Babası, ilköğretim bitince okumaya yüzü olmadığını anladığı için, liseye devam etmesini istemiyordu.
Bunun için, sık sık oğlunu karşısına alıp nasihat ederdi:
- Bak oğlum! Sen benim bir tanemsin; her şeyimsin. Ben senin iyi bir insan olman için uğraşıp durdum. Okuman için çabaladım. Sen bundan uzak durdun. Okumak istemediğini defalarca söyledin. Keşke okusaydın. Her şeyimizi satar senin için harcardım. Gece gündüz çalışırdım…
Oğlu Sadık, başı önde babasının söylediklerini sessizce dinledi, her zaman olduğu gibi… Aslında babasının bu konuşmalarından rahatsızlık duyuyordu. Yüzüne gelip söz söylememek için susuyor, sadece dinliyordu.
Babasının söylediklerini kale almıyor, kendisi için çok önemli görmüyordu.
Kendine göre haklıydı. Babası çok baskı yapıyordu. Her şeyine karışıyordu: konuşmasına, yürümesine, arkadaşlarına, davranışlarına…
Babası da onun saygılı biri olmasını istiyor, herkes tarafından takdir edilmesini düşlüyordu. Bütün çabası çocuğunun geleceği içindi.
İkisi de kendi açısından olaya bakıp değerlendirme yapıyordu. Dişli bir anahtar olup açılmayan kapıları açması gerektiğini isteyen babası, oğlunun bunu gerçekleştirmesi gerektiği düşüncesiyle bütünleşmişti.
Kendine okuma imkânı verilseydi neler yapmazdı ki? Bunun hayaliyle yaşayıp, kendisinde olmasını istediklerini oğlunun üstünde görmek arzusu onu, bu konuda daha da hassaslaştırıyordu.
Sadık, kendi havasındaydı. Söylenen bunca söze rağmen, sanki hiçbir şey söylenmemiş gibi hayatına devam ediyordu.
Kendine benzeyen arkadaşlarıyla sağda solda dolaşıp, sorumluluk duygusundan çok uzakta kulaç atıyordu. Genellikle internet salonlarına takılıyor sonra da hiçbir şey olamamış gibi evin yolunu tutuyordu.
Bu durum babasını yiyip bitiriyordu. Çaresizlik cenderesinde kıvranıp duruyordu. Bu hâle gelmesinden kendini sorumlu tutup sorguladığında, kendini haklı çıkaracak yolları delil olarak düşünüyordu: Tek oğluydu. Ne istediyse alıyordu. Bir dediğini iki etmiyordu… Daha ne yapabilirdi ki?
Sadık, isteğini elde eden biri olarak hayata pek anlamlı bakmıyordu. İdeali yoktu. Nasıl olsa hayat böyle devam edip gidiyordu.
Babası, baba dostu Halim Amcayı ziyaret etti. Çoktandır ziyareti ihmal etmişti.
Kapıdan içeri girince ağır bir yanık yağ kokusu, burnunu delercesine adamın içine işliyordu. Eski makinelerini değiştirmemişti hiç. Her şeye ayak diriyordu. Yeniliklere, teknolojiye… Oturduğu tahta iskemlenin yanındaki, üzeri yağlanmış masanın kenarında eski kitaplar duruyordu. Burnun ucuna kadar indirdiği gözlüğünün arkasından, simsiyah gözleri hayat ışıltıları yayıyordu. Zihninin dinç olduğu, yaşam mücadelesinden hiçbir şey kaybetmediği anlaşılıyordu. Arkadaşının oğlu kapıdan girince onca yaşına rağmen ayağa kalktı:
- Hoş geldin Ahmet! dedi.
Ahmet, Halim ustanın bu davranışından rahatsızlık duydu, utandı.
- Amca! Lütfen kalkmayın! Ben rahtsızlık duyuyorum, dedi.
- Ahmet oğlum, çoktandır görünmüyorsun nerelerdesin? Bir sıkıntın falan yoktur inşallah, dedi.
- Yok Halim Amca, Allah razı olsun.
Adam yanındaki çay ocağının diyafonuna uzandı.
- Ne içersin? Diye sordu.
Ahmet:
- Rahatsız olmayın Allah aşkına bir şey içmeyeceğim, diyerek karşılık verdi.
Halim Usta bu, durur mu? İkram etmeden bıraktığı görülmüş mü ki?
Düğmeye bastı:
- Bir çay, bir ıhlamur limonlu olsun, diye bağırdı titreyen sesiyle.
Halim Usta artık teknolojiye ayak uydurması gerektiğini anlatıyordu:
- Her şey değişti. Makineler, hayat şartları, insanlar bile. Bu işin ilmini ocaktan yetişerek öğrendim. İşin mantığını iyi biliyorum. Ustam bu konuda çok iyiydi. Her şeyi öğretti. Kapılar nelere açılmaz ki? Hazinelere… Deryalara… Göklere, yerlere, zifiri karanlıklara, aydınlıklara, iyiliklere, güzelliklere… Her şeyin bir kapısı var, her şeyin. Ama açacak anahtarlar artık yok. Dişsiz anahtarlar kapıyı açar mı? Elbette açmaz. Ama insanlar artık dişlerle uğraşmıyor. Onlar için hiçbir şeyin önemi yok. Anahtarın özelliği dişlerinde gizli değil mi? Bu gizliliği merak eden de kalmadı…
Ahmet, Halim Ustanın pürüzsüz konuşmasını can kulağıyla dinledi. Zaten Halim Usta çok okuyup, bildiklerini paylaşmayı seven bir yapıya sahipti. Ama biraz garip, biraz kimsesiz, biraz yalnız, tabi ki biraz da gizemliydi…
Kirlenmiş camlardan sızan ışığın kırılması, dükkânı renk cümbüşüyle süslüyordu. Sanki "hadi dalın şu gizemli kızıllığın içine" der gibiydi. Dalın ki, sizi hayata bağlayacak kapılar açılsın. Kapılar… Tıpkı yollar gibi… çeşit çeşit ve farklı farklı.
Birden kızıllığın yansıdığı nakışlarla süslenmiş çerçevenin içinde yazılı metne gözleri takıldı.
"Dişsiz anahtar olmaz. Ancak dişleri olan anahtarla kapı sana açılır."
Ahmet, kendisini başka dünyalarda buldu. Sanki halden hale geçmişti. Önünde yollar dürüldü. Ufku açıldıkça açıldı. Ufuksuzluk kendine başka bir kapı olmuştu. "Ancak dişleri olan anahtarla kapı sana açılır." sözü bir kez daha benliğini sarmaladı. Kendine geldiğinde karşısındaki usta, hâla fazilet ve güzelliklerden bahsediyordu. Sabırla bitirmesini bekledi.
- Halim Amca! dedi.
Halim Usta, gözlüğünün üstünden Ahmet'e baktı sevecen gözlerle:
- Buyur oğlum, dedi.
- Benim oğlanı yanına alsana! Çalışsın kerata. Meslek öğrensin, dişleri olsun. Olsun ki kapılar açılsın önünde…
Bu sözle usta dalgınlaştı. Gözleri duvarda asılı tozlanmış çerçeveye kaydı. İçtenlikle seyretti bir müddet.
Çerçeve Ahmet'e düşünce kapıları açmıştı.
Usta, başını öne eğdi.
Sessizlik fazla sürmedi.
Halim Usta:
- Tamam, dedi. Konuşmasını sürdürdü. Aslında ihtiyacım yok. Belki iyi olur. Kendimi yenilerim. Teknolojiye ayak uydururum…
Ahmet sevindi. Sanki gönül deryası coştu. Her şey diplomayla olacak değildi ya! Çalışıp bir meslek edinebilirdi. Üstelik artık bir kapı aralayabilecekti. Anahtarı kendi olacaktı. Dişleri benliğiyle ortaya çıkacaktı. Karakterinin kıvrımları, anahtarın kertikleriyle olgulaşacaktı. Kim bilir nice gönüllere yol bulup deryalar akıtacaktı…
Ustaya dualar ederek evin yolunu tuttu.
Evde oğlu Sadık'ı karşısına aldı:
- Bak oğlum! Diyerek başladığı konuşmasına nasihatlerle devam etti. Her zaman olduğu gibi Sadık yine hiç dinlemedi. Sadece kulağında "Bundan sonra anahtarcı da çalışacaksın!" sözleri kaldı.
Aslında "olmaz" diyecekti; ama babasının kendine kızmasından korktu. Çaresiz olduğunu düşünerek sessizliğini sürdürdü.
Artık çalışacaktı. Anahtarcı dükkânının o gizemli havasında yeni şeyler öğrenecekti. Kendine kapılar açılacaktı.
Dükkâna babasıyla geldi. Ustayla konuşan babası, oğlu Sadık'ı bırakıp gitti.
Halim Usta, Sadık'ı karşısına aldı. Baştan sona süzdü. Hakkında bir kanaate sahip olamadı. Yılların tecrübesi Sadık'ı çözmeye yeterli gelmemişti.
Halim Usta, bu işte nelere dikkat etmesi gerektiğini sıraladı. Ama Sadık orada değildi:
- Dişsiz anahtar olmaz oğlum, kapıyı açan da o dişlerdir; şifresidir kapının. Kapının her şeyi onda gizlidir. Kapının önündeki ve arkasındakiler de onlara bağlıdır…
Sadık yine orada değildi. Nelerden bahsettiğini de hiç düşünmüyordu. Umursamaz tavrına devam ediyor, alaycı bir tarzla geçiştiriyordu. İçinden:
- Hadi ya sen de! dedi.
Zaten meslek öğrenme gibi bir derdi de yoktu. Ustasının bunca uğraşısına rağmen hiçbir şekilde kapıyı aralamayı düşünmedi. Bunun için gerekli olan duygu ve bilgileri de kale almadı.
Günler günleri takip etti. Sadık hep oyalanıp durdu. Beklentisiz ve amaçsız…
Kapı bekledi, kendine açılacak. Kapı bir türlü açılmadı. Çünkü açmak için gerekli olan esaslar yoktu. Bundan sonra da hiç olamazdı. Ustanın gayretleri de fayda etmedi.
Hiçbir şey elde edemedi. Mesleği olmadı: dişi de, işi de…
Windows Live Messenger'ın için ücretsiz güncelleştirme! Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...
Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder