydim doğudan batıya.
Hüznün gözbebeği sonbahar olmalıydım.
Yüreklerdeki hüznü kuşanıp, benliğimi sararan yapraklarla hak dostlarının ayaklarına sermeliydim.
Meleklerin kucakladığı kara kış olmalıydım.
Beyaza bürünmüş teseddürümün içinden, gönlümün en derinliklerinde yetiştirdiğim, dua kardelenlerimi kardeşlerime sunmalıydım.
Yeni doğuşun sahnelendiği Nev bahar olmalıydım.
Umut güllerimi cemreleriyle uyanışıma vesile olanın kapısına bırakmalıydım.
Arınışın simgesi yağmur olmalıydım.
Sağanak sağanak yağmalıydım, tebliğden bir haber kalmış kurak toprakların üstüne.
Gidiş ve dönüşlerin ortak mekânı bir liman olmalıydım.
Gidenlerin ardın sıra sallanan özlem mendillerini kucağıma bıraktığı,
Bekleyenlerin ufuklarda görünenle birlikte, ilk gözyaşlarını yüreğime akıtıldığı bir yer olmalıydım.
Açılmaz denilen kapıların kilidi olan umut olmalıydım.
Çaresizliğin sancılarına boyun bükenlerin, zulüm kulplarını ellerimle kırmalıydım.
Uğruna cefalar çekilen sevda olmalıydım.
Sevdalıların kalplerini, sevgiliye varınca tebessümle okşamalıydım.
Kavurucu bir ateş olmalıydım.
İbrahim'i yüreğime saldıklarında, gül bahçesi olarak karşılamalıydım Allah dostunu.
Kör kuyu olmalıydım.
Kardeşlerinin terk ettiği Yusuf'u, Mısır'a emanet etmeden, gönlümün sultanı yapmalıydım.
Dağların en yücesi Tur dağı olmalıydım.
Musa'nın Rahmana yakarışına şahit olmalıydım.
Nuh'un gemisi olmalıydım.
Peygamberlerin ve halifelerin adlarıyla ayrılmalıydım inkârın kol gezdiği topraklardan,
Yol almalıydım Rahmanın şefkatiyle inancın hükmettiği ummanlara.
Bir küçük bulut olmalıydım.
Hak Habib'inin yanı başından ayrılmayıp, Onun emirlerine köle olan
Abı hayat olmalıydım.
Cehalet bataklıklarını kurutup, inanç nilüferleri yetiştirmek adına.
Şafak olmalıydım.
Sevgiliyle vuslata gün saydığım ve geçen güne bir çizik attığım.
Seher olmalıydım.
Uzakların kızıllığına müptela gözlerlerimi sana sunmalıydım.
Kâinat olmalıydım. Tüm zerrelerim âdetince YA RAHMAN seni anmalıydım.

Rabbim bahşetti bu garip sineye, bizde emanet ediyoruz, Hak sevdasıyla yanan birçok sineye. Selam ve dua ile…

Ilknur Doğanay



 BABA VE OĞUL


 

 

80'ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen -45 yaşında ve saygın bir işi olan- oğlu salonda oturuyorlardı.

Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti.


O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu.
Yaşlı baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu:

'Bu ne oğlum?'

Oğlu şaşkın, cevapladı:

'o bir karga baba.'

Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu:

'Bu ne oğlum?'

Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı:

'Baba, o bir karga'

Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor,
sonra başını yine onlara çeviriyordu.

Yaşlı baba üçüncü defa sordu:

'Bu ne?'

Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü:

'O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?'

Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti:

'Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum
ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?'


Babası -yüzünde hâlâ bir gülümseme- yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü.

Bu bir hâtıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümseye devam
ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi.

'Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanıbaşımızdaki pencerenin pervazına
bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak,
onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi
sevgiyle doldurdu.'


'Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza iyi davranmanızı kesin
olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına
ulaşırsa, sakın onlara 'öf' bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.'

(İsra Süresi, 23. Ayet)
 


 

...Allah derim baska hiç bir sey demem...

 


Sahip olduklarınızın sizin olduğunu düşünüyorsanız muhtaçsınız demektir.
Varlık içinde yokluğu görmemişseniz, yoksulsunuz demektir.
Cesaret,Allah'tan korkmaktır; korkmuyorsanız korkaksınız demektir.

Kelimeler kalbinde hikmetler taşır, hikmeti görmüyorsanız cahilsiniz demektir.

İnfak etmek, azametle bilinir;vermeye güç yetirirken veremiyorsanız âcizsiniz demektir.

Ama bir ömrün kavşağında durup geçmişe set çekebiliyorsanız cesursunuz demektir.

Sebeplerin ardındaki sebebi, her şeyin üstündeki müsebbibi arıyorsanız ârifsiniz demektir.

Vazgeçilmez olan için kendinizden bile vazgeçtiğinizde hazırsınız demektir. Ve bir gün her şeyiniz hiçbir şey olduğunda,gemileri yakmak için imkansızı düşlerken...


ALLAH SİZE YETER...
Doğumla ölüm arasında, gecenin karanlığında, bir şafak aydınlığında,

dört mevsim yedi iklimde...


ALLAH BİZE YETER ...
İhtiyacı yaratan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, lütfeden, ihsân eden

ALLAH BİZE YETER...
Kimsesiz kaldığımızda, mutluluğumuz alındığında ellerimizden,yalnız bırakıldığımızda, suçlandığımızda, kınandığımızda; bir seccadenin şefkatinde dualar kalbimize deyip geçerken, dil ile ikrar edilen kalp ile tasdik olunduğunda...


ALLAH BİZE YETER...
Kalbimiz ağrıdığında, dilimiz dolandığında, omuzlarımızın üzerinizdeki yükün altında ezilirken; sevilmediğimizde,anılmadığımızda ...

Yorulduğumuz zaman, direnmekten vazgeçmeyi düşündüğümüzde,hata ettiğimizde günahın pişmanlığıyla tükenirken...

Velhasıl yandığımız zaman zulmetin alevinde,ateşi serin ve selametli kılan

ALLAH BİZE YETER...
Duanın gücünü anlayıp yalnız O'ndan istediğimizde, O'na güvendiğimizde, O'ndan başka hiçbir şeyimiz kalmadığında...


ALLAH BİZE YETER...
O, ne güzel bir vekil,ne güzel bir dost, ne güzel bir yardımcıdır.
"Ey Rabbimiz, Bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır..."


 


Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.

Yeni nesil Windows Live Services'ı ücretsiz edinin. Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: