Aşk Tüketimi..
Modern zamanların ruhen hasta ettiği insanların karşısına çıkardığı en önemli kandırmacalardan biridir aşk tüketimi. Popüler kültür, birçok şey gibi, aşk, sevgi, vb. kavramları da kendi menfaati doğrultusunda dönüştürmüştür günümüzde. Bu anlayışa göre insanların aşık olma zorunluluğu vardır hayatta. Bir an önce karşı cinsten birine aşık olmamak en büyük eksikliktir, hatta ayıptır. Bunun sonucudur ki bugün artık ilkokula giden çocuklar bile kendilerine sevgililer edinmeye başladılar.
Modernite, aşk tüketimi ile, evliliği sadece maddi olarak değil aynı zamanda duygusal olarak da zorlaştırmıştır günümüzde. Evlilik yolunda zaten israf ve görenek belası sonucu maddi şartları sağlayana kadar neredeyse hayatını yarılayan insanların karşısına bu sefer duygusal engelleri çıkartır. Öyle ya…İlla ki aşık olarak evlenmelidir insan.(!) Aşk tüketiminin bu anlayışı, evlenmeyi düşünen ve akıldan çok hisleriyle hareket eden gençlerin duygularını da malesef çok yanlış kullanmalarına sebep oluyor. Maddi şeylerdeki israf gibi duygular da çok kolay israf ediliyor bu yolda. Kanaate riayet etmeyen insanlar, kendilerine bahşedilen sevgi, saygı gibi duygulara da kanaat etmiyorlar. Dünyevi şeylerde hırs gösteren insanlar aşkta da hırs gösterip hasarete düşüyorlar. Yazılı ve görsel basın dizilerle, filmlerle, makalelerle, şarkılarla insanların kafasında öyle bir aşk anlayışı üretiyor ki, sanki insanın evleneceği kişi, karşısındakini vazgeçilmez olarak görmeli, o olmadan yaşayamamalı, onsuz hayatı düşünememeli, onsuz kendisini bir hiç gibi hissetmeli, herşeyini onda bulmalı, her an onu düşünmeli, vs vs. Oysa kimse birbiri için vazgeçilmez olmamalı. Kimse birbirinin herşeyi de olmamalı. Olamaz da zaten…Bu dünyaya çok önemli ve büyük vazifeler için gönderilen insanın hayattaki herşeyini fani bir kişiye bağlaması kadar anormal birşey olabilir mi?
Günümüzün hazıra alışkın nesli tevekkül, teslim, güven gibi duygularla belli bir zaman sürecinde çaba sarfederek, hak ederek, helal dairede karşılıklı olarak elde edilmesi gereken olgun sevgi yerine aşkı da hiç çaba sarf etmeden hem de haram helal dinlemeden bir anda elde etmek istiyor. Basamakları teker teker çıkmak yerine bir anda tepeye ulaşmaya çalışıyor. Görür görmez vurulacağı, yüksek voltajlarda elektrik(!) alacağı, masallardaki beyaz atlı prensini veya uyuyan prensesini bekliyor hazıra müptela gençlik. Ve bu uğurda hem de haram dairede deneme- yanılma yoluyla duygularını da bonkörce israf etmekten kaçınmıyor. Ama beklentiler çok yüksek olunca hiçbir şekilde tatmin de olunamıyor. Zaten mükemmel ve sonsuz olanı sevmek isteyen bir kalb, fani ve kusurlu sevgilerle nasıl tatmin olabilir ki? Karşısındakini mükemmel ve kusursuz olarak görüp ona göre ütopik hayaller kuran, gözünde aşırı derecede büyüten, ona göre aşırı değer veren bir kişi, sevdiğine kavuşup gözündeki hayal perdesi inince, karşısındakinin kusurlu yönlerini de görünce, ütopik beklentilerinin gerçekleşmediğini, heyecanının söndüğünü ve hiç de öyle beklediği gibi mutlu olmadığını, aslında o büyük duygulara da değmeyeceğini anlıyor. Geriye elinde gerçekleşmemiş hayaller, mutsuz aşklar ve bir yığın günah kalıyor. Aradığını başka bir fanide bulabilme hayaliyle yeni aşkların peşine düşüyor. Ama nafile…
İnsan mantık olarak kendisine uygun gördüğü, hayattaki önceliklerinin ortak olduğu, fikir ve ideal birliği kurabildiği birisini zamanla duygusal olarak da sevebilir ve benimseyebilir. Mantıkla birlikte duygular da gerekli elbette. Muhendislik hesabi yapar gibi yalnizca mantikla da hareket edilemez. Ama duygularını mantıkla yönetebilmeli insan. Yoksa sadece duygularla başlayan evliliklerde mantık gerektiğince işletilmemişse sonuçta hüsrana düşülüyor ve bu evlilikler çoğunlukla mahkeme koridorlarında sonlanıyor. Nitekim günümüzün duygularıyla hareket edip, aşık olarak evlenen, ya da öyle olduğunu zanneden neslinin geçmişe nazaran boşanma oranlarında rekorlar kırması, bu düşünceyi teyit ediyor kanaatindeyim. Oysa eskinin birbirlerini bile görmeden evlenen insanları öyle kolay kolay boşanmıyorlardı. Çünkü onlar hayalperest aşk maceraları peşinde koşmuyorlardı. Çünkü onlar günümüz bir kisim gençliğinin yaptığı gibi deneme-yanılma yoluyla harcadıkları duygularının sadece arta kalan kırıntılarını birbirleriyle paylaşmak zorunda kalmıyorlardı. Karşı cinse duydukları bütün duygularını sadece eşleri için harcıyorlar ve eşlerini uzun bir yolculukta birbirlerine yardımcı olacak fedakar arkadaşlar olarak görüp, Allah rızası için severek mutlu oluyorlardı. Eşlerini hatalarıyla sevaplarıyla kabul edip, ütopik beklentiler içine girmedikleri için hayal kırıklığına da uğramıyorlardı. Günümüzün aşk yorgunu insanları gibi ille aşık olmalıyım, ille elektrik almalıyım, neden arkadaşım çok elektrik almış da ben alamıyorum gibi saçma kıyas ve rakabetlerle kendilerini yiyip bitirmiyorlardı. Ama günümüzün başkalarında haset uyandırdığı oranda mutlu olacağını zanneden insanları malesef aşkta da yarış halindedirler. Başkalarının mutluluğunu bile kıskanırlar. Aşk tüketiminin gereğince mutlu olmasalar bile çok mutlu bir aşık rollerini takınırlar bir süre. Böylece dünya, sahte mutluluklar sahnesi haline döner.
Mümin için cennetten bir köşe haline gelmesi gereken aile hayatı da bugün malesef aşk tüketiminin tehdidi altındadır. Dini konularda hassas davranmaya çalışan insanlar da aşk tüketiminden ister istemez bir şekilde etkileniyorlar. Bu kesimde de artık evlilikler zorlaşırken boşanmalar kolaylaşıyor. Aşk tüketimi, bir taraftan evliliği mümkün mertebe engellemeye çalışırken, diğer taraftan var olan evlilikleri de tatminsizlik ve örnek gösterdiği sahte mutluluklara özenti ile yıkmaya çalışıyor. Bugün, aile henüz elden gitmemişken aşk tüketiminin karşısına aşk iktisadı ve aşk kanaatiyle çıkmak mutlak bir gereklilik olsa gerek. Yani bu dünyanın ahiretin tarlası ve imtihan meydanı olduğunu unutmayarak, evlilik hayatında da mutlak lezzet ve rahatın olmayacağını bilerek, aşkın başlangıç için bir sebep değil emek sarfedilerek elde edilen bir sonuç olduğunu akıldan çıkarmayarak, aşk tüketiminin esiri olmayarak, hayat gemisinin sahibine tevekkül etmek ve yükünü gemiye bırakıp zahmetinden kurtulmak gerek. Aksi halde tükenen sadece aşk değil aynı zamanda insanlık olacak…
Hasan Yükselten
Risale-i Nur Okumak Niçin Çok Önemli ?
NUR KÜLLİYATI'NI okumaya iki yönden bakmak gerekiyor: Birincisi şahsî kemalât yolunda ilerleme, ikincisi iman ve Kur'an hizmetine daha fazla iştirak etme. Şunu hemen belirtelim ki, bu iki cihet birbiriyle çok yakından ilgilidir. Birincinin zaafa uğraması halinde ikinci şıkkın sürekliliği kaybolur. Bir müddet sonra o da terke uğrar. Yani, "Hizmet ediyorum." diye şahsî okumalarını sekteye uğratan, ibadetlerinde noksanlıklar baş gösteren kişilerin hizmetleri devamlılık arz etmez, geçici bir süre parlamanın ardından söner gider. Üstadımız "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için yarattım."(Zâriyat, 56) ayet-i kerimesindeki "ibadet" lafzına "marifet" manası veriyor. Buna göre cinler ve insanlar iman ve marifet için yaratılmışlardır. Marifetullah sonsuz bir sahadır. Allah'ın zatı bilinemeyeceğine ve zatını tefekkür etmek şirk olduğuna göre Onun marifetinde terakki etmenin en sağlam ve kısa yolu, İlahi isimlerin ve sıfatların tecelligâhı olan mahlukat âlemini mana-yı harfiyle, yani Allah namına, O'nun isimlerine ve sıfatlarına ayna olmaları yönüyle tefekkür etmekten geçiyor. Bu noktada önümüze iki yol açılıyor: Birisi, bu tefekkürü şahsî kabiliyetimiz ve ilmimizle yapmamız. Diğeri, aynı vazifeyi Üstadın eserlerini okuyarak, o derslerden istifade ile yerine getirmemiz. Buna göre, Risale-i Nur'u okumanın bir yönü, bu tefekkürümüzü Üstadın nazarıyla yapmamızdır.
Marifetullahın yani Allah'ı tanımanın sonu olmadığına
en açık delil, Allah Resulünün (asm) Mi'rac mucizesiyle "meratib-i kemalattaki seyrü sülukunu" tamamlayıp, bütün mahlukât âlemini gerilerde bırakarak rüyete mazhar olduğunda Cenab-ı Hakk'a hitaben "Ben seni hakkıyla, tam bir marifet ile tanıyamadım" buyurmasıdır. Fen sahasında mütehassıs ilim adamlarını yer yer dinliyoruz. Her biri kâinat kitabının bir bölümünü inceliyor, önceki ilim adımlarının ortaya koydukları bilgilere yenilerini eklemeye çalışıyor ve hepsi bir ağızdan "Bu sahada alınacak daha çok yolumuz var." diyorlar. Demek ki, Allah'ın bir mahlukunu bile hakkıyla tanımanın sonu yok. Allah'ın ilim ve hikmetinin bir tek tecellisini anlamanın sonu olmazsa, bütün sıfatları sonsuz ve mutlak, bütün esması nihayet kemalde olan Allah'ın marifetinde ne kadar yol alınsa yine az olacağı açıkça anlaşılmaz mı? Son nefesimize kadar bu vadide aralıksız ilerlesek yine yolun çok az bir kısmını kat etmiş olarak hayata gözlerimizi kapayacağız. Üstadımızdan bir tespit ve bir müjde:"Kat'î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur'dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikîye îsal eder." (Kastamonu Lahikası)
NUR'LARI okumanın ikinci cephesi, iman ve Kur'an hizmetinde daha çok çalışmak ve bu hakikatleri muhtaç gönüllere ve yaralanmış akıllara ulaştırmak için gayret göstermektir. İnsan, Nurları okudukça, ruhunda bu hakikatleri başkalarına da ulaştırma arzusu uyanıyor. Okuma azaldığında yahut terk edildiğinde insanın akıl ve hayal dünyası başka şeylere yöneliyor ve idealinde sapmalar baş gösteriyor. Dünya meseleleri ön plana çıkıyor. Halbuki Rabbimizin Kur'anda beyan ettiği gibi "… ahiret daha hayırlı ve daha devamlıdır."(A'lâ, 17) Bir nur talebesi, o baki âlemdeki ebedi saadetin en büyük vesilesini bulmuştur. Bundan azami derecede istifade etmekle birlikte, Nur hizmetinin dört esasından birisi olan "şefkat" gereğince bu gerçekleri ve bu ilaçları başka muhtaçlara da ulaştırmakla mükelleftir. "Komşusu aç iken kendi tok olan bizden değildir." (Yani, kâmil mümin olamaz.) hadis-i şerifine bu nazarla baktığımızda, çevremizin iman hakikatlerine, ahlâk esaslarına, doğruluğa, iffete son derece muhtaç nice insanlarla adeta kaynaştığını görür, onlara hiddet etmek ve lanet okumak yerine kendilere ulaşmanın ve onları kurtarmanın yollarını ararız. Sözün burasında, bir hususa da kısaca temas etmek istiyorum. "Risale-i Nur,—bu Anadolu memleketine—belâların def'ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasıl belâyı def'ediyor, onun intişarı ve okunması küllî bir sadaka nev'inde semavî ve arzî belâların def'ine çok emareler ve hadiselerle tebeyyün etmiş." (Emirdağ Lâhikası-1) Bazı kimseler bu ince hakikate itiraz edebiliyorlar. Halbuki, şöyle düşünseler itirazlarının yersiz olduğunu görürler: Ehemmiyet noktasında, insanın midesi ruhundan ve kalbinden ne kadar gerilerde ise, bir muhtacın midesini doyurmak da kalbini tatmin etmekten o kadar geridir. Kişinin maddi ihtiyaçlarına yardımcı olmak sadaka olursa ve insanın ömrünü bereketlendirirse, muhtaç gönüllere iman hakikatlerini ulaştırmanın ne kadar büyük bir sadaka olduğu rahatlıkla anlaşılır.Ömür sermayesi elimizdeyken insanların kalp ve ruhlarına iman ve Kur'an hakikatlerini ulaştırmaya daha çok mesai harcayalım ve böylece sadaka sevabından da, en verimli ve bereketli bir şekilde istifade etmeye çalışalım.
NUR'LARI okumanın, bir başka ciheti daha var. O da, nur talebelerinin şahs-ı manevisinden hasıl olan yekün sevaba ve nura sahip olmak. Üstadın lamba misalini hatırlayalım: Ortak çalışmayla bir lamba vücuda geliyor ve onun ışığı herkesin aynasına aynen aksediyor. Bilindiği gibi, bölünme maddiyat için geçerlidir; nur ve nuranîlerde bölünme olmaz. Okunan bir Fatiha milyonlarca kişiye bağışlansa hepsine aynen ulaşır. Cemaatle kılınan namazdan hasıl olan 27 kat sevapta da bir bölünme söz konusu değildir, herkes cemaat sevabını yine 27 kat olarak alır. Şu var ki, aynı tecelliden herkesin istifadesi bir değildir. Aynalar büyüdükçe ve parladıkça, edinilen fayda da artar. İşte aynamızı büyüten sebepleri Üstad hazretleri şöyle dile getiriyor: "Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatta çalışmak gerektir." (Kastamonu Lahikası) Bu faktörlerin hepsi Risale-i Nurun okunmasıyla yakından ilgilidir. Şunu da önemle belirtelim ki, okumada devamlılık esastır. Bir hadis-i şerifte bildirildiği gibi, "Amelin hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır." Nurları okuma konusunda da bu hadisi şerife ittiba ederek, her gün okuyabileceğimiz asgarî miktarı belirlememiz ve en ağır şartlarda bile ondan asla vazgeçmememiz çok önemlidir. Tatillerde, özel okuma programlarında bu rakam geçici bir süre için artırılır, şartlar eskisine avdet ettiğinde yine belirlenen o asgarî miktar üzerinden okumaya devam edilir. Bu konuda Üstad hazretlerinin şöyle bir tavsiyesi ve müjdesi var: "Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beşon dakika dahi olsa Risale-i Nur'u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, ihlâs risalesinde yazılan beş nev'i ibadete de mazhar olurlar." (Emirdağ Lâhikası-2) Şahs-ı maneviye dahil olup ondan istifade etme hususunda nurlarda çok harika bir misal daha var: Bir kimse elindeki telefon makinesini bir kablo ile ana şebekeye bağlamakla bütün dünyadaki dostlarıyla rahatlıkla görüşebilir. İşte biz de ders okumakla ve toplu derslere iştirak etmekle dünya çapındaki o muhteşem hizmet şebekesine bağlanmış oluyoruz. Okumayı ve hizmeti bırakmak o bağın kopmasını ve o istifadenin azalmasını yahut kaybolmasını netice verebilir. Risale-i Nuru okumanın çok önemli bir yönü de şu ifadelerle dikkatimize sunuluyor: "Çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz." (Mektubat) "Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatlı bir alimi olabilir." (Lem'alar) Okumaktan maksat ilim elde etmek, ilimden gaye de amel etmek ve başkalarına faydalı olmaktır. Nurları daha iyi anlamamız ve bunun sonucu olarak da daha çok hizmet etmemiz konusunda Üstadın şöyle bir tavsiyesi var: "Nur şâkirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye açmak lazımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz." (Emirdağ Lahikası- 1)
BU ifadelerde, özel okuma yanında karşılıklı mütalaave müzakerelerde bulunmaya ve birbirimizden istifade etmeye de teşvik vardır. Kendisini böylece yetiştiren bir nur talebesi, iman hakikatleri konusundaki bütün sorulara rahatlıkla cevap verebilir. Çünkü bu soruların cevapları nur külliyatında en güzel ve en tatminkar şekliyle mevcuttur. Onun görevi bunları anlamak ve muhtaçlara anlatmaktır. "Bu zamanın mühim, hakikatlı bir alimi olabilir." ifadesinden açıkça anlaşıldığı gibi, bu zamanın—imana dair—sorularına nurlardaki hakikatleri bilmeksizin cevap vermek çok zordur; adeta mümkün değildir. İnanç zaafına uğrayan, şüpheler içinde bocalayan bir kişiyi zikir ve tespihle tedavi edemezsiniz; fetvalarla korkutarak, yahut menkibelerle özendirerek de kurtaramazsınız. Onun aklını ve kalbini, ancak Risale-i Nurdaki hakikatlerle ikna ve tatmin edebilirsiniz. Çünkü bu zaman, teslimiyetin kırıldığı, "neden ve niçin"lerin meydan aldığı farklı bir zamandır. "Ehl-i velayetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatlar ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi Risale-i Nur ibadet yerinde, ilim içinde hakikata bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikat-ül hakaika yol açmış" (Emirdağ Lahikasi-I)
MUHTAÇLARIN imanını nurlarla kurtarma görevi bizim için bir ihsan-ı ilahidir. Üstadımız içtimaî ve siyasî hizmetlerin "iman hizmeti yanında ancak onuncu derecede kalacağını" beyan ediyor (Kastamonu Lahikası). Onun için biz de iman hizmetinin değerini kendi iç alemimizde daima birinci derecede tutmak durumundayız. Bunun yolu Nur Risalelerini sürekli okumaktan ve nur hizmetiyle ilgimizi devam ettirmekten geçer. Fizikî bir kaidedir. İnsan bir cismin yanında ve yakınında ise onu olduğu gibi görebilir ve bilebilir; uzaklaştığı cisimler ise nazarında küçülürler. Bu fizik olayı hizmet için de geçerlidir. Hizmetin içinde ve yakınında bulunanlar onun önemini daha iyi kavrar, azametini daha iyi anlarlar. Hizmet ve okuma terk edildikçe iman hizmetinin mana ve ehemmiyeti nazarlardan saklanmaya başlar. Bu ise bir nur talebesi için çok önemli bir tehlikedir.
Alaaddin Başar
Zafer Dergisi
TEMMUZ 2008
Marifetullahın yani Allah'ı tanımanın sonu olmadığına
en açık delil, Allah Resulünün (asm) Mi'rac mucizesiyle "meratib-i kemalattaki seyrü sülukunu" tamamlayıp, bütün mahlukât âlemini gerilerde bırakarak rüyete mazhar olduğunda Cenab-ı Hakk'a hitaben "Ben seni hakkıyla, tam bir marifet ile tanıyamadım" buyurmasıdır. Fen sahasında mütehassıs ilim adamlarını yer yer dinliyoruz. Her biri kâinat kitabının bir bölümünü inceliyor, önceki ilim adımlarının ortaya koydukları bilgilere yenilerini eklemeye çalışıyor ve hepsi bir ağızdan "Bu sahada alınacak daha çok yolumuz var." diyorlar. Demek ki, Allah'ın bir mahlukunu bile hakkıyla tanımanın sonu yok. Allah'ın ilim ve hikmetinin bir tek tecellisini anlamanın sonu olmazsa, bütün sıfatları sonsuz ve mutlak, bütün esması nihayet kemalde olan Allah'ın marifetinde ne kadar yol alınsa yine az olacağı açıkça anlaşılmaz mı? Son nefesimize kadar bu vadide aralıksız ilerlesek yine yolun çok az bir kısmını kat etmiş olarak hayata gözlerimizi kapayacağız. Üstadımızdan bir tespit ve bir müjde:"Kat'î ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolay yolu Risale-i Nur'dadır. Evet onbeş sene yerine, onbeş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı hakikîye îsal eder." (Kastamonu Lahikası)
NUR'LARI okumanın ikinci cephesi, iman ve Kur'an hizmetinde daha çok çalışmak ve bu hakikatleri muhtaç gönüllere ve yaralanmış akıllara ulaştırmak için gayret göstermektir. İnsan, Nurları okudukça, ruhunda bu hakikatleri başkalarına da ulaştırma arzusu uyanıyor. Okuma azaldığında yahut terk edildiğinde insanın akıl ve hayal dünyası başka şeylere yöneliyor ve idealinde sapmalar baş gösteriyor. Dünya meseleleri ön plana çıkıyor. Halbuki Rabbimizin Kur'anda beyan ettiği gibi "… ahiret daha hayırlı ve daha devamlıdır."(A'lâ, 17) Bir nur talebesi, o baki âlemdeki ebedi saadetin en büyük vesilesini bulmuştur. Bundan azami derecede istifade etmekle birlikte, Nur hizmetinin dört esasından birisi olan "şefkat" gereğince bu gerçekleri ve bu ilaçları başka muhtaçlara da ulaştırmakla mükelleftir. "Komşusu aç iken kendi tok olan bizden değildir." (Yani, kâmil mümin olamaz.) hadis-i şerifine bu nazarla baktığımızda, çevremizin iman hakikatlerine, ahlâk esaslarına, doğruluğa, iffete son derece muhtaç nice insanlarla adeta kaynaştığını görür, onlara hiddet etmek ve lanet okumak yerine kendilere ulaşmanın ve onları kurtarmanın yollarını ararız. Sözün burasında, bir hususa da kısaca temas etmek istiyorum. "Risale-i Nur,—bu Anadolu memleketine—belâların def'ine ehemmiyetli bir vesiledir. Sadaka nasıl belâyı def'ediyor, onun intişarı ve okunması küllî bir sadaka nev'inde semavî ve arzî belâların def'ine çok emareler ve hadiselerle tebeyyün etmiş." (Emirdağ Lâhikası-1) Bazı kimseler bu ince hakikate itiraz edebiliyorlar. Halbuki, şöyle düşünseler itirazlarının yersiz olduğunu görürler: Ehemmiyet noktasında, insanın midesi ruhundan ve kalbinden ne kadar gerilerde ise, bir muhtacın midesini doyurmak da kalbini tatmin etmekten o kadar geridir. Kişinin maddi ihtiyaçlarına yardımcı olmak sadaka olursa ve insanın ömrünü bereketlendirirse, muhtaç gönüllere iman hakikatlerini ulaştırmanın ne kadar büyük bir sadaka olduğu rahatlıkla anlaşılır.Ömür sermayesi elimizdeyken insanların kalp ve ruhlarına iman ve Kur'an hakikatlerini ulaştırmaya daha çok mesai harcayalım ve böylece sadaka sevabından da, en verimli ve bereketli bir şekilde istifade etmeye çalışalım.
NUR'LARI okumanın, bir başka ciheti daha var. O da, nur talebelerinin şahs-ı manevisinden hasıl olan yekün sevaba ve nura sahip olmak. Üstadın lamba misalini hatırlayalım: Ortak çalışmayla bir lamba vücuda geliyor ve onun ışığı herkesin aynasına aynen aksediyor. Bilindiği gibi, bölünme maddiyat için geçerlidir; nur ve nuranîlerde bölünme olmaz. Okunan bir Fatiha milyonlarca kişiye bağışlansa hepsine aynen ulaşır. Cemaatle kılınan namazdan hasıl olan 27 kat sevapta da bir bölünme söz konusu değildir, herkes cemaat sevabını yine 27 kat olarak alır. Şu var ki, aynı tecelliden herkesin istifadesi bir değildir. Aynalar büyüdükçe ve parladıkça, edinilen fayda da artar. İşte aynamızı büyüten sebepleri Üstad hazretleri şöyle dile getiriyor: "Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur. Elbette bu büyük kazancı kaçırmamak için takvada, ihlasta, sadakatta çalışmak gerektir." (Kastamonu Lahikası) Bu faktörlerin hepsi Risale-i Nurun okunmasıyla yakından ilgilidir. Şunu da önemle belirtelim ki, okumada devamlılık esastır. Bir hadis-i şerifte bildirildiği gibi, "Amelin hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır." Nurları okuma konusunda da bu hadisi şerife ittiba ederek, her gün okuyabileceğimiz asgarî miktarı belirlememiz ve en ağır şartlarda bile ondan asla vazgeçmememiz çok önemlidir. Tatillerde, özel okuma programlarında bu rakam geçici bir süre için artırılır, şartlar eskisine avdet ettiğinde yine belirlenen o asgarî miktar üzerinden okumaya devam edilir. Bu konuda Üstad hazretlerinin şöyle bir tavsiyesi ve müjdesi var: "Hiç olmazsa işleri ve vazifeleri olmadığı vakitlerde, beşon dakika dahi olsa Risale-i Nur'u okumak veya dinlemek veya yazmak cihetiyle bir miktar meşgul olsalar, hakikî talebe-i ulûmun sevaplarına ve şereflerine mazhar oldukları gibi, ihlâs risalesinde yazılan beş nev'i ibadete de mazhar olurlar." (Emirdağ Lâhikası-2) Şahs-ı maneviye dahil olup ondan istifade etme hususunda nurlarda çok harika bir misal daha var: Bir kimse elindeki telefon makinesini bir kablo ile ana şebekeye bağlamakla bütün dünyadaki dostlarıyla rahatlıkla görüşebilir. İşte biz de ders okumakla ve toplu derslere iştirak etmekle dünya çapındaki o muhteşem hizmet şebekesine bağlanmış oluyoruz. Okumayı ve hizmeti bırakmak o bağın kopmasını ve o istifadenin azalmasını yahut kaybolmasını netice verebilir. Risale-i Nuru okumanın çok önemli bir yönü de şu ifadelerle dikkatimize sunuluyor: "Çok emarelerle anlamışız ki: Bu ulûm-u imaniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz." (Mektubat) "Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatlı bir alimi olabilir." (Lem'alar) Okumaktan maksat ilim elde etmek, ilimden gaye de amel etmek ve başkalarına faydalı olmaktır. Nurları daha iyi anlamamız ve bunun sonucu olarak da daha çok hizmet etmemiz konusunda Üstadın şöyle bir tavsiyesi var: "Nur şâkirtleri mümkün olduğu kadar her yerde küçücük bir dershane-i Nuriye açmak lazımdır. Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder, fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz." (Emirdağ Lahikası- 1)
BU ifadelerde, özel okuma yanında karşılıklı mütalaave müzakerelerde bulunmaya ve birbirimizden istifade etmeye de teşvik vardır. Kendisini böylece yetiştiren bir nur talebesi, iman hakikatleri konusundaki bütün sorulara rahatlıkla cevap verebilir. Çünkü bu soruların cevapları nur külliyatında en güzel ve en tatminkar şekliyle mevcuttur. Onun görevi bunları anlamak ve muhtaçlara anlatmaktır. "Bu zamanın mühim, hakikatlı bir alimi olabilir." ifadesinden açıkça anlaşıldığı gibi, bu zamanın—imana dair—sorularına nurlardaki hakikatleri bilmeksizin cevap vermek çok zordur; adeta mümkün değildir. İnanç zaafına uğrayan, şüpheler içinde bocalayan bir kişiyi zikir ve tespihle tedavi edemezsiniz; fetvalarla korkutarak, yahut menkibelerle özendirerek de kurtaramazsınız. Onun aklını ve kalbini, ancak Risale-i Nurdaki hakikatlerle ikna ve tatmin edebilirsiniz. Çünkü bu zaman, teslimiyetin kırıldığı, "neden ve niçin"lerin meydan aldığı farklı bir zamandır. "Ehl-i velayetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatlar ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye, aynen onlar gibi Risale-i Nur ibadet yerinde, ilim içinde hakikata bir yol açmış; sülûk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde hakikat-ül hakaika yol açmış" (Emirdağ Lahikasi-I)
MUHTAÇLARIN imanını nurlarla kurtarma görevi bizim için bir ihsan-ı ilahidir. Üstadımız içtimaî ve siyasî hizmetlerin "iman hizmeti yanında ancak onuncu derecede kalacağını" beyan ediyor (Kastamonu Lahikası). Onun için biz de iman hizmetinin değerini kendi iç alemimizde daima birinci derecede tutmak durumundayız. Bunun yolu Nur Risalelerini sürekli okumaktan ve nur hizmetiyle ilgimizi devam ettirmekten geçer. Fizikî bir kaidedir. İnsan bir cismin yanında ve yakınında ise onu olduğu gibi görebilir ve bilebilir; uzaklaştığı cisimler ise nazarında küçülürler. Bu fizik olayı hizmet için de geçerlidir. Hizmetin içinde ve yakınında bulunanlar onun önemini daha iyi kavrar, azametini daha iyi anlarlar. Hizmet ve okuma terk edildikçe iman hizmetinin mana ve ehemmiyeti nazarlardan saklanmaya başlar. Bu ise bir nur talebesi için çok önemli bir tehlikedir.
Alaaddin Başar
Zafer Dergisi
TEMMUZ 2008
" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"
Yeni nesil Windows Live Services'ı ücretsiz edinin. Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...
Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder