14 Haziran 2008 Cumartesi

(Namaz Zamanı) Zirvelerin Sultani Yildirim Han

Zirvelerin Sultani Yildirim Han

 

Bursa'nin Tophane Semti'nden sehrin dogusunu seyredenler, kirmizi yapisi ve ince minaresiyle, koyu yesil servilerin arasinda nazli nazli yukselen ve sehrin bir kismina ismini veren Yildirim Camii'ni gorebilirler. Kosova Sehidi Murad Hudavendigâr'in oglu Yildirim Bayezid Han'in yadigâri olan cami, dâru's-sifâ-imaret ve turbe ile birkac parcasi kalan kulliyenin icinde yer alir. Ilk anda, Uludag'in eteklerinde kabaran dalgalarda saga sola savrulan, sularin cekilmesiyle usulca irtifa kaybedip ovanin havadar bir tepecigine Hazreti Nuh'un (aleyhisselam) gemisi gibi kurularak sehrin bu tarafini kollayan bir muhafiz intibai verir. Vakarli durusunun ardinda emsalsiz bir mahzuniyet, bir boynu bukukluk hâli vardir aslinda. Uzakta, bir sukûnet deryasinin kucaginda, kendi ic âlemine dalip huzuru inzivaya cekilmekte bulan bir dervis misâli oylece duran bu mabet, heybetin sinirlarinda ucurumlari gormenin mahcubiyetini yasiyor gibidir. Suskun, affedilmeyi bekleyen, cesaretini bir an icin toplayip belâlara karsi ellerin ters cevrilmesi gibi iki kursunî kubbesini semaya kaldirip "Ne olur, bitsin artik bu huzun, gururun fecaatinden, nefsin desiselerinden Sana siginirim; gazabindan, kahrindan, helâkinden, Sana siginirim Allah'im!" dercesine kivranip durur sanki. Sadece bu bakis bile, tas, mermer ve tugladan ibaret bu cansiz mekâna esasli bir mânâ yuklemeye yeter. Bu sekilde mazinin sisli dehlizlerine suzulmek, mes'um bir akibetin sevimsiz simasini tahayyul etmek; zirvelerden golgeleri, secaatten nedameti devsirmek mumkundur.

 

Dusman uzerine korkusuzca atildigi, saflarini siddetle parcaladigi icin daha sehzadeligi sirasinda "Yildirim" unvanini alir Bayezid Han. Turk beyliklerinin cogunu itaat altina alarak Anadolu'daki iftirak bulutlarini dagitan, Tuna boylarinda pervaz edip Macar ovalarinda kilic sallayan, Orta Avrupa'nin bagrina kollarini uzatan ilk hukumdar o olur. Peygamber-i Zîsân'in (sallallahu aleyhi ve sellem) sekiz asirdir sahibini bekleyen gul kokulu mujdesine mazhar olmak arzusuyla Istanbul onlerine sancaklar diker. Bizans'in imdadina gelen ve "Gok yere inse, onu mizraklarimizla tutariz!" nâdânligi icinde ilerleyen kalabalik Hacli ordusunu daha Nigbolu onlerinde perisan eder. Zaferlerle kilicini parlatan sultanin yildirim hiziyla yayilan goz alici sohreti, kuvvetine denk bir rakibin dikkatini cekmekte gecikmez. Koca bir Asya'yi dize getiren Timur Han, serhattan serhata kosturan, Avrupa ufuklarini gulbanklarla, tekbirlerle, tehlillerle nurlandiran, kuffara goz actirmayip bilcumle Musluman'in haysiyetini yucelten Bayezid'in karsisina dikilir. Dert nedir, paylasilamayan nedir, bilinmez! Ankara'nin Cubuk Ovasi, 1402 Temmuz'unda talihsiz mi talihsiz bir gun yasar. Tas, toprak al kanlara boyanir. Keder hancerleri yurekleri delerken tarihin gunlugune kara bir leke calinir. O zamana kadar maglubiyet nedir bilmeyen Yildirim Han, ordusundaki bazi yabanci uyruklu askerlerin karsi tarafa gecmesiyle ihanetin mel'un sillelerine maruz kalir ve esir duser. Babasini kurtarmaya calisan Celebi Mehmed'in son bir gayretle giristigi harekât da neticesiz kalinca Yildirim icin butun umitler tukenir. Ankara Savasi'yla omrunun ilk ve son maglubiyetini alan yuce sultanin zaferlere alismis ruhu, esarete tahammul edemez; daglanan yuregi nihayetsiz acilarin, sikintilarin ve nedamet hislerinin demir balyozlari altinda aylarca ezilir. Aslinda, ne istirap denizinin gonlune biraktigi hicran damlalari, ne de rencide olan izzet-i nefsinin iflâh olmaz yaralari, onun Osmanli asaletinden ve sultanlik ihtisamindan bir tutam itir dahi ucuramaz. Matem gozyaslari, gizli gizli suzulur yanaklarindan. Bu zor zamanlarda asla ayaga dusurmez ecdadinin yaldizli gok kubbesini; parcalatmaz, asagilatmaz istikbal neslinin umitlerini ve hayallerini. Bu akibet, bu  bekleyis, nihayet ebediyetin revnakdar bayraklarini acmasiyla son bulur ve yorgun sultan, esaretinden bir yil sonra 'Rahmet-i Rahman'a kavusur. Once Aksehir'de gecici olarak Seyh Muhammed Hayrânî Turbesi'ne defnedilir, daha sonra oglu Sehzade Suleyman tarafindan 1406'da Bursa'da yaptirilan turbesine nakledilir. Bursalilar, her seferinden bir zafer mujdesiyle donen Yildirim'i bu kez ebediyete yelken acmis vefakâr ecdatlari olarak karsilar ve husu ile bagirlarina basar. Oyle ya! Hayati boyunca en heyecanli ve coskulu gunleri onunla yasamamislar miydi? Nigbolu Zaferi'nin adagi olarak muhtesem "Ulu Cami"yi bu sehrin bagrina diken, Osmanlilarin ilk hastanesi "Dâru's-sifâ"yi ve Bursa Bedesteni'ni yaptiran; meshur âlim Molla Fenârî'yi Kadiu'l-kuzat nâmiyla Bursa kadiligina getirerek sehir halkinin hizmetine sunan, devrin mânevî babasi Emir Sultan Hazretleri'ne buyuk hurmet gosterip dualarini alan, Yildirim Camii'nin eteklerinde hasirlar uzerine kurulmus meclislerde halkin sikâyetlerini dinleyip onlarla hasbihale dalacak kadar 'insanlardan bir insan' olan; sultanlari Bayezid Han degil miydi? Hattâ Suleyman Celebi, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) askinin kivilcimlari bir bir kalbine dustugunde Mevlid'inin ilk filizlerini Yildirim'in bu huzurlu bahcesinde yesertmemis miydi?

 

Cinarlarin ve servilerin golgeledigi ferah bir tepecigin fersûde hayatina adim atip Yildirim'in aziz yadigârina dâhil oluruz; evvelâ iri basamaklarla kivrilan ve engin bir husu hissine davet eden hacimli merdivenler, sonra bir boslugun derinliklerine ceken avlunun urperten sessizligi; bu sessizligi ara ara bozan yaprak hisirtilari, genislik hissini nizamî olcude sinirlayan caminin muazzam duvarlari ve nihayet sâkulî yukselen aydinlik cehreli mucerret payandalar... Son cemaat yerindeki mihrap nislerinin uzerinde gok mavisine ve yesile calan 'yildirim' desenleri Bayezid Han'i hatirlatir. Maharetli tas isciligi ve bes bolmeli son cemaat revakiyla fevkalâde ezici bir tesir birakan cami, ruzgârin hatiri sayilir esintileri arasinda 'nisyan'in ne oldugunu anlatmaya baslar; yalnizligin ezici agirligi bir cig gibi dusuverir uzerinize. Osmanli tarihinde birbirlerinin karakteriyle bu kadar ic ice girmis kac cami yahut kac hukumdar vardir acaba? Bu cami, hayati firtinalarla gecen Yildirim'a nazire yaparcasina, kendi yalnizligina gomulmus sehrin uzak bir kosesini tutmaktadir; Bursa'nin merkezinde ve hayatin tam icinde yer alan diger padisah camilerine dâima gipta ile bakan, ne var ki her hamlesi neticesiz kaldigi icin bir turlu kavusamayan, nihayet kaderine razi olup sehrin bu yuzunde donup kalmis olan nacar bir damla gozyasi gibi duruyor. Ve ne gariptir ki, kudretli lodos hucumlarinin mermer bedenini ve on cephedeki seddadi mermer ayaklarini dovmesine asirlardir ses cikarmiyor. Kim bilir belki de onu hic yalniz birakmayan bu yegâne dostuyla hasbihâle daliyor, isliklar calarak gelen lodosa her defasinda basini uzatip bânîsi gibi henuz olmeden terk edilmis olmanin huznunu fisildiyor. Acaba siddetli savurmalariyla pek cok defa minarelerini devirmesine de sirf bu vefasinin hatirina mi goz yumuyor; tipki Yildirim'in, Emir Sultan'in kimi ikazlarina bile buyuk bir hurmet ile "eyvallah" demesi gibi o da, samimi bir tebessumle elini gogsune goturup tam bir kemal-i edeple basini egiyor? Lakin bu acinacak bir vaziyet degildir, ne olursa olsun hâlinden sikâyetci degildir o; zîrâ Yildirim'in hatirasi olarak aynen onun gibi vakur, maglupken bile sekvaya tenezzul etmiyor. Depremlere, yanginlara ve daha da acisi asla hak etmedigi unutulmusluga ragmen!

 

Topragina Kavusan Yildirim

 

Yildirim'in huzurunda diz kirmak, teessure ve huzne gark olmak beyhûdedir. Mazinin boynuna asilmis birkac vukuata bakip yasarken evine yurduna ugratmadigi zilletten, simdi onun kabri basinda bahsetmek revâ degildir. Varsin konusan konussun, magrur sultan desinler.. vatan topragini korumak, ecdat mirasina sahip cikmak, kendisine cok gorulen vefayi basa tac etmek; Osman'in aziz hatirasina, Orhan'in mehabetli sahsiyetine, Hudavendigâr'in sahadetine halel getirmemek suc mudur? Ati surcmeyen yigit var midir? Yuksekten ucanlarin badireleri de o nispette cusseli olur, elhak! Tarih, bizim onu gordugumuz yuzuyle bize bakiyorsa eger, hislerimize âyine oluyor, kalbimizin mutena bir kosesinde nefes alip vermeye devam ediyor demektir. Biz, onu dusmanlarinin uzerine yildirim hiziyla atilan bir cengâver, Istanbul onlerinde Nubuvvetin gul kokularina hasret bir Peygamber âsigi, esaretteyken bile "Âlem-i Islâm"in uhuvvetini dusunen musfik bir hunkâr, serhat ufuklarinda serareler cakip vakti zamani gelince kader topragina dusen bir yildirim olarak hatirliyoruz. Zamanin hangi dilimi, hayatin hangi hakikati bir cihangirin ruhundan bahadirlik muhrunu sokup atabilir? Sadece "Yildirim" ismi bile hayalhanelerimizde kudretin, azametin ve milletine adanmis bir ruhun efsunlu portresini cizmeye yetiyor.

 

Sevmek ve sevilmek ne zahmetli, yalnizligi bastirmak ne zordur. Dostun ihaneti ne korkunctur. Hayatin cilveleri ne muammalidir! Hayallerin genisligi ne caziptir. Zafer tutkusu ne muhteris, ikbal arzusu ne yakicidir. Cihangirâne dusunmek, nam yurutmek ne celâdet, maglubiyet ne hazindir. Takdire râm olmak ne seref, ebediyete gulumsemek ne ulvîdir. Burada, simdi bize bunlari dusunduren gosterissiz bir turbe, seslerimize kendi nefhasini katan kalender bir kubbe, mutevazi bir sanduka, dalga dalga yukselen sagir sukûnet ve muayyen vakitlerde bir huznu en iyi anlayan dost olarak buldugu bosluktan suzulen, muhabbetle mezarin basini oksayan solgun mehtap vardir. Sadece bu manzara dahi olumun sirrini bize haykirir! Ufuklari delen fatihler, bir takdirin elinde ve onun bictigi bir zaman vetiresinde vazifelerini tamamlar da son seferlerinde goklerin derinliklerine kanat cirpmazlar mi zaten? Burada ne devirlerin, ne saatlerin, ne dakikalarin hukmu vardir. En cetin kayserlerin, en sedit fagfurlarin dizgin vurulmaz sohretleri artik zihnimizde bir sabun kopugunden farksizdir. Zaferler kazanmak, cihana boyun egdirmek nedir ki? Bizi, hayatin cesitli hummalarindan, mesakkat ve hafakanlarindan kurtarabilir mi? Yahut huzur ceraglarindan tuten halis buhurlari evhamli ruhlarimiza suhuletle ufleyebilir mi? Iste bu hissi bize sadece olumun ciddiyeti verebilir. Zîrâ burada hayatin hakiki mânâsini anlariz, nasil ve ne icin yasadigimizin, nelere sahip oldugumuzun ve nasil bir iz birakmamiz gerektiginin en sahici tefekkurune bu kubbenin altinda yelken acariz. Hayatlari boyunca bir an bile gazadan geri durmayan, cenk meydanlarini hasimlarina dar eden; naralarin, gulbanklarin ve kos avazelerinin yurek hoplatan hengâmelerinde kukreyen cihangirlerin ebedî uykularini, zamanin mukadder akisindan âzâde bir turbenin tatli sukûnetinde ve ebedî saltanatin sarsilmak nedir bilmeyen taht-i riyasetinde uyumalarindan baska bir seyle izah mumkun mudur? Baska bir encam onlari teselli edebilir mi?

 

Yildirim Han, varligin butun cuzlerini eleyen yekpare bir rahmet kulcesinin icinde aradigi huzuru bulmus bir ruh letafetinde uyuyor olsa gerek. Ve olumun hakiki cehresine âyinedarlik yapan kubbesi onun gur sesiyle fasilasiz cinliyor: "Ben ki ne gazalar, ne cenkler gordum, nice tiranlara diz cokturdum, nice yigitler kollarimda can verdi. Ardimdan yuruyen ordular, bir isaretimle gokleri titreten fedailer sahibiydim. Esasen olumden kacmaz, korkmazdim. Lâkin fânî sultanlikta bulamadigim lezzeti simdi yattigim bu turbenin uhrevî sukûnetinde buldum. Cunku burada hayallerin ve ihtiraslarin hudutsuz, aldatici vaadleri degil, rahmanîyetin emniyetli ve âsûde kucagi vardir. Bu sâde mekânin hariminde asirlardir hukmunu suren yegâne hakikat ise 'ba's-u ba'de'l-mevt'in saadet imbikleyen mânidâr yuzunden baska bir sey degildir."

 

http://sizinti.com.tr/konular.php?KONUID=4073

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: