26 Şubat 2008 Salı

(Namaz Zamanı) vakıflar yasası

Süleyman Arif Emre

25.02.2008


Son çıkan vakıflar kanunun, içerdiği liberal hükümler kamuoyumuzda
tartışılıyor. Uluslararası münasebetlerimizde, mütekâbiliyet hakkımızı
kullanmamıza elverişli olmadığı ileri sürülüyor. Meselâ, Ayasofya'nın
kiliseye çevrilmesini, Rûhban okulunun açılmasını, ve Bartholomeos'a
ekümenlik tanınmasını isteyen çevrelerin işine yarayacağı iddia ediliyor.

Bilindiği gibi bu endişelerle bu kanun, 10. Cumhurbaşkanı Sezer tarafından
veto edilmişti. Ama AKP oylarıyla bu veto gerekçeleri red edilmiş. Yasa
olduğu gibi kanunlaştırılmıştı.

Kişi, dernek ve vakıf haklarını, iyiniyetli bir yaklaşımla düzenlemiş olan
bu yasa, gerçekten, uluslararası alanda millî menfaatlerimizin korunmasına
açık kapı bırakıyorsa, bu konu üzerinde durulmalı ve mutlaka yasada gerekli
değişiklikler yapılmalıdır.

Mesela biz Türk Devleti olarak, niçin Azerbaycan'ın üçte birini işgal eden
Ermenistan'a karşı ilişkilerimize ambargo koyuyorsak, Batı Trakya'daki
Müslüman kardeşlerimizin, en meşrû haklarını çiğneyen Yunanistan'a karşı da
Yunanlılar ve Rumlar hakkı teslim edinceye kadar, ambargolar ve
kısıtlamalar koymaya yerden göğe kadar hakkımız vardır. Bu konuda korumacı
davranmalıyız çünkü, ortada Bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var.
Müslümanlık ve Türk devleti söz konusu olduğu zaman, hemen her konuda kırk
dereden su getirerek, bizim aleyhimizde karar veriyor, gerek başörtüsü
konusunda gerek Kuzey Kıbrıs'taki kardeşlerimizin hak hukuku konusunda AİHM
dâima militanca davranmıştır, taşıdığı haçı koynundan çıkararak devletimizi
mahkûm etmiştir.

Gelelim Ayasofya davasına:

Çünkü bu dava, konumuzla doğrudan ilgilidir. 1952 senesinde Türkiye'ye
patrik olarak gelen ATENEGORAS, zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar'dan,
Ayasofya'nın kiliseye çevrilmek üzere kendilerine verilmesini istemiş. Bu
haberi duyunca çılgına dönen arkadaşım rahmetli OSMAN YÜKSEL (Namıdiğer
Serdengeçti) sert bir makale yazarak, AYASOFYA'NIN KİLİSE YAPILMASINA KARŞI
ÇIKMIŞTI.

Zamânın devlet ricâli, kim bu küstah diyerek OSMAN YÜKSEL'in aleyhine "Millî
mukavemeti kırdığı, Türk Yunan dostluğunu ihlal ettiği" iddiasıyla Ankara
Ağır Ceza Mahkemesi'nde bir kamu davası açtırmıştı.

Davanın sevk maddesi, T.C.K.'nın 161'inci maddesidir. Bu maddenin metni, o
günkü şekliyle cezayı, idamdan başlatıyordu.

Bu maddeye göre Sanık Osman Yüksel'in, önce garnizon komutanlığı
mahkemesinde ilk sorgusu yapılmış, zamânın Millî Savunma Bakanı SEYFİ KURT
BEY imzasıyla, Osman aleyhinde dava açılmasına, resmen izin verilmiştir.

Bu işlem çok dikkat çekicidir. Görülüyor ki, ABD'nin nüfûzû, Patrik
Atenegoras'ın isteği söz konusu olunca, Bir yazarın idam ettirilmesi için
bütün prosedürler zorbalanabiliyor.

Onun için diyoruz ki, yeni Vakıflar Yasası'nın, mahzursuz gibi gözüken
hükümleri, emperyalist emellerin tatmini bahis konusu olursa, bizim
mahkemelerimiz, millî menfaatlerimize uygun hüküm verse bile, AİHM millî
menfaatlerimizi ve Müslüman halkımızı yok farzederek, batılıların lehine
kararlar verebilecektir. Demek ki, bizim kimi devlet adamlarımız, icâbında
millî menfaatlerimizi görmemezlikten gelebiliyor. AB'ye uyum kanunlarının
hükümleri ile yeni Vakıflar Kanunu'nun hükümleri, birlikte mütalaa edilirse
verilecek tavizlerle milli menfaat, milli özelliklerimizin ve şahsiyetimizin
yerinde yeller esebilir.

(AYASOFYA DAVASI)'nın bütün ayrıntılarını gözler önüne sermemize bu köşe
yazısının sütunları müsait değildir. Ancak arkadaşım Osman Yüksel
SERDENGEÇTİ, sağlığında bu konuda ayrıntıları ihtiva eden bir kitapçık
çıkarmıştır, merak edenler ibret almak için bulup inceleyebilirler. Bu
davanın avukatı olarak bendeniz birkaç çarpıcı ayrıntı üzerinde durarak,
Ayasofya Yazısı'nın tümünü sizlere sunacağım.

Birinci ayrıntı:

Davaya bakan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'ne, davayı takip eden savcı NURİ
SÜER'in iddiaları çok enteresandır. Savcı 17/1/1953 tarihli iddianamede:
"Muharririn Ayasofya'yı, kilise yapmak isteyenlere cevab verdiği yolundaki
müdafaasının, samimi olduğunu kabul etmekte mümkün değildir. "Çünkü ASLINDA
KİLİSE OLAN AYASOFYA'NIN evvela cami yapılması, sonra da müze haline
konulması idari bir muameleden ibarettir" deniliyor.

Eğer bu mantık geçerliyse, Anadolu'nun tümü de, Malazgirt'ten önce rum
diyarı olarak anılıyordu. Savcılık resmen, "Fâtih Sultan Mehmet Hazretleri'nin,
halen, fiilen, kanunen ve resmen cami sayılması gereken vakfiyesini hükümsüz
saymış oluyor. Bu mantık yürütülürse Malazgirt'ten bu yana ecdadımızın bin
seneyi aşkın vatan saydığı yurdumuzun da aslında rum malı olduğu neticesine
varılır." Fatih ile beraber Alpaslan Gazi'nin de hakkı yok farzedilmiş olur.

Halbuki gerek, Cumhuriyet'ten önceki, hükümlere göre, gerekse Medeni Kanunun
mer'iye vaz'ı hakkındaki kânûna göre ve gerekse Vakıfla eski mevzuatına göre
ve gerekse medeni kanunun, vakıflara mütedair hükümlerine göre, Mazbut ve
hayrat vakıflar, kesinlikle vakfedildikleri gaye dışında kullanılamaz.
Müktesep haklar ve kurallar bunu emreder. Müze olarak gayesinin
değiştirilmesi dahi yersizdir, hükümsüzdür, geçersizdir.



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: