28 Mayıs 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur (Allah’ı anmakla sükûnet bulur). (Ra’d Sûresi, 28) hayırlı cumalar baki selam ve dua ile dostlarım

 
En âlî hukuk, ana baba hakkıdır

Yirmi Birinci Mektub

"Onun adıyla. O her kusurdan münezzehtir. Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin."

"Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın 'Öf' bile deme, onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: 'Ey Rabbim, nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.' Sizin içinizde olanı Rabbiniz hakkıyla bilir. Eğer siz salih kimseler olursanız, muhakkak ki O, kendisine yönelenler için çok bağışlayıcıdır." (İsrâ Sûresi, 17:23-25.)

Ey hanesinde ihtiyar bir valide veya pederi veya akrabasından veya iman kardeşlerinden bir amel-mande veya âciz, alîl bir şahıs bulunan gafil! Şu âyet-i kerimeye dikkat et, bak: Nasıl ki bir âyette, beş tabaka ayrı ayrı sûrette ihtiyar valideyne şefkati celb ediyor!

Evet, dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âli hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını, kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar. Öyleyse, insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâp etmemiş herbir veled, o muhterem, sadık, fedakâr dostlara hâlisâne hürmet ve samimâne hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut etmektir. (Amca ve hala, peder hükmündedir; teyze ve dayı, ana hükmündedir.)

İşte, o mübarek ihtiyarların vücutlarını istiskal edip ölümlerini arzu etmek ne kadar vicdansızlık ve ne kadar alçaklıktır, bil, ayıl! Evet, hayatını senin hayatına feda edenin zevâl-i hayatını arzu etmek ne kadar çirkin bir zulüm, bir vicdansızlık olduğunu anla!

 
 
 
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 

Dua!

 

Biliyorum ki, beni duyan, benim derdime derman olan Sensin

Biliyorum ki kimse dinlemez beni Senden başka,

Senden başkasına anlatamam derdimi,

İçimde yaktığın ateşlere su verecek olan Sensin,

Düşmanım yok, ancak dostum, dostlarım var,

Onları da ayırma benden, lütfettiğin güllerle hem-hâ l et beni

Gül bahçesinde koştur, dikenlere batır, yaralasın akıtsın kanımı, mürekkebimi, yaşımı

Biliyorum ki dikenlere batmadan goncaya ulaşılmaz, goncalar açmaz,

Gonca olursa gül, bülbüller dolar, pervane olur etrafında,

Biliyorum ki gül Sensin, bülbül et beni, pervane et,

Duyan Sensin, bakan Sensin, konuşan, yazan, okuyan, her yer Sensin, her yerde Sen,

Yürüt beni, Sen yürütmezsen kırık kalır bestem, ayaklarım,

Koştur beni, Sen koşturmazsan, yarım kalır yarışım, bakışım,

Coştur beni, Sen coşturmazsan, akmaz gözlerden gelen deryalarım,

Konuştur beni, Sen konuşturmazsan, sözlerim, zikirlerim eksik kalır,

Derdimendim, derdi veren derman olandır, dert dediğim ne ki,

İnleten, inlettiren Sensin, ancak Sen

Fatma YÜKSEL

SELAM VE DUA


 
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
MECNUN DEĞİLSEN SUS!

Göğe asılı bıraktığın bu sağnak, nice gönül tarlalarından 'hû' filizlendirdi. Kâinat vecde durdu. Ve... dünya elifle dönüyor, yürekler elife dönüyor. Aşk vesile...

Dünyaya alıştım alışalı, denizi çakıl taşlarından tanıdım. İçimde ney seslerini büyüttüm. Belli ki yine bu ıssız limanda fırtına kopacaktı. Bir muammalı vakitti oysa ki yalnızlıklar.
Aşkın tarifini sordum göçmen kuşlara. Dediler göç... Dediler yanmaktır yaklaştıkça... Onun kaynağından tadan divanedir. Sonra...

Sonra bir şair kesti yolumu... En yüce bir düştür benim aşkım. Görmeye değmez ki küçük düşleri dedi ve ekledi: Mecnun değilsen sus!..

Bense güneşlerin kol gezdiği ufuklar hayâl ederdim alkımlı dünyamda, aşka dair... Düşlerim en kudsî duygularla bezenmişti oysa. Meğer küçük düşlerle avunmuşum...

Muhayyel sevdalar buruyor yüreğimin pencerelerini. Herbiri tül, herbiri hür. Hiç dokunulmamış, hiç yaşanmamış. Hikayelerine hayâl meyal tanıklık ettiğim...

Bu efsane hikayeler sürüldü masama. Bense özgün sözlerin tadına alışıktım. Benim taatım, tahiyyatımdı Rab'le...

Dünyanın perdesini şöyle bir aralayınca, aşka dair birçok şeyin öylesine ortalığa savrulmuş olduğunu hissettim ki; tanınmayacak haldeydi. Kadın olmuştu, para, makam, nefs, hırs, menfaat, sömürü olmuştu. O kutsalı aralarından arındırmak öylesine zordu... Kalan son sevgi sözlerini topladım avucuma.. doldurmuyor bile! Dilden çıkıp, ancak kulağa kadar varabiliyordu; yüreğe değil...

Aşka belki bir adım, belki asırlar vardı ama sevgiyi diri tutmaktı, yaşatabilmekti esas olan. Ucuzcular pazarından kurtulup, sultanlar sofrasına hizmetli olabilmekti... İflah olmaz âşık kisvesini giyebilmekti. Gönülde maya tutup aşka, onu göklere armağan edebilmekti.. uçurtmalara...

Celâl-i Didar'a yâr olabilmekti benim en gerçek düşüm... Sen ezelî ve ebedî, arzsız ve arşsız, cennet ve cehennemsiz, öylesine bir sevdasın ki diyebilmekti... Mevlânaca bir tavır koyabilmekti. Naz makamına ulaşmayı gönül hedefinin tam ortasına yerleştirebilmekti�

Ruhum firdevslere kayarken, dünyanın sahte makyajı bulaşıyor yüreğime. Her renk bir adım daha ulaşılmaz kılıyor seni.
Kalbimde bir dünya kurup, binbirinin yıkılışını venüs bardağında seyretmek gibi bir şey sanırım ulaşılmazlığın...

Ey ulaşılmaz Matlubum!..

Hırçın dalgalar Kahhar ismini vuruyor dünya sahiline, güller Cemal isminle raksa başlıyor bir seher, kuşlar Nur ismini zikrediyor bir şafak kızıllığında...

Bense Vedud coğrafyanda, 'seven' şahsında talibi oynamaktayım. Belki adaylığın adaylığına bile lâyık değilken;

Bende Mecnun'dan füzun âşıklık istidadı var,
Âşık-ı sâdık benim, Mecnun'un ancak adı var... diyebilme cüretkârlığına koşmaktayım...

Belki sadece içimdeki boşlukta çırpınıp durmaktayım...

Ey Rab! Sana ulaşamamak sensizlikte kaybolmak nedir, anlatayım mı?..

Kum fırtınasında, çölde, sağanaklara âşık olmaktır!...

Dünya elifle dönüyor, yürekler elife dönüyor... Aşk...



 
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 

Çevremizde, az da olsa, "görmediğime inanman" diyen kişilerle karşılaşıyoruz. Bunlara bu yanlış düşüncelerinden vazgeçirmek için neler söylemeliyiz?




Şurası bir gerçektir ki; varlık âlemi sadece beş duyu ile hissedilebilenlerden ibaret değildir. İnsan, görme duyusu ile, sadece madde alemini görür. Diliyle tatlar âlemini, kulağıyla sesler âlemini, burnuyla kokular âlemini hisseder. Hâlbuki; elektrik, yerçekimi, ışınlar alemi, radyoaktif dalgalar ve nice gerçekler vardır ki, bunlar, ne görülürler ne de işitilirler. Bununla birlikte, bu gerçeklerin varlığı şüphe götürmez.

İşte bu prensibi göz ardı eden bir kısım insanlar, görmediğime inanmam diyerek bütün varlık âlemini, sadece gözleriyle gördükleri maddi eşyadan ibaret sanarak büyük bir hataya düşerler. Hâlbuki bir şeyin gözle görünmemesi onun yokluğuna delil olamaz. Zira bu âlemde gördüklerimize oranla göremediklerimiz çok daha fazladır. Hatta insan vücudunda akıl, hayal, hafıza gibi görünmeyen varlıklar, görünenden kat kat fazladır.

"Görmediğim şeye inanmam" sözünün altında, aklın görevini göze yükleme yanılgısı yatmaktadır. Hâlbuki insandaki her bir duyu ayrı bir âlemin kapısını açar; birinin görevi diğerinden beklenmez. Mesela, göz, kulağın; burun, dilin görevini yapamaz. İnsan, gözüyle ne yemeğin tadına, ne bülbülün sesine, ne de gülün kokusuna bakabilir. Göz bu organların görevlerini yerine getiremezken, elbette aklın fonksiyonunu da icra edemez.

Malumdur ki; herhangi bir eser, göz ile göründüğü hâlde, ustası akıl ile anlaşılır. "Görmediğime inanmam." diyen bir insan, bu eserin yapıcısını inkâr durumuna düşer. Aynen bu örnekte olduğu gibi, sonsuz bir kuvvet, ilim ve sanat ürünü olan bu muhteşem kainatı seyrettiği hâlde, onun sanatkârını kabul etmeyen insan, ilim ve akıldan uzaklaşmış olur.

Böyle bir insan, bu kâinatta her an tecelli eden ve Allah'ın varlığını güneş gibi gösteren, yaratma, rızk verme, hayat verme gibi sınırsız olayları nasıl açıklayacaktır?

"Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür."

Mehmet Kırkıncı
 
 
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Günümüzde stresten çokça söz ediliyor. Stresin en önemli kaynağı ne olabilir?




Bazen gazetelerde insanın tüylerini ürperten resimler görürüz. Çoğunlukla Kuzey Afrikalı fakir ve perişan insanların resimleri... Her biri sanki canlı birer iskelet... Kemiklerle etler arasında nerdeyse mesâfe kalmamış. Bu halleriyle bize olanca güçleriyle haykırırlar: "Biz açız, bize yardım elinizi uzatın!" diye...

İşte maddî açlık insanı böyle perişan, böyle zayıf, böyle güçsüz ediyor... Beride maddî problemleri yok denecek kadar az, ama kendilerini eğlenceyle, sefahatle, içkiyle yahut uyuşturucuyla avutmak isteyen huzursuz kalabalıklar. Bunların dertleri öncekilerinden daha ileridir.

Ruh, beden ülkesinin sultanıdır. Açlıktan kıvranan insanlarda hizmetçi zayıf düşmüştür, huzursuz insanlarda ise sultan perişandır. Birincilere her insaf ve vicdan sahibi acır, merhamet eder. İkincileri ise herkes kınar, herkes onlara düşman kesilir. Halbuki asıl acınmaya, el uzatılmaya muhtaç olanlar bunlardır... Çünkü bunlar hem hastadırlar, hem de ilâç düşmanıdırlar. Bunlara karşı, tedavi ehlinin çok şefkatli ve çok sabırlı olması gerekir. "Fâsıklara ancak ârifler acır." Abdulkadir Geylâni (ks.)

Bugün huzur ve saadet arayanlar sadece bu insanlar değildir. Hemen herkes bu dertten bir iz taşımaktadır. Öyle ise biz öncelikle kendi nefsimize bir şeyler söylemeye çalışalım:

Neden yer yer ruhî sıkıntılara giriyor, sabırsızlanıyor ve bir şeyler yapamamanın ıstırabıyla ruhumuzu kıvrandırıyoruz. Beden sıhhatimizden, mali durumumuza, toplumdaki itibarımızdan dünyevî zevklerimize kadar her şeyi kendimize dert ediniyor ve bunları çözemeyince de üzülüyor, rahatsız oluyoruz...

Niçin, dünyanın üstünde gezeceğimize altına giriyor, bize hizmet etmesi gereken eşyaya biz hizmetçi oluyoruz.

Bu halimiz ruhumuzu hayli yoruyor ve takatten düşürüyor. Bütün bu olup bitenlere karşı sabırla karşı koymayı da başaramıyoruz. Zira, Üstat Bediüzzaman hazretlerinin o güzel teşhisiyle, biz sabır kuvvetimizi maziye ve müstâkbele dağıtıyoruz; hâle karşı sabrımızda güç kalmıyor ve sonunda sıkıntıya, ümitsizliğe düşüyoruz.

Bütün bunların kaynağına indiğimizde şu yanlışla karşılaşırız: "Biz nefsin doymasıyla, kalbin tatmin olmasını birbirine karıştırmışız."

Yanlış yoldan giden yorulur. İşte bizi yoran, sıkıntıya düşüren ve sonunda perişan eden bu büyük hatadır. Bundan döndüğümüz an huzur ve saadete yönelmiş olacağız.

Nefis şerle beslenir. Şer ise kalbi yaralar, vicdanı rahatsız eder ve huzuru kaçırır. İşte bu fasit daire, stresin ve huzursuzluğun önemli bir kaynağıdır. Bu çemberi aşamayanlar, nefislerini besledikçe kalp ve vicdanlarında huzur melekesini kaybederler. Ve bunun çaresini yeniden nefsin tatmininde ararlar.

Sadece birkaç misâl:

Nefis cimrilikten yanadır. Para biriktirdikçe mutlu olacağını zanneder. Halbuki, kalp ve vicdan muhtaçları doyurmaktan zevk alırlar.

Nefis büyüklenmekten hoşlanır. Kalp ve ruhun rahatı ise tevazuda, alçakgönüllü olmaktadır.

Nefis oyun ve eğlence düşkünüdür. Akıl ise çalışmayı ve gayreti emreder, onunla rahat bulur.

Ve nihayet nefis, fâni ve geçici eşyanın meftunudur. Kalp ise bekâya, ebediyete aşıktır. İşte bütün huzursuzluklar bu çelişkilerin ürünüdür. Ve insan, nefsini beslemekle değil, kalbini tatmin ile saadet bulur.

Ve her türlü bunalım ve huzursuzluğun İlahî reçetesi:


"Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ın zikriyle mutmain olur (Allah'ı anmakla sükûnet bulur). (Ra'd Sûresi, 28)


Maddî ve manevî nice rızıklara muhtaç olan insanoğlunun kalbini, ancak Allah'ı zikir, yâni Onu yâd etme, Onu hatırlama tatmin edebilir. O halde insan, Ondan başka neyi yâd etse mahlûku yâd etmiş, Ondan gayri neyi sevse fâniyi sevmiş olur. O ulvî kalp, bu süflî eşya ile tatmin olmadığı içindir ki, gafil insanı daima rahatsız eder. İşte can sıkıntısı, huzursuzluk, bunalım, stres dediğimiz şeyler hep bu doymayan kalbin açlık feryatları, ölüm çığlıklarıdır.

Alaaddin Başar (Prof.Dr.)



" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"
 






Teker teker mi, yoksa hepsi birden mi? Arkadaşlarınızla ilgili güncel bilgileri tek bir yerden edinin.

Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.

Windows Live tüm arkadaşlarınızla tek bir yerden iletişim kurmanıza yardımcı olur.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: