20 Ağustos 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) Allah İmân edenlerin dostu ve yardımcısıdır; onları inkâr karanlıklarından kurtarıp hidâyet nuruna kavuşturur. (Bakara sur. 257.) Hayırlı Ramazanlar ve cumalar baki selam ve dua ile Gönül dostlarım...





 Cevşenü'l Kebir'den Bir Dua...

1. Ey nurların nuru,

2. Ey nurları nurlandıran,

3. Ey nurlara suret ve şekil veren,

4. Ey nurları yaratan,

5. Ey nurları takdir eden,

6. Ey nurları idare eden,

7. Ey bütün nurlardan evvel olan Nur,

8. Ey bütün nurlardan sonra da var olan nur,

9. Ey bütün nurların üstünde olan nur,

10. Ey hiçbir nurun kendisine benzemediği nur,


Sen bütün kusur ve noksan sıfatlardan münezzehsin, Senden baska İlah yok ki bize imdat etsin. Emân ver bize, emân diliyoruz. Bizi Cehennemden kurtar.

 

------------------------------------------------------------------------------------------------

 Ramazan Bayramdır

 flyer_ramadan_mubarak.jpg Ramadan mubarak image by khadijinha

HOŞ GELDİN ey mübarek Ramazan. Hoş geldin ey ayların sultanı, gönlümüzün sultanı hoş geldin. Daha hoş geldin bile demeden, bir de baktık ki geçip gitmektesin. Tut elimizden, kaldır düştüğümüz yerden. Sarıp, sardır yaralarımızı. Ümitler sendedir… Dilerim, bizlerden hoşnut ve memnun gidiyorsundur. Rabbimin yüce katına dua ve dileklerimizi de götürmeyi unutma. Her halimiz O'nun malûmu ama senden de lehimizde bir şahitlik bekliyoruz. "Kulların Seni seviyor Allah'ım. Emirlerini dinliyorlar, bana da saygı gösteriyorlar." demeni istiyoruz. Üzerimizde zerrece bir hakkın kalmasın, ne olur helâl et. Hoş geldin, bir yıldır beklediğimiz, aylardır gün gün yolunu gözlediğimiz… Merhaba, ey bin yıldır gözlediğimiz, bin aydan hayırlı olan ay. Merhaba, gecelerin nuruna ve incisine. İçinde gizli Kadir gecesine, merhaba… Orucuna, ezanına, bu ayda inen Kur'an'ına, iftarına, sahuruna, hepsine merhaba… İnsanı yoğurup, yeniden insan eden o gizemli haline de merhaba. Seninle tekrar doğuşumuza merhaba… Merhaba derken, şimdi elvedalara döndü dilimiz. Merhabayla elveda bir arada. Ey şehri rahmet, ey şehri gufran elveda. Sayılı günler çabuk geçermiş meğer. Göz açıp kapayıncaya kadar, geçip gittin bile. Bari son günlerini doya doya yaşayalım. Hiç olmazsa bu demlerin, kadrini kıymetini bilenlerden olalım. Şimdi sırası gelmişken, şunu da hatırlayalım. Hani bir vakit ki, sevgili Peygamberimize ümmetinin ömrü gösterilmişti, bunu kısa bulup üzülmüştü. Ümmetinin sevap kazanmakta diğer ümmetlere yetişemeyeceğinden endişe etmişti. Bunun üzerine de Rabbimiz O'na, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini vermişti. İşte o günlerin eşiğindeyiz. Yüce kitabımızın, Kur'an'ımızın indirildiği, şerefli bir gecenin içindeyiz. Tan yeri ağarıncaya dek bağışlanma ve affın devam ettiği sonsuz ve sayısız rahmetin bolca yağdığı kudsi bir gecedeyiz. Rabbim, güzel Allah'ım. Ömrümde bir defa olsun, Kadir gecesinin sırrına ermişlerden ve bu gecede tüm günahları affedilmişlerden eyle bizi… Hep böyle oluyor, güzel günler çabuk geçiyor. Olsun, biz seni hiç unutmayacağız. Dünyamıza binbir güzellikler kattın, birbirinden değerli alışkanlıklar kazandırdın. İçimizde gizli, soylu davranışları keşfedip, çıkardın. Bunları yaşamamızı istedin bizden, hayatımıza uygulamamızı bekledin. Biz de öyle elimizden geldiğince çalıştık, çabaladık. Senin gibi bir yol göstericiye sahip olduğumuz için, ne mutlu bize. Hastalar, ihtiyarlar, gençler, çocuklar, nice farklı yaşlar ve gruplar üzerinde, kendine özgü bir cazibeye sahipsin. Gelişinle sevindiriyorsun, hak ettiğin saygıyı da görüyorsun. Ne muhteşem bir aysın. İçimizde hayranlık uyandırıyorsun. Neden mi? Hayatıyla ilgili sayısız dertleri, problemleri olanları, her türlü hayali yıkılmış hatta onları çoktan ruhunun derinliklerine gömmüş insanları bile ne yapıp ediyor, bir yerinden tutup kaldırıyorsun. Kendine dost ve yakın ediyorsun. Rahmetinle kuşattın, kendine has bir yücelik ve güzellik anlayışını kısa bir zamanda kalplerimizde hâkim kıldın. Bu inanılmaz ve olağanüstü bir şeydi. Bunun için seni hep sevgiyle hatırlayacağız, unutmayacağız. Güle güle git. Güle güle… Varsın ağlasın midemiz, sen ruhlarımızı güldürdün ya o yeter. Şeytana ve nefsimize oyuncak olmaktan kurtardın hepimizi. Allah'a inanıp emirlerine uymanın güzelliğini, kul olmanın o erişilmez enginliğini, sevincini seninle tattık. Gelmeseydin, olmasaydın dünyamız neler kaybederdi kim bilir. Kaç hayat sönüp gizlenirdi, kaç hayat kim bilir. Bırakın düşünmeyi bunun hayali bile ürkütüyor. Geçip giden her saatinde yeni bir ömür, yeni bir hayat gizli. Saniyelerin bile elmastan, altından daha kıymetli. Her biri hazineler değerinde sayısız hediyelerle geldin bize. Sonsuz imkânlar sundun bakıp da perişan halimize. Allah'ım, kadir kıymet bilen kullarından eyle bizi. Eksiğimizle, kusurumuzla, hatamızla, sevabımızla, kulluğumuzdan razı ol. Sana yönelişimizden, Sana yaptığımız ibadetlerden, Seni isteyişimizden razı ol. Başkasından değil Senden isteyişimizden razı ol. Orucumuzdan, namazımızdan, zekâtımızdan fitremizden, sadakamızdan, haccımızdan, umremizden, ömrümüzden, hayatımızdan razı ol. Bizi, bayrama da ulaştır. Bizi ahirete, cennete de ulaştır. Cemalini görmeye, rızana da ulaştır. Cehennem ateşinden de koru. Bize mağfiret et, bize merhamet et, bizi affet. Amin… Gelişinde bir değil, binler rahmet vardı. Zaman içinde özel bir zamanın, mekân içinde özel bir mekânın vardı senin. Yerin bir başkaydı gözümüzde, gönlümüzde. Seninle coştu yüreklerimiz. Sebepsiz yere ağlamalarımız çoğaldı. Rabbimizin affına sığındık bu gözyaşlarımızla. Çocuklaştık adeta. Şimdi kaybettiği anneciğine tekrar kavuşan bir yavrunun huzuru ve sıcaklığı var içimizde. Allah'ım ne güzel bir aydır ramazanın. Ve bu ayın sonunda sunduğun armağanın, bayramın ne güzel. Zaten ramazan da bir bayram değil mi? Tam da bittik, tükendik dediğimiz bir anda yetişiyorsun hep. Tekrar kurup, tekrar ayarlıyorsun ruhumuzun zembereklerini iyilere, güzelliklere doğru. Rabbimizin rahmetine yaklaştırıyorsun adım adım bizi. Ne kadar da muhtaçtık, ne kadar da acıkmıştık sana ey Ramazan, ey mübarek ay. Hiç doyamadık sana, hiç kanamadık. Yemeklere doyduk, sulara kandık, ama sana bir türlü doyamadık, sana hiç kanamadık. Allah'ım, bir mübarek ay ile, rahmetinle kuşattın, nurunla aydınlattın her yanımızı. Günler, geceler bir başka güzeldi. Geceler, iftarlar ve sahurlar ile renklendi, ahenklendi. Verdiğin nimetleri özlemeye, açlığa niyet etmeye, acıkıp, el süremeyip emir dinlemeye hasrettik. Şükür ki hasretimiz bitti, dindirdin. Emir dinlemeyi öğrettin bir ay boyunca. Her nimetin kadar açlık da güzel bir nimetmiş. Sen istediğin, sen emrettiğin için aç kalmak da yemek kadar güzelmiş. Vücudumuzdaki her bir organın emanet olduğunu, seninle daha iyi anladık. Göz, harama bakmaktan, dil, yalan yanlış konuşmaktan, kulak, çirkin sözleri işitmekten uzak kaldı, Sen emrettiğin, sen istediğin için. Ya Rab! Kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et. Emanetini almak zamanına kadar bizi emanetinde emin kıl. Amin. Sabrı, tevekkülü, iktisadı, kanaati ve daha nice unuttuğumuz pırlanta misal sayısız nimetleri hatırlamamıza vesile oldun. Hiçbir topluluğun yaşadığı güne, aya, benzemiyorsun sen. Zaman üstü bir zaman, mekân üstü bir mekânsın şu garip dünyada. Kökü, ta cennete kadar uzanmış kokular var sende. Dal budak salmış, sayısız uhrevi meyveler var orucunda, ibadetlerinde. Her saniyende sayısız hediyelerinin var olduğunu ruhum hissediyor. Işık ışık rahmetin nur olup yağıyor üstümüze. Allah'ım, ruhlarımız Seni Rab bilmişti. 'Kalu bela' deyip tanımıştı ta ötelerde. Ama dünya gurbetine düştü düşeli verdiği bu sözü unuttu. O âlemden, ötelerden bir iz, bir işaret bekleyip durdu. Belli, o günleri özlüyordu. Ruhlarımız, o anların hasretiyle yanıyordu. Ey Ramazan, Rahman'ın bir bayramısın sen ruhlarımıza. Şükür ki; geldin, yetiştin imdadımıza. Dillerimiz sevgili Peygamberimizin adıyla dolu. Ona rahmet ve salâvatlar ile dopdolu. Şimdi bu demde kalbim; Sana doğru ey Rabbim, tam bir yöneliş halinde. Geldiğin zaman işte böyle sevindirdin bayram neşesi yaşattın hepimize. Allah'ım, elimizden tuttuğun ve rahmetinle yar olduğun hangi an yok ki? Biz aciz ve biçare kullarını sevmediğin hangi zaman yok ki. Senden başka, bize kim daha şefkatli, Senden gayrı bizi Senin gibi seven kim var ki? Kim olabilir ki? Şükür ki varsın. Ancak Senin dilemenle, yaratmanla varım. Bu dünyada Sensin benim biricik yârim. Halimi, duamı, dileğimi arzedecek Senden başka kimseciğim de yok. Bir Sen biliyorsun beni ve ben gibi biçareleri. Sonsuz rahmetin ve şefkatin hep ümidimiz oldu. İçimiz hep sevginle doluydu. Bitmeyecek sandığımız karanlık geceler, nice sıkıntılı anlar derdimize deva olan şifalarınla, ruhumuza rahmet sunan şefkatinle sona erdi. Sonsuza dek devam edecek bu rahmetin, hiç bitmeyecek bu nimetlerin. Bunun işaretini de veriyorsun Allah'ım, müjdelerini de gönderiyorsun. Kalbim bu mesajı alıyor. Bazen bir gülle ya da bir günle. Bazen ayla ya da yıldızla, bazen mübarek ayın Ramazanla, oruçla… Bazen de bir sesle, bir nefesle, sevgili Peygamberinle, doyumsuz müjdeyi veriyorsun: "Bu dünyada misafirimsiniz" diyorsun, "gözlerinizin görmediği, hayal bile edemeyeceğiniz daha nice nimetleri cennetimde size ebediyen sunacağım. Ne istediyseniz her şeyi size eksiksiz vereceğim " müjdesini duyuyorum, alıyorum. Bu yıl bir bayram gibi geldi ramazan. Zaten ramazan da bir bayram değil mi? Bu mübarek ayda, günahları boyunu aşmış ve taşmış nice kullarını rahmet ve gufranına boğuyorsun, affediyorsun. Rahmet kapıların ardına kadar açık. Sen rahmeti gadabını geçmiş bir Rahmansın. Sen Haksın, Sen Sübhansın… Sen Bizi affettiğin gibi, bize de affetmeyi sevdir. Kendini beğenmişlikten kurtar. Şeytanın her türlü hile ve aldatmasından, günahlara ve isyana sürükleyen zararlarından Sana sığınıyoruz. Bizi ahir zamanın fitnelerinden koru Allah'ım. Kabrin ve ahiretin şerrinden koru, cehennem azabından koru Allah'ım. Ey mübarek ay! Ruhlarımızın tam ihtiyaç duyduğu bir anda geldin, bir bayram coşkusu yaşattın bize. Kalkın dedin kalkmaya çalıştık sahurlarında elhamdülillah. Tutun dedin orucuna tutunduk, tutmaya çalıştık çok şükür. Dualarımız daha içten, nimetlerine özlem daha da anlamlı şimdi. Şeytan derdine yansın. Senin emrinle, tutsak, bir köşede bağlı bekliyor. Rahmetinden uzak mı uzak. Kıvranıyor kıskançlık ateşiyle, neler kaybettiğini her yıl görüyor, kahroluyor. Hasedinden çatlayacak neredeyse. O eriyip bittikçe nefsimiz de onun pençesinden kendini kurtarıyor, temizleniyor. Ramazanla imanımızın kıymetini anladık. Ne şerefli bir yücelikmiş bu, kulluğumuzun saltanatını sürdük. Emrine boyun eğmekle ve Sana doğru yönelmekle alçalıyor nefsimiz, gururumuz kırılıyor. Her insana, her nefse zor gelen bir ibadettir oruç. Ama ey Ramazan, sen geldin mi en azgın nefisleri bile dizginleyip, hayatımızı Rabbimin rahmetiyle süslüyorsun. Ramazan bayramdır, şimdi bu bayramı yaşıyoruz. Kalbimdeki imanın verdiği güç ve duyarlılık, nefsimi de razı etmiş, onun da boynunu bükmüş durumda. Bir güzellik daha var bu ayın sonunda, o da bekliyor bizleri. En az bu ay kadar güzel bir sonu, bir finali var, bir bayramı var bu ayın. Son bir defa daha sonsuz nimetlerini lûtfettiğin bir bayram var, bir şölen daha var. Gerçi Ramazanın her günü, her anı ayrı bir bayram. Ama bu bir başka. Bayram içre bir bayram var asıl bayramdan önce. O da, bin aydan daha hayırlı diye buyurduğun kadir gecesidir. Kıymetini bilelim diye, Kadrini bilelim diye mi Kadir gecesi koydun adını? 83 yıla denk bir ömrün bütün güzelliğini bu bir gecede toplamışsın. Zor değil şüphesiz Senin için koskoca çınar ağacını bir tohumda toplamak, hiç de zor değil. Dilersen bir ömrü bir geceye sığdırabilirsin. Bu eşsiz geceye yetişmek nimetlerin en büyüğü. Böyle bir geceye yetişmek bayram öncesi bayram olmaz da ne olur. Bu gecenin hürmetine, tövbe edip af dileyenlerin, hatalarından dönenlerin, pişmanlık duyanların günahlarını affediyorsun. Allah'ım bizim de günahlarımızı bağışla. Namazlarımızı, dualarımızı, ibadetlerimizi kabul buyur. Kur'an'ı bizden, bizi Kur'an'dan uzaklaştırma. Yolumuzu Kur'an ile aç. Aç olan ruhumuzu Kur'an ile doyur. Bahtımızı Kur'an ile aç. Dünyamızı Kur'an ile aydınlat. Ahiretimizi Kur'an ile kurtar. Bize katında makbul saydığın duaların yollarını ve hallerini göster. Dualarımızı kabul buyur. Çocukluğumdaki o saf ve temiz duygular içinde bu geceye çıkmayı nasip et. Dualarımızın katında kabul edilip, ellerimiz boş dönmemeyi diliyoruz Senden. Affına, rahmetine mazhar olmayı nasip et…

 

 Eli gözü bağlı bir zindana atsalar, sonra da bana orada günleri unuttursalar, bayramın geldiği gün inanın yanılmam. Ruhum onu bilir, kokusundan tanır. Tereddüt bile etmez. Buna adım gibi inanmışım, iman etmişimdir. Dünya günlerinden bir gün değildir Ramazan günleri. Cennetten indirdiğin, yüce katından gönderdiğin özel günler, özel anlardır onlar Allah'ım, tüm kalbimle biliyorum bunu. Şimdi tekbirleriyle yeri göğü inleten bu bayram sabahında ve bayram gününde yaşadığım tüm güzel duygular için sana hamdediyorum. Kabirdeki ruhlara ve göklerdeki meleklere de bu bayramı seyrettirdiğine inanırım. Bu uhrevi bayramdan her kulun, hatta kurdun kuşun bile hissesi var. Bir ben miyim bu bayram gününde hissesiz kalan kulun ey Rabbim? Ne olur günahlarımı affet. Hayatıma yepyeni ve bembeyaz bir sayfa aç. Kulun olmak şerefiyle bir ömre yeniden, yeni baştan başlamayı nasip et. Bayram sabahına bu duygularla çıkmayı hepimize, bütün insanlara nasip et. Senden sonsuz rahmet ve affına sığınarak bunu en içten duygularla ve dualarımla diliyorum, ne olur mahrum bırakma. Kulum de, kabul et ben fakiri de. Safında el tutup Sana Rabbim diyerek affına uğramışların zümresine dâhil eyle. Amin diyenlerle beraber.. Evet, ramazan bir bayramdır. Kokusu cennetten, ta ötelerden gelir. Her varlık eşlik eder katılır bu bayrama, bu neşeye. Göklerde ayrı bir neşe, yerde de ayrı bir sevinç vardır, bu hissedilir. Hele ikindi sonraları her yerde o top sesleri arefeden bayramın girdiğinin müjdesidir. Akşam namazıyla beraber Ramazan biter, bayram girer. Her şey bir akış halinde. Dilekler tutulur, dualar edilir. Sevinçle girer tüm inananlar bayrama. Rabbim, bayram sabahlarının neşesini ve sevincini ömrümüzün her bir gününde duymayı Senden ümit ediyoruz, diliyoruz

Selim Gündüzalp

www.zaferdergisi.com

 


-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

 

RAMAZAN RİSALESİ
Bismillahirrahmanirrahim

O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, ap açık delillerini taşıyan ve hak ile batılın arasını ayıran Kur'an, o ayda indirilmiştir (Bakara suresi 185)

Birinci Nükte: Ramazan-ı Şerifteki savm, İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerindendir Hem şeair-i İslâmiyenin a'zamlarındandır
İşte Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri; hem Cenab-ı Hakk'ın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlahiyenin şükrüne bakar hikmetleri var
Cenab-ı Hakk'ın rububiyeti noktasında orucun çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Cenab-ı Hak zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halkettiği ve bütün enva'-ı nimeti o sofrada umulmadık yerlerden bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemal-i rububiyetini ve rahmaniyet ve rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor İnsanlar gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde o vaziyetin ifade ettiği hakikatı tam göremiyor, bazan unutuyor Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i iman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer Sultan-ı Ezelî'nin ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın "Buyurunuz" emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkârane göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli rahmaniyete karşı, vüs'atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar Acaba böyle ulvî ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar insan ismine lâyık mıdırlar?
 
İkinci Nükte: Ramazan-ı Mübareğin savmı, Cenab-ı Hakk'ın nimetlerinin şükrüne baktığı cihetle, çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Birinci Söz'de denildiği gibi, bir padişahın matbahından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiat ister Tablacıya bahşiş verildiği halde, çok kıymetdar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu in'am edeni tanımamak nihayet derecede bir belâhet olduğu gibi, Cenab-ı Hak hadsiz enva'-ı nimetini nev'-i beşere zemin yüzünde neşretmiş Ona mukabil, o nimetlerin fiatı olarak, şükür istiyor O nimetlerin zahirî esbabı ve ashabı, tablacı hükmündedirler O tablacılara bir fiat veriyoruz, onlara minnetdar oluyoruz; hattâ müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz Halbuki Mün'im-i Hakikî, o esbabdan hadsiz derecede o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır İşte ona teşekkür etmek; o nimetleri doğrudan doğruya ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur
İşte Ramazan-ı Şerif'teki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır Çünkü sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, hususan zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor Halbuki iftar vaktinde o kuru ekmek, bir mü'minin nazarında çok kıymetdar bir nimet-i İlahiye olduğuna kuvve-i zaikası şehadet eder Padişahtan tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü manevîye mazhar olur Hem gündüzdeki yemekten memnuiyeti cihetiyle; "O nimetler benim mülküm değil Ben bunların tenavülünde hür değilim; demek başkasının malıdır ve in'amıdır Onun emrini bekliyorum" diye nimeti nimet bilir; bir şükr-ü manevî eder İşte bu suretle oruç, çok cihetlerle hakikî vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer

Üçüncü Nükte: Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsanlar, maişet cihetinde muhtelif bir surette halkedilmişler Cenab-ı Hak o ihtilafa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilir Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır Hangi ferd olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir Ona karşı şefkate mükelleftir Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz Çünki hakikî o haleti kendi nefsinde hissetmiyor

Dördüncü Nükte: Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telakki eder Hattâ mevhum bir rububiyet ve keyfemayeşa hareketi, fıtrî olarak arzu eder Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor Hususan dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmiş ise; bütün bütün gasıbane, hırsızcasına nimet-i İlahiyeyi hayvan gibi yutar
İşte Ramazan-ı Şerifte en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki: Kendisi mâlik değil, memluktür; hür değil, abddir Emir olunmazsa en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer

Beşinci Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşane muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez Hem ne kadar zaîf ve zevale maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez Âdeta polattan bir vücudu var gibi, lâyemûtane kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır Şedid bir hırs ve tama' ile ve şiddetli alâka ve muhabbet ile dünyaya atılır Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır Hem kendini kemal-i şefkatle terbiye eden Hâlıkını unutur Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez; ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır
İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç; en gafillere ve mütemerridlere, za'fını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor Midesindeki ihtiyacını anlar Zaîf vücudu, ne derece çürük olduğunu hatırlıyor Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemal-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlahiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü manevî eliyle rahmet kapısını çalmağa hazırlanır Eğer gaflet kalbini bozmamış ise

Altıncı Nükte: Ramazan-ı Şerifin sıyamı, Kur'an-ı Hakîm'in nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur'an-ı Hakîm'in en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Kur'an-ı Hakîm, madem Şehr-i Ramazan'da nüzul etmiş; o Kur'anın zaman-ı nüzulünü istihzar ile o semavî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hacat-ı süfliyesinden ve malayaniyat hâlattan tecerrüd ve ekl ü şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur'anı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitabat-ı İlahiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekrem (ASM)dan işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrail'den, belki Mütekellim-i Ezelî'den dinliyor gibi bir kudsî halete mazhar olur Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur'anın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir
Evet Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor; öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin kûşelerinde o Kur'anı, o hitab-ı semavîyi Arzlılara işittiriyorlar Her Ramazan "O Ramazan ayı ki, Kur'an, o ayda indirilmiştir (Bakara suresi 185)" âyetini, nuranî parlak bir tarzda gösteriyor Ramazan, Kur'an ayı olduğunu isbat ediyor O cemaat-ı uzmanın sair efradları, bazıları huşu' ile o hâfızları dinlerler Diğerleri, kendi kendine okurlar Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesatına tabi olup, yemek içmek ile o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkin ise ve o mesciddeki cemaatın manevî nefretine ne kadar hedef ise; öyle de Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyama muhalefet edenler de, o derece umum o âlem-i İslâmın manevî nefretine ve tahkirine hedeftir

Yedinci Nükte: Ramazanın sıyamı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeğe gelen nev'-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a'mal, bire bindir Kur'an-ı Hakîm'in nass-ı hadîs ile herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir Ramazan-ı Şerifte herbir harfin, on değil bin ve Âyet-ül Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler ve Ramazan-ı Şerifin Cum'alarında daha ziyadedir Ve Leyle-i Kadir'de otuz bin hasene sayılır Evet her bir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur'an-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki; milyonlarlao bâki meyveleri, Ramazan-ı Şerif'te mü'minlere kazandırır İşte gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki: Bu hurufatın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasarette olduğunu anla!
İşte Ramazan-ı Şerif âdeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır Ve uhrevî hasılât için, gayet münbit bir zemindir Ve neşvünema-i a'mal için, bahardaki mâ-i Nisandır Saltanat-ı rububiyet-i İlahiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resm-i geçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir Ve öyle olduğundan, yemek-içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hacatına ve malayani ve hevaperestane müştehiyata girmemek için oruçla mükellef olmuş Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hacatını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek; savmı ile, Samediyete bir nevi âyinedarlık etmektir Evet Ramazan-ı Şerif; bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır
Evet birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semeratını kazandırabilir Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur'an ile bin aydan daha hayırlı olduğu bu sırra bir hüccet-i katıadır Evet nasılki bir padişah, müddet-i saltanatında belki her senede, ya cülûs-u hümayûn namıyla veyahut başka bir şaşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil; belki hususî ihsanatına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini, has teveccühüne mazhar eder Öyle de: Ezel ve Ebed Sultanı olan onsekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelal'i; o onsekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlîşanı olan Kur'an-ı Hakîm'i Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlahî ve bir meşher-i Rabbanî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir Madem Ramazan o bayramdır; elbette bir derece, süflî ve hayvanî meşagılden insanları çekmek için oruca emredilecek Ve o orucun ekmeli ise: Mide gibi bütün duyguları; gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır Yani: Muharremattan, malayaniyattan çekmek ve her birisine mahsus ubudiyete sevketmektir Meselâ: Dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak Ve o lisanı, tilavet-i Kur'an ve zikir ve tesbih ve salavat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek Meselâ: Gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men'edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur'an dinlemeğe sarfetmek gibi sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır Zâten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruç ile ona ta'til-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittiba ettirilebilir

Sekizinci Nükte: Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindekiçok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
İnsana en mühim bir ilâç nev'inden maddî ve manevî bir perhizdir ve tıbben bir hımyedir ki: İnsanın nefsi, yemek içmek hususunda keyfemayeşa hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi; hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, âdeta manevî hayatını da zehirler Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir Serkeşane dizginini eline alır Daha insan ona binemez, o insana biner Ramazan-ı Şerifte oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır; riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir Bîçare zaîf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmak ile hastalıkları celbetmez Ve emir vasıtasıyla helâli terkettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeğe kabiliyet peyda eder Hayat-ı maneviyeyi bozmamağa çalışır
Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa mübtela olur Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır Ramazan-ı Şerifteki oruç onbeş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır Demek, beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur
Hem o mide fabrikasının çok hademeleri var Hem onunla alâkadar çok cihazat-ı insaniye var Nefis, eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında ta'til-i eşgal etmezse; o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususî ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder, tahakkümü altında bırakır O sair cihazat-ı insaniyeyi de, o manevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder Nazar-ı dikkatlerini daima kendine celbeder Ulvî vazifelerini muvakkaten unutturur Ondandır ki; eskiden beri çok ehl-i velayet, tekemmül için riyazete, az yemek ve içmeğe kendilerini alıştırmışlar Fakat Ramazan-ı Şerif orucuyla o fabrikanın hademeleri anlarlar ki; sırf o fabrika için yaratılmamışlar Ve sair cihazat, o fabrikanın süflî eğlencelerine bedel, Ramazan-ı Şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerde telezzüz ederler, nazarlarını onlara dikerler Onun içindir ki; Ramazan-ı Şerifte mü'minler, derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, manevî sürurlara mazhar oluyorlar Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır Midenin ağlamasına rağmen, onlar masumane gülüyorlar
Dokuzuncu Nükte: Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:
Nefis Rabbisini tanımak istemiyor, firavunane kendi rububiyet istiyor Ne kadar azablar çektirilse, o damar onda kalır Fakat açlıkla o damarı kırılır İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar Aczini, za'fını, fakrını gösterir Abd olduğunu bildirir

Hadîsin rivayetlerinde vardır ki: Cenab-ı Hak nefse demiş ki: "Ben neyim, sen nesin?" Nefis demiş: "Ben benim, sen sensin!" Azab vermiş, Cehennem'e atmış, yine sormuş Yine demiş: "Ene ene, ente ente" Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış Yine sormuş: "Men ene vema ente?" Nefis demiş: ente rabbirrahim ve ene abdik el- aciz Yani: "Sen benim Rabb-i Rahîmimsin, ben senin âciz bir abdinim"

Allah'ım efendimiz Muhammed'e, onun Al ve Ashabına, Ramazan ayında okunan Kur'an harflerinin sevabı adedince, senin rızan vasıtası, onun üzerindeki hakkının ifası olacak salat ve selam eyle
Izzet sahibi Rabbin, onların yakıştırdıklarından münezzehtir Bütün peygamberlere selam olsun Hamd ve övgü, şükür ve minnet, alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur(Saffat suresi:180-182)

 

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 

 

İçimizdeki isyankâr

 



ÜLFET, AKLIN önünde perdedir ve ondan yönü hep geriyedir ya da en iyi ihtimalle sabittir. Beynin bir şeyleri tabu halinde kabul etmesi bizim tercihlerimiz doğrultusunda olduğundan, doğrudan nefisle ilgili bu bahsin, ülfetle ilgili bölümü ile de birinci dereceden alakadardır nefis...

İşte bu ülfet ve nefis bağlantısının bir örneği de Ramazan ayı ile ilgili olarak yaşanır. Ramazan ayı gelmeden veya içindeyken Ramazan Risalesi okunur. Elbette iyi bir hazırlık için ideal bir durumdur. Ama sadece bizim anladığımız anlamda bir Ramazan ayı risalesi midir, Ramazan için mi? Yoksa Ramazan ve tüm sene boyunca etkisi sürecek bütün bir kulluk dersi midir?

Bu bahsin her nüktesi bu ikinci şıkka büyük bir bürhandır elbet. Ancak beni en derinden yaralayan bahsin sonundaki anlatımdır. Bunun bir hadis-i şerif olması, yani kaynağının selahiyeti, ders almamak için inanmamaya bahane arayan nefse ilk çelmeyi atmıştır bile...

Ancak bunu dersin sonuna eklenmiş bir hikayecik gibi okuma çelmesini yıllarca yediğimi düşünüyorum. Nefsimin "aman pay almayım" diyerek kaçarken, bu bahsi bana nasıl da süslendirdiğini belki...

Evet, bu hikayecik büyük bir idrak vesilesidir aslında. Acı bir uyanış. Efendimizin beni yaşlandırdı dediği bahisler gibi, bizi yaşlandıracak ve yaşlandırası bir bahistir.

Cenab-ı Hak nefse demiş, diye başlar "hikayecik", sonra bütün hayretlerin ve susuşların yetersiz kalacağı ve fakat üzerinden ülfet ayağıyla geçildiğinden hiç duraksanmamış dehşet bir cevap cümlesi gelir: "Ene ene, ente ente." Ben benim, sen sensin...

Devamında, hangi azabı vermişse enaniyetten vazgeçmemiş ve sadece açlıkla acizliği hissederek hem o asılsız rububiyeti kırılarak; "Sen benim rabb-i rahimimsin, ben senin aciz bir kulunum" cevabının gelişine daha ulaşamadan, tam burada duruyorum. Ene ene, ente ente...

Nefis ve şeytanla ilgili bahisleri okurken nedense tarihi bir vakıa okuyor olma hassasiyetine bürünür nefsim. Bu cümlenin üzerinden de kaç kez böyle geçtim acaba, nefsimle. Oysa o içimdeydi ve bu cevabı aslında "o" vermişti.

Ne büyük bir dehşet, içimde taşıdığım halde en çok varlığını unutturarak zarar veren, beni ebedi helakete sürüklemek için durmaksızın çaba sarf eden, düşmanlar üstü düşmanım... Nefsim... Bir anlamda "ben"im, bu isyanı dillendiren...

Nasıl, nasıl olur da Yaratıcısının ve tek sahibinin karşısında böyle bir edaya bürünebilir? Ve bu dillendirişi nasıl da unutturabilir bana?

Düşünsenize, sürekli "tatmin edici" bahanelerle temize çıkarmaya çalıştığımız nefsin maskesi düşüyor işte bu cümleyle. Bizim her unutuşumuz bu isyana hizmet ediyor. Bizi tam da bu noktaya götürüyor, "ufacık" ve "kalbimiz temiz"ken yaptıklarımız. Farkında değilsek, tam da o yoldayız... ENE ENE, ENTE ENTE…

Ta ki "O" bizi tutana kadar. Ta ki, bizi içimizdekinin şerrinden "O" koruyana kadar. Ta ki, sesi bastırılmamış vicdan ve gerçekten temiz kalp, elimizden tutuncaya kadar.

O sürekli masum rolü oynayan nefsin maskesiz hali budur işte, ben benim, sen sensin isyanı.

Bazen bütün saflığımla sormak istiyorum, gerçekten bunu yaptın mı, nasıl yapabildin, diye. Nasıl bu kadar nankör, daha da kötüsü kör ve kötü olabilirsin?

Hangi maskeyle yanıtlardı beni acaba, hangi yalanlarla. Sağdan vururdu üstelik.

Ama hikayecik burada bitmiyor. Maskesi düşen nefis ben senin aciz bir kulunum ve sen benim sadece Rabbimsin değil, Rahîm olan Rabbimsin diyebiliyor maskesiz haliyle.

Bu dehşetten sonra, ümit elimizden tutuyor, çünkü Rahîm olan Rabbimiz ibadetle, Ramazan'la elimizden tutuyor.

Çünkü ülfetin bizi saran perdesini ancak o kaldırabiliyor. Şeytanın ve nefsin şerrinden kendisine sığındığımız...

Nuriye Çakmak

 

 

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Zelzele (deprem)



Aziz ve muhterem Müslümanlar!

Hutbemiz zelzele hakkındadır.

Zilzal Sûresi kat'iyyen ifade ediyor ki, kure-i arz hareket ve zelzelesinde vahiy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor, bazen de titriyor. Gaflete dalarak bu hayatı tatlı görüp âhireti unutan, dünyanın fânî zevk ve lezzetlerine aldanan, Allah'ı bırakıp maddeye tapan, fânî ve cânî şahısları putlaştırıp âciz mahlûklardan medet uman ehl-i dünyayı ve ehl-i gafleti îkaz ediyor. Ve zelzele diyor ki: "Deve kuşu gibi başınızı gaflet kumuna sokmakla ölümden kaçıp kurtulamazsınız! Başınızı kaldırınız! Kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir Zât'ın hârika işlerine bakınız! Siz başıboş olmadığınız gibi bu hâdiseler de başıboş olamazlar. Herbirisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar.

Aziz mü'minler! Şu üstünde yaşadığımız dünya hergûn dolar boşanır bir misafirhanedir. Allah'ın emriyle bizleri âhirete doğru götüren bir gemidir. Hâlık'ımızın kudretiyle bizleri güneşin etrafında gezdiren bir tayyaredir. O'nun izniyle hareket eden bir memurdur. Kendi başına hiçbir harekette bulunamaz. O'nun dizgini Allah'ın elindedir. Zelzele gibi vakıalar tesadüf oyuncağı veya tabiat olayı değildir. Kâinatta tesadüf yoktur. Tabiat denilen şey Allah'ın kanunudur. Herşey O'nun izni ve iradesiyle oluyor. Şu güzel kâinat ve güzel dünya O'nun eseridir. O'na müsahhardır. Zerrelerden en büyük yıldızlara kadar herşey O'nun hesabına çalışır. Herşey O'na emirber nefer hükmündedir. Herşey O'nun kuvvetiyle döner. O'nun emriyle hareket eder. Herşey O'nun hikmetiyle tanzim olur. Herşey O'nun keremiyle birbirine yardım eder. Herşey O'nun merhametiyle başkasının imdadına koşar. Herşey O'nu gösterir, O'nu bildirir, O'nu tanıtır. Herşey O'na işaret eder. O'nun varlığına ve birliğine şehadet eder. Herşey O'nu göstermek için açılmış bir penceredir. İnsan olan insanların vazifesi, o pencerelerden bakıp Allah'ı tanımaktır.

Allah (cc) Rahman ve Rahim, Gaffar ve Settar olduğu gibi, Kahhar ve Cebbar sıfatlarının da sahibidir. Tarih boyunca O'na başkaldıran millet ve ümmetleri Celâl sıfatıyla tokatlamıştır. O'nu tanımak istemeyenlere hadlerini bildirmiş; toprak, hava, su ve ateş gibi unsurları musallat edip cezalandırmıştır.

Bakınız Zülcelâl olan Rabbimiz Kur'ân-ı Hakîm'de ferman ediyor "Vettekû fıtneten lâ tusîbennellezîne zalamû minküm hâssah!"

Yâni: "Bir belâ, bir musibetten sakınınız ki, geldiği vakit yalnız zâlimlere mahsus kalmayıp mazlumları da yakar." Evet aziz kardeşlerim! Zelzele, sel ve çığ gibi musibetler sebepsiz değildir. Maddî ve manevî sebepleri vardır. Mühim bir sebep, bizim devlet, millet, fert ve cemiyet olarak işlediğimiz hatâlar, günahlardır. İslâm'ın merkezi durumunda olan şu mübarek vatanda, şühedâ yurdunda dehşetli günahlar işlenmektedir. Bâzı zelzelelerin Ramazan-ı Şerîf ayında, hatta teravih vaktinde meydana gelmesi bizi düşündürmelidir. Ramazan'a hürmetsizliğin bir cezası olabilir. Çünkü 14. Söz'de "Ramazan-ı Şerifin teravih vaktinde kemal-i neş'e ve sürür ile sarhoşçasına gayet heveskârâne şarkılar ve bazen kızların sesleriyle radyo ağzıyla bu mübarek merkez-i İslâmiyet'in her köşesinde câzibedârâne işittirilmesi bu korku azabını netice verdi" denilmektedir. İşlenen günahlar, bu necip milletin en büyük dâvası olan îman ve Kur'ân dâvası aleyhine yapılan plânlar öyle dehşetli cinayetlerdir ki, bu çok ağır manevî baskıya dünya kızıyor. Cehennem öfkesinden parçalanacak hale geliyor. Kızıyor, kızışıyor. Allah'ın emriyle dünya depreniyor. Bu deprem, 6-7 şiddetinde olurken, 10 şiddetinde de olabilir. Fakat Erhamürrahimîn olan Rabbimiz bu kadar şiddetle bizleri îkaz ediyor.

"Günahları terkediniz! Yalnız Allah'ı ve Resulullah'ı dinleyiniz! Putları, tâğutları bırakınız! Kalp Kabe'sini putlardan temizleyiniz!

Kur'ân'ın kalesine giriniz! Bölünüp parçalanmayınız! Kardeş olunuz!" emrediyor.

"Velâ terkenû ilellezîne zalamû fetemessekümünnâr" âyeti de, "Zâlimlere meyletmeyiniz. Ekseriyetle zâlimlerin hareketlerine fiilen veya iltizamen veya iltihaken taraftar olur, manen iştirak ederseniz, cehennem ateşi sizi yakar. Umumî musibetlerin gelmesine sebep olursunuz. Zira zelzele gibi musibetler ekseriyetin hatasından ileri gelir. Allah'tan başka dostunuz, yardımcınız yokken, sonra O'ndan da yardım göremezsiniz" îkazını yapıyor. Muhterem Müslümanlar! Şimdi vazife başına! Musibetzedelere maddî ve manevî yardım edelim. Manevî hediyeler gönderelim. Mü'minlerden ölenler manevî şehit olur, zayi olan fânî malları sadaka hükmüne geçer, birçok günahlarına keffarettir. Zahmetleri az, manevî kazançları çoktur. Mü'minler hakkında ayn-ı gazap içinde bir rahmettir. Mü'min her zaman kârlıdır. Unutmayalım ki: Birgün büyük bir zelzeleyle dünya da ölecek! İnsanların yaptığı eserler silinecek! Dünya kapanıp âhiret kapısı açılacak! Müşrikler, zâlimler cehenneme dökülürken, inanan ve amel-i salih işleyen kullara, "Haydi cennete buyurun!" denilecek! Ne mutlu hakikî îmanı elde edenlere!

Sorularlaİslamiyet.com


" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"
   





Windows Live ile fotoğraflarınızı organize edebilir, düzenleyebilir ve paylaşabilirsiniz.

Windows Live ile fotoğraflarınızı organize edebilir, düzenleyebilir ve paylaşabilirsiniz.

Anılarınızı istediğiniz herkesle çevrimiçi paylaşın.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: