13 Nisan 2009 Pazartesi

(Namaz Zamanı) Fw: Son Serüven 1453 il Olayı

 
----- Original Message -----
From: Rauf
Sent: Monday, April 13, 2009 6:33 PM
Subject: Son Serüven 1453 il Olayı

 
 
Çernobil Olayı

İkinci Dünya Savaşında Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atılmasından bu yana yaşanan en kötü nükleer felaket. 25-26 Nisan 1986da güvenlik sistemleri denenirken bir dizi insan hatası soncunda Priapat Nehri üzerinde bulunan Çernobil nükleer santralinin 4 numaralı reaktörü istikrarsız bir hale geldi ve kontrolden çıktı. 26 Nisan sabahı, saat 1:23te güçlü bir buhar patlamasıyla reaktörün içindeki su buharı 1.000 tonluk metal kapağı havaya uçurmuş, kalın beton duvarı delmiş ve çok zehirli radyoaktif bir buharın oluşmasına yol açan büyük bir hidrojen patlamasına yol açmıştır. Radyoaktif serpintiler Sovyetler Birliği'nin doğusu, doğu ve güney, batı ve kuzey Avrupa'da ciddi bir kirlenmeye yol açmıştır
 
***
 
.2.2. Atmosfere Salınan Radyoaktivite

Zeminin radyoaktif kirliliği kuzey yarım küredeki hemen hemen bütün ülkelerde görülmektedir. Aşağıda şekil 3'te İngiltere Meteoroloji Ofisi tarafından yapılan bir model çalışması verilmiştir. Verilen şemalarda, patlamanın olduğu günden (26 Nisan 1986) başlayarak 7 Mayıs 1986'ya kadar olan hava raporu bulunmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şekil 3: İngiltere Meteoroloji Ofisi tarafından yapılan model
 

TAEK'in Çernobil Serisi'nin 4. kitabının önsözünde verilen bilgiler doğrultusunda:

"26 Nisan 1986 günü Ukrayna'da Kiev'e 130 km uzaklıkta yer alan Çernobil nükleer güç santralının 4'üncü ünitesinde meydana gelen kaza, tarihin en büyük nükleer kazasıdır. Yüksek radyasyon dozuna maruz kalan insanların bir kısmının hayatını kaybetmesi ile sonuçlanan bu ciddi kaza, kazadan etkilenen ülkelerde sağlık sorunlarının yanı sıra, kriz yönetimine ilişkin sorunları da gündeme getirmiştir. Bu kaza; sadece eski Sovyetler Birliği'nin değil, kazadan etkilenen pek çok ülkenin de kendi ülkeleri dışında meydana gelebilecek bir nükleer kazanın etkilerini azaltacak önlemleri almakta yetersiz kaldıklarını ortaya çıkarmıştır. Kazadan sonraki 20 yıl boyunca, konu ile ilgili yetkin uluslararası kuruluşlar ve ülkeler tarafından yapılan çok sayıdaki bilimsel araştırma ve incelemelerin sonuçları halka ve uluslararası bilim çevrelerine aktarılmıştır. Ancak, aynı soruların halen soruluyor olması konunun yeterince anlaşılamadığını göstermektedir. Bunun en temel nedeni, radyasyonun insanlar tarafından doğrudan algılanamayışı ve radyasyonun insan sağlığı üzerindeki etkileri ile ilgili bilgilerin kapsamlı ve karmaşık olmasıdır. Bu durum, psikolojik, ekonomik ve sosyal yönden de önemli kayıplara neden olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Ayrıca, kaza ile somut ilgisi ortaya konulmadan basında yer alan haberler, ülke yönetimlerine ve nükleer santrallere karşı öfkeli bir toplum yaratmıştır. Kaza ile ilgili bugüne kadar yayınlanan raporların incelenmesinden görüleceği gibi kuzey yarım kürede yaşayan insanların çoğu Çernobil kazası nedeni ile çeşitli düzeylerde radyasyon dozuna maruz kalmıştır. Kazadan etkilenen değişik nüfus gruplarının aldıkları doz değerleri, kazadan sonraki 20 yıl boyunca yapılan ölçüm ve analizler sonucunda elde edilen veriler kullanılarak çeşitli matematiksel modeller yardımıyla yeniden değerlendirilmiştir.

Kazadan en çok etkilenenler eski Sovyetler Birliği'nde yaşayan insanlar olmuştur. Bugüne kadar yapılan bilimsel ve tıbbi gözlemler; eski Sovyetler Birliği'ndeki kirlenmiş alanlarda kaza sırasında radyasyona maruz kalan küçük çocuklar ve bebekler arasında tiroit kanseri vakalarında önemli bir artış olduğunu ancak lösemi ve diğer kanser türleri, doğum anomalileri, konjenital anomaliler ya da Çernobil kazasına bağlanabilecek radyasyonun sebep olduğu diğer hastalıklarda önemli bir artış olmadığını ortaya koymaktadır. Ülkemiz, kazadan bir çok Avrupa ülkesi gibi belirli bir seviyede etkilenmiştir. Kaza sonrasında Türk toplumunun alacağı radyasyon dozunu, psikolojik ve sosyal problemleri, ülkenin ekonomik kayıplarını en aza indirmek üzere pek çok çalışma ve bu kapsamda yüz binlerce ölçüm yapılmıştır (…)"

 

2.1. Radyasyon, Etkileri ve Nükleer Santraller

2.1.1. Radyasyon Nedir?

TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu)in resmi internet sitesinden vermiş olduğu bilgiler doğrultusunda (www.taek.gov.tr) :

Radyasyon; dalga, parçacık veya foton olarak adlandırılan enerji paketleri ile yayılan enerjidir. Radyasyon, daima doğada var olan ve birlikte yaşadığımız bir olgudur. Radyo ve televizyon iletişimini olanaklı kılan radyo dalgaları; tıpta, endüstride kullanılan x-ışınları; güneş ışınları; günlük hayatımızda alışkın olduğumuz radyasyon çeşitleridir. Radyasyon genellikle bir atomun çekirdeğinde başlar. Atomları da, proton ve nötronların oluşturduğu bir çekirdek ve bu çekirdeğin etrafında dönen elektronlar oluşturur

Ağır elementler (çekirdeğinde 83 den fazla proton barındıranlar), kararsız oldukları için daha küçük atomlara dönüşürler. Bu parçalanma sırasında, çekirdekten parçacıklar ve enerji dalgaları ortaya çıkar. Bu yolla enerji veren elementlere radyoaktif elementler adı verilir. Radyoaktif elementler temel olarak Alfa, Beta ve Gama olmak üzere, 3 ana tip enerji salınımında bulunurlar. Alfa, Beta ve Gama radyasyonu aynı zamanda iyonlaştırıcı radyasyon olarak da adlandırılırlar. Bir başka deyişle, diğer atomların elektronlarını ayıracak yeterli enerjiye sahiptirler.

Bu tür radyasyonlara maruz kalma süresine, radyasyonun şiddetine ve maruz kalınan vücut bölgesine bağlı olarak, hücreyi parçalayabilir, zarar verebilir veya herhangi zararlı bir etkisi olmadan geçip gidebilirler. Yüksek dozda radyasyon alan kişide hemen ortaya çıkan klinik belirtilere "Akut Radyasyon Sendromu (ARS)" denir. ARS'nin ilk belirtileri cilt yanıkları, kusma, kan değerlerinde ani-aşırı düşüştür. İyonlaştırıcı radyasyonun insanlar üzerindeki etkisi Rem veya Sievert birimiyle ölçülmektedir. Ancak son yıllarda Rem yerine Sievert (Sv) kullanılması standart hale gelmiştir. (100 Rem = 1 Sv).

Doz, herhangi bir maddenin içermiş olduğu ölçüm sistemi cinsinden belli bir zaman içerisinde kullanılan veya tüketilen belli bir miktarı demektir. Radyasyon dozu ise hedef kütle tarafından, belli bir sürede, soğurulan veya alınan radyasyon miktarıdır.

Aktivite; radyoaktif maddenin belirli bir zaman aralığındaki bozulma miktarıdır. Aktivite Birimi Becquerel (Bq) 'dir. Her insanda 1000 Bq üzerinde potasyum vardır. Radyoterapide kullanılan radyoaktif kaynakların aktivitesi 100.000.000 Bq'dan yüksektir. Nükleer tıp tetkikleri için hastaya verilen aktivite 20.000.000 – 1.000.000.000 Bq civarındadır. 1 Bq küçük bir değerdir.

Radyoaktivite doğal bir olaydır. Kararsız olan bazı atom çekirdekleri bir radyasyon salarak daha dengeli hale gelirler.

Ağır radyoaktif (Uranyum gibi) atomların bir nötronun çarpması ile daha küçük atomlara bölünmesi (fisyon - parçalanma - bölünme - bozunma) veya hafif radyoaktif atomların birleşerek daha ağır atomları oluşturması (füzyon - birleşme – bir araya gelme) sonucu çok büyük bir miktarda eneji açığa çıkar. Bu enerjiye nükleer enerji denir.

2.1.2. Radyasyonun Canlılar Üzerindeki Etkileri

Radyasyonu oluşturan parçacıklar önlerine çıkan malzeme içerisinde durdurulup soğurulana kadar, o malzemeye enerji aktarırlar. Doğal olarak malzeme zamanla ısınır. Parçacık gücüne bağlı olarak; molekül bağlarını kırabilir. Bu olay bazı plastik türlerini sertleştirme amacı için kullanılabilir. Ancak olay bir canlı hücresinde yer alıyor ise bu organizmanın aleyhinedir. Canlı hücrelerde radyasyon ile kırılan molekül bağları, bazen gelişi güzel başka bağlanmalara sebep olabilir. Bu arada arızalı hücreler ortaya çıkabilir. Vücudumuzun bu arızalı hücreleri belli oranda tamir kapasitesi vardır. Şayet radyasyon hücre çekirdeğine ulaşır ve DNA yapısında değişikliklere yol açarsa, yani şifreler değişirse, hücre ya ölür ya da başka formda hızlı üreme çabası içine girerek kanserleşir.

 

2.1.3. Nükleer Santral Nedir?

Nükleer reaksiyon yardımı ile ortaya çıkan ısıdan elektrik üreten tesislere verilen isimdir. Bir nükleer santralden elektrik üretmekle, gaz veya kömür santrallerinden elektrik üretmek termodinamik olarak aynıdır. Aradaki fark ısı kaynağıdır. Tüm termik santraller da ısı kaynağı olarak kimyasal yanma enerjisi kullanılır. Nükleer santraller da "fisyon" yani parçalanma enerjisi kullanılır.

Nükleer santraller ilk günden itibaren 2 tip olarak inşa edilmiştir. Kapalı (Batı tipi) ve Açık (Doğu tipi). İsminden anlaşıldığı gibi Batı devletleri santralin kalplerini (kor) kapalı bir beton kubbe içine yapmışlar, Sovyetler ise doğuda Nükleer Santral kalplerini açık olarak inşa etmişlerdir. Hâlbuki kalp (kor) erime kazası yıllar önce Batı'da 2 defa gerçekleşmiştir ancak kapalı sistemden dolayı çevre herhangi bir zarar görmemiştir

kubbe çapları 60 metre olup, duvar kalınlığı ise 1.5 metre civarında tor çeliği ile karışımlı özel betondan imal edilmiştir. Öyle sağlamdır ki; bir yolcu uçağının kubbe üzerine dikine düşmesi esnasında bile çatlamayacak şekilde yapılmıştır. (Şartnamesi de bu şekildedir). Batı ülkelerindeki tüm Nükleer Santraller Kapalı sistemdir. Sol tarafta görüldüğü gibi üzeri kapalı olmayan Çernobil santralında aşırı ısı nedeni ile "1" numaralı kazan basınca dayanamayıp patlamış ve içindeki erimiş radyoaktif yakıt çubukları etrafa dağılmış ve bir kısmı da buhar vasıtası ile bulutlara karışmıştır. Türkiye'nin Batı normlarına bağlı olması, Viyana'daki Uluslararası Atom Enerji Kurumu üyesi olması nedeni ile ileride yapılması muhtemel olan Nükleer Santral mutlaka "kapalı" olacaktır.

 

2.3. Kaza Sonrası Etkiler

2.3.1. Sağlık Etkileri

2.3.1.1. Ani ve Beklenen Ölümler

Kazadan sonra yapılan çeşitli matematiksel hesaplamalar bulunmaktadır. Bu hesaplamalarda Hiroşima ve Nagazaki'de yaşanan atom bombası olayının sonucunda elde edilen veriler kullanılmıştır. Yapılan matematiksel sonuçlarda gelecekte Çernobil patlaması nedeniyle ölmesi beklenen kişi sayısı 4000'dir. Bu sayıya 1986'da akut radyasyon sendromundan ölen 50 acil durum çalışanı ve ilerleyen yıllarda tiroit kanserinden ölen 9 çocuk dahildir. Sonuç olarak beklenen 4000 ölümden yalnızca 59 'u gerçekleşmiştir (The Chernobyl Forum, 2005: 10).

UNSCEAR (2000)'e göre akut radyasyon sendromu (ARS) ilk başta 237 kişide görülmüş; ancak daha sonraki ileri klinik araştırmalar bunların 134'ünde ARS olduğunu ortaya koymuştur.

2.3.1.2. Tiroit Kanseri

Çernobil Kazası'nda ortaya çıkan radyonüklitlerin en etkili olanlarından biri de iyottur. Yiyeceklerdeki iyot, önemli tiroit dozu yaratmıştır. Süt, doğrudan ve fazla miktarda tüketilen bir gıda maddesi olduğundan, en fazla iyot yerel süt tüketimiyle alınmıştır. Bölgedeki çocukların iyottan yüksek dozda etkilenmesinin nedeni de budur. Tiroit en duyarlı organlardan biridir ve çocuklar en hassas nüfustur.


Şekil 5: Beyaz Rusya ve Ukrayna'daki Tiroit Oranları

Kaza sırasında Beyaz Rusya, Ukrayna ve Rusya'da yaşayan çocuk ve gençlerde (0-18 yaş) 1992-2000 yılları arasında 4000 tiroit kanser vakası teşhis edilmiştir. Bunlardan 3000'i 0-14 yaş grubundadır (The Chernobyl Forum, 2005: 12).

Beyaz Rusya'da 1986-2002 arasında çocuklarda 1152 tiroit vakası görülmüş olup hayatta kalma oranı 98.8%'dır. 8 ölüm tiroitten (0.7%), 6 ölüm (0.5%) diğer nedenlerdendir. Rusya'da da bir tiroit hastası ölmüştür (The Chernobyl Forum, 2005: 12).

2.3.1.3. Lösemi ve Diğer Kanserler

150 mGy'nin üzerinde doz alan acil durum çalışanları ile iyileştirme personeli arasında 1986-1996 dönemlerinde lösemi vakalarında iki katlık bir artış görülmüştür. Ancak ışınlanmanın üzerinden geçen süre nedeniyle radyasyon kökenli lösemi riski azalmaktadır. Epidemiolojik çalışmalar lösemi riskinin radyasyonla yükseldiğini açıkça göstermiştir. Çernobil kazası nedeniyle ciddi olara kirlenmiş eski Sovyetler Birliği ve diğer bölgelerde; çocuklarda ve genel halkta bugüne kadar iyonlaştırıcı radyasyona (Çernobil Kazası'ndaki ışınlanmaya) bağlı olarak lösemi riskinde artış görülmemiştir (TAEK 5, 2006: 54). Radyasyon nedenli lösemi dışında kanserlerin ortaya çıkma süreci 10 yıllık kuluçka döneminden sonra başlamaktadır. Bu nedenle, yüksek dozda ışınlanan kişilerin tıbbi takibi için yıllık kontrollerin yapılmasına devam edilmelidir (TAEK 5, 2006: 54).

Çernobil sonrasında, lösemi nedeniyle oluşan ölümlerle kontamine (kirlenmiş) alanlar arasındaki ilişkiyi izlemek amacıyla bazı çalışmalar yapılmıştır. Rusya ve Ukrayna'da ışınlanan çocuk ve yetişkinlerde lösemi artışıyla ilgili ikna edici bir kanıt bulunamamıştır (The Chernobyl Forum, 2005: 13).

2.3.1.4. Doğum Anomalileri ve Genetik Etkiler

Çernobil'den etkilenen bölgelerde yaşayanlar üzerinde yapılan çalışma sonuçlarına göre, kadın ve erkeklerde üreme fonksiyonları açısından radyasyona ilişkilendirilebilecek herhangi bir azalma gözlenmemiştir (TAEK 5, 2006: 54). Doğum anomalileri, düşük, erken doğum gibi vakaların meydana gelmesi olası görülmemektedir.

Çernobil'den etkilenen bölgelerde çocuk sahibi olma kaygılardan dolayı doğum hızında azalma görülebilmektedir.

Beyaz Rusya'da, düşük ve yüksek kirlenme bölgelerinde yapılan çalışmalarda, doğumsal anomalilerde, çok düşük düzeyde ancak kararlı bir artış görülmektedir.

2.3.1.5. Diğer Hastalıklar

Son zamanlarda, bazı çalışma grupları içerisinde, yüksek dozda radyasyonla ilişkilendirilebilecek kardiyovasküler hastalıklarda artışa işaret eden bulgular gözlenmiştir.

Rus acil durum çalışanları ve iyileştirme personelinde, son zamanlarda dolaşım sistemi rahatsızlıklarından dolayı ölüm ve hastalıklarında bir miktar artış görülmektedir. Dolaşım sistemi hastalıklarının ortaya çıkması; stres ve sağlıksız yaşam koşulları gibi diğer etken faktörlere de bağlı olabileceğinden dikkatle incelenmelidir (TAEK 5, 2006: 55).

Çernobil kazasından sonra, çocuklar, acil durum çalışanları, iyileştirme personelinin gözlerinde yapılan incelemeler radyasyon nedeni ile katarakt gelişimini açıkça ortaya koymuştur. Yapılan araştırma sonuçlarına göre, 250 mGy üzerindeki dozların katarakt oluşumuna neden olabileceği tespit edilmiştir (TAEK 5, 2006: 55). 56 hastada radyasyon deri yanıkları gözlenmiş, akut radyasyon hastalığından kurtulanlarda tespit edilen kalıcı rahatsızlıkların en önemlileri katarakt ve ülser oluşumudur (NEA, 2002: 74).

Bazı araştırmacılar, kirlenmiş bölgelerde yaşayan insanlarda, geçici işgücü kaybı rapor etmiştir. Sindirim, sinir, iskelet, kas ve dolaşım sistemlerinde yüksek oranda kronik etkiler rapor etmiştir. Ancak, pek çok araştırmacı bu bulguları, yaş dağılımında değişim, yaşam kalitesinin kötüleşmesi ve kaza sonrası yeniden yerleştirme gibi önlemlere bağlamaktadır.

Son on yılda, Çernobil kazasından kaynaklanan radyasyon nedeni ile bağışıklık sisteminde etkilenmeler konusunda pek çok yayın hazırlanmıştır. Ancak, özellikle enfeksiyonlar ve beslenme düzeni gibi tüm sonuçları değiştirecek diğer faktörlerin dikkate alınmasındaki belirsizlikler nedeni ile sonuçları yorumlamak zordur.

2.3.2. Sosyolojik ve Psikolojik Etkiler

Çernobil kazasının en önemli etkilerinden biri etkilenen alanlarda sosyal dokunun bozulmasıdır. Kaza ile ilişkili sağlık sorunlarında artış olmuştur; ancak bu durum radyasyon ile doğrudan ilişkili değildir. Üzerinde çalışılan durum kazadan beri var olan gerginliğin (fiziksel ve psikolojik) bir sonucudur (NEA, 2002: 91).

Ayrıca Çernobil kazasının psikolojik etkilerinin gücü, özellikle de nükleer santral alanında, halkın resmi yetkililere, politikacılara ve hükümete artan güvensizliği ile ilişkilidir (NEA, 2002: 92). Halkın otoriteye karşı şüpheci yaklaşımı, uzmanların sorunları anlaşılabilir bir yolla sunma yeteneklerinde yoksunlukları, halkın radyasyonu ve etkilerini kavramakta çektikleri güçlüklerle birlikte daha da kuvvetlenmiştir.

Halkın öfkesi, mevcut veya gelecekteki soylarının da bu radyasyon kirlenmesi riskinin etkilerine maruz kalacağı kavramıyla daha da büyümüştür. Yayılan bu halk tepkisi bir ülke ile sınırlı kalmamış ve Sovyetler Birliği'nin dışındaki ilk halk tepkisine neden olmuştur. Halkın güvensizliğini arttıran bir diğer gerçek de kendilerine anlatılan kazanın bir ihtimal değil gerçek olduğudur ve insanlar üzerindeki korku ve gerginliği sadece etkilenen bölgelerde değil tüm dünyada tetiklemiştir.

Gerginlik ve korku, ışınlanmanın sağlık etkileri üzerinde doğrudan fiziksel bir sebebi olarak varsayılmazken, radyasyona maruz kalan veya kaldıklarını düşünen insanların refahı üzerinde önemli etkileri olabileceği düşünülmektedir. Büyük tahliye hareketlerinden dolayı bölgesel sosyal yapıdaki ortaya çıkan karışıklığa ilave olarak kazanın neden olduğu radyolojik kirlenmenin başlattığı stres ve Sovyetler Birliğinin dağılmasının sonucu sert ekonomik ve sosyal sıkıntılar unutulmamalıdır. Çernobil kazası ile ilişkili bu radyolojik olmayan etkiler kapsamlı bir şekilde araştırılmıştır. Baş ağrısı, depresyon, uyuma zorluğu, konsantre olamama ve duygusal dengesizlik gibi semptomlar rapor edilmiş ve kazayı takip eden zor koşullar ve stresli olaylar ile ilişkili oldukları görülmüştür (Lee,1996: 247). Anne rahminde etkiye maruz kalan 138 Beyaz Rusyalı çocukta psikolojik gelişim kirlenmemiş bölgelerdeki 1222 çocuk ile karşılaştırıldı. Ebeveynler arasında korku ve çocuklarda duygusal stres arasında korelasyon bulundu; bu farklılıklar radyasyon iyonlaşması ile ilişkili değildir (NEA, 2002: 92).

Çernobil kazasının psikolojik huzur, sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi, etkilenen nüfuslarda hastalıklar üzerinde uzun vadeli belirgin bir etkisi olduğu sonucuna varılmıştır. Yine de bu bulgulardan hiçbiri radyasyon iyonlaşması ile doğrudan ilişkilendirilemez (UNSCEAR, 1988: 4)

2.3.2.1. Eski Sovyetler Birliği İçinde

Eski Sovyetler Birliğinde halk tepkisini etkileyen ilave faktörler rol oynamıştır. Yetmiş yıllık baskıdan sonra Sovyetler Birliğindeki sıradan insanlar içlerinde besledikleri hoşnutsuzluk ve engellemeleri açık bir şekilde belirtmeye başlamışlardır. Merkezi hükümete ve komünist sisteme karşı güvensizlik ve nefret karşılık görme korkusu olmadan ilk defa bu kadar açık bir şekilde belirtilmektedir. Ayrıca milliyetçilik de baskı altına alınamamaktadır. Çernobil kazası eski sistemde gizlilik, bilginin saklanması ve beceriksiz otoriter yaklaşım gibi yanlış olan gerçekleri ortaya çıkartmaktadır. Çernobil karşıtlığı sadece nükleer karşıtlığın ve komünizm karşıtlığının simgesi haline gelmemiş aynı zamanda artan milliyetçilik duygusuna da katkıda bulunmuştur (NEA, 2002: 93).

Bürokrasiye olan güvensizlik o kadar fazlalaşmıştır ki merkezi hükümetin bilim adamlarına dahi inanılmamaktadır; radyasyon etkileri üzerinde çok az deneyimleri olan yerel "uzmanlara" inanılmaktadır. Sovyetler Birliği bu sorunun farkına çabuk varmış ve yabancı uzmanları etkilenen bölgelere davet ederek, problemleri değerlendirerek, yerel uzmanların görüşlerini televizyonlarda ve halka açık toplantılarda yayınlayarak bu eğilime karşı atak başlatmışlardır. Bu ziyaretlerin, en azından başlangıçta, halkın korkularını yatıştırmakta pozitif bir etkisi olduğu görülmüştür. Etkilenen ülkelerde korku ve stres çok daha fazla yaygındır ve kirlenmiş bölgelerle sınırlı değildir (WHO, 1990). Sovyet ve diğer araştırmacılar tarafından yürütülen bir çok araştırma göstermiştir ki (Aleksandrovskij, 1989) kazanın yol açtığı "korku" etkilenen bölgelerde çok daha ileri seviyede yayılmıştır. Bu periyot boyunca sosyal huzursuzluk ve hükümet sistemi karşıtlığına sert ekonomik sorunlar eklenmiştir. Kazadan sonraki yıllarda Beyaz Rusya'da (Gomel ve Minsk), Ukrayna'da (Kiev ve Lvov) bulunana büyük şehirlerde nükleer karşıtı gösteriler sıradan bir hal almıştır (NEA, 2002: 93). Bazı Sovyet bilim adamlarının ve hükümet yetkililerinin baştan savmacı tutumları ile halk tepkisini "radyofobik" olarak değerlendirerek irrasyonel ve anormal bir yaklaşım olan zihinsel hastalık veya reaksiyonmuş gibi davranarak halkı daha da soğutmuşlardır (NEA 2002: 93). Bu aynı zamanda, halkın bir şekilde hatalı olduğunu ileri süren tüm teşhisleri uygun ortamda bir araya getirmeye yardım etmekteydi ve yetkililer göstergeler üzerinde herhangi bir şey yapabilme yeterliliğinde değildiler.

İnsanların kendi sağlıkları üzerinde endişeleri çocuklarının ve torunlarının sağlıkları üzerindeki endişelerinin gölgesinde kalmıştır. Büyük ve küçük sağlık problemleri kaynakları ne olursa olsun radyasyon etkisi ile bağdaştırılmaktadır ve kazanın etkisi günlük yaşamlarına stresi de eklemiştir. Tüm topluluklar tahliye veya yerlerinden uzaklaştırılmakla karşı karşıya kalmışlardır. Hala günlük yaşamlarında okullarını, işlerini, perhizlerini ve eğlencelerini etkileyen yaygın kısıtlamalar bulunmaktadır (NEA, 2002: 93).

Kaza sosyal ilişkilerin ve geleneksel yaşam tarzlarının bozulmasına neden olmuştur. Kirlenen yerleşim bölgelerinin pek çok sakini, bölgenin yerlisi ve yaşamlarının çoğunu orada geçirmişlerin başka yerlere yerleştirilmeleri mevcut aile ve topluluk ilişkilerini tahrip etmiştir. Bu engellere rağmen kirlenen bölgelerde yaşayanların %70'i yeni bölgelere gitmeyi istemişlerdir. Yeni yerleşimlerin hükümet isteği sonucunda olmasından dolayı, sağlanan gelişmiş yaşama standartları ve ekonomik teşvikler gitme isteklerinin bir etkisi olarak düşünülmektedir (NEA, 2002: 94).

Kazanın psikolojik etkisini arttırma eğiliminde olan iki ilave koşul daha bulunmaktadır: Birincisi Ukrayna'daki bu etkileri azaltmak için özel olarak tasarlanmış girişimdir. Bu 1991'de Ukrayna'da yürürlüğe konan tazminat kanunudur. Kaza sonrasında üç milyon Ukraynalı bir şekilde etkilenmiştir ve bunların üzerinde toplam devlet bütçesinin yaklaşık altıda biri harcanmıştır (NEA, 2002: 94). Farklı araştırmalar nüfusun tüm bölümlerinde genel korku duygusunu ortaya çıkarmıştır fakat bu, yerlerinden ayrılanlar üzerinde kısmen akut bir etkidir. İnsanlar gelecekten ve sonraki nesilleri için korkmaktadırlar ve kendi kaderleri üzerinde kontrollerinin olmamasından endişe duymaktadırlar.

Problem ise telafi sisteminin, faydalananların korkularını, kurban kategorisine sokarak abartmasıdır. Bu durum, onları sosyal olarak ayrı bir sınıfa yerleştirmektedir ve "kurbanlar" olarak ayrılmaları yerli halkın kızgınlığını arttırmıştır (NEA, 2002: 93). Tahliye edilenler üzerinde genellikle içine kapanma, ilgisizlik ve ümitsizliğe yol açan, artan bir stres etkisi yaratmıştır. Yerel bölgelerde verilen tazminat "tabut sübvansiyonu" diye adlandırılmıştır. Tahliye edilenlerde daha kötü yaşama koşullarında rağmen, kirlenen bölgelere geri dönen ve tazminat alamayan 800 veya daha fazla yetişkin üzerinde daha az stres ve korku görünmesi ilginç bir durum olarak yansıdı.

Kazanın psikolojik etkisini arttırmaya hizmet eden ikinci faktör doktorlar ve halk tarafından "bitkisel distoni" olarak bilinen hastalığın kabul edilmesidir (NEA 2002: 95). Bu teşhis belirsiz semptomlarla karakterize edilmiş ve kesin bir test yapılmamıştır. Herhangi bir zamanda bu "hastalığın" tedavisi için Kiev'de 100 kadar çocuk hastaneye yatırılmıştır. "Bitkisel distoni"nin teşhisi kaza sonrası durum için ısmarlama gibi görünmektedir; ebeveynler ve doktorlar tarafından çocukların şikâyetlerini izah etmek için kararlaştırılmış ve yetişkinler tarafından da belirsiz belirtilerin açıklaması olarak kabul edilmiştir.

Kendi sağlığının kötü olduğu algısı da dâhil olmak üzere stres belirtileri, depresyon, anksiyate ve tıbbi olarak açıklanamayan fiziksel belirtiler teşhis edilmiştir. Etkilenen halkın "kurtulanlar" olarak değil, "kurbanlar" olarak belirtilmesi bunların kendilerini aciz, zayıf ve kendi gelecekleri üzerinde hiçbir kontrolleri olmadığı biçimde algılamalara yol açmıştır. Bu durum sonuçta, böğürtlen benzeri meyveleri ve av etlerini tüketmek, aşırı alkol ve tütün kullanmak, korunmasız ve rasgele cinsel ilişkide bulunmak gibi kayıtsız davranışlara yol açmıştır (IAEA, WHO, UNDP, 2005: 5).

2.3.2.2. Eski Sovyetler Birliği Dışında

Eski Sovyetler Birliği ile karşılaştırıldığında diğer ülkelerdeki sosyal ve psikolojik etkiler çok daha azdır ve insanlar sağlık semptomlarından ziyade daha çok sosyal tepkiler göstermişlerdir (NEA 2002: 95). Eski Sovyetler Birliğinin etkilenen bölgelerinde birçok insan radyasyonun neden olduğu hastalıklardan zarar gördüklerine inanmaktadırlar. Hâlbuki kirlenmenin çok daha az olduğu dünyanın geri kalanında kazanın haberleri nükleer enerjiye karşıt hassasiyeti arttırmaktadır. İsveç halkının tepkisi belgelenmiştir (Sjoberg ve Drottz,1987: 261). Araştırmada "Kazandığımız deneyime göre, ülkemizde Nükleer Enerjiye yatırım yapmanın iyi mi yoksa kötü mü olduğunu düşünüyorsunuz?" sorusuna "kötü" yanıtını verenlerin oranı Çernobil kazasından sonra %25'ten %47'ye yükselmiştir. Kaza, nükleer enerjiye karşı negatif bir tutum sergileyen halkın sayısını ikiye katlamıştır (Sjoberg ve Drottz,1987: 261). Bu değişikliğin etkisi en çok, nükleer enerjiyi çevresel bir problem olarak düşünen kadınların üzerinde görünmektedir, oysa erkekler bunun çözülebilecek teknik bir sorun olduğunu düşünmektedirler (NEA, 2002: 95). Ülkede, bir taraftan İsveç'teki riskin ihmal edilebilecek seviyede olduğuna dair açıklamalar yapılırken diğer taraftan riskin nasıl azaltılabileceği konusunda eğitimlerin verilmesi ile radyasyondan korunmakla sorumlu yetkililere karşı medya eleştirileri de daha yaygın hale gelmiştir. Doz her ne kadar az olursa, "ucuz ve kolay bir şekilde önlenebilir" kavramı anlaşılamamıştır.

Eski Sovyetler Birliği dışında yaşanan bu tepkiler genelde aynıdır, halkın sağlığı üzerinde belirgin bir etki görünmemesine rağmen tepkiler halkın nükleer enerjiye karşı olan endişesini ve resmi kurumlara karşı olan güvensizliğini arttırmıştır (NEA, 2002: 96).

Ayrıca Avrupa'da halkın Sovyetler Birliği'nden yapılan açıklamalara karşı düşünceleri çok şüphecidir. Halkın güvendiği geleneksel bilgi kaynakları, öğretmenlerin ve doktorların daha iyi bilgilendirilmemeleri ve sadece üzerlerindeki korkuyu arttıran bilgilerin tekrarlanması halkın güvensizliğini daha da arttırmıştır. Tüm bunlara ilaveten medya sözde radyasyon etkileri diye adlandırılan garip iddiaları "bahsedilemeye değer" haberler olarak yayınlamıştır.

Halkın kafası karışmıştır ve kötümserdirler; tahmin edilebileceği gibi çocuk düşüklerinde artışlar aramaya, seyahatlerini ertelemeye ve etkilenmiş olabilecek yiyecekleri satın almamaya başlamışlardır. Bildirilen diğer küresel endişe de Sovyetler Birliği'ne seyahatlerden korkudur. Potansiyel Sovyetler Birliği yolcuları resmi yetkililerden, nasıl önlem alabilecekleri ve üzerlerindeki radyasyon etkisini nasıl ölçebileceklerine dair bir açıklama beklemişlerdir. Birçok insan sadece güvenli tarafta kalabilmek için seyahatin güvenli olduğu şüphelerini gidermek yerine yolculuklarını iptal etmişlerdir ki, bu aynı zamanda aldıkları tavsiyelere güvensizliğin de bir göstergesidir (NEA, 2002: 96).

Görüldüğü gibi hükümetlerin kendileri bu korkuların etkilerine karşı hazır değillerdir ve ithal edilen gıdada radyonüklidlerin kontrolü için gereksiz yere, sert seviyelerde ölçümler yapılmasını zorunlu kılmışlardır. Bu yüzden dünyanın tamamında bireyler üzerindeki etkiler korku ve stresten dolayı muhtemelen en azken; toplu anlayış ve tepki belirgin bir ekonomik ve sosyal etkiye neden olmuştur. Halkı radyasyon etkileri hakkında bilgilendirmenin gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bir diğer ihtiyaç da; halkın kişisel kontrolü sağlayabilmesi için alınabilecek önlemler üzerine eğitim görmesi gerekliliğidir.

2.4. Kazanın Türkiye Üzerindeki Etkileri

2.4.1. Türkiye'ye Salınan Radyoaktivite

Ülkemiz üzerinde bulutun geçişi sırasında şiddetli yağmur alan Bulgaristan ve Yunanistan sınırındaki Trakya Bölgeleri ile Doğu Karadeniz kıyıları Türkiye'nin en fazla radyoaktif kontaminasyona bağlı kalan bölgeleridir (TAEK 1, 2006: 8).

İngiltere Meteoroloji Ofisi tarafından yapılan model çalışması (Şekil 3) (Ayrıca bakınız www.metoffice.gov.uk/environment/name_movie2.html) Devlet Meteoroloji Enstitüsü' nden alınan Türkiye yağış bilgileri ve ölçüm sonuçları dikkate alınarak; radyoaktif bulutun Türkiye üzerine 1 Mayıs 1986'da Trakya üzerinden ulaştığı, daha sonra Karadeniz kıyı şeridine yaklaşarak 2 Mayıs'ta Sinop üzerinden tüm Trakya ve Batı Karadeniz'i etkisi altına aldığı, 3 Mayıs'ta Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu dışındaki bölgeleri, 4 Mayıs'ta da tüm Türkiye'yi etkilediği, 5 Mayıs'taki bulutun Orta Karadeniz'den başlayarak Doğu Karadeniz kıyı şeridi boyunca Türkiye'nin doğusuna doğru ilerlediği ve 6 Mayıs'tan itibaren etkilerinin azalmaya başladığı değerlendirilmiştir (TAEK 7, 2006: 10).

Böylece İspanya ve Portekiz dışındaki Avrupa ülkelerinin hepsi Çernobil'den yayılan radyoaktif maddelerin meydana getirdiği kontaminasyondan az veya çok etkilenmiştir. Ancak kazadan SSCB dışında en çok etkilenen ülkeler Polonya, İskandinav Ülkeleri, Avusturya, İtalya'nın kuzeyi, Federal Almanya'nın güneyi, Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan olmuştur (TAEK 1, 2006: 2). Ülkemiz, kazanın meydana getirdiği kontaminasyondan bu ülkelere göre daha az etkilenmiş ve Trakya'nın Edirne çevresi, Doğu Karadeniz şeridi dışındaki bölgelerimizde radyasyon ve kontaminasyon düzeyleri çok alçak seviyelerde kalmıştır.

Çernobil nükleer santral kazasının ilk etkileri 30 Nisan 1986 günü ülkemizin kuzeybatı (Trakya) bölgesi ve Karadeniz kıyılarında çevresel radyasyon düzeylerindeki yükselmeler ile gözlenmiştir. En yüksek radyasyon düzeyi Batı Karadeniz Bölgesi'ndeki Karasu'da ölçülmüştür (TAEK 1, 2006: 2).


Şekil 6: Türkiye'de Sezyum Kirlilik Haritası (Ölçüm Alınmayan Yerler Beyaz Olarak Gösterilmiştir) (TAEK 5, 2006: 21)

Radyoaktif bulutun ülkemize gelişi ilk olarak 30 Nisan günü radyasyon düzeyindeki artışlar ile gözlenmiştir. Buna paralel olarak ÇNAEM'de alınan hava örneklerinin aktivitesinde 1 Mayıs'tan itibaren hızlı bir yükselme gözlenmiş ve bu yükselme 3 Mayıs günü en yüksek değer olan 120 Bq/m3 düzeyine ermiştir (TAEK 1, 2006: 2). Bu tarihten sonra hava parçacıklarının toplam beta aktivitesi hızla düşerek 7 Mayıs'ta 1,2 Bq/m3 'e inmiş ve Haziran ayı içerisinde normal düzeyine dönmüştür.

Kuzeyden esen rüzgâr ile radyoaktif bulut Balkanlar üzerinden ülkemize gelmiş ve bu esnada yağan şiddetli yağmurlarla hava içindeki radyoaktif maddeler yeryüzüne inmiştir. Bu durum ülkemizin kuzeybatısındaki Edirne bölgesiyle Karadeniz kıyılarında önemli kontaminasyona neden olmuştur.

1986–1989 yıllarında çaylardaki genel sezyum radyoaktivitesi yıllık ortalama değerleri şekil 7'de verilmiştir (TAEK 6, 2006: 78).


Şekil 7: İllere ve yıllara göre çaydaki ortalama sezyum radyoaktivitesi

1986 yılında Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde elde edilen fındık ürünlerinde yapılan ölçümler sonucu bulunan toplam radyoaktivite düzeyleri şekil 8'de verilmiştir. Görüldüğü gibi 1986–2001 yılları arasında yapılan ölçümlerde en yüksek radyo aktivite 1986 ve 1987 yıllarında görülmektedir. Bu dozlarda en fazla 1000–2500 Bq/kg'dır.


Şekil 8: 1986–2001 yılları arasında Türkiye'den ihraç edilen fındıklarda radyoaktivite analizleri yapılan örnek sayısı

TAEK'in yaptığı çalışmalarda Karadeniz'de en düşük aktivite düzeyi Bolu-Akçakoca yöresi, en yüksek radyoaktivite düzeyi ise Rize Fındıklı yöresi ürünlerinde bulunmuştur (TAEK 6, 2006: 62). Fındık yapraklarındaki aktivite, fındık ürünü ve topraktakine göre hayli fazladır.

2.4.2. Sağlık Etkileri

Çernobil kazası sonrasındaki çalışmalar, tiroit kanserinin kazadan sonraki ilk 5 yıl içerisinde görülebileceğini ortaya koymuştur. Kazadan en çok etkilenen ülkelerdeki tiroit kanserleri artışı beklenenden önce görülmüştür (TAEK 7, 2006: 51).

Kazadan en fazla etkilenen Beyaz Rusya, Rusya Federasyonu ve Ukrayna'da bile lösemi ve diğer kanser vakalarında anlamlı bir artış olmadığı tespit edilmiştir (TAEK 7, 2006: 51).

Kazadan yirmi yıl sonra, en son bilimsel veriler ışığında, Türkiye geneli için yapılan hesap ve değerlendirmeler (TAEK 7, 2006: 51);

  • Yaşam boyu etkin doz değerleri; kentlerde yaşayan yetişkinlerde bölgelere göre ortalama olarak 1.28 mSv ile 3.65 mSv, kırsalda yaşayan yetişkinlerde 1.37 mSv ile 4.49 mSv arasında değişiklik göstermektedir. Bu değerler 3 aylık bebekler için 0.94 mSv ile 2.66 mSv, 1 yaş için 2.31 mSv ile 4.03 mSv arasında değişmektedir.
  • Yaşam boyu ortalama tiroit dozu değerleri; 3 aylık bebekler için 10.71 mSv, 1 yaş için 37.22 mSv, 5 yaş çocuklar için 14.96 mSv, 10 yaş çocuklar için 7.86 mSv, 15 yaş için 5.89 mSv, yetişkinlerde 4.21 mSv olarak bulunmuştur.
  • Türkiye genelinde değerlendirildiğinde, radyoaktif bulutun geçişi sırasında yoğun yağış alması nedeniyle Trakya'da Edirne-Eskikadın, İsmailce, Kapıkule ve Büyükdoğanca bölgeleri ile Doğu Karadeniz'de Hopa- Pazar arasındaki kıyı bölgesi en fazla etkilenen yerler olmuştur.
  • Kişisel etkin doz değerleri, Doğu Karadeniz bölgesinde Fındıklı, Hopa, Arhavi, Pazar, Rize ve Of civarlarında diğer bölgelere göre daha yüksektir. Ancak, bu bölge içerisinde birbirine çok yakın iki nokta dozları arasında bile önemli farklılıklar görülebilmektedir. Edirne bölgesinde, kazayı takiben alınan önlemler ile bölge halkının aldığı dozun, Türkiye'nin diğer bölgelerinin doz düzeyine düşürülmesi sağlanmıştır.

    Türkiye genelinde yetişkinlerin yaşam boyu alacakları en yüksek doz değeri ortalaması olarak hesaplanan 4.49 mSv değeri, tek bir akciğer tomografisinden alınan dozun yarısı civarındadır ve ICRP ile IAEA tarafından saptanan ve birçok ulusal yetkili kuruluşlarca benimsenen normal koşullarda halk için izin verilen sınırların altındadır (TAEK 7, 2006: 52). Halk için yıllık doz sınırı; ardışık beş yılın ortalaması 1 mSv, 5 yıl içerisinde tek bir yılda alınmasına izin verilen sınır 5 mSv'dir. Bu değerler ile karşılaştırıldığında, Türk halkının Çernobil kazası nedeniyle aldığı yaşam boyu doz, halk için izin verilen değerlerin altındadır.

    2.4.3. Sosyolojik ve Psikolojik Etkiler

    2.4.3.1. Bilim Çevreleri

    Radyasyonun etkileri ve radyasyondan korunma uzmanlık gerektiren bilimsel bir disiplindir. Pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de bu konuda o yıllarda akademik eğitim olmaması nedeniyle, kazanın ardından Türk toplumunun aldığı dozun değerlendirilmesi konusunda çelişkili açıklamalar yapılmış, bu durum kamu oyununu paniğe sevk edecek vahim sonuçlar yaratmıştır.

    Birkaç Üniversite çayda ve bazı çevresel örneklerde ölçüm yapmış olmakla birlikte ölçüm sonucunda saptanan aktivitenin insan vücudunda ne kadar radyasyon dozuna neden olduğu konusunda yetersiz kalmıştır. Dozun saptanamadığı durumlarda sağlık etkisi hakkında yorum yapmak mümkün değildir. Bu tür hesaplarda, çevredeki ve gıdalardaki radyoaktivitenin insana geçiş yolları ile insan vücudunda biriken aktivitenin sağlık etkisinin ne olabileceği fevkalade karmaşık hesap yöntemleri kullanılarak ve ancak bu amaçla yazılmış bilgisayar programları yardımı ile hesaplanabilmektedir. Ülkemizde bu hesapları, eğitimlerini yurt dışında almış uzmanlar bulunduran, ülkenin bu konuda uzman tek kuruluşu olan TAEK yapabilmiştir. TAEK tarafından yapılan hesap ve değerlendirmeler konuda yetkin uluslar arası kuruluşlar tarafından değerlendirilmiş ve sonuçlar BM-UNSCEAR, OECD/NEA ve IAEA kuruluşları tarafından Dünya kamuoyuna açıklanmıştır.

    Bu konunun düşünmeye değer en önemli bir diğer yönü de, hastalıkların tanısı amacı ile radyasyon uygulayan radyolog hekimler, radyasyonla tedavi yapan radyasyon onkologları, radyoaktivitenin vücuda enjekte edilmesi veya ağız yoluyla içirilmesi ile tanı ve tedavi uygulamaları yapan nükleer tıp hekimlerinin görüş ve değerlendirmeleri ile radyoaktivite ölçümü yapan bazı bilim insanlarının değerlendirmelerinin farklılığıdır. Radyasyonla çalışan hekimlerin değerlendirmeleri ve bazı üniversitelerin konu ile ilgili görüşleri Sağlık Bakanlığı'nın 24 Şubat 1993 tarihli Bilim Kurulu raporunda da yer almaktadır (TAEK 2, 2006: 4). Konu ile ilgili hekimler, Çernobil sonrası yenilen gıdalar ve çevresel etkenler nedeniyle alınan radyasyon dozunun sakat doğum, kanser, genetik etki v.b. sonuçlar yaratmasının bilimsel olarak mümkün olmadığını açıklamışlardır.

    Çernobil'den en fazla etkilenen bölgelerimizde yaşayanların Çernobil nedeniyle aldığı radyasyon dozu, radyasyon uygulamalarının yapıldığı tıbbi uygulamalarla karşılaştırıldığında çok düşük düzeyde kalmaktadır. Bu tür merkezlerde çalışan fizikçiler, hekimler, teknisyen ve hemşireler yaptıkları iş dolayısı ile kaçınılmaz olarak radyasyon dozu almaktadır. Görevi gereği radyasyonla çalışanların güvenliğini temin etmek üzere uluslar arası kuruluşlarca kişi başına her yıl alınabilecek en yüksek doz düzeyi 20 mSv ile sınırlandırılmıştır. Uluslar arası kuruluşlarca öngörülen bu değer ülkelerin mevzuatlarında yer almaktadır. Ülkemiz mevzuatında da bu şartlar mevcuttur. Radyasyonla çalışanların her yıl almasına izin verilen düzey, Çernobil'den en fazla etkilen bölgelerde yaşayanların Çernobil nedeniyle alınan yaşam boyu dozunun üzerindedir. Radyasyonla çalışanların yaşam boyu dozu (yaklaşık 1000 mSv) ile karşılaştırıldığında ise Çernobil nedeniyle alınan yaşam boyu doz çok düşük kalmaktadır.(Doğu Karadeniz Bölgesinde kişi başına yaşam boyu ortalama doz değeri 4.49 mSv'dir).

    Basın, hekimlerden ve TAEK'ten yapılan açıklamalara hiç itibar etmemiş, radyasyon dozu ve sağlık etkileri konusunda uzman olmayan akademisyenlerin yaptıkları ölçüm sonuçlarına dayanarak halkı paniğe sevk edecek haberler yapmışlardır.

    2.4.3.2. Halk

    Basının yanlış yönlendirmesiyle bilgilenen halk, büyük tepki göstermiştir. Karadeniz halkında Çernobil'den kaynaklı kanser vakalarının oluşması, doğum oranında azalma, anomali çocuk doğumlarında artış, tarım ürünlerinin verimsizliği, Çernobil'den alındığı düşünülen çok yüksek dozda radyasyonun genetik bozukluğa neden olup doğacak bebeklerin de kanser olma olasılığı, … gibi bilimsel verilere dayanmadan, yalnızca ağızdan ağza dolaşan bilgilerle halk yanlış yönlendirilmiştir.

    Çernobil Olayı'nı işaret ederek nükleer enerjiye de karşıtlık ülkemizde son derece fazladır. Bu doğrultuda oluşan bazı kalıplaşmış fikirler vardır: "Bütün Dünya nükleer enerjiden vazgeçiyor. Alternatif enerji kaynakları tercih edilmelidir. Türkiye'nin enerji ihtiyacı için nükleer santral yerine temiz sürdürülebilir ve yenilenebilir teknolojilere geçilmelidir. Nükleer enerji pahalıdır; kapama, çevre ve atık maliyetleri hesaba katıldığında nükleer enerji pahalıya mal olmaktadır. Nükleer santrallerin atıkları denizlere atılmakta, arazilere gömülmekte ve radyasyon yaymaktadır. Nükleer santralin yapıldığı yerde yaşam bitmektedir."

    TAEK'in halkı bilgilendirmek için verdiği demeçlerden bile halk tatmin olmamış, bunun yanı sıra güven problemi ortaya çıkmıştır. Halk, TAEK'in doğru verileri verdiğini inanmamakta, çok yüksek dozda radyasyona maruz kaldığına inanmaktadır. Nükleer karşıtı çeşitli örgütlerin de desteğiyle bu görüşlerini sıkça dile getirmektedirler.

    Halkın Çernobil Olayı'ndan dolayı radyasyon aldığına inanmasının bir diğer nedeni de ülke çapında artan kanser oranlarıdır. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Daire Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer, 21.06.2004'te Sabah Gazetesi'nde yapılan bir röportajında Türkiye'de kanserin her yıl % 6 oranında arttığını ve bunun çoğunluğunu da akciğer kanserinin oluşturduğunu bildirmiştir. Türkiye'de her yıl 150.000 yeni kanser tanısı konmakta, bunun 100.000 sigaraya bağlı olarak gerçekleşmektedir. Kanser vakalarında artışın birincil nedeni sigaradır. Bunu dengesiz beslenme takip etmektedir. 30.12.2006 tarihli Sabah Gazetesi röportajında da şunları iletmiştir:

    "Kanserlerin yüzde 15-20'si genetik kökenlidir. Ama yüzde 70'ini yaşam şeklimizi ve tarzımızı değiştirerek engelleyebiliriz… Karadeniz'de, Çernobil kazasının olduğu dönemde, o günkü politikacıların halktan bir şeyleri saklamaları, halkta güvensizlik oluşturmuş. Bu nedenle şu anda ne yapsak bir inanç eksikliği var. 'Son iki yıldır Çernobil ile ilgili bir kanser artışı var mı' diye bir araştırma yaptık. Evet, ülke genelinde kanser artışı var ama Karadeniz'de Türkiye'nin genelinden farklı bir kanser artışı yok. Ayrıca Karadeniz'de Çernobil ile ilişkilendirilebilen bir kanser artışı da yok … Son 20 yıldır bütün Karadeniz'den çıkan kanser vakalarının geriye yönelik olarak profilini çıkardık. 8 bin hane yani aşağı yukarı 80 bin nüfus taramadan geçirildi. Karadeniz Teknik, Dokuz Eylül, Ege, İstanbul, Hacettepe, Gazi, Akdeniz, Ankara ve Bilkent üniversiteleri ile Sağlık Bakanlığı'nın eğitim hastaneleri katkıda bulundular ve yapılan araştırmalar bir rapor olarak da sunuldu. Bu bilimsel çalışmaya göre; Karadeniz'de Türkiye'nin genelinden farklı bir kanser artışı yok. Çernobil, kanser açısından bizi etkilemedi diyebiliriz.

    Halkın her kanser olayını radyasyonla ilişkilendirmesinin en önemli sonuçlarından biri Türkiye'deki kanser artışlarının gerçek nedeninin Çernobil nedeniyle gözden kaçırılmasına neden olmuştur. Son yıllarda Türk toplumunun "fast food kültürü"nü benimsemesi, doğal beslenmeden giderek uzaklaşması, tarımda kullanılan gübrelerin ve kimyasalların etkisi göz ardı edilmiştir.

    LİSANS TEZİ

    ÇERNOBİL OLAYI ve SOSYOLOJİK ETKİLERİ

     

    TEZ DANIŞMANI
    Öğr. Gör. SEVİL TURAN
     
    HAZIRLAYAN
    A.ZEYNEP BUYAN
    03016234


           
    --~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
    Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

    Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

    Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
    adresinde bu grubu ziyaret edin.
    -~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

    Hiç yorum yok: