Allah'ın selamı, ikramı, bereketi sizinle olsun…
"Dini Değerlere Saldırı ve Müslüman-Gayrı Müslim İlişkileri" isimli iki konferansın yazıya dökülmüş şeklini istifadenize sunuyorum. Yazıyı beğenirseniz istediğiniz site ve forumlarda yayınlayabilirsiniz. Konferansları dinlemek isteyenler için de linkleri yazının altına ekliyorum. Herhangi bir yazı karakter sorunu ihtimaline karşı da dosyayı ekte gönderiyorum.
Allah'a emanet olun.
Mehmet Güngören
MÜSLÜMAN – GAYR-I MÜSLİM İLİŞKİLERİ
(TEVBE SURESİNİN 5. AYETİNE YANLIŞ ANLAM YÜKLENMESİ)
David isminde, Çek Cumhuriyeti'nden Türkiye'ye yüksek lisans yapmak için gelmiş Hıristiyan bir öğrencim vardı. Bir gün konu karikatür krizine ve Müslüman-gayrı Müslim ilişkilerine geldi. David, benim bu konudaki görüşümün ne olduğunu sordu. Ben de ona: "Aç Tevbe suresinin 5. ayetini, oku" dedim. Açtı ve okudu.
9. Tevbe 5:
Haram aylar çıkınca o müşrikleri nerde bulursanız öldürün. Onları yakalayın, çevrelerini kuşatın, her gözetleme yerinde onlar için oturun. Tevbe eder namazı kılar ve zekâtı verirlerse yollarını açın.
David ayeti okuyunca dedi ki: "Müşrik kime denir?"
Dedim ki: "Sen de onlara dahilsin"
Çocuk tedirgin olmaya ve sağa-sola bakınmaya başladı.
Ben de David'e; "Bak, Avrupalılar ayeti bu kadarıyla okuyorlar ve 'Müslümanlar bize böyle davranacak' diyorlar" dedim ve konuyu burada size anlatacağım gibi anlattım.
Sorun, ayeti Avrupalıların/insanların yanlış anlamaları değildir. Asıl sorun bizim bazı âlimlerimizin konuyu yanlış anlamaları ve onları taklit eden günümüz bazı meal yazanlarının aynı yanlışa düşmeleridir. Çünkü tarihte Müslüman gayrı Müslim ilişkilerinin merkezine bu ayet konmuş ve bu ayete dayanarak Kur'ân'daki Müslüman-gayrı Müslim ilişkilerini düzenleyen pek çok ayetin hükmü geçersiz kılınmıştır (nesh)
Peki, bu ayet nasıl anlaşılmalıdır? Bu ayet gerçekten Müslüman-gayrı Müslim ilişkilerini mi belirliyor yoksa burada anlatılan başka bir şey mi var? Bunu anlamak için bu ayeti öncesiyle beraber okuyalım. Tevbe suresini 1. ayetten itibaren okursak 5. ayette öldürülmeleri istenen müşriklerin "bütün müşrikler" olmadığını, "antlaşma yapıp da antlaşmayı bozan savaş suçlusu müşrikler" olduğunu görürüz.
1) Antlaşma yaptığınız müşriklere, Allah ve Elçisi tarafından yapılan ilişkiyi kesme duyurusudur.
2) Bu topraklarda dört ay daha dolaşın. Bilin ki, Allah'ı çaresiz bırakamazsınız. Ama Allah, görmezlikten gelenleri (kâfirleri) rezil eder.
3) Bu büyük hac gününde Allah ve Elçisi tarafından bütün insanlara bildirilen şudur: Allah'ın o müşriklere desteği yoktur; Elçisinin de öyle. Ey müşrikler, tevbe ederseniz hayrınıza olur. Sırt çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı çaresiz bırakamazsınız. Görmezlikten gelenlere (kâfirlere) acıklı bir azabı müjdele.
4) Bu duyuru, sizinle antlaşma yapmış ve daha sonra bir kusur işlememiş, size karşı kimseye destek vermemiş müşrikleri kapsamaz. Onlara karşı olan andınızı süresinin sonuna kadar tam yerine getirin. Allah korunanları sever.
5) (Dört) yasak ay[1] çıkınca o müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, onları kuşatın, onlar için her gözetleme yerinde oturun. Ama tevbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse yollarını açın. Allah'ın bağışlaması çok, ikramı boldur."
5. ayette anlatılan müşrikler; savaş suçlusu olan, antlaşmayı bozan müşriklerdir. Ayetleri dikkatle okursak bunu çok kolay anlarız. Çünkü birinci ayette "anlaşma yaptığınız müşriklere ilişkiyi kesme duyurusudur." dendiğine göre ayetler tüm müşrikleri/gayrı müslimleri kapsamaz.
4. ayette de "antlaşmayı bozmayanların ve Müslümanların aleyhine çalışmayan müşriklerin hariç tutulduğu" söyleniyor. Demek ki bu ayetteki ilişkiyi kesme duyurusu, anlaşma yapılan her müşrikle ilgili değildir.
5. ayette de "o müşrikler" deniyor. 4. ayette antlaşmayı bozmayanlar hariç tutulduğuna göre geriye sadece "antlaşma yapıldığı halde antlaşmayı bozan müşrikler" kalıyor.
Ayetteki ilk muhataplar Mekkeli müşriklerdir. Onca suçlarına rağmen yine de bunlara dört ay süre tanınıyor ve yanlıştan dönenlere (tevbe edenlere) ve çekip gidenlere dokunulmayacağı bildiriliyor. Ayet böyle olduğu halde ayeti bağlamından koparıp burada "o müşrikler" diye anlatılan müşrikleri, "tüm müşrikler" olarak anlamak ve bu ayeti Müslüman-gayrı Müslim ilişkilerinin merkezine oturtmak tam bir cinnet olsa gerektir. Zaten dikkat edilirse ayette; "el-müşrikîn" kelimesi geçiyor. "el- müşrikîn" "o müşrikler" demektir. Arapça kurallara göre bir kelimenin başına belirlilik takısı (el) gelirse bilinen bir şeyden bahsediliyor demektir. Dolayısıyla 5. ayette bahsedilen müşrikler tüm müşrikler değil, antlaşmayı bozan müşriklerdir. Ama maalesef tarihte, bu özel olayı anlatan ayetler tüm müşriklere genellenmiş ve buna göre hukuk oluşturulmuştur.
Aslında bu ayetler, Mumtehine suresi 8-9. ayetlerle ilgili bir örnektir.
Mumtehine suresi 8-9. ayetlerde üç kırmızıçizgi çizilmiştir. Bu kırmızıçizgileri çiğnemeyen herkesle iyi ilişkiler kurulur. Bu çizgiler şunlardır:
1. Dinimizden dolayı bizi öldürmeye kalkanlar (savaş açanlar)
2. Bizi vatanımızdan sürüp çıkaranlar
3. Vatanımızdan sürüp çıkaranlara destek verenler.
Tevbe suresi 5. ayette bahsedilen müşrikler, bu üç kırmızıçizginin tamamını çiğneyen Mekkeli müşriklerdi. Mekkeli müşrikler sırf inançlarından dolayı Müslümanları öldürmeye kalkmışlar, onları yurtlarından çıkarmışlar ve çıkarmak için işbirliği yapmışlardı. Peygamberimizle yaptıkları barış anlaşmasına (Hudeybiye antlaşmasına) rağmen Medine'nin dış mahallelerine baskın yapıp adam öldürmüşler ve hayvanları alıp götürmüşlerdi. Bu olaydan sonra peygamberimiz Mekke'yi fethetmiş ve bu işi yapan insanlara bir yıl hiç dokunmamış, sonra bu ayetler inmişti. Ayetlerde o müşriklere dört ay daha süre tanınıyordu. (toplam 16 ay) Bu dört aylık süre zarfında istedikleri yere gidebilirler ya da Müslüman olabilirlerdi. Bu süre bittikten sonra Tevbe suresinin 5. ayeti uygulanacaktı. Bu ayette geçen haram aylar zilkade, zilhicce, muharrem, receb ayları değildir. Bu ayetin gelmesinden sonraki dört aydır.
Fakat elinizdeki meallere bir bakın, Tevbe suresi 5. ayete nasıl anlam vermişler? Mesela ben bir-iki örnek okuyayım:
"O haram aylar çıktı mı artık diğer müşrikleri nerede bulursanız öldürün"
"Haram aylar çıktığı zaman müşrikleri nerde yakalarsanız öldürün"
Peki "diğer müşrikler" ile "o müşrikler" aynı kavram mı? Veya "müşrikler" ile "o müşrikler" aynı şeyi mi anlatıyor? Ne oldu ayetin manasına? Ayetin manası değişti ve sistem tersine döndü.
Günümüzde bilen bilmeyen herkes meal yapmaya başladı. Meal yapanların çoğu, âyetler arası ilişkileri dikkate alarak değil, eski ulemanın görüşlerine uyarak meal yapıyor. Onlar bir konuyu yanlış anlamışsa bu yanlış anlayış normal anlayış haline getiriliyor. Bu da hakların çiğnenmesine ve saldırılara yol açılıyor. Dikkatsiz cahil insanların tuzağa düşmesi de kolaylaşıyor.
KONUYLA İLGİLİ BİR ÖRNEK
11 Eylül olayından sonraki günlerdi. Amerika'da yayın yapan Evangelislerin bir televizyonuna Ramazan bayramına bir hafta kala bir papazla bir haham, İslam hakkında konuşuyorlardı. Papaz, Hahama; "Bu Müslümanlar güçlü olsalar ve bizi ellerine geçirseler ne yapacaklar?" diye sordu. Haham'da önündeki Kur'ân'ın İngilizce mealini açıp Tevbe suresinin 5. ayetini okudu ve: "Müslümanlara göre sen de ben de müşrikiz. Bir hafta sonra haram ay çıkıyor. (Ramazan'ı haram ay sanıyordu) Güçlü olsalar bizi kıtır kıtır doğrarlar, çünkü kitapları onlara bunu emrediyor" dedi.
Bunu dinleyenlerin Müslümanlara karşı nasıl bakması ve davranması beklenir?
Fakat bu ayet konusunda yapılan yanlış, sadece mealiyle ilgili değildir. Tarihte bu ayet Müslüman-Gayr-i müslim ilişkilerinin merkezine yerleştirilmiştir. Bu ayetin, Kur'an'ın değişik yerlerinde geçen iki yüz küsur ayetin hükmünü neshettiği (hükmünü yürürlükten kaldırdığı) iddia edilmiştir.
Bu gelenekleşmiş ve günümüzdeki meallere yansımıştır. Çünkü günümüzde tahkike (hakikate, araştırmaya) değil taklide dayanan bir din anlayışı hâkimdir.
Müslümanların taklitçi zihniyetten bir an önce sıyrılıp, Kur'ân önderliğinde sünnet örnekliğinde araştırmalara ağırlık vermeleri gerekir. Bunu birilerine havale etmeden hep beraber yapmalıyız. Bu konuda herkesin yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır.
MÜSLÜMAN-GAYRI MÜSLİM İLİŞKİLERİNDE MERKEZE KONACAK AYETLER
Müslüman-Gayr-ı müslim ilişkilerinde merkeze konacak ayetler Mumtehine suresinin 8-9. ayetleridir:
60. Mumtehine 8:
Allah, din konusunda sizinle savaşmamış ve sizi ülkenizden çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasaklamaz. Allah herkesin payını verenleri (adil davrananları) sever.
60. Mumtehine 9:
Allah, inancınızdan dolayı sizi öldürmeye kalkanları, sizi ülkenizden çıkaranları ve çıkarılmanıza destek verenleri veli edinmenizi yasaklar. Kim onları veli edinirse yanlış yapmış olur.
Veli, bir kişi hakkında söz söyleme yetkisine sahip olmaktır. Müslümanlar, zorunlu haller dışına böyle bir veliliği gayrimüslimelere veremezler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
Sizin veliniz yalnız Allah'tır, Elçisi'dir bir de namazı kılan, nezaketle zekât veren müminlerdir. (Maide 5/55)
Veli, dost anlamına da gelir. Allah Teâlâ, üç kırmızıçizgiyi çiğnememiş gayrimüslimleri dost edinmemizi yasaklamamıştır. Zaten bu çizgiler savaş sebepleridir. Hangi insan kendisini ülkesinden sürgün edenleri ve onlara destek verenleri affeder? Hangi insan inancından dolayı kendisini öldürmeye kalkanları dost edinir? Bunlar savaş suçu değil midir?
İşte Tevbe suresinin 5. ayetinde anlatılan ve öldürülmesi istenen Mekkeli müşrikler bu üç savaş suçunu işlemekle kalmamış, Hudeybiye antlaşmasını da bozmuşlardı.
DİNİ DEĞERLERİMİZE SALDIRANLARA KARŞI NASIL DAVRANMALIYIZ?
(KARİKATÜR OLAYI)
Avrupa'nın bazı yerlerinde Peygamberimizi ve Müslümanları aşağılayıcı mahiyette karikatürler yayınlandı. Batılılar kendilerini dünyanın en akıllı, en hoşgörülü, en iyi, en ileri görüşlü insanları sayarlar. Müslümanları da dünyanın en bağnaz, en acımasız en cahil insanları sayarlar. Onlar bunu, politikalarına da yansıtırlar.
Asırlarca Avrupa'nın korkulu rüyası olan Osmanlının devamı olan Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Birliğine üye olmak istiyor. Bu talep İslam düşmanlığını depretti. Danimarka'da, İslam'ı Peygamberimizi aşağılayan karikatürlerin yayınlanması böyle bir tepkinin sonucudur.
Dini değerlerimize bu tür hakaret içeren davranışlara karşı tavrımızın ne olacağını, Kur'ân-ı Kerim ve Peygamberimizin davranışları ışığında değerlendirelim.
ONLARDAN EZİYET VEREN ÇOK ŞEY İŞİTECEKSİNİZ
SABREDİN, YANLIŞ YAPMAKTAN SAKININ
3. Al-i İmran 186:
Mallarınız ve canlarınızla yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksiniz. Sizden önce Kitap verilenlerden ve müşriklerden de çok sayıda üzücü söz işiteceksiniz, bundan kaçış olmaz. Eğer sabreder ve Allah'tan çekinirseniz bilin ki, bunlar kararlılık gösterilmesi gereken işlerdendir
Bu ayet, diğer din mensuplarından bize eza veren çok şey işiteceğimiz kesin bir dille bildirmektedir. Buna engel olamayız. Çünkü Allah, böyle şeylerin kesinlikle olacağını söylüyor. Önemli olan bu durumda ne yapmamız gerektiğidir.
Zaten bu durumda ne yapmamız gerektiği de ayette açıkça bildirilmiştir:
Eğer sabreder ve Allah'tan çekinirseniz bilin ki, bunlar kararlılık gösterilmesi gereken işlerdendir
Aslında bu tür şeyler, karşı toplumun İslam'la ilgili duygularının canlı tutulmasını sağlar. Bunları, dini anlatmanın bir fırsatı saymaıyız.
Adam Danimarka'da İslam'a hakaret eden karikatür yapacak sen burada gösteri yapacaksın. Bu olmaz; yapılacak olan dikkatleri Kur'an-ı Kerim'e çekerek krizi fırsata dönüştürmektir. Yani sabırla yürümeye devam edeceksin. Yanlışlardan korunacaksın (takva). Zor olan, kararlılık isteyen işler bunlardır. Ama sen kalkar gösteriler düzenler, kırıp dökerek taşkınlık yaparsan onlara alet olmuş olursun,
BU KONUDA PEYGAMBERİMİZİN TAVRI
Peygamberimiz Medine'ye gelince orada zengin, bilgili, nüfuzlu, krallığa namzet bir kişi vardı. Bu kişi, Abdullah bin Ubey bin Selul idi. Peygamberimiz gelince Medine'lilerin büyük bir kısmı peygamberimizin etrafında toplandılar ve bu kişinin krallığı gerçekleşmedi. Bundan dolayı Abdullah bin Ubey ölene kadar peygamberimize düşman olarak yaşadı. Bu düşmanlığı açıkça gösterecek güç ve taraftardan mahrum olduğu için o da Müslüman gibi davranıyor ama en küçük fırsatta düşmanlığını belli ediyordu. Onun çevresinde de onun gibi düşünen insanlar toplanmışlardı. Böyle insanlara Kur'an-ı Kerim'de "münafık" deniyor. Bunlarla ilgili münafikun suresi inmiştir. O surede bunların söz ve davranışlarından örnekler verilmiştir. Konumuzla ilgili ayeti okuyalım:
63. Münafikun 8:
Onlar: "Hele bir Medine'ye dönelim izzetli ve şerefli olan, en hakir ve en zelil olanı oradan mutlaka çıkaracaktır." derler. Halbuki izzet; Allah'a, onun elçisine ve mü'minlere aittir. Ama münafıklar bunu bilmezler.
Bu sure, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl ve arkadaşları sebebiyle, Benî Mustalik savaşı sonrasında inmiştir. İlgili rivayetler şöyledir:
Zeyd b. Erkam şunları anlatmıştır: Bir savaşta idim. Abdullah b. Ubeyy'i işittim, şöyle diyordu: "Allah'ın Elçisi'nin yanındakilere nafaka vermeyin ki dağılsınlar. Hele onun yanından dönelim, güçlü olan, güçsüz olanı oradan çıkaracaktır." Ben bunu hemen amcama söyledim, o da Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme söylemiş, beni çağırttı. Ben de olan biteni anlattım. Allah'ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem hemen Abdullah b. Ubeyy ve arkadaşlarına haber gönderip çağırttı. Onlar böyle bir şey söylemediklerine yemin ettiler. Allah'ın Elçisi beni yalan, onu ve arkadaşlarını da doğru söylüyor kabul etti. Öyle bir üzüntüye kapıldım ki onun gibisi hiç başıma gelmemişti. Gittim, evde oturdum. Amcam dedi ki, "Ne diye, Allah'ın Elçisi karşısında yalancı çakacak ve onu kızdıracak kadar ileri gittin?" Sonra Allah. Teâlâ Münafikûn suresini indirmiş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hemen adam gönderip beni çağırttı ve okudu. «Allah Teâlâ seni haklı çıkardı, ya Zeyd!" dedi[2]".
Tirmizî'nin rivayeti daha kapsamlıdır: Zeyd b. Erkam şöyle anlattı: Allah'ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte savaştık. Beraberimizde bedevîlerden bir bölük de vardı. Suya doğru koşuşurduk. Bedeviler bizi geçerlerdi. Bir bedevî arkadaşlarını da geçerdi. O, önce havuz yapar, su doldurur, etrafına taşlar koyar, üzerini sergiyle örter ve arkadaşlarının beklerdi. Ensar'dan bir kişi bir bedevînin yanına vardı. Su içsin diye devesinin yularını salıverdi, ama o bırakmak istemedi. Ensarî, suyun çevresini yıktı. O bedevî değneğini kaldırıp Ensarînin başına vurdu ve yaraladı. Ensarî hemen varıp Münafıkların başı Abdullah b. Ubeyy'e haber verdi. O, onun arkadaşlarındandı. Abdullah b. Ubeyy öfkelendi ve bedevîleri kastederek şöyle dedi: «Allah'ın Elçisinin yanındakilere bir şey vermeyin ki etrafından dağılsınlar». Çünkü yemek vaktinde onlar, Allah'ın Elçisinin yanına gelirlerdi. Abdullah dedi ki; bunlar dağıldıklarında Muhammed'in yemeğini götürün; o beraberindekilerle yesin.» Sonra arkadaşlarına dedi ki «Hele Medîne'ye dönün, güçlü olan, elbette oradan güçsüz olanı çıkaracaktır.».
Zeyd dedi ki: Ben Allah'ın Elçisi'nin bineğinin terkisinde giderdim. Abdullah b. Ubeyy'i duyunca hemen amcama haber verdim, o da gitti, Allah'ın Elçisi'ne haber verdi. Allah'ın Elçisi hemen Abdullah'ı çağırttı. O, yemin etti, inkardan geldi. Allah'ın Elçisi da onu doğrucu, beni yalancı saydı. Amcam geldi, "Allah'ın Elçisi'ni ve Müslümanları kızdırmaktan ve kendine yalancı dedirtmekten ne anladın?" dedi. Beni öyle bir üzüntü bastı ki, kimsenin başına gelmemiştir. Allah'ın Elçisi ile beraber gidiyorduk, ben üzüntüden başımı bükmüştüm. Allah'ın Elçisi, kulağımı büktü ve yüzüme güldü. Bana bunun yerine, dünyada ölümsüzlüğü verseler bu kadar sevinmezdim. Sonra Ebu Bekir yetişti, Allah'ın Elçisi ne dedi? diye sordu. Bir şey demedi yalnız kulağımı büktü ve yüzüme güldü dedim. "Müjde", dedi. Sonra Ömer yetişti, Ebu Bekir gibi konuştu. Sabah ettik, Allah'ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem Münafikûn sûresini okudu[3] .
Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, yukarıdaki rivayetleri naklettikten sonra şöyle diyor:
Bu hususta diğer hadîs kitaplarında ve tefsirlerde daha geniş bilgi vardır. İbn-i Cerîr bir çok rivayetten sonra özetle şöyle nakleder: Allah'ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem; Benî Mustalik'in kendine karşı, Haris b. Ebî Dırar komutasında asker topladığını haber alınca yola çıktı. Sahile doğru Kudeyd nahiyesinden Müreysi' denilen su üzerinde onlarla karşılaştı. Çarpıştılar, Allah Teâlâ Benî Mustalik'i yenik düşürdü. Onlardan ölenler oldu, oğulları, kadınları, malları ganimet alındı, Benî Kelb b. Avf b. Âmir b. Leys b. Bekir'den Hişam b. Dababe denilen bir adam da yaralandı. Ensar'dan Ubade b. Samit'in takımından bir adam onu düşman zannederek yanlışlıkta öldürmüştü. Su almağa gelenler suyun başındaydılar. Bu sırada Benî Gıfar'dan, Ömerin atını çeken işçisi Cehcâh b. Said ile Abdullah b. Ubeyy'in dostu Cüheyneli Sinan, su üzerine itişip döğüşmüşlerdi. Sinan: « Yetişin Ensar! » diye, Cehcâh da «Yetişin muhacirler!» diye bağırmıştı. Abdullah b. Ubeyy b. Selûl buna öfkelenmişti, yanında kavminden bazı kimseler vardı. Henüz genç yaşta olan Zeyd b. Erkam da içlerinde idi. Abdullah şöyle dedi: "Bunu da yaptılar ha! Kendi ülkemizde bizi istemiyorlar. Artık çok oldular. Vallahi bizimle şu Kureyş kaçkınlarının halini şu söz açıklıyor: «Besle köpeği, yesin seni." Ama vallahi Medîneye dönersek güçlü olan, güçsüz elbette oradan çıkaracaktır. Sonra adamlarına dönüp şöyle dedi: İşte sizin yaptığınız. Onları ülkenize soktunuz. Mallarınızı onlarla bölüştünüz. Şimdi vallahi eğer siz elinizde olanı onlara vermeseniz çekip giderler".
Zeyd b. Erkam bunu işitti; gidip Peygamber'e yetiştirdi. Savaş bitmişti. Ömer ile beraberdiler. «Ey Allah'ın Elçisi! Abbad b. Bişre emret, onu öldürsün" dedi. Allah'ın Elçisi dedi ki: Nasıl olur Ömer! O zaman herkes, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor, diye lâf ederler. Hayır. Söyle, asker yola çıksın". Bu öyle bir saatte idi ki o saatte yola çıkmak Allah'ın Elçisi'nin âdeti değildi. Asker hareket etti. Abdullah b. Ubeyy, Zeyd b. Erkam'ın şikayetini işitince huzura vardı. "Billahi öyle bir şey ne dedim, ne söyledim" diye yemîn etti.
Abdullah'ın kavmi içinde itibarı vardı; büyük sayılırdı. Ensar içinde arkadaşlarından orada bulunanlar ondan çekinerek şöyle dediler: "Ey Allah'ın Elçisi! Çocuk… Sözünde hayale kapılmış, adamın söylediğini belleyememiş, uydurmuş olmalı." Allah'ın Elçisi tek kalıp yürüdüğü sıra Üseyd b. Hudayr geldi. Selâm verdi "Ey Allah'ın Elçisi! Olağan olmayan bir saatte yola çıktınız. Bu saatte çıkmazdınız?» dedi. Allah'ın Elçisi şöyle dedi: "İşitmedin mi, arkadaşınız ne demiş?" "Hangi arkadaş?" dedi. "Abbullah b. Ubeyy" diye cevap verdi. "Ne demiş?" dedi "Medîneye dönerse güçlü, oradan o güçsüzü çıkaracakmış diye düşünüyormuş" dedi. "O halde Ey Allah'ın Elçisi! Dilersen onu sen çıkarırsın. Vallahi o güçsüzdür , sen güçlüsün" dedi. Sonra da: "Ey Allah'ın Elçisi!" dedi. "Ona aldırma, nazik davran. Vallhi, Allah seni gönderdi, o sırada kavmi ona taç giydirmek için boncuk diziyordu. O seni, krallığını elinden almış görür".
Sonra Allah'ın Elçisi ordu ile o gün akşama kadar ve gece sabaha ve ertesi günün kuşluğu kadar yürüyüş yaptı. Nihayet güneş rahatsızlık vermeğe başlamıştı, konaklama emri verdi. Halk yere dokunur dokunmaz uyuya kaldılar. Bunu böyle yapması, kimse Abdullah b. Ubeyy'in lâfı ile meşgul olmasın diye idi. Sonra yine yola çıkıldı. Hicaz yolunu tuttu. Nihayet Hicazda Bakî'in biraz üstünde bir su başına kondu. O suya Nak' denilir. Oradan hareket edildiğinde şiddetli bir rüzgâr esmeye başladı. Halk ondan rahatsız olmuş ve korkmuştu. Allah'ın Elçisi, "Korkmayın, kâfirlerin büyüklerinden biri öldü." Dedi. Medîneye geldiklerinde, Riffaa b. Zeyd b. Tabut'un o gün öldüğünü duydular. Yehûdîlerin büyüklerinden ve münafıkların sığınağı idi. İşte o vakit Münâfikûn suresi indi. Sûre inince Allah'ın Elçisi, Zeyd b. Erkamm kulağını tuttu ve "Allah bunun kulağına doğruluk verdi." dedi. Abdullah b. Ubeyyin oğlu Abdullah da babasının yaptıklarını öğrendi. O, temiz bir mümin idi. Allah'ın Elçisi'nin huzuruna geldi «Ey Allah'ın elçisi! İşittim ki Abdullah b. Ubeyy'i size uluşan sözünden dolayı öldürmek istiyormuşsunuz. Eğer yapacaksanız bana emredin, ben ounun başını sana getireyim. Vallahi, bütün Hazrec bilir ki içlerinde babasına benden daha iyi davrananı, daha saygılısı yoktur. Korkarım ki, benden başka birine emredersiniz, o babamı katleder, ben de babanım katilinin halk içinde gezmesine tahammül edemem, tutar onu vururum. Bir mümini bir kâfire karşılık öldürmüş olur bu sebeble ateşe girerim" dedi. Allah'ın Elçisi, "Hayır. Biz ona nazik davranırız. Beraberimizde bulunduğu müddetçe iyi davranırız." dedi.
O günden sonra her ne yapsa kavmi onu aşağılar, hakaret ve tehdit ederlerdi. Allah'ın Elçisi bunu işittikçe Ömer'e, „"Bak Ömer! Görüyor musun, nasıl oldu? Senin dediğin zaman öldürseydim onun için nice dik kafalılar sevinirdi. O gün sana vur desem, vururdun degilmi?" derdi. Ömer de; "Elbette. Allah'ın Elçisim emri benim emrimden çok büyük çok bereketlidir. » derdi .
Keşşaf Tefsirinde de şu nakil vardır: «Abdullah b. Ubeyyin bu alancalığı iyice ortaya çıkınca, « Senin hakkında şiddetli âyetler indi. Hemen Allah'ın Elçisi'ne git, senin için istiğfar ediversin. » denmişti. Ama o, başını bükmüş, sonra da «Bana iyman etmemi emrettiniz, iman ettim, malımın zekâtını vermemi emrettiniz zekât verdim, artık Muhammed'e secde etmemden başka bir şey kalmadı» demişti. Ondan sonra da çok yasamadı, bir kaç gün içinde hastalandı öldü[4].
Şimdi bu olaydaki hakaretle Danimarka'da yapılan karikatür olayını karşılaştıralım. Hangi hakaret daha ağır? Bu hakaret Kur'an ile sabit olmasına rağmen hakaret eden kişiye hiçbir ceza uygulanmamıştır. Bizim yapmamız gereken de peygamberimizin yaptığı gibi daima Kur'an-ı Kerim'e uygun davranmak ve akl-ı selimle hareket etmektir. İnsanlara katlanamazsanız başarılı olmanız mümkün değildir. En hafif bir tahrikte bile dengesini kaybeden ve Kur'an'dan habersiz olduğu için gayet hissi davranan günümüz Müslümanlarının, en zor şartlar ve en ağır hakaretler karşısında bile metanetini koruyan, daima Kur'ân'a uyduğu davranan peygamberimizi örnek almaları lazımdır. Çünkü onun her hareketi bize örnektir.
BAZI İNSANLARIN CAHİLLİKLERİ KARŞISINDA NE YAPMALIYIZ?
BİR HİKAYE
Timur hakkında şöyle bir hikaye anlatırlar:
Meşhur hükümdar Timur'a;
-"Seni erlikten hükümdarlığa yükselten nedir?" diye sordular.
Timur şu cevabı verdi :
-Asla ümitsizliğe düşmedim... O kadar zorlukla karşılaştığım halde hiç birisinden yılmadım ve maksadıma erişmek için bir karınca bana örnek oldu. Şöyle ki: Bir gün düşmanlarımdan kaçmış bir harabeye sığınmıştım. Her yerden ümidi kesmek üzere olduğum anda gözüm bir karıncaya ilişti. Karınca kendinden büyük bir buğday danesini almış bir yıkıntının üzerinden aşırmak için uğraşıyor; fakat taşıdığı şey kendisinden büyük olduğu için sonuna kadar götüremiyor, düşürüyordu. Dane yuvarlanarak duvarın dibine düşüyor, karınca tekrar inip buğdayı alıp götürmeye uğraşıyordu. Karınca ancak kırkıncı seferinde maksadına erişti. Karıncanın bu azmini gördükten sonra ilk seferde pes ettiğim için kendimden utandım. Kendi kendime: "Ben bu karınca kadar olamayacak mıyım?" dedim ve maksadıma erinceye kadar hiç bir zorluktan yılmadım. Timur hakkında anlatılan bu olay gerçek midir bilmiyorum ama konumuzla ilgili çok güzel mesajlar veren, ibret almamız gereken bir hikâyedir.
BİR ÖRNEK
Biz bir doktor gibi olmalıyız. Geçmiş yıllarda ben bir hastamın yanında refakatçi olarak kalırken doktorların fedakârlıklarına şahit olmuş ve çok etkilenmiştim. Benim hastamla aynı odada olan bir başka hasta vardı. Doktor onu tedavi ederken doktora öyle ağır küfürler ediyordu ki ben o pis sözlerden dolayı dayanamadım ve dışarı çıktım. Ama doktor sanki o sözleri hiç duymuyormuş gibi işine devam ediyor, hiçbir olumsuz tepki vermiyordu. Sonra o hasta iyileşti gitti. Kısa bir süre sonra doktora o adamdan bir tepsi baklava geldi. Ben bu olayı görünce kendi kendime dedim ki: "Demek ki biz de böyle olmalıyız." O hasta ızdırap içinde olduğundan sadece o anı düşünüyor ve doktor yarasına dokununca ızdırabı daha da arttığı için bağırıyordu. İşte insanlar da aynen böyledir. Cenab-ı Hakkın kanunlarına aykırı yaşamak insanı öylesine sıkar ki, büyük manevi buhran içinde kıvranırlar. Bize düşen bu durumdaki insanlara karşı sabırla yılmadan görevimizi yapmamız, onlara doğruları göstermeye çalışmamızdır. Nitekim peygamberimizin bütün bir ömrü bu şekilde davranarak geçmiştir. İnsanların bağırmasına, eziyet vermesine aldırmamış kendi görevini yapmıştır.
Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR
14.02.2006
26.05.2009
[1] Yukarıdaki duyuru, haram aylarının ikincisi olan Zilhicc'de yapılmıştı. Buradaki haram aylar (el-eşhuru'l-hurum) bilinen aylar değil, ikinci âyette belirtilen dört aydır. Haram denmesi, bu süre içinde muhatapların dokunulmaz sayılmasından dolayıdır.
[2] - Buhârî, Tefsir Münâfikûn Suresi.
[3] - Tefsîr'ul-Kur'an, Münafikûn Suresi, Hadis No: 3313.
[4] - Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur'an Dili, VI. Cilt, İstanbul 1936,5005-5008.
--
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
*Biz bu Kitab'ı sana indirdik ki; her şeyi açıklasın. Nahl suresi 89. ayet
*Onu (Kuran'ı) açıklamak bizim işimizdir. Kıyamet suresi 19. ayet
√ 15 Dilde Meal:
http://www.seslikuran.com
√ Kur'an Sohbetleri:
www.kurandersi.com
√ Araştırma Yazıları-Fetvalar:
www.suleymaniyevakfi.org
√ İslami Kitaplar:
www.darulkitap.com
√ Mail Grubuna Üye Ol:
http://kurandersidinle.azbuz.com/index.jsp
*** D E S T E K O L A L I M ***
√ Yardıma Muhtaç İnsanlar İçin:
http://www.ihh.org.tr/Hesap-Numaralari.127.0.html
√ İslami Çalışmalar İçin:
http://www.kurandersi.com/iletisim/
√ Yeşil, Sağlıklı Bir Çevre İçin:
http://www.tema.org.tr/Sayfalar/BizeKatilin/YurticiBankaHesapNo.html
"Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın." Bakara 195
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...
Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder