Yükselme Yolculuğu; Namaz
Namaz kılmayan kişi günlük meşgalelerin, problemlerin, kavgaların içinde kendinden habersiz bir hayat yaşar; kul olduğunu, ahiret yolcusu olduğunu ve bu dünyada misafir olarak bulunduğunu adeta unutur.
Bir başarı gösterdi mi büyüklenmeye başlar. Herkesin kendisinden söz etmesini ister; onu övmelerini, ona hürmet etmelerini bekler.
Mükemmel bir kişiliğe sahip olduğuna inanır, noksanlıkları yanına yaklaştırmak istemez.
Namaz kılan kişiye gelince, o namaza niyet ederken "Allah rızası" için ifadesini kullanır. Böylece, gerçek şerefin insanların beğenmesi, övmesi değil "Allah'ın rızası" olduğunu öncelikle hatırlamış olur.
Namaza tekbirle başlar. "En büyük, mutlak büyük, akılların idrak edemeyeceği, hayallerin ulaşamayacağı kadar büyük" ancak Allah'tır,' der. İnsanlar arasında büyüklenme tehlikesinden kurtulur.
Sonra Fatiha suresini okur. Bu surenin ilk ayetinde, "bütün hamdin, yani bütün medih ve senaların ancak Allah'a mahsus olduğu" beyan edilir. Alimlerimiz bunu açıklarken, "Ne kadar hamd varsa, kimden gelse kime karşı da olsa,…, hepsi Allah'a mahsustur." derler. Ve bunun, 'elhamdülillah'ın en kısa manası olduğunu ifade ederler. Baharın güzelliğini, denizin haşmetini, semanın berraklığını, bülbülün sesini, arının balını övdüğümüzde bütün bu medih ve senalar, günümüz tabiriyle, övgüler ve beğenmeler hep Allah'a gider. Yani, biz bunları överken Allah'ın eserlerini övmüş oluruz.
Süleymaniye'nin kubbesini de övseniz, mihrabını, minberini, minarelerini de methetseniz bu övgülerin tamamı Sinan'a aittir.
Gel gör ki, kâinat sarayı ve içindekiler övülürken bu ince mana çoğu zaman unutulur. Doğrudan doğruya, o eşya methedilir.
Bu hataya düşmemek için hemen 'Rabbü'l-alemîn' ismi zikredilir. Bütün eşyayı terbiye eden, onları ilk önce "bir nokta, bir çekirdek, bir yumurta, bir gen şifresi" olarak yaratıp, sonra terbiye ederek kemale erdiren, insan, ağaç, hayvan,…, haline getiren Allah'tır.
İnsanın akıllı bir mahluk olarak yaratılması da bu terbiyeye dahildir. Yani, arı bal yapacak şekilde terbiye edildiği gibi, insan da bu sayısız sanatları icra edecek şekilde yaratılmıştır. Şu farkla ki, insanoğlu bu mükemmel yaratılışının gereğini yerine getirip getirmemekte serbest bırakılmıştır. Kabiliyetini yerinde kullanmasını bilenler bir çok hayırlı işler, güzel eserler ortaya koyarlar.
İnsanoğlu bu doğru tercihini bazen çok pahalı satmaya kalkar, herkesin onu övmesini, ondan söz etmesini ister.
Şöyle bir düşünelim:
"Gökyüzü, ormanlar, denizler, ovalar ne kadar güzel!
Onları seyreden gözlerimiz ne kadar mükemmel!
Bu güzellikleri ve mükemmelliği takdir eden aklımız bizim için ne büyük nimet!
Yediğimiz şeylerin tamamı ayrı birer terbiyeden geçerek önümüze konulmuşlar.
Koyun ayrı bir fabrika, otu süte ve ete çeviriyor. Daha doğrusu, otlar o fabrikada terbiye görerek et ve süt haline geliyor.
Bütün meyve ağaçları da ayrı birer fabrika gibi.
Ve toprak, bütün bu mükemmel ve muhteşem eserlerin hem mekânı, hem fabrikası.
Denizleri dolduran balıkları şöyle bir düşünelim! Hepsi sudan yaratılıyorlar. Ortada ne bir fabrika var, ne tarla, ne de bostan.
Bütün bu terbiye fiillerini hayretle seyreden insan, bütün medih ve senanın ancak Allah'a mahsus olduğunun şuuruna erer.
Namaz kılan kişi, Rahmân ve Rahîm isimlerini okurken bütün bu terbiye fiillerinin aynı zamanda kendisi için bir rahmet olduğunu düşünür ve kalbi sürurla dolar.
Daha sonra, Sure, 'Malikiyevmiddin', yani 'ahiretin sahibi, hesap gününün maliki' ismiyle devam eder.
İnsana "bu alemde tanıştığı ve faydalandığı bütün nimetlerden ve hayran olduğu her türlü güzellikten günün birinde ayrılacağını, bu dünyadan göçüp gideceğini hatırlatan bu İlahi isim, bir taraftan ölümün hiçlik olmadığını, kabirden sonra ahiret alemlerine geçileceği müjdesini verirken, diğer taraftan da bu dünya hayatının o "din gününe", "o hesap gününe" göre tanzim edilmesini ihtar eder. Dünya yolculuğunun hesap gününe çıkacağını ikaz etmekle, ömür sermayesinin rıza dairesinde harcanmasını ders verir.
İnsan o hesap gününü düşündüğünde, ölümle terk edip gideceği insanların takdirlerine ve alkışlarına gönül bağlamanın ne kadar yersiz olduğunu bütün açıklığıyla anlar. 'Ben ancak bütün hamd ve sena kendine mahsus olan, Rahman ve Rahim olan, beni ölümden sonra tekrar diriltip huzurunda hesaba çekecek olan Allah'a ibadet etmeli ve her türlü ihtiyacım ve sıkıntılarım için de yine ancak ondan yardım dilemeliyim,' diye düşünür ve Rabbine doğrudan hitap ederek, "Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz," der.
Allah resulü (asm.) namaz için "müminin miracı" ifadesini kullanır. Namaz kılmak üzere kıbleye yönelen insan, kalbini Rabbine teveccüh ettirmiş ve kendi miracının ilk adımını atmıştır. Bu yolculuk "iyyake..." hitabına kadar devam eder. Bu noktaya kadar mirac yolculuğunda Allah Resulünün (asm.) bütün sema tabakalarından geçmesi, Allah'ın nice rahmet tecellilerini seyretmesi, ahiret alemini temaşası bir bakıma, özetlenmiş gibidir. "İyyake…" hitabıyla sanki kab-ı kavseyn makamına çıkılmış ve Allah'a doğrudan hitap etme şerefine erilmiştir.
Böyle bir kul artık istikamet yoluna girmiştir; ama yine de Rabbinden sırat-ı müstakime hidayet talebinde bulunur. Çünkü, bu yol çok uzundur; engelleri ve tehlikeleri çoktur. İnsanı bu doğru çizgiden saptırmak isteyen nice iç ve dış düşmanlar vardır. Nefis ve şeytandan, kötü arkadaşlara; haramların dolup taştığı sokaklardan, hayvanî duygulara hitap eden zararlı neşriyata ve programlara kadar bütün engellere rağmen istikamet yolunda yürüyebilmek ancak Allah'ın, yardımıyla ve hidayetiyle mümkün olabilir.
İnsanın inancı istikamet üzere devam ettiği gibi, konuşmaları, bakışları, ticareti, sanatı, sevgisi, korkusu da aynı çizgi üzerinde olmalıdır. Kul, bütün bunları başarması için Rabbine iltica eder ve "Bizi sırat-ı müstakime hidayet et," diye duada bulunur.
Bir başka ayet-i kerimede, sırat-ı müstakimin "peygamberlerin, sıddıkların, şüheda ve salihlerin" yolu olduğu haber verilmektedir. İnsan bu yola hidayetini dilemekle, o nurani ve bahtiyar zümrenin ardınca gitmeyi, onların izinde olmayı dilemiş olur.
Bu yoldan ayrılmanın tehlikesi büyüktür. Ya Allah'ın gazabına uğrayanlar (mağdup) grubundan veya O'nun çizdiği doğru yoldan sapanlar (dâllin) güruhundan olma tehlikesi söz konusudur.
Mümin, her iki tehlikeden de korunması için yine Rabbine sığınır ve sonunda bu duasına "âmin" der.
Az önce televizyonlara Gazze'den bağlanıp "Ölmezsem sonra yine konuşuruz" diye espri yapan Filistinli Muin Naim'i tanıyorum.
Bu espriyi yaptığı sırada İsrail savaş makinesi onun evine doğru ilerliyordu.
Hamas'ın Türkçe bilen sözcülerinden biri olmuş Muin.
Benim ODTÜ'den arkadaşım.
ODTÜ'de bir zamanlar yüzlerce Filistinli öğrenci okurdu. (Kızlar da vardı ama onlar başörtüsü yasağından sonra gelmez oldular.) Şimdi Gazze'den telefonla bilgi alınan Türkçe bilen o Filistinlilerin çoğu ODTÜ'lüdür herhalde
Muin de onlardan biriydi.
O da diğer Filistinliler gibi okulun etrafındaki bakımsız, ucuz evlerde kalırdı. "Filistin kampı" derdik biz o evlere.
Bütün Filistinliler gibi onun da dersleri kötüydü. Kötü şartlardan gelmişti çünkü. Birlikte kaç defa Calculus dersini alıp, kaldık hatırlamıyorum. Ama Bahar Şenliği'nde Filistin standında yaptıkları lezzetli felafalleri hiç unutmadım.
Aynı öğrenci topluğunda bulunduk Muin'le. Şanlıurfa'ya, Antep'e gittik trenle, yolda uzun uzun Filistin'i konuştuk.
Ne yapacağını bilmiyordu Muin. Filistin'e dönmek, bütün hayatını bir trajedi ve mücadele içinde geçirmeyi en baştan kabul etmek demekti. Dönmemek ise, gurbette aynı sefaleti hem de ülkesine ihanet etmiş olma duygusundan bir an olsun kurtulamadan çekmeyi kabul etmek demekti.
Tanıdığım bütün Filistinliler gibi onun da hayatı politika ve mücadeleydi. Devrim yapmak, iktidara gelmek, toplumu dönüştürmek için değil, adam gibi yaşamak için, adamı da bırakın sadece yaşamak için. Bu dünya onlara normal ve basit bir hayat sürdürme fırsatı vermedi çünkü. Şimdi onlardan militan, terörist diye bahsedenler, Hamaslı, El Fetihli ya da başka bir örgütten olmanın Filistinli olmak, olmayan Filistin devletinin vatandaşı demek olduğunun farkında değiller.
Dün Muin'i televizyonda gördüm. Hamas sözcüsü olmuş. Türkiye televizyonlarına bağlanıp, bilgi veriyor. Hiç değişmemiş aynı muhlis Muin o. Aynı bacı kalfa Türkçesi. Aynı hınzır ses. Karıncayı incitemeyecek, iri cüsseli, saf, tertemiz, bir tek İsrail denince tepesi atan Muin o.
Şimdi siz Muin'e terörist mi diyorsunuz? Allah korusun Muin öldürüldüğünde İsrail, askerî hedefleri mi vurmuş olacak? İsrail bu kez çocuk ve kadın öldürmedi, hastaneye saldırmadı diye "ohh" mu çekilecek, "su testisi su yolunda kırılır" mı denilecek?
Peki, siz söyleyin. Muin'in yerinde olsaydınız siz ne yapardınız?
Bir sabah 2000 yıl önce bu toprakların sahibi olduğunu iddiasıyla Hititler gelse bizi evlerimizden atsa.
Sonra da boşalttığımız evlerimize, topraklarımıza yerleşse.
Bizi de birkaç mülteci kampında toplasa. Etrafımıza duvarlar örse.
Bir kısmımız Bulgaristan'a, Yunanistan'a, Suriye'ye, Gürcistan'a, İran'a kaçsa.
Oradaki mülteci kamplarında yaşamaya çalışsa. Hayatımız mahvolsa.
Ama ABD, AB ve tüm dünya Hititlerden yana olsa.
Müslüman ülkeler bile bize sahip çıkmasa.
BM'nin bize verdiği küçücük toprak parçası bile işgal altında olsa. Dünyanın buna bile sesi çıkmasa.
60 yıldır bu rezillik, bu hayat mücadelesi, bu haksızlık böyle devam edip gitse.
Siz de bu rezilliğin, bu hayat mücadelesinin, bu işgalin ortasına doğsanız.
Anneniz, babanız, bütün sevdikleriniz açlıkla, yoklukla, sefaletle mücadele ederken az ötede sizin evlerinize kurulmuş Hititler refah içinde yaşasa.
Bütün dünya onları tanısa, bütün dünya onları muhatap alsa.
Gülseler, eğlenseler, gelecek endişeleri olmasa.
Ve bütün bunları her gün görseniz. Bütün bu çelişkiyi her gün yaşasanız.
Her gün kendi vatanınızda kontrol noktalarında aşağılansanız.
Bir de haklarınız için mücadele ederken kendi vatanınızda adınız teröriste çıksa?
Eliniz kolunuz bağlanmış olsa.
Siz ne yapardınız?
Sadece taş atmak öfkenizi nereye kadar keserdi?
Dünyanın en iyi üniversitelerinde, en iyi şartlarda okumuş, yaşamış, "ilkel" güdülerinden kurtulmuş, dünyanın en derin
adamlarından biri olmuş Filistinli Edward Said'e İsrail hedeflerine taş attıran öfkenin Gazze sokaklarında her gün bu işkenceyi yaşayan sıradan bir Filistinli gence neler yaptırabileceğini düşünün. Hele son İsrail saldırılarından sonra?
Ve tekrar düşünün Siz Muin'in yerinde olsaydınız ne yapardınız?
"İsrail kendini savunuyor" diyen AB'nin adaletine mi güvenirdiniz?
"İsrail'i çok iyi anlayan" Obama'dan mı çözümü beklerdiniz?
Koltukları karşılığında, dünyanın egemenlerine zavallı Filistinlileri satan totaliter Arap rejimlerinden mi medet umardınız?
Bush ile işbirliği yapan, Hamas'ı bitirmek için Mısır'la işbirliği içinde Gazze'yi açlığa terk eden El Fetih'e mi katılırdınız?
2005'te Arap dünyasının en adil seçimleriyle, demokratik yollarla iktidara gelen, uyguladığı yanlış siyasi stratejilere rağmen bir şekilde İsrail karşısında durabilen tek Filistinli güç haline gelmiş Hamas'a mı katılırdınız?
Yoksa kan ve barut kokan, abluka yüzünden insanların ot yediği Gazze sokaklarında "Bütün dünya buna inansa bir inansa hayat bayram olsa" tarzında mı takılırdınız?
Türkiye'de "Ama Hamas da" diyerek suça ortak olanlar, suça sessiz kalanlar tüm bunları hiç düşündü mü?
Buradaki "ama" ile "Ama Ermeni çeteleri de Türkleri öldürdü"deki ama arasında bir fark olmadığını hiç düşündü mü?
Peki, siz bu berbat şartlarda yine de bir Muin olabilir miydiniz?
Bir insandan ancak canlı bir bomba yaratacak bu şartlarda onun kadar muhlis, sevecen ve vicdanlı kalabilir miydiniz?
Siz bu şartlarda bile Muin gibi espri yapabilir miydiniz? Serinkanlılığınızı koruyabilir miydiniz?
Az önce " Ölmezsem yine bağlanırım" diye espri yaptı televizyonda ODTÜ'den Filistinli arkadaşım Muin.
Tam o sırada İsrail savaş makinesi evine doğru ilerliyordu.
O öyle söylediğinden beri ben merakla ve endişe içinde televizyon başındayım ve onun yeni bir kanala canlı bağlanmasını bekliyorum.
Ölme Muin. Öldürme Muin.
Çok bekledin. Çok sabrettin.
Sakin, huzurlu bir hayatı sen de hak ettin.
Dayan Muin... Dayan Gazze...
YILDIRAY OĞUR
Bütün hayatımız boyunca bizi üzen,
korkutan, kolumuzu-kanadımızı kıran,
ümitsizliğe düşüren yığın yığın olaylarla karşılaşıp durmaktayız.
Üstelik, inancımız ve hayat tarzımızdan dolayı bazen suçlu muamelesi de görebiliyoruz. Zayıf görüldüğümüz için hakarete uğrayabiliyor;
şefkatle uzattığımız elimize tokatla karşılık verilebiliyor.
Ne tarafa dönseniz, kapılar yüzünüze kapatılmış gibidir.
Böyle anlarda herşeyin bittiğini sanır,
kendi hayatınızı omuzlarınızda bir yük gibi hissedersiniz.
Oysa bütün sıkıntılar, dertler, üzüntüler bir imtihan.
Dertsiz-tasasız bir hayat nasıl bir imtihansa, bu da öyle bir imtihan.
İlk insan Hz. Adem A.S.la başlamış, kıyamete kadar bütün insanların tabi tutulacağı bir imtihan.
Ne peygamberlerin, ne de Allahın has kulları velilerin uzak kalabildiği bir imtihan... Sabredip vazifelerinden dönmeyenlerin, isyanı aklına bile getirmeyenlerin yüz akıyla çıktıkları bir imtihan.
Demek ki sıkıntı ve zorluklarla sınanmak genel bir kanun. "Niçin böyle?"
sorusu beynimizi kemiriyorsa bilmeliyiz ki:
Karanlık olmasaydı, aydınlık bilinemezdi.
Düşmanlar olmasaydı, dostların kıymeti anlaşılamazdı.
Korkular yaşanmasaydı, ümit etmenin zevkine varılamazdı.
Kötülükler olmasaydı, iyinin bir anlamı olmazdı.
Yani zıtlıklar varlığın, varolmanın tabiatında var.
Düşünün ki, alemlerin yüzüsuyu hürmetine yaratıldığı Sevgili Peygamber s.a.v, bir insanı en derinden sarsacak üzüntüler, sıkıntılar, korkular yaşadı..
Kovuldu, taşlandı, yaralandı, hakarete uğradı, arkadaşlarını ve hatta,
evladını toprağa verdi. Peygamberlerin şahı idi ama aynı zamanda bir çile ve sabır peygamberi idi.
o"nun hayatındaki sıkıntıları da bizim hayatımızdakileri de şüphesiz Allah yarattı. O hiçbir şeyi abes yaratmadığına göre, sıkıntılarımızda da elbette nice hikmet ve sebepler var...
Kimini anladığımız, ama çoğunlukla anlayamadığımız sebep ve hikmetler.
Cenab-ı Rabbul-Alemin, Mekkede üstüste yaşanan sıkıntılardan dolayı Rasulünün kalbini İnşirah Suresi ile rahatlatırken, bizim kalplerimize de sonsuz şefkatiyle fısıldamıyor mu?..
"Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi? Senin belini büken o ağır yükünü indirmedik mi?.."
"Hem senin şanını da yüceltmedik mi?.."
Demek ki her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet kesinlikle zorlukla beraber kolaylık vardır.
O halde bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş!
"Ve sadece Rabbine rağbet et, O"na yönel!"
(İnşirah/1-8)
Rabbimiz bu surede bütün müminleri de zorluğun ardındaki kolaylıkla müjdeleyip, uymaları gereken prensibi bildiriyor..
Evet; hayatımız boyunca çeşitli zorluklarla karşılaşacağımıza şüphe yok.
Korkacak, üzülecek, acı duyacağız. Belki karamsarlığa düşecek, kimi zaman da ümit ve ümitsizlik arasında yalpalayacağız.
Ama zorluğun bulunması, kolaylığın geleceğine bir işaret. Bu ilahî prensibe inanıp, yılmayacağız. Zorlukları kalb genişliği ile karşılayacak, bir işi bitirince veya bir işle ilgili yapabileceğimiz bir şey kalmayınca, gücümüzün yettiği başka işlerle uğraşacak, hem kendimizin hem de diğer insanların dünya ve ahiret mutluluğu için elimizden ne gelirse yapmaya çalışacağız...
Çeşitli zararlara maruz kalsak da, bizim gayemiz hep iyilik olacak.
Gevşekliğe, ümitsizliğe düşmeye hiç gerek yok. Dün, belki sevindiğimiz bir gündü. Belki de Allah düşmanımın başına vermesin dedirten günlerden biriydi..
Ama herşeyiyle birlikte yaşandı bitti. Neticede yaşadıklarımızı takdir edecek, son kararı verecek olan Allah Azze ve Celle.
Herşey O"nun hükmü altında. Yaşananları O"na havale edip, her an yeni bir başlangıçla yaşamaya devam edeceğiz.
Başımıza gelen kötü şeylerin hakkımızda hayır olmadığını, ya da kaybedilenlere karşılık neler kazandığımızı kim bilebilir?..
Herşeyi bilen Allaha sığınıp, O"na güvenip, şu kısacık hayatın zorluklarına sabrederek O"nun huzuruna yüz akı ile çıkmaya çalışmaktan başka çare var mı?
"Gevşemeyin. Ve üzülmeyin. Eğer inanmış iseniz, en üstün olan sizsiniz."
(Al-i İmran/139)
"Allahın rahmetinden asla ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü kâfirler dışında hiç kimse Allahın rahmetinden ümidini kesmez."
(Yusuf/87)
"Rabbin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümidini keser ki?"
(Hicr/56)
"Ey kendilerine zarar vermede haddi aşan kullarım! Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Allah dilerse bütün günahları bağışlar. Çünkü O çok affedici ve çok merhametlidir."
(Zümer/53)
" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"
Yeni nesil Windows Live Services'ı ücretsiz edinin. Buraya tıkla!
Windows Live Messenger'ın için ücretsiz güncelleştirme! Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...
Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder