Şeytan’ın Şerrinden Nasıl Korunulur?
Genelde cinlerin ve özelde onların kafirleri olan şeytanların insanlarla maddi veya fiziki hiçbir ilişki ve temaslarının olmadığını bilmemiz gerekir. Çünkü cinler ve onların kafirleri olan şeytanlar insanlardan ayrı bir tür olup insanların onları görmesi ve kendileriyle fiziksel bir ilişki kurması sözkonusu değildir. Onun için cinlerin ve şeytanların şu veya bu şekilde insanlarla iletişim, fiziksel temas veya maddi ilişki kurmaları yahut işbirliği yapmaları, gibi anlatımlar, tamamen şeytanın kuruntular ve psikolojik yönlendirmelerle yandaşı olan/vahiyden habersiz, din konusunda bilgisiz ve hidayetten nasipsiz insanları etkilemesi, onlara hakkı batıl ve batılı hak olarak gösterip kandırmasından ibarettir. Onun için bu varlıklarla insanlar arasında maddi herhangi bir işbirliğinin veya fiziksel temasın olmasına ilişkin anlatımlara inanmamak ve aldanmamak gerekir. Bu tür anlatımlar, şeytanın kuruntularla aldattığı ve saptırdığı cahil, sahtekar ve istismarcı kişilerin kuruntularından başka bir şey değildir. İnsanlara düşen, şeytanın şerrinden Allaha sığınmak ve gösterdiği korunma yolunu öğrenmektir.
Şeytan’dan Allah’a sığınmak ve ondan korunmak, Allah’ın öğretilerini bilmek ve yerine getirmekle gerçekleşir. Allah, şeytanın insanı nasıl saptırdığını, saptırmak için hangi yollara ve oyunlara başvurduğunu, kimlerle işbirliği yaptığını, kimleri dost belleyip amaçlarına alet ettiğini, hangi araçları kullandığını Kur’an’da açıklamış, Hz. Peygamber de insanlara belirtmiştir. Şeytanın kötülük ve zararlarından, saptırma çabalarından korunmak isteyenler, Allah’ın öğrettiği ve Peygamber’in gösterdiği bu şeyleri, yani Kur’anın öğrettiklerini bilmeleri ve yerine getirmeleri gerekir. Değilse, korunmak için salt şu veya bu sûreleri, şu veya bu duaları okumak yahut Allah korusun, demek, şeytanın şerrinden korumaz. Çünkü pıratiği olmayan sözlerle ve temennilerle kişinin eline bir şey geçmez. Örneğin, bir eylem olmadan kişinin karnı doymadığı, bir yere yürümek veya araçla gitmek olmadan bir yere gidilemediği, eylem olmadan hayatın hiçbir işi yerine gelmediği gibi, Allahın öğrettiği bilgiler eyleme dönüşmeden şeytanın şerrinden korunmak da sözkonusu değildir.
Örneğin, şeytan çirkin ve haram işleri insanlara süsleyip onları işlemeye teşvik eder. Bunlar inançlardan uygulamalara, ibadetlerden davranışlara, konuşmalardan sosyal ilişkilere kadar hayatın bütün işlerini kapsar. Yasaklanan veya çirkin olduğu belirtilen bu tür işleri yaptırarak şeytanın zarar vermesinden korunmak için İslam’ın belirttiği çirkin ve haram işlerin neler olduğunu ve onlardan uzak durmanın yollarını bilmemiz ve sakınmamız gerektiği gibi, yapılmasını istediği şeyleri de yerine getirmemiz gerekir. Örneğin, “Şeytan şüphesiz içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister...”(5 Maide/91) ayetinde belirtildiği gibi şeytan içki ve kumarla insanları namazdan ve Allahı anmaktan/Kur’an okumaktan alıkoyduğu, insanları birbirine düşürüp düşman yaptığı belirtilmiştir. İçki ve kumarın haram olduğu kabul edilmeden ve her ikisine ilişkin yasağa uymadan salt “Allahım, beni içki ve kumardan koru” demek, her iki kötülükten korumaz. Çünkü Allah, bu kötülükleri yasaklayarak ve uzak durmayı söyleyerek onlardan korunmanın yolunu göstermiş ve öğretmiştir.
Yine, örneğin açık saçıklığın veya erotizmin insanları fuhşa ve ahlaksızlığa teşvik ettiği, şehvet duygularını kışkırttığı ve sayısız maceralara yahut kötülüklere sürüklediği bir gerçektir. Onun için yüce Allah insanları uyararak şeytanın kendilerini ayartmasından korunmaları gerektiğini belirtmiştir.
“Ey İnsanoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onu görmediğiniz yerlerden o ve soydaşları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız”(7 Araf/ 27).
Bunun için müminlerin harama götüren bakışlardan sakınmalarını, erginlik yaşına gelen insanların örtünmesini ve namahrem kişilerin birbirlerine bakarken bakışlarını kısmalarını/şehvetle bakmamalarını emretmiştir:
“Ey İnsanoğulları! Ayıp yerlerinizi örtecek giyimlikle sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva örtüsü şüphesiz bunlardan daha önemlidir. Allah'ın bu ayetleri öğüt almanız içindir”(7 Araf/26).
“Mümin erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini, korusunlar. Bu, onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarından şüphesiz haberdardır.
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları veya babaları ve kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kız kardeşlerinin oğulları veya müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler, ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün”(24 Nur/30-31).
“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle; bu, onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder”(33 Ahzab/59).
Bununla ilgili bir önlem olarak da evlenme yaşına gelen gençlerin evlendirilmesini emretmiş ve maddi durumları elverişli olmaması durumunda bile Allahın kendilerine imkan vereceğini belirtmiştir.
“İçinizdeki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lutfu ile zenginleştirir. Allah lutfu bol olandır, bilendir”(24 Nur/32). Şüphesiz bu zenginleştirme, asgari ihtiyaçlarını karşılamakla yetinmeleriyle ve gerek kendilerinin çalışıp kazanması, gerekse müslümanların onlara yardım etmesiyle olacaktır. İslamın bütün öğretileri aynı şekilde şeytandan koruma işlevi görmektedir.
Aynı şekilde ses tonuyla, jest ve mimikleriyle karşı cinsi tahrik etmesinin önüne geçmek amacıyla yabancı erkeklerle işveli ve cilveli konuşmaktan, artistik davranışlardan sakınmayı, bunlara düşmemek için de koruyucu bir zırh olarak Allahın kitabını okuyup öğrenmeyi göstermiştir.
“Ey peygamberin hanımları! Sizler her hangi bir kadın gibi değilsiniz. Allah'tan sakınıyorsanız edalı konuşmayın, yoksa, kalbi bozuk olan kimse kötü şeyler ümit eder; daima ciddi ve ağırbaşlı söz söyleyin.
Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye'de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a ve peygamberine itaat edin. Ey peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.
Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmetini öğrenin. Şüphesiz Allah haberdar olandır, latif olandır”(33 Ahzab/32-34).
Aynı şekilde Yüce Allah, “Allah size gaybı gösterecek değildir”(3 Âli İmran/179), “Deki, Allahın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum”(6 Enam/50; 11 Hud/31), “Gaybın anahtarları onun yanındadır, kendisinden başka kimse onları bilmez”(6 Enam/59), “Gaybı bilseydim, daha çok hayır elde ederdim”(7 Araf/188), “Deki, Allahtan başka, yerde ve göklerde olanlar gaybı bilmezler”(27 Neml/65), “Gaybı bilen odur, Gaybını kimseye göstermez”(72 Cin/26) dediği halde gaybten haber veren kahinler/medyumlar, cinciler, astroloğlar, falcılar, büyücüler, okuyucular, üfürükçüler ve sözde evliya diye adlandırılan kişilerin gaybı/meçhulü bildiklerine inanmak, tedavi veya ihtiyacın giderilmesi için onların bilgilerine ve yardımlarına başvurmak şeytanın yolundan gitmek ve söylediklerini yapmaktan başka bir şey değilken, bunu yapan kişiler şeytanın şerrinden ne kadar Allaha sığınırsa sığınsın, onun şerrinden korunmuş olamazlar. Çünkü bu insanlar islamını güzelce yerine getiren Muhsin ve Allahın öğretilerine aykırı inanıp davrandığı taktirde kendisini cezalandıracağından sakınan Muttaki insanlar değildir. Aksine şeytanın söylediklerini inanç ve eylemleriyle doğrulatan şeytanın dostları ve işbirlikçileridir. Bunlar Allahın öğretilerini göz ardı eden zalimler, fasıklar ve şeytanın evliyasıdırlar. Allah zalimleri, fasıkları, kafirleri doğru yola iletmez.
Yine Allah, yalnız kendisine dua edilmesini ve duada başkasının kendisine ortak edilmemesini söyler. “Allahla beraber başka bir ilaha dua etme, değilse azap görenlerden olursun”(26 Şuara/213). “Mescitler Allahındır, onun için Allahın yanında başka bir kimseye dua etmeyin/Allaha yaptığınız duaya başkasını karıştırmayın”(72 Cin/18). Buna rağmen insanlar Allahın yanında başka varlıklara veya nesnelere dua edip yalvarırsa, kendisini Allaha yaklaştırmak veya Allahın yanında kendisine aracılık yapmak ve isteklerini kabul ettirmek için başka kişileri aracı yaparak onlardan isterse, bu şeytanın tuzağına düşmek ve söylediklerini doğrulatmaktan başka bir şey olmaz. Bunu yapan kişiler, şeytanın şerrinden korunmak için Allaha yalvarmak bir yana, şeytanın istediklerini yapmış ve şerrine uğramışlardır. Şeytanın şerrinden korunmak için ne kadar dua ederse etsin, zaten onun şerri ile yatıp kalkmaktadır.
Bütün bunlar şeytanın şerrinden nasıl korunacağını öğretmişken, onları yerine getirmeden sadece “Allahım, beni şeytanın şerrinden koru” demenin bir anlamının olmayacağı ve bunu söyleyen kişiye bir yararının dokunmayacağı, hiçbir kötülükten korumayacağı açıktır.
Onun için insanoğlunu saptırmak için her yola başvuracağını ve her türlü tuzağı kuracağını, ama ihlaslı kullara bir şey yapamayacağını söyleyen Şeytan’nın tehditlerine karşı yüce Allah da Muhsin ve Muttaki kullarının üzerinde onun hiçbir yetkisinin olmadığını ve onları saptıramayacağını söyleyerek korunmanın yolunu göstermiş olmaktadır.
“Allah onu lânetlemiş, o da, yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim, onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler, dedi. Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık zarara düşmüştür. Şeytan onlara söz verir ve onları ümitlendirir. Halbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir”(4 Nisa/118-120).
“İblis dedi ki: Rabbim! Beni azdırdığın için ben de yeryüzünde onlara kötülükleri süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna. Allah şöyle buyurdu: "İşte bana varan dosdoğru yol budur.""Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna." Muhakkak cehennem, onların hepsine vâdolunan yerdir. Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer gurup ayrılmıştır”(15 Hicr/39-44).
“İblis: Senin mutlak kudretine andolsun ki, onların hepsini kesinlikle azdıracağım."
"Ancak onlardan ihlâslı kulların hariç" dedi. Allah buyurdu ki, "doğruyu, ben hep doğruyu söylerim, Mutlaka sen ve sana uyanların hepsiyle cehennemi dolduracağım, dedi”(38 Sâd/82-85).
İslam bunun için insanları bilgilendirmiş ve korunmanın yollarını öğretmiştir. İslam’ın öğretilerini yerine getirmeden ve görevini yapmadan, sadece dua ve okumalarla şeytanın şerrinden insanın kendisini koruması mümkün değildir.
Dua, Allah’ın evrenin yaratcısı, sahibi, koruyucusu, hakimi, yöneticisi,vd. olduğu inancının ifadesi olduğu gibi, kulun ona boyun eğmesi, sığınması, iyilik ve kötülük vermeye tek yetkili varlık olarak yalnız ondan istemesi inancının ifadesi olarak da yapılır. Uygulama veya işlemenin eşliğinde yapılmadığı zaman yukarıda kısmen belirtilen inancı ifade etmenin dışında duanın bir işlevi olmaz.
Diğer yandan, Kur’an’da dua söylemlerine baktığımız zaman yukarıda belirttiğimiz gibi ya kulun Allaha inancını ve teslimiyetini belirtmesi için yahut ancak Allahın gerçekleştirebileceği işlerin gerçekleşmesi veya kulun gücünü kullandıktan sonra gücünü aşan işlerde kendisine yardım etmesi için yapıldığını görürüz. Örneğin, “Allahım beni çarşıya götür, Allahım bir bardak su ver, Allahım kapıyı aç, Allahım pencereyi kapat, Allahım yemek pişir, Allahım ekmek getir, vb. işler için değil, kulun gücünü kullandıktan sonra gerçekleştirme sınırının üstünde kalan boyutlarda veya günahı bağışlama, öldürme ve diriltme, hidayet veya dalalet, mükafat veya ceza, zafer veya yenilgi verme, gibi ancak Allahın yapabileceği işlerin gerçekleşmesi için yapılmaktadır.
Örneğin, hastalanmamak için kişi bütün önlemleri aldıktan sonra gücünün üstünde kalan “hastalanmamak”tan koruması için dua ederken, hastalanan kişi de iyileşmek için gerekli bütün yollara başvurduktan sonra gücünün üstünde kalan “şifa bulmak” için Allaha dua eder. Hastalanmamak için gerekli önlemleri almak ve korunmak, bir de hastalandıktan sonra tedavi olmak kişinin elinde iken bunları yerine getirmeden “Allahım bana hastalık verme-Allahım bana şifa ver” diye dua etmenin Kur’andaki dua mantığıyla bağdaşmadığı bir gerçektir.
Kur’an’da dua mantığı, başına gelen musibet karşısında sabretmek ve kulluk çizgisinden sapmamak için bir gayret ve direnç göstermeden “Allahım, sabır ver” diye dua etmek değil, elden geldiği kadar sabır ve direnç göstererek gücün üstünde kalan/gücü aşan boyut/miktar için Allaha dua etmek/yardım istemektir. Bunun örneğini Kur’an’da sabırla ilgili her yerde gördüğümüz gibi, örneğin Davud ve beraberindekilerin duası ile Hz.Musa’ya inanan ve Firavun tarafından ölüme mahkum edilen sihirbazların aşağıdaki dualarında görüyoruz.
“Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, "Şüphesiz Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir" dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: "Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir" dediler.
Calut ve ordusuna karşı çıktıklarında, "Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden millete karşı bize yardım et" dediler. Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lutufkardır.”(2 Bakara/249-251).
“Sihirbazlar secdeye kapanıp, "Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine inandık" dediler.
Firavun: " Ben size izin vermeden mi O'na inandınız? Doğrusu bu, halkı şehirden çıkarmak için düzdüğünüz bir hiledir, fakat siz göreceksiniz. And olsun ki, ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım" dedi.
Onlar da: "Doğrusu biz ancak Rabbimize döneriz. Rabbimizin ayetleri gelince, onlara inanmamızdan ötürü bizden öç alıyorsun. Rabbimiz! Bize sabır ver ve canımızı müslim olarak al" dediler”(7 Araf/120-126).
Güvenlik, rızık, bolluk ve darlık, sağlık, fakirlik, zenginlik, çoluk çocuk, dost ve düşman, zafer ve yenilgi, mutluluk ve bedbahtlık, iyiik ve kötülük, şeytandan korunma,vd. işler veya şeyler için Kur’an’da seslendirilen duaların hepsinde egemen olan mantık ve ölçü budur1.
Onun için Felak ve Nâs sûreleri veya başka duaları okuyarak şeytanın şerrinden korunmak isteyenler, öncelikle şeytanın başvurduğu yolları, oyun ve tuzaklarını, işbirlikçilerini, fitne ve komplolarını, kendi zaaf ve eksikliklerinin yanında şeytanın ve dostlarının durumunu bilmeleri ve gerekli önlemleri almaları gerekir. Şeytanın giriş yollarını bilmeden, o yolları tıkamadan, vereceği zararlara karşı önlemlerle kendisini güçlendirmeden, kısaca, bir yandan taarruz/farzları yaparak, bir yandan da savunma hattı oluşturarak/haramlardan sakınarak İslamın öğretilerini yerine getirmeden ve şeytanın kötülüklerine karşı kişiyi donatan Kur’anın eğitim öğretileriyle donanmadan şeytan ve dostlarından korunmak mümkün değildir.
Dua, yukarıda kısaca belirtmeye çalıştığımız tarzda bu korunmanın gücü aşan boyutu ile ilgilidir. İnaç, ibadet, ahlak, ahkâm, sosyal ve kültürel bütün boyutlarıyla İslamın öğretileriyle donanmadan ve hayatımızda gerçekleştirmeden salt dua (laf) ile yetinerek “Allahım, şeytanın şerrinden koru” demek, kişiyi şeytanın şerrinden korumaz. Aksine, şeytanın ve işbirlikçilerinin oyuncağı, bineği ve maskarası yapar.
Şeytanın şerrinden korunmak için okunması istenen Felak ve Nâs surelerinin içeriğine bakalım. Felak suresinde, hemen her dönemde ve her toplumda kültürel olarak insanlar için korku ve zarar sebebi kabul edilen, her dönemde cahiliyyenin bir şer tanrısı gibi algıladığı şeytan ve cin gibi kimi varlıkların yanında büyücülük, kıskançlık, üfürükçülük, gibi karanlık işler çeviren karanlık kişilerden/örgüt ve aygıtlardan korunmak/uzak durmak gerektiği istenmektedir. Başka bir deyişle, Felak ve Nas surelerinde sayılan nesnelerden korunmak için yapılması istenen dua, o nesnelerin gerçekten zarar verme gücü olduğu için değil, zarar verme gücü olduğu vehmedilerek insanlar üzerinde mitolojik bir otorite kurmuş bulunan şarlatanlara, kötülük simsarlarına, öcülerle korkutanların propagandalarına inanarak tuzaklarına düşmekten korunmak içindir. Çünkü mitolojik inanç ve kültürel bilgilerle, sahip olduğu zarar verme gücü vehimleriyle insanlar üzerinde psikolojik etki oluşturan ve yönlendiren bu tür nesneler için söylenen şeylerin gerçekliğine inanmaktan ve onlara kanmaktan Allaha sığınmak içindir. Yoksa gerçekte sayılan nesnelerin zarar verme gücüne sahip oldukları ve onların zararından korunmak için değildir.
Şüphesiz bu varlıkların kendileri yarar veya zarar vermeleri sözkonusu olmadığı halde, vahiy bilgisi yetersiz yahut hiç olan insanlar onlarda böyle bir gücün varlığını vehmetmiş ve şerlerinden korunmanın çarelerini aramışlardır. Bunun için okuma, üfleme, falcılık, kâhinlik, cincilik, kurşun dökme, kimi ritüeller için seanslar uygulama, dua, adak sunma, sadaka verme, yatırlara sığınma, fetişlere bez bağlama, kahinlik, astrolojik okumalar, gibi çareler aramaya sevketmiştir. Zaten bu tür inanç, anlayış ve uygulamaların egemen olduğu toplumlar her dönemde karakteristik cahiliyye toplumlarıdır. Şüphe yok ki bu inançları ve çare yollarını İslam getirmediği gibi, onaylaması da sözkonusu değildir. Sadece bu cahiliyye inançlarına karşı Kur’an korunmanın yolunu göstermiş ve öğrenilip uygulanmasını istemiştir. Başka bir deyişle, bu tür inanç, anlayış ve uygulamalar Kur’anın nüzul ortamında öne çıkan ve egemen olan şeyler olup Kur’an onları dile getirmekte ve eleştirmektedir. Yoksa bu tür şeylerin gerçekliğine inandığı için değil!
Kur’an indiği dönemde cahiliyye Arap toplumunda bu inançlar egemen olduğu gibi2, sözde kültürlü ve modern günümüz toplumlarında da benzer vehimler aynısıyla, hatta fazlasıyla ve modern imkanlar ve yöntemlerle sürmektedir. Örneğin, dünyanın hemen her ülkesinde büyük bir kısmıyla yazılı ve görsel Medya bu işlevi modernizm adına görmekte ve geçmişte bu işler mahalle, köy, kasaba, şehir, bölge, ülke alanlarıyla sınırlıyken, bunu dünyanın her yerine ve evlerin en mahrem köşelerine kadar yaymaktadır.
Allah, insanın, cahiliyye toplumunun kuruntusu olan bu tür inançlara itibar etmeyip kendisine sığınmasını, yani bilgilendirerek gösterdiği yolu izlemeyi emretmiştir. Bu da Kur’anın öğretilerini öğrenmek ve yerine getirmektir. Çünkü bu tür batıl inançlar, vahiy bilgisi ekilmemiş, öğretileriyle bilgilendirilmemiş, ışığıyla aydınlatılmamış, hidayetiyle yönlendirilmemiş ve dosdoğru yolu gösterilmemiş çorak zihinlerde ancak yeşerebilir yahut yer edinebilir. Allah, tıpkı Kâfirun suresinde kafirlere meydan okuyup vahiy üzerinden uzlaşma tekliflerini elinin tersiyle iterek putlarına tapmayı reddetmesini öğrettiği gibi, Felak ve Nâs surelerinde de bu tür şeylere inanmayı ve onların hayır veya şer sağlayabileceklerini düşünmeyi reddedip yalnız Allaha kulluk yapacağını, hayrı ve şerri yalnız ondan bildiğini söylemeyi öğretmektedir. Dolayısıyla kişinin kendi içinde cehaletten, kültürün ve çevrenin yönlendirmesinden, vahyin aydınlığından uzak yaşamaktan ve en önemlisi inaç yozlaşması yahut bozukluğundan meydana gelen bu tür şeylerden ve şeytanın şerrinden korunmak için Kur’anın öğretilerini bilmek ve yaşamak gerekir.
Nâs suresinde Allah, insanların içine kuruntu ve şüphe sokarak saptırmaya çalışan şeytanın ve onunla işbirliği yaparak korku salan egemenlerin şerrinden insanların yaratıcısı ve sahibi olan Rabbına, onların hükümdarı ve yöneticisi olan Melikine, tapmaya layık tek İlahına kulun sığındığını peygamberin/insanın söylemesini emretmektedir. Böylece yaratıcı ve koruyucu olarak, hükümdar ve yönetici olarak, ibadet/kulluk yapmaya layık tek İlah olarak insanın hem iç hem dış dünyasında öğretilerine uymak zorunda olduğu Allaha sığındığını belirterek bu işleri kendilerine yaptırmak isteyen başkalarına insanın meydan okuması yahut reddetmesi istenmektedir. Bunun da Kur’anın öğretilerini öğrenip uygulayarak ancak gerçekleşebileceğini öğretmektedir.
1 -Duanın mahiyeti ve Kur’an’da dua ile gili geniş bilgi için bakınız.Fevzi Zülaloğlu, Kur’an’da Dua ve Resullerin Dua örnekleri, kitabı, Ekin yayınları, İstanbul, 2005.
2 -Bkz.M.İzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis, 1/113, Felak Suresi tefsiri.
YAŞANMAYAN YOLDA ÖLÜNMEZ Kİ!..
Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen sureyya.kzlaslan@gmail.com Adresine Yollayınız...
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...
Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder