3 Aralık 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) “Namaz, kişinin kalbinde bir nurdur; artık sizden içini aydınlatmak dileyen, kalbindeki nurunu artırmaya çalışsın” Hayırlı cumalar Gönül dostlarım baki selam ve dua ile

 

 

99namesAllah.jpg 99 names of Allah image by CherryTreeBlossoms

 Hesapla Hadi!...

Seni yoktan var eden,
hayatın için hiçbir şey ödemeksizin
sana verdiği bunca nimeti hesapla…
Hesapla hadi!..


Her yeni gün yeni bir hayat,
Her yeni güneş yeni bir umut, yeni bir başlangıç…
Ve her doğan güneşle sana bu imkanı verene
karşı olan şükürsüzlüğünü hesapla!..


O (c.c.) istemese ne nefes alabilir, ne de nefes verebilirsin.
Akıl fikir erdiremediğin koskoca kainatı bir kenara koyup tek bir hücreyi düşün.
Zerre kadar olan bir hücrenin içerisindeki işlevleri bile anlayamıyorsun, beynin duruyor.
Ne kadar aciz olduğunu hesapla!..


Ve bütün bu nimetlere ne kadar az şükrettiğini,
Rabbinin emirlerini ne kadar yerine getirdiğini,
işlediğin onca günahı hesapla…
Hesapla hadi!..


Ve hesaba katmadıklarını hesapla…
Hesap günü gelmeden hesapla tüm bunları!..


Ancak hesabı yaparken Rabbinin merhametini de kat hesaba ki,
yeise düşenlerden olmayasın…
Asla ümidini kaybetme, çünkü senin Rabbin o kadar yüce, o kadar merhametli ki…
Kendine bir adım yaklaşan kuluna O (c.c.) on adım yaklaşır…
öyle yüce ki, „iste kulum" diyor. istememizi istemeseydi istemeyi verir miydi bize?!
O halde o rahmeti bol Padişahın kapısını çal, tevbe et, af dile!..

-----------------------------------------------------------------------------------------------

http://www.resimkalesi.com/data/media/17/sadecesevgi_27wrq0w.jpg


Hay gibi üç harftir aşk. Haydır aşıkların sözleri. Elestten beri aşk vardır alemde kalu bela derken başlamıştır aşık ve maşuk sevdası. Kimi aldandı, kiminin aklından hiç çıkmadı, kimi de unuttu kalu belayı.
 
Sen bize unutturmadığın için binlerce şükür olsun. Hamdimiz, aşkımız, gönlümüz Seninledir, Seninle mutmain olur kalplerimiz.

Neyden çıkan sestir aşk. Ali'nin derdidir. Miracı anlatır her ses. Her Huda, her Hayda duyarız o sesi. Duyduğundan beri yakmıştır kamışın vücudunu aşk, inceltmiştir, sarartmıştır rengini.
 
 Nefsin yedi mertebesini aşmayı anlattırmıştır. Çileyle dolmuştur tüm bedeni, hu der o günden bugüne, hularla coşar, hularla aşık eder aşıkları aşkla doludur bedeni, ah eder Sen gittin gideli.
 
Duyanları doldurur aşkıyla, birdir şekli, eliftir şekli, Allahı anlatır her sözü, zikirle doludur içi, tek başına olduğundan doldurur zikirle içini, yeter ki biri üflesin, halini sorsun, döker dertlerini. Derdini anlayan ise dertli aşıklar olur. Aşık kamışın, aşk kokan nameleri dökülür nefesinden.
 
Ayrılıklarından bahseder, öz vatanından ayrı düşmüş tek kalmıştır. Cevherini de tek kalınca ortaya çıkarır, çünkü vuslat aşkı onu divane etmiştir , susamaz artık hayları hulara hıçkırıklara döner yanık yanık, dertli dertli öter. Boşaltmıştır içini tüm kötülüklerden, tüm sevgisizliklerden, günahlardan. Aşkıyla hem-hal olmuştur görmez kimseyi gözleri.
 
 İnler,inledikçe inletir cümle aşıkları. Kulakları doldurur boş bedeniyle, öyle bir doldurur ki Halikımızın tecellileri görülmeye başlar.
 
Seni anlatır her yerde onu ancak anlayan anlar, benliğini aşanlar anlar,besmeleyle başlar, salavatlarla devam eder, zikirler coşar, seni özler, seni anar her daim, Sensin onun ve aşıkların derdi, resûlün övgüsüyle, miracıyla devam eder coşmaya, mürşitleri, müritleri, evliyaları, şehitleri anlatır dua eder hamdla susar ince bedeni.
 
Tarihten, menkıbelerden, mucizelerden dem vurur, mucizedir zaten onun yaşamı ve sesi. Eyubun sabrı, ızdırabı, Yakubun acısı, Efendimizin sözleri, ağlayışları gizlidir içinde, kendini öyle sıkmıştır ki incelmiştir baştan aşağı. Derdine çare yoktur. Onun derdi vuslattır. .

 
 

 

-----------------------------------------------------------------------------------

 (HZ Ali'nin Duası)

Ey MEVLAM

img177/7877/00510zujj1hw01rc5.jpg 

Allah'ım! Sadece tertemiz bir kalple Allah'ın huzuruna çıkan hariç mal ve evlatların -insana- hiçbir yararı olmadığı günde senden aman diliyorum. Zalimin -hasretle- ellerini ısıracağı ve "keşke ben Resulullah'a -itaat- yolunu tutsaydım" diyeceği günde senden aman diliyorum. Günahkârların yüzlerinden tanınacağı, saçları ve ayaklarından tutulacağı günde senden aman diliyorum.


Babanın oğul yerine ve evladın da baba yerine cezalandırılmayacağı günde senden aman diliyorum. Ve doğrusu Allah’ın vaadi haktır. Zalimlere mazeretlerinin bir fayda sağlamayacağı, onların Allah’ın rahmetinden uzak ve kötü bir menzilde olacağı günde senden aman diliyorum.

Hiç kimsenin kimse üzerinde güç sahibi olamayacağı ve yetkinin yalnız Allah;a has olacağı günde senden aman diliyorum. İnsanın kardeşinden, annesinden, babasından, esinden ve evlatlarından kaçacağı ve herkesi meşgul edecek bir işle uğraşacağı günde senden aman diliyorum.

Suçlu o günün azabından -kurtulmak için- eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini vermek ister. Hayır -hiçbir zaman bu imkanı bulamayacak-! O -cehennem ateşi-, alevlenen bir ateştir. Deriler kavurur, soyar; Bu günde senden aman diliyorum.

Mevlam, ey mevlam! Sen mevlasın ben ise bir kulum; kula mevladan başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen -varlığımın- sahibisin, ben ise sahip olunan; sahip olunana sahip olandan başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen azizsin, ben ise zelil; zelile azizsen başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen yaratansın, ben ise yaratılan; yaratılana yaratandan başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen yücesin, ben ise hakir, hakire yüce olandan başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen güçlüsün, ben ise zayıf; zayıfa güçlüden başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen zenginsin, ben ise yoksul; yoksula zenginden başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen bağışta bulunansın, ben ise sail; saile bağıştan bulunandan başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen dirisin, ben ise ölü; ölüye diriden başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen bâkisin, ben ise fâni; faniye bakiden başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen ebedisin, ben ise geçici; geçiciye ebediden başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen rızıklandıransın, ben ise rızıklanan; rızıklanana rızıklandırandan başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen cömertsin, ben ise cimri; cimriye cömertten başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen afiyet verensin, ben ise -derde- tutulan, derde tutulana afiyet verenden başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen büyüksün, ben ise küçük; küçüğe büyükten başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen hidayet edensin, ben ise sapan; sapana hidayet edenden başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen rahmansın, ben ise merhamet edilecek olan; merhamet edilecek olana rahmandan başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen güç sahibisin, ben ise imtihan edilen; imtihan edilene güç sahibinden başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen kılavuzsun, ben ise yolunu şaşırmış; yolunu şaşırmışa kılavuzdan başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen bağışlayansın, ben ise günahkâr; günahkâra bağışlayandan başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen galipsin, ben ise mağlup; mağlubu galipten başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen eğitensin, ben ise eğitilen; eğitilene eğitenden başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Sen yücesin, ben ise alçak ve düşük; düşük birisine yüce olandan başka kim merhamet eder?

Mevlam, ey mevlam! Rahmetinin hakkı için bana merhamet eyle. Bağışının, lütfünün ve fazlının saygınlığı için benden razı ol.

Ey bağış, ihsan, fazl ve nimet sahibi! Rahmetinin hakkı için -duamı kabul buyur-, ey merhametlilerin en merhametlisi! 

 

-----------------------------------------------------------------------------------

 

SECCADELER RAMPALARDIR..
 
Kul'u Allah'a götüren pek çok yol vardır. Aynı bir ağacın dalları gibi, sonunda hepsi aynı gövdeden semaya uzanır. Yolların en güzeli, müminin sürekli vecd halinde olmasıdır ki bunu sağlayanlardan biri de namazdır. Hadislerde, namaz için " Mümin'in miracı" buyurulmuştur. Lakin bu yükselme açık gökyüzünde değil, maneviyat ve kulluk boyutunda uçmak ve Allah'ı Teala' ın rızasını kazanmaktır. Bu yükselme; Allah'ın huzurunda olduğunu idrakle, gönlünü, düşüncelerini, bütün uzuvlarını O'na yöneltmendir.  

Mirac; seccadede başlar, "Allah-u Ekber" denildiği anda , tüm istekler, arzular, her türlü dünyasal duygular geriye atılmış, vücut tüm unsurları ile O'na doğrulmuştur.  

           Kişi artık Allah'ın huzurundadır, mecazi ifadeyle O'nun kapısını çalmaktadır.. ve  kapı açılmış, "Buyur ya Kulum" denilmiştir. Ve kul o durumda, yaşadığı hiçbir dönemde hiç kimsenin karşısında durmadığı bir ifadeyle boyun eğer rüku'a varır.

 

            "Ey güzeller güzeli sevgili…senden ayrıldığımdan beri, inler durur tüm zerrem..Ey sevgisinden tüm kainatı yaradan Allah'ım; senin önünde talebimi söylemeye bile takatım yok, senin huzurunda söz bana değil, senin fermanına düşer. Ey Allah'ım; izzet olarak senin kulun olmak bana yeter"

 

             Tüm zerreleri titrer, duyduğu huzur onun aldığı cevaptır..Secdeye varır..bu şükrandır, bu razı olmaktır, bu kulluğunu en son şekilde ifade etmektir.

 

           " Ey Sevgili; senin huzurunda ben küçücük bir noktayım..fermanım senin elinde, hayatım, ölümüm, vefam senin elinde, sen ki her şeyi hakkıyla bilensin, sen ki huzuruna geleni çevirmeyecek kadar Rahman ve Rahim'sin,  

her şeyin sahibi sensin, tüm zerrelerimle diyorum ki, senden başka tapılacak yoktur. Azamet sahibi sensin, ben sadece yarattığınım, sana  muhtaç olanım "

            

            Bilir ki, gücü veren O'dur..bilir ki aranılan her ne ise O'nda aranır, O ihsan ederse, her şey O'nda bulunur.

     "Sen kendini küçük bir varlık mı sanırsın? Oysa sende büyük bir âlem gizlidir."der Alemlerin Rabbi..

    Başını kaldırır..öylece oturur..kendisine söyleneni alır ve ;

    Rabbiyle miracında kendisine verilenlere şükreder..Miracına şahit olanlara selam verir..ve hayata yine sonraki miracına kadar, O'na layik kul olma savaşına devam eder.             

    Artık öğrenmiştir; her seccadeye gidiş,  O'nun huzuruna çıkıştır. Her seccade bir rampadır. Kul'u Allah'a ulaştıran rampalar, onu kullanacak olana, Allah'ın kapısını çaldıran rampalar..

   Her secdeye varış da; kulluğunu ikrardır ve sonu vuslattır O güzeller güzeli Sevgili ile..  

            Ne demiş uğruna alemler yaratılan Cihan Serveri ;

 

          "Namaz, kişinin kalbinde bir nurdur; artık sizden içini aydınlatmak dileyen, kalbindeki nurunu artırmaya çalışsın"

    Rabbim; yüreklerinde O'nun aşkını taşıyan herkesi, onları Allah'a ulaştıran bu rampalardan uzak eylemesin…

                

 

-----------------------------------------------------------------------

Ey Arkadaş



Asrın deryasına atılan Nur'dan taş, iletmişti 'ümmetî' sadalarını; sana, bana, dalga dalga...

Ağladılar, aradılar. Yakub'un gözyaşlarına denk, Yusuf'un hasretini aşkın. Öyle bir kıtlıkta yaptılar ki bu işi, insan kıtlığında insan... Seni, beni, bizi buldular bu kıtlıkta. Kıtlıkta ancak biz bulunabilirdik ama. Bu yüzden bize bağladılar ümitlerini...

Arkadaş!

Gel, beraberce oturup hâlimize ağlayalım, sinelerimizi dağlayalım. Kusurdan bir heykel hâline gelmiş mahiyetimize, duygularımızın dumura uğrayışına, hoyratlaşan gönlümüze ağlayalım. Ah u efgânımız yukarılara doğru pervâz etsin, meleği ve feleği velveleye versin. Sonra göklerden bir feryat kopsun! Kopsun ki rahmet bulutları harekete geçsin. Bulutlar ateşimizi, yangınımızı söndürsün. Dünya ve ukbâ ateşini...

Ey arkadaş! Hani söz vermiştik...

Saman çöplerine kıymet vermeyecek, çakıl taşlarını kürüyecektik. Dualarımızdan; ihlâsı, samimiyeti, metâneti, cesareti, uhuvveti, kuvveti eksik etmeyecektik. 1'lerden 11'ler, 111'ler, 1111'ler yapacaktık. Sonra bunlara hoşgörüyü ve diyaloğu da ekleyecektik. Sây u gayret bize ait olacak ama, ganimet başkalarına. Yol yapmak bizeydi, yürümek başkalarına. Karda yürüyecektik, kar kurtçuklarını bile rahatsız etmeyecektik. Kuş gibi değil, koyun gibi olacaktık; kay değil, süt verecektik yavrularımıza. Ruhumuzda eritecektik göklerden aldığımız ilhamları ve akıtacaktık aç ruhlara...

Lâfta mı kaldı arkadaş, lâfta mı?

Durmadık sözümüzde; geldik otuza, kırka ve hattâ elliye. Yakışır mı arkadaş, yakışır mı bizim gibilere...

Hıçkırıklarla yükselen 'Esatirî Yiğidim', 'Hasbilerim', 'Kutlular', 'Havâriler' nidâları kimlereydi acaba, kimlere? Rûhullah mı dirilip, diriltecekti yaşayan ölüleri? Mus'ab mı gelip meydan okuyacaktı dünya malına, kolu kanadı pahasına? Seyfullah mı inecekti göklerden insanlığı te'dib için? Ukbe mi gelerek atını sürecekti okyanusa? Fatih mi içi dışı fethe çıkacaktı yeniden? Şir pençe mi sardıracaktı çamurlu cübbesini tabutuna?

Sakın bekleme! Söz dinle, söz ver, sözünde dur! Hakk'ı düşün, Hakk'ı söyle!..

Sözü süz de söyle,
Mânâyı inci gibi diz de söyle,
Yüzde söyle, gıybet olmasın,
Ukdeyi içinden çöz de söyle, yapmasın yara,
Öyle bir söyle ki hoş gelsin yâre ağyâra.
İmâ ile söyle, ister remizle,
İllâ haddini hududunu çiz de söyle,
Güzde söyleyeceğini güzde söyle, bırakma yaza,
Sırlarını candan içe dosta söyle, sızdırma yoza.
Düzde söyleyeceğini düzde söyle,
Ne yüksekte ne tümsekte.
Hem de iyi bir pozda, tam bir dozda söyle.
Bir de acele etme kozu gözetle.
Hakkı yüzde yüz söyle Cebbâra,
Dilsiz şeytan olmayasın sonra,
Söyle sen hakkı yerli yerince,
Artık düşünme pek ince ince.
İster gözle söyle, ister yaz da söyle,
İster nazla ister niyazla.
Söylerken Hakkı biraz da
Nefsine söyle, değil âfâka.

Bir de ey arkadaş! Yunus'a verdiğin sözü unutma. Sonra Mevlâna'yı da...

Senden söz almıştı Yunus; 'Dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönülsüz' olacaktın. Nasihatiyle derviş, zirvelere taşımak istemişti seni, tolerans ve sevgi kervanlarıyla. O yine sana, 'Yaratılanı sev, Yaradan'dan ötürü' mesajını, çağlar ötesinden göndererek, karıncayı bile incitmemeni salık vermişti. Ne kadarına uydun bu tavsiyenin, ne kadarına?

Mevlâna'yı köyünden eden neydi? Neden gelmişti yaban eli Anadolu'ya; çuluyla, çuvalıyla. Çünkü onun lûgatinde 'yaban' kelimesi geçmiyordu. Rabbine kölelikte bulduğu gerçek hürriyeti, 'gel!' sadaları ile seslendirmişti cihana. Bu sese kendi nefsi kulak vermeliydi. Nefsine dinletmeliydi bu sesi. Nefsine dinletti ve hicreti tercih etti. Mevlâna, Anadolu'da Celâleddini Rumî oldu.

Allah'ım! Senden diliyor ve dileniyoruz.

Senden uzak kalış hasretini nefsimize duyur, aç olan gönlümüzü doyur. Gece kadar karanlık ruhumuza şefkat et. Bükülmüş şu kaddimize, ölgün ve solgun rengimize, burulmuş boynumuza ve kırık kalbimize merhamet et.

Şu en sakin anda, sızlanışlara cevap verdiğin dakikalarda, kapkara bir gönülle değil, Senden başkasına secde etmeyen başımızla Sana dönüyor, bir türlü titretemediğimiz dudaklarımızla Senden nefsimizi ıslah etmeni istiyoruz. Bizim uzaklığımız nisbetiyle değil, yakınlığın hürmetine kalbimize ve ruhumuza rikkât ver. Nasıl yaşamamızı istiyorsan, bizleri rızana uygun olarak öyle yaşat. Nefsimizle bir an bile başbaşa bırakma...

         Ali ÇAVDAR

 

 
 
---------------------------------------------------------------------------------------------
 

KALP KIRAN YA DA KALBİ KIRILANLARDAN OLMAMAK İÇİN

 

img146/9518/laleod1vn21cw5.jpg 


Konuşurken hani, istemeden de olsa çıkar ya bazen yanlış bir kelime ağzınızdan… Aslında öyle demek istememişsinizdir; ama geri dönüşü yoktur artık. Hele bir de kırmış iseniz muhatabınızın kalbini; işte o an yazık etmişsinizdir; hem sevdiğinize, hem kendinize, hem de duygularınıza… O kelimenin söylenmemiş olmasını bin bir pişmanlık içinde dilersiniz, fakat sözünüz bir ok gibi yüreğine saplanmıştır bir kere muhatabınızın…
Hani en masumane bir sözünüz, iyi niyetle söylediğiniz, hiç ard niyet taşımadan kurduğunuz sıradan bir cümleniz, muhatabınızın gönül dünyasına bir bomba gibi düşer ya bazen… Siz farkında bile olmadan; sevdiğinizi, dostunuzu, arkadaşınızı, kardeşinizi, eşinizi, çocuğunuzu, ana veya babanızı kırmışsınızdır artık. Söylediğiniz basit bir söz, kurduğunuz hesapsız bir cümle ya da ağzınızdan öylesine çıkıveren bir ifade; hiç tahmin etmediğiniz manalar yüklenerek en sevdiğinizin yüreğinde volkan gibi patlar da bundan haberiniz bile olmaz çoğu zaman… Sizin haberiniz olmamıştır; ama en sevdiğiniz, uğruna canınızı hiç düşünmeden feda edebilecek kadar değer verdiğiniz, "ona değil de bana gelsin" diyerek göğsünüzü kurşunlara, bela ve zorluk oklarına hedef kılarak isar ve fedakârlıkta bulunduğunuz insanın kalbi parça parça olmuştur bir kere...
Hani bazen beklemediği bir insandan, beklemediği bir söz işitir ya insan… Ya da en basitinden beklemediği bir davranış veya hiç beklemediği bir anda yüzünde farklı anlamlar çıkarabileceği mimikler bulur ya bazen… Böyle bir karşılığa maruz kalan bir insanın gönül dünyasının altüst olmaması, kalbinin inkisara uğramaması, yüreğinde korkunç fırtınaların kopmaması, gücenip darılmaması hiç mümkün müdür?
Hem kıran, hem de kırılan olarak zaman zaman bu tip durumların ve duyguların tam merkezinde; bazen etken, bazen de edilgen olarak odak noktasında yer almadık mı çoğumuz?..
Kalp kırmak!.. Ağzımızdan bir çırpıda çıkıveren ve iki kelimeden müteşekkil bu basit masdar, sonuçları itibariyle ne kadar da ağır manalar ihtiva ediyor, öyle değil mi? Her insanın kalbi, onun gönül evidir. Bütün duyguların, sevgilerin, güven ve itimadın uzun zaman süreci içinde ve birtakım tecrübelerden sonra şekillendiği, vücut bulduğu, ete kemiğe büründüğü; sonrasında ise bütün bir yaşamın vücut bulan bu duygular eşliğinde sürdürüldüğü merkezdir insanın kalbi… İşte kalp kırmak; vücudun merkezini, gönül dünyasının harekât üssünü, maddi olanın dışında kalan bütün duygu ve hislerin toplanma karargâhını insafsız bir bombardımana tabi tutmakla aynı anlamı taşımaktadır. Hiç şüphesiz bilmeden, istemeden, kast etmeden, hedef belirlemeden söylenen bir söz; vücudun merkezinde, gönül dünyasının harekât üssünde ve bütün duygu ve hislerin toplanma karargâhında bombardıman etkisine neden olmuşsa, artık iş işten geçmiştir. Kalp kırılmış, duygu evi yıkılmış, gönül dünyası tarumar olmuştur. Hele kalbi kıran en çok sevense ve kalbi kırılan en çok sevilense… İşte bu çok daha vahimdir ve kalpte bıraktığı etki çok daha yakıcıdır.
İnsani tecrübelerimiz; kalp kırıklığının, kırılan hiçbir şeye benzemediğini öğretmiştir bizlere... Öyle ya, kol kırılırsa, alçıya alınıp sağlam bir hale gelebilir. Bir dal kırıldığında, uygun bir müdahaleyle hiç kırılmamış gibi yeniden meyve verebilir. Bir testi kırıldığında, eski haline getirmek mümkün olabilir; ama kırılan kalp ise, hiçbir müdahale, onu eskisinden daha iyi bir duruma getiremez. Maddi şeylerin, kırıldığında birbirine tutturulmasına benzemez çünkü kalbin onarılışı… Hem maddi şeyler, ne kadar değerli olursa olsun kırıldığında yerine yenisini ve ondan daha iyisini koyma imkânı her zaman bulunabilir… Fakat kırılan kalp ise; yerine bir yenisini koymak mümkün olmadığı gibi, kırık kalbin sahibi dostun yerini de başka hiçbir şeyle doldurmak mümkün olamaz.
Kalp kırılmalarının, küskünlük, dargınlık, kırgınlıkların çoğunun yanlış anlaşılmaktan veya yanlış sonuçlar çıkarmaktan kaynaklandığı da bir gerçektir. En iyi dostlarımızı ve en sevdiğimiz insanları bir yanlış anlamaya kurban verebiliyoruz ne yazık ki bazen… Ya da söylenen hak ve doğru bir söz; üslup ve ses tonumuza bağlı olarak bazen en dar anlamıyla algılanıp bir hakaret gibi görülebilir muhatabımız tarafından… Hassasiyetler, özellikle dostlar ve aralarında sevgi bağı olan kişiler arasında çok daha fazladır. İşte bu nedenle dilimizin keskin bir kılıç, davranışlarımızın tahrip edici bir gülle, mimiklerimizin delici bir mızrak olmaması için çok dikkatli olmak zorundayız ilişki ve konuşmalarımızda…
Dil yarasının en acı yara olduğu söylenmiştir. Hakeza gönül yarasını bütün sonuçlarıyla iyileştirecek dermanı, bizden öncekiler keşfedemediği gibi, bizden sonrakiler de keşfedecek gibi görünmüyor ne yazık ki… Madem öyledir; o halde bu yarayı açmaktan, böylesine büyük sonuçlar doğuran bir tahribata sebep olmaktan olanca gayretimizle kaçınmalıyız. Gönül yarasına sebebiyet vermek, Ahirete intikal eden bir sorumluluğu da beraberinde getirmektedir çünkü. Hiç kuşkusuz Ahirette ana-babamızın, eş ve çocuklarımızın, kardeş ve dostlarımızın kalbini kırmış, gönül binasını yıkmış, darılıp küsmelerine neden olmuş bir şekilde sorguya gitmek, hesaplaşmak, helalleşmek; en küçük bir sevaba bile ihtiyacımızın olduğu o korkunç günde bize sonsuz pişmanlıklar yaşatabilecektir.
Müslüman olmak; konuşmalarımızda, davranışlarımızda, ilişkilerimizde, üslubumuzda muhatabımızı dikkate almamızı gerektirmektedir. Muhatabımızın ince kalpliliği, yanlış anlamalara müsaitliği, kırılgan ve alıngan bir yapıya sahip oluşu gibi sebepler, sözlerimizi ölçüp tartmamızı gerekli kılmaktadır. Bazen söylememiz gereken bir sözü, yapmamız gereken bir davranışı, takınmamız gereken bir tavrı, muhatabımızın hassasiyetlerini ve kırılabileceği ihtimalini düşünerek ertelemek veya tamamen vazgeçmek, İslamî ahlakın bizden istediği şeylerdendir.
Kendi kalbimizin kırılmasını ve gururumuzun rencide olmasını, muhatabımızın kalbini kırmaya ve gururunu incitmeye tercih etmeliyiz. Bırakalım sevdiğimiz kırılacağına, biz kırılalım. Kendimizi kontrol altına alıp duygularımıza yön vermek, sevdiğimizin kırılan kalbini onarmaktan çok daha kolaydır çünkü. Bazı şeylere karşılık vermeden yutkunmayı bilmek, sevdiğinizin hatırı için onu olduğu gibi kabullenmek ve hassasiyetlerine dokunmamak için onu tanımaya çalışmak, uzun süreli sarsılmaz dostlukların ve kopmaz sevgi bağlarının oluşmasına zemin hazırlayacaktır.
Galiba her konuda olduğu gibi; dostlarımızın, kardeşlerimizin, sevdiklerimizin, aile bireylerimizin, akrabalarımızın, komşularımızın, iş arkadaşlarımızın ve ilişkide olduğumuz her kim olursa olsun; kalplerini kırmamak, gönül dünyalarını önemsemek, yüreklerinde müstesna bir yere sahip olmak ve onlarla güzel geçinmek için, Resul-i Ekrem Aleyhisselatu Vesselam'ın ahlakıyla ahlaklanmak gerekiyor. Çünkü O, "… Pek büyük bir ahlak üzerinde" (Kalem: 4) olan ve kendi ifadesiyle "Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen" (Buhari) yüce bir Peygamberdir. Onun ahlakına bürünmek; bu dünyada izzet, Ahirette ise saadettir. İnsanlar arasında aranan biri olmak, herkes tarafından sevilip sayılmak, güven ve itimad sahibi birisi olmak, Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam'a benzemekle mümkündür ancak. Ona benzemek, Onun ahlakını edinmeye çalışmakla olabilir. İmanın kâmil olması da güzel ahlaka bağlanmıştır. "Mü'minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlakça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır" (Tirmizi, Ebu Davud) hadis–i şerifini iyi anlayıp amel etmeliyiz. Hiç kuşkusuz 'ahlakça en güzel olanın' ahiretteki makamı da o oranda yüksek olacaktır. "İnsanlarla iyi geçinme özelliğiyle" (Beyhaki) gönderilmiş olan Peygamber Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam; asırlar öncesinden şu müjdeyi vermiştir çünkü:
"Ben, haklı bile olsa münakaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir köşkü garanti ediyorum. Şaka bile olsa yalanı terk edene de cennetin ortasında bir köşkü, ahlakı güzel olana da cennetin en üstünde bir köşkü garanti ediyorum." (Ebu Davud)
Cennetin kenarında, ortasında veya en üstünde köşkler kazanmak bu kadar kolay işte…

                                                            Naşit TUTAR

                                                



" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"
   





Windows Live Hotmail: Arkadaşlarınız Facebook'taki güncellemelerinizi doğrudan Hotmail®'den görür.

Windows Live: Arkadaşlarınız size e-posta gönderdiklerinde Flickr, Twitter ve Digg güncellemelerinizi öğrenirler.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: