Vicdanlarınıza seslendiğimizde, göz pınarlarınızı kurutacak kadar olmasa da, bazen iki damla gözyaşı döktürecek,
bazen de hıçkırıklara boğdurabilecek yazılar yazabileceğimizi hissediyorum.
Zulümlerin, yazıların, filmlerin, dizilerin, kıssaların yüreklerimize dokunuşuna karşılık,
adalet duygularımıza dokunacak olan sözler, anlatımlar değildir; onu çok iyi biliyorum.
Bilinç yaşanmadan, bedel ödemeye kendimizi adamadan kazanılacak bir şey değildir çünkü.
Masa başında, sokakta, işyerlerinde, şöhrette, paranın içinde, siyasi kimlikte, memurlukta, işçilikte, çiftçilikte,
akademik unvanlarda saklı gizli olmayan insan gerçeğinin içinde; bilinçlerimiz dirilmeyi bekliyor.
Kendi iradelerimizi esaretimiz altında tutuyoruz, bilinçlerimizi gözümüzü kırpmadan öldürüyoruz.
Doğuda, batıda, yaşadığımız şehirde öldürülen insanlar, yaşadığımız şehirlerde yapılan talanlar, soygunlar, zimmete geçirmeler bırakın
vicdanlarımızı rahatsız etmeyi, avazımız çıktığı kadar zulme karşı bağırmıyor, isyan etmiyor, uykularımızı kaçırmasından da öte
ne yapmalıyız diyebirbirimizi arayıp sormuyorsak; insanlıklarımız kaybolmuştur.
Mescid-i Aksa'nın kuşatılmasından daha beter bir kuşatmayı biz yaşatıyoruz kendimize.
Mescid-i Aksa, Kabe kuşatılsa ne olur; yüreklerimizi, beynimizi, bedenlerimizi kendi kendimize kuşattıktan sonra...
Her kuşatmada, her saldırıda, her ölümde, her bedenin ekranlarda gösteriminde lanet okuyan dualarımızdan,
bir sonraki vahşeti beklemeye koyulacak mitinglerimizden başka neyimiz var?!
Doğu'da yaşanan katliamlara karşı gıkımız çıkmazken, Yahudi'ye kafa tutmak her zaman kolayımıza gitmiştir.
Bizlere uzanamayacağını bildiğimiz elleri kıracağımızı haykırmak, 'Muhammed'in ordusu kafirlerin korkusu'
sloganını hep bir ağızdan bağırmak; bir Allah'ın kulunu korkutmuş mudur?
Bütün dünya insanlarının duygularını kabartan zulümler, vahşetler ve acılardan daha farklı bir duygu yoğunluğu,
daha farklı bir eylem birlikteliği bizlerin gündemine girmiş midir?
Yakınlarımızın düğünlerinde, yakınlarımızın cenazelerinde bir araya gelişlerimiz, sonra da dağılışlarımız gibi;
aman ayıplanmayalım duygusu taşıyoruz sanki her zulmü telin mitinglerinde…
Yanıbaşında yaşanan zulümlere karşı sessiz kalanların, duymayanların, görmeyenlerin, doğrusu görmek, duymak istemeyenlerin
her eylem sonrası yaşanan vahşetten çok, miting değerlendirmeleri yaptığına tanık olursunuz.
Konvoya eşlik eden araçların içinde, başlara geçirilen bandajlar, omuzlara atılan poşular,
daha çok çocukların ellerinde sallandırılan Filistin bayrakları, zafer işaretleri, bir anda acıların önüne geçer.
Sahi yaşadığımız şehirde benzer bir vahşet gerçekleşse, yine böyle mi protesto ederdik katilleri, zalimleri…
Bildiğimiz, tanıdığımız, dostlarımızın, arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin vahşice katledilmeleri karşısında, eylemlerimiz nasıl olurdu acaba?
Eylemlere karşı olduğumuz anlaşılmasın, eylem şekillerini sorgulamak da değildi aslında niyetim; devamlılığı olmayan öfkenin,
devamlılığı olmayan merhametin, sürekli hissetmediğimiz acıların içimizde biriken bir isyanı yok.
Zalimler daha çok öldürdükçe, zalimler kutsal sayılan yerleri işgale kalktıkça hatırlıyoruz, unutmak istediğimiz yerleri…
Yaşadığı ülkede, yaşadığı şehirde, kimliğine bakmaksızın zalimlik yapan adamlara karşı ses çıkarmayan korkakların, zavallıların,
kendi istikbalinin derdine düşen acizlerin, önce kendi şahsiyetlerine zulmeden istek ve heveslerinden kurtulmaları gerekiyor.
Şahsiyetlerimiz Mescid-i Aksa'dan da, Kabe'den de daha kutsaldır; kendi ellerimizle
kendi şahsiyetlerimiz etrafında ördüğümüz kuşatmayı kaldırmadığımız sürece, esaret devam edecektir…
06 Ekim 2009 Salı 01:36
aktifkulis@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder