damla düştü içine içinden, canını yakan?
zikr'e kaç kez açıldın? Kaç kez zikr açıldı sana, nur yağdı üzerine?
okşadın kumral, ipek saçlarını? Minik ellerini avuçlarına alıp kaç kez
öptün 'şükürler olsun' diyerek?
kaç kez düşünüp döndün yüzünü kıbleye?
hissettin O'nu tam karşında?
kaç kez tevbe'ye sığındın ak-pak olabilmek için?
seni de alabilecekleri?
yaşayabildiğini kaç kez farkediverdin? Her batan günün O'na biraz daha
yaklaşmak olduğunu hissedip kaç kez kavuşma heyecanı ile yandın?
için?
diyerek? 'Dünya onların olsun' terennümü dilinde kaç kez onardın
elbisendeki sökükleri?
sıcak uykundan ayrılıp gece buluşmasına koştun sevinçle?
ziyareti yarın'a erteleyerek? Ve kaç kez boynu bükük, bir gölgeye oturup 'nasıl
anlatabilirim' sorularıyla yüreğini dağladın?
uğruna hayatından, geride bırakacaklarını aklına bile getirmeden?
beden, anne sıcaklığını özleyen bebek, öksüren komşun için... Kaç kez
'elhamdülillah' dedin mesela?
kaç kez inandın?
her şeyi? 'Sevmek ölmekle başlar' çizgisinde kaç kez bulabildin varlığını?
için, kaç kez şükrettin teslimiyetin için?
KISACASI BUTUNUYLE INSAN OL.
UNUTMA, YASAM DOKUMASI HENÜZ TAMAMLANMAMIS,
OLAGANÜSTÜ GÜZELLIKTE BIR DUVAR HALISIDIR.
VE SANA AIT OLAN KUÇUCÜK BOSLUGU
YALNIZCA SEN DOLDURABILIRSIN..."
Neyi taşıyoruz..
KARINCALAR RIZKLARINI, bulutlar yağmurları taşır.
Yollar insanları, ağaçlar meyve ve yaprakları..
Ayaklar bedenleri, sütunlar binaları taşır..
İnsan, gelişen teknolojiyle pek çok şeyi taşımaz artık.
Neyi taşıyacağını şaşırır, olur olmadık şeyleri yüklenir sırtına ve öylece sürdürür hayatını.
Başkalarının veballerini taşıyabilir örneğin.. Yetimlerin âhını, hakkında gıybet ettiği kimselerin hakkını. Yüklenir de yüklenir..
Ruh bunalır, sıkılır, feryat eder.."Mutsuzum, eziliyorum" diye haykırır..Ama çok kişiye kulak verip, kendi ruhuna kulak asmayan kimse başka seslerle bastırır yine bu feryatları.
Ruh incedir, latiftir..Dünyanın pek çok yükünü kaldırabilecek güçte değildir.
Ama ruhuna merhamet etmeyince insan, ona bin bir çeşit yük yüklemeye devam edebilir..
Çok zaman, çok yerde dil işler, akıl şuraya buraya saklanmak ister. Çünkü sürekli konuşmak meylinde olan insan, düşüncelerini teğet geçer ve kaynağı bilinmeyen uzun sohbetler içinde kaybolur..
Konuşmak, sürekli konuşmak..Olanı biteni anlatıp durmak ve dinlemek.
Birinin hayatından bir parça haberdar olup karşıdakini başka birinin yaşadıklarından giydiklerinden, gezdiği yerlerden haberdar etmek..
Günlük muhabbetlere somut bir kılıf giydirmeye çalıştığımda hayalimde şunlar canlanıyor:
Dünyevî sorumluluklardan, sorumsuzluklardan yorulmuş bedene bir çeşit laf taşıyıcılığı yaptırmak ve belini büktükçe bükmek.
Taşıdığının ne olduğunu bile ölçüp tartmamak..
ABD'deki bir istatistik, ne kadar taşıyıcı olduğumuzun güzel bir örneği.
Bir doktordan memnun olmayan bir hasta, o doktorun "kötü" gördüğü vasıflarını ortalama 28 kişiye anlatıyormuş..Bu 28 kişi de bu bilgileri başkalarıyla paylaşınca "kara haber" tez duyuluyormuş…
Hem de Amerikalıların dost-komşu diyebilecekleri en fazla 2-3 kişi olmasına rağmen bu haberler böylece yayılıyormuş..
Türkiye'de ise bu istatistik yani kara haberin iletildiği ortalama kişi sayısı 200-300'e yaklaşıyormuş..
Sözleri ordan buraya taşıyor, çoğu zaman fark etmeden gıybet denizinin kürekçileri oluyoruz..
Neyi taşıdığımızı fark etmeden, dur-durak bilmeden konuştuğumuz vakitler az değil..
Hem bu sohbetler gülün özleyeceği bülbül nağmeleri gibi hoş değil..
Duyduğumuz her şeyi anlatma gibi bir mecburiyetimiz varmış gibi hissetmemiz acaba nefsin farklı bir tuzağı olabilir mi?..
Başkalarının hayatlarını, yaptıkları hataları, giydikleri kıyafetleri neden diğerleri için bunca önem taşıyor anlamak mümkün değil..
İnsanlar arasındaki iletişim tarifsiz derecede anlamsızlaşmaya başlamış. Maalesef çoğu kimseler, bükülmüş belleriyle, ısrarla, birbirlerinin hatalarını-suçlarını-iyilerini-kötülerini sırtlanıp, neyi taşıdığını bilmeden, nereye gittiğini unutarak, düz yolda sendeleyerek yürümeye devam ediyorlar..
Aslında çok başka şeylerin taşıyıcılığını yapabilir insan.
Örneğin, güzel bir sohbette söylenmiş sözleri bir emanet bilerek, gittiği yerlere bu güzel bu hikmetli sözleri taşıyabilir. Güzel davranışları oradan oraya taşıyabilir.
Sevgiyi, inanan kardeşlerine olan muhabbetini taşıdıkça yüreği hafifleşir..
Yüklerinden kurtulur.
Ruhun ağırlıklar altında ezilmesinden ve yüklerinden kurtulur..
Neyi taşıdığımızı biz belirliyoruz aslında..
Ve ne taşıdığımızla orantılı olarak gelişiyor yaşadıklarımız. Mutluluklarımız yahut içinden çıkamadığımız sorunlarımız.
Üzerimizdeki yükleri tevbe ile gerilerde bırakıp, güzellikleri sırtlanmak, hakikati taşıyan güzel kalpler olabilmek duası ile !..
Rabia NAZİK KAYA
--------------------------------------------------------------------------------------------------
SELMÂN-I FÂRİSÎ: Ateşten Nura, Mabih'den Selmânu'l- Hayr'a
Ateşin büyütüldüğü bir Mecusî evinde doğdu Mabih. O büyüdükçe ateş küçüldü. Baba ateşten bir tanrı yontsa da çocuğa, çocuk ateşi çoktan söndürmüş, hakikati öğrenebilmek için yanıp tutuşuyordu. Aklı geleneklere kurban etmedi Mabih. İsfahan'ın Cey beldesinde başlayıp Medine'de sona eren yolculuğu boyunca elini bırakmadı onun. Akıl sahihse şayet, merdivenin trabzanı gibi eşlik ederdi yükselişe. İşte ilk basamak: Mabih tarlalarda dolaşırken karşısına çıkan Kilise'yle kıyaslıyor evlerindeki ateşi. Görünmeyen bir tanrıya iman, ateşi dumana çevirip yakıyor gözlerini. Ona "Hangi din gerçektir?" sorusunu sorduruyor. Cevapta endişe var: "Yoksa babanın dininden başka bir din mi arıyorsun?" Endişeye mahal yok. " Hayır! Göklerin ve yerin Rabbini arıyorum!"
Biricik oğlunu hapsediyor baba. Şam'a giden kervanla kaçıyor çocuk. İkinci basamakta bir rahip var. Şam'ın büyük âlimidir diye bağlansa da kapısına, çok geçmeden yoksulların hakkının küpünde biriktiğini fark edip soğuyor ondan. Üçüncü basamakta başka bir rahip var. Bu kez karar isabetli. Rahip dindar ancak ölüm yakın. Mabih yeni bir adres istiyor ondan ölmeden önce. Yeni adres: Musul. İşaret edilen zat yine salih bir rahip. Fakat ölüm yine yakın. Mabih ondan da bir işaret bekliyor. Bu kez parmak Amuriyye'deki (Sivrihisar ) bir rahibi gösteriyor. Mabih yeniden yollara düşüp ilme talip oluyor. Ancak bir müddet sonra beşinci durağa da uğrayan ölüm, rahibe Mabih'i titreten şu sözleri söyletiyor: " İbrahim(as)'in ailesinden bir adamın çıktığını duyacaksın. Gidebilirsen O (sav)'na git. Çünkü o hak dini getirmiştir. Bu peygamberin alametlerine gelince: Kavmi onu sihirbaz, mecnun ve kahin diyerek reddedecektir. O hediyeyi kabul edip yiyecek, sadakadan ise yemeyecektir. İki kürek kemiğinin arasında peygamberlik mührü vardır."
Ve beş duraktan sonra başlıyor asıl yolculuk. Medine'den gelen tüccarlar "İbrahim(a.s) soyundan bir adam"dan söz ediyorlar hararetle. Mabih heyecanla Medine'ye gitmek istediğini söylüyor kervancıya. Kervancı bunun karşılığında ne vereceğini soruyor Mabih'e. " Sana verecek bir şeyim yok. Fakat kölen olurum."diyor Mabih. Kervancı teklifi kabul ediyor. Mabih'in sırtında ve göğsünde yaralar çıkıyor çalışmaktan hurma bahçelerinde. Şikayetçi değil, çünkü arıyor. Yaşlı bir Farisî kadından "Peygamberliğini açıklayan adam"ın yerini öğreniyor sonunda. Sonunda biraz hurma toplayıp koşuyor ona. "Nedir bu? Sadaka mı hediye mi?"diye soruyor Allah'ın elçisi. Sadaka olduğunu öğrenince yemiyor ondan, ancak ikram ediyor ashabına. Ertesi gün yine koşuyor Elçi'ye Mabih. Bu kez hediye hurmalar var elinde. Hediyeyi kabul ediyor Elçi ve yiyor ondan. Dahası Mabih'in sırtındaki mühre bakmaya çabaladığını görüp, ridasını çıkarıyor. İşte mühür! Mabih öpüyor mührü ve sarılıyor Nebî'ye. Nebî: "Git ve özgürlüğünü satın al!"diyor ona.
Özgürlüğün bedeli üç yüz hurma fidanı ve kırk ukiyye altın. Sahabiler hurma fidanı taşıyor kardeşlerine. Hz. Peygamber kendi elleriyle dikiyor hurmaları. Kırk ukiyye altın yerine ulaştırılıyor. Mabih'in adını Selman koyuyor Nebî. Selman, gazvelerde sancaktarlık yapıyor. On kişinin kazdığı hendeği tek başına kazıyor Hendek savaşında. Selmanu'l- Hayr (Hayırlı Selman) lakabını veriyor bu yüzden ona Peygamber. Selman sadece bedenini değil ruhunu da azad eden "Elçi"yi "ölçü" yapıyor hayatında."Hiç kimse elinin emeğinden daha değerli bir şey yememiştir" Hadisi ona hurma dallarından sepetler ördürüyor. Evindeki eşyaları fazla buluyor ve "Dostum(Peygamber), bana bunları edinmeyi tavsiye etmedi. O (sav) dünyadaki eşyamın bir yolcunun yanında taşıdıkları gibi olmasını tavsiye etti." diyerek dışarıya çıkarılmasını istiyor eşinden. Evlendiğinde "Eşini nasıl buldun?" diye soran arkadaşlarına "Yüce Allah örtüleri, perdeleri kapıları içeridekileri gizlemek için var etmiştir." diyerek Hz. Peygamber'in, yatak sırlarını veren kimseleri sokakta çiftleşen hayvanlara benzettiğini hatırlatıyor.
Selman'ın hatırlattığı başka şeyler de var. Kendisini mukaddes topraklara çağıran Ebu'd-Derda'ya, "Toprak ve muhit insanı yüceltmez, insanı ancak amelleri yüceltir,"diyerek dinin özüne işaret ederken, bir sinek yüzünden iki adamdan birinin cennete diğerinin cehenneme girdiğini söyleyerek "küçük şey yoktur" gerçeğine dikkati çekiyor. "Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Geceleri namaz kıl, ama uyu da. Gündüzleri oruç tut, ama ara da ver" diyerek dengeye davet ederken, dünya maişetini temin etmenin kaygılardan uzaklaşıp ibadete yönelmedeki olumlu rolünden bahsediyor. Selman hikmeti öylesine önemsiyor ki, "Burada namaz kılacak temiz bir yer var mı?" diye sorduğu kafir bir kadının " Sen temiz bir kalp bulmaya bak, namazı ise dilediğin yerde kıl" sözüyle sarsılıyor ve "Kafir bir kadının kalbinden çıkan hikmetli söze bak!" diyor yanındaki arkadaşına.
Hz.Ömer zamanında Medâin şehrinin valiliğini yapıyor Selman-ı Fârisî. Ne vali! Otuz bin kişiye hutbe okuduğu zamanlarda bile iki parçadan oluşan bir giysisi var! Bu iki parçadan birini seccade olarak kullanıyor, diğerini ise giyiyor. Başka elbisesi yok. Valilik maaşını yoksullara dağıtıp, el emeği ile geçiniyor. Topraktan çanak yapıp üç dirheme satıyor. Onun bir dirhemi ile yeni malzeme alıyor, bir dirhemini sadaka veriyor, bir dirhemiyle ise evinin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. Süslü sözlerle halk nazarındaki makamını parlatmak yerine hakikatin solmaz nurunu paylaşıyor ömrü boyunca. Bir keresinde onun geldiğini duyan bin kişi koşuyor mescide. Selman, ayakta kendisini görmeye çalışan insanları oturmaya davet ettikten sonra Yusuf Suresi'ni okumaya başlıyor. O da ne! Topluluk dağılmaya başlıyor. Bin kişiden geriye yüz kişi kalıyor yalnız. Bunu gören Selman, o kalbi ince adam, okumasını kesip kalkıyor ayağa. Kükrüyor Selman, bütün zamanların müslümanlarına:
"Siz yaldızlı sözler istiyordunuz! Ben size Allah'ın kitabını okuyunca çekip gittiniz!"
A.Ali Ural |
-------------------------------------------------------------------------------------------
Ya Rabb, bu dini bize doğru olarak öğrenmeyi ve rızan istikametinde bir hayat yaşamayı, son nefesimizde iman ve Kuran' la ölmeyi bizlere nasip eyle. Dinsiz, İmansız olarak canımızı alma, ya Rabb bizlere cennetini ve cemalini görmeyi nasip et, Cehenneme yakıt (odun) olmaktan bizleri muhafaza eyle, bütün müslüman kardeşlerimi cennettine nail eyle. Amin
EY YÜCE SULTANIM !EY RABBİM !
Bırakma bizi Sensizliğe, Al bizleri riza evine..Ek yüreklerimize çiçeklerini..
Unuturma bizlere verdiğimiz ahdi..
Sırat-i Mustakim üzere kaim kıl bizi..EY SULTANLAR SULTANI ! Kainata dost eyle,EN SEVDİĞİ'nın (s.a.v.) ümmedinde paklığa erisenlerden eyle !
EY sığınmak isteyenlerin sığınağı ! Bu gurbet çölünde bizi yalnız bırakma !
Hepimize yeniden derlenip toparlanma fırsat ver..tekrar birbirimizi tutunma şuuru ver…Bütün insanlığı kuçaklayacak ızdırap duyma hassasiyet ver..bizi kendi nefsimizle başbasa bırakma …AMİN
Ey yerleri ve gökleri, daglari ve denizleri ile bütün kâinatin ve kâinatta bulanan bütün mevcûdâtin sahibi Yüce Rabbim! Huzuruna diz cöktüm, el actim, boyun büküp Senden rahmet, Senden merhamet ve Senden lütuf ve ihsan dilemeye geldim… Bu âciz kulunun dualarini dergâh-i izzetinde kabul eyle.
Ey her seye kadir olan Rabb-i Rahimim!
Ey ezel ve ebed sultâni Yüce Hâlikim!
Senin dergâhindan daha büyük bir dergâh yok ki, oraya varayim…
Senin huzurundan daha yüce huzur yok ki, oraya durayim…
Ve Senin kapindan daha yüce kapi yok ki, onun calayim…
Caresizim bîtabim, âciz ve perisanim.
Yâ Erhâmerrahimin! Sana sigindim, Sana güvendim, sabir ve tevekkülle Sana yöneldim. Beni sasirtma. Beni yanlis yol ve hareketlere sapmaktan muhafaza eyle. Serden uzak, hayra yakin eyle, ALLAH'IM!
Amin,Amin ,Amin…..
---------------------------------------------------------------------------------------------
İyiliği emretmek, Kötülükten sakındırmak
Aziz ve muhterem Müslümanlar!
Her Müslümanın mükellef olduğu çok mühim bir vazife vardır. O da, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmaktır.
Bu asırda devam eden müsbet cihad şekli budur. İyilikleri emretmek, zarar vermezse nasihatta bulunmak, iyi insanlara mahsus bir davranıştır.
Peygamberlerin açtığı bir çığırdır. Manevî bir cihaddır. İyi bir toplum elde etmenin tek yoludur.
Kötülüklerin Önüne geçmek, iyiyi ve güzeli yaparak göstermek, iyi Örnek olmakla mümkündür.
Bir Müslüman hayrı ve sabrı tavsiye ederken usûl ve kaidesine uygun olarak kötülüğü de engellemek mecburiyetindedir.
Kötülüğe manî olunmazsa kötülük işleyenler kendilerinde kuvvet bulurlar. Hiçbir mahzuru yokmuş gibi kötülük yapmaya devam ederler.
Bunun içindir ki, Allahu Teâlâ, Müslümanlardan hem iyiliği emretmelerini, hem de kötülüğe engel olmalarını istemektedir.
Aksi takdirde kötülerle birlikte masumları da yakacak bir belâ, bir musibetin geleceğim haber vererek, "Bir belâ, bir musibetten çekininiz ki, geldiği zaman yalnız zâlimlere, kötülüğü işleyenlere mahsus kalmayıp masumları da yakar" buyurmuştur.
Evet, aziz mü'minler!
Umuma gelen musibetler ekseriyetin hatasından ileri gelmektedir. Şühedâ kanıyla yoğrulmuş bu mübarek vatanda işlenen günahlar; mukaddesatımıza, dinimize gösterilen hürmetsizlikler; gayrı meşru hareketler, zelzele ve anarşi gibi dehşetli musibetlere sebep olur.îman ve Kur'ân'ın en muhkem kalesi olan bu vatanın her köşesinde Allah'm gayretine dokunacak zulümler ve isyanlar işlenmektedir.
Devlet ve millet olarak vatanımızı istilâ eden bu günah askerlerine manî olmak lâzımdır. Yoksa İlâhî tokatların gelmesinden korkulur.
Bizden evvel bu dünya misafirhanesinde oturan millet ve ümmetlerin başlarına gelen belâ ve musibetlerin hepsi, işledikleri günah ve isyan yüzünden değil midir?
Aziz ve Celîl olan Rabbimiz, gizli işlenen günahlardan yalnız işleyeni mes'ûl tutar, masumlara azap vermez.
Fakat açıkta yapılan günahlara manî olacak güçtekiler engel olmazlarsa, "Neme lâzım?" diyerek vazifelerini yapmazlarsa o zaman zararı umuma dokunur.
Saadet asrında bir grup insan Resûl-i Ekrem'e (sav) gelerek sordular:
"Yâ Resûlallah! İçinde iyilerin de bulunduğu bir memleket helak olur mu?"
Bu soruya Efendimiz "Evet, helak olur!" buyurdu.
"Nasıl olur yâ Resûlallah?" diye sormaları üzerine, "İsyana, kötülüklere sükût etmeleri ve bu suretle dine ihanet etmeleri sebebiyle!" buyurdular.
Fahr-i Kâinat Efendimiz günahkâr bir kavmin nasıl helak edildiğini de şöyle haber veriyor:
"Allahu Teâlâ bir azap meleğine emretti: 'Filân kasabanın altım üstüne çevir!' Melek dedi: 'Yâ Rab! Onların içinde sana bir defa olsun isyan etmeyen filân zat vardır?' Cenâb-ı Hak ferman etti: 'Onu da, onları da altüst et! Zira onun yüzü bir defa bile kötülük yapan kimselere benim rızam için ekşimemiştir, kötülükten vazgeçirmeye çalışmamıştır! 'buyurdu."
Onun içindir ki, hadîs-i şerifte, "Sizden biriniz bir kötülüğün işlendiğini görürse, hemen onu eliyle bozsun. Eğer gücü yetmezse diliyle... Şayet buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzedip o işi reddetsin. Bu, îmanın en zayıf olanıdır" buyurulmaktadır.
Hadisin bize verdiği ders şudur:
İşlenen kötülüklere idareciler eliyle mâni olur; âlimler va'z u nasihatla, sözle mâni olur, halk da kalbiyle o kötülüğü reddeder, tepkisini gösterir.
Muhterem Müslümanlar!
Bu zamanda en mühim meselemiz manevî cihaddır, manevî tahribata karyşı sed çekmektir.
Bununla dâhildeki asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. İyilerin çoğalmasına, kötülerin azalmasına, îmanların kurtulmasına çalışmaktır.
Bu zamanın en makbul cihadı olan, her mücahide yüz şehid sevabı kazandıracağı müjdelenen bu vazifeyi yapmaya mecbur ve mükellefiz.
Bu manevî cihada nefsimizden başlamalıyız.
Nefsini ıslâh etmeyen, başkasını ıslâh edemez!
İyiliği emretmeye kendi evimizden, ehlimizden başlamalıyız.
Bir aile reisi, yuvasındaki çoluk çocuğunu kötülüklerden korumuyorsa, işlenen günahlara seyirci kalıyorsa vazifesini yapmamıştır, mahkûm ve mağluptur.
Aile reisinin vazifesi, aile hayatında İslâm'ı yaşamak ve yaşatmaktır. Gayr-ı meşru davranışlara mâni olmaktır.
Aksi takdirde dünyada ve âhirette cezası dehşetli olacaktır.
Sonra kötülükleri önleme cihadımız, içinde yaşadığımız toplumda devam edecek.
"Bana değmeyen yılan bin yaşasın!" gibi bir zihniyet İslâm'da yoktur!
Komşumuzun evi tutuşmuş yanıyorsa, söndürmeye koşmak bize farzdır. "Neme lâzım?" diyemeyiz. Bize komşu da, köy de, şehir de, devlet ve millet de, herşey lâzımdır.
İzzetli ve şerefli bir hayat birlikte yaşanır. Her Müslüman diğer bütün Müslümanların, vatandaşların malını, canını, namusunu korumakla vazifelidir. Tecavüzlere karşı koymalıdır.
Allah nzası için hâlis bir niyetle hayrı tavsiye edip serlere mâni olmalıyız.
"Hayırlı insan, başkalara hayrı dokunan insandır!" Unutmayalım!
Emr-i bilmâruf, nehy-i anilmünker vazifemizi yapmazsak ne olur?
Bunu hadîs-i şerifte geçen bir misalden öğrenebiliriz:
"Bir gemide yolculuk yapan müşterilerden bir kısmı ihtiyacı olan suyu temin için gemiyi delmeye teşebbüs etse, diğer yolcular 'Neme lâzım?' diyecek ve aldırmayacak olurlarsa hepsi birden batar! Fakat onun elindeki âleti alırlar, tahrip etmesine mâni olurlarsa hem kendilerini, hem de bu işe teşebbüs eden beyinsizlerin hayatını kurtarmış olurlar."
Evet, "Hakk'ın hatın âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmez!"
Hakka tapan milletimizin en birinci vazifesi, Hakk'ı ve hakikati söylemek, îman ve Kur'ân'a hizmet vazifesini hakkıyla yapmaya çalışmaktır.
Gayret, müsbet hareket ölçüleriyle hizmet bizden; muvaffak etmek, insanlara kabul ettirmek Allah'tandır.
Sorularlaİslamiyet.com
" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"
Windows 7: Size en uygun bilgisayarı bulun. Daha fazla bilgi edinin.
Windows 7: Gündelik işlerinizi basitleştirin. Size en uygun bilgisayarı bulun.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...
Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder