Nerede Of Of diyeceğini bile bilemeyişime OF... Elimdeki bunca verilenlere şükür edemeyişime OF... Geçmiş zamanımı ibadet yağmurlarıyla sulamayıp, bir çöl gibi bırakmanın pişmanlığını duyamayışıma OF... Günahların ızdırabını içimde duyamayışıma OF... Çeşme gibi çeşmimden(göz) yaşlar akıtmam gerekti. Kutlu Nebinin(s.a.s) "Ürpermeyen kalpten sana sığınırım" dediği gibi ben de günahlarımı her daim hatırlamalı ve bundan dolayı ürpermeli, bu halin olmayışından da ona sığınmalıydım.
Ben kendimce "Pişmanlık Dilekçesi" ile başvurulan resmi kurumlardaki dilekçe gibi bir "Tövbe Dilekçesi" vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Dünyada pişmanlık dilekçesi vermeyen ya eğitimden okuldan mahrum, ya da hapishanelerde kalıp çıkarılan yasadan yararlanamayacaktı. En fazla 60 – 70 senelik dünya hayatının keyif ve lezzeti eksik olacaktı. Peki, tövbe dilekçesi vermezsek ne olurdu? Allah muhafaza ebedi hayatımızı berbat edebilirdik.
Evet sizi bilemem ama; İşlemiş olduğum günahlardan dolayı, Bende bir kaçkınım, ben de bir asiyim, ben de sahibime başkaldırmışım, "Yok mu bana bir pişmanlık yasası, yok mu bana da bir af?" deyip durmam gerekmez miydi? Nefsimin, arzularımın tutsağıydım. Ben de özgür olmak istiyordum. Bir kuş gibi, tövbe ve istiğfar kanatlarıyla özgürlük semasına "Rıza" semasına uçabilmeliydim. Olabilirdi. Evet, İstesem yapabilirdim.
Bazen "Sonunda falanca kişi de, Pişmanlık yasasından yararlandı" haberleri duyuyordum. Peki, ümit edilmeyen kişiler bile pişmanlık yasalarından yararlanabilirken, ben niye pişmanlık kanunundan(tövbe) yararlanmayayım? Evet, mahşerde o büyük diriliş gününde, belki benim içinde "Sonunda Turan'da pişmanlık yasasından yararlandı" denilseydi, ne olurdu? Ahh…Ne olurdu…
Pişmanlık yasalarından faydalananlar, itiraflar yaparlardı ve itiraflarına görede cezaları değişirdi. Bende onun huzurunda ellerimi açıp, kusurlarımı görüp onun "Settar" ismine sığınmalıydım. İtiraf edene merhamet ediliyordu. Banada "Erhamürrahimin" merhamet edecekti ve edeceğini müjdelemişti de.
"Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah'tan başka bağışlayan kim vardır. Onlar yaptıklarında bile bile direnmezler" (Âl-i İmrân,135)
Bu gibi müjdeler her an için geçerliydi, her yerde de yapılabilirdi. Evet her şeyin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Kutlu Nebi (s.a.s) "Yüce Allah kulunun tövbesini, ölüm anında boğazında hırıltı başlamadıkça, kabul eder" diyordu. Demek elimi çabuk tutmalıydım. Her an ecel aslanı pençesini indirebilirdi. Ben tövbemi, pişmanlığımı her yerde de yapabilirdim, çünkü O "her yerde hazır ve nazırdı". Aracısızda yapabilirdim, çünkü O "her şeyi işitendi"…
Onun affı rahmeti yağmur gibiydi. Her yere yağardı, ama kayaların yağmurdan hissesiz kalması gibi, katı yürekli pişmanlık ateşiyle gönlünü eritmeyenler, bundan nasipsiz kalacaktı.
Bülbül her yere konar mıydı? Ancak pişmanlık ateşiyle günah kirlerinin yandığı, temiz bir gönül bahçesinde af bülbülü işitilebilirdi.
Nerede Of Of diyeceğini bile bilemeyişime OF.
Elimdeki bunca verilenlere şükür edemeyişime OF.
Geçmiş zamanımı ibadet yağmurlarıyla sulamayıp, bir çöl gibi bırakmanın pişmanlığını duyamayışıma OF.
Günahların ızdırabını içimde duyamayışıma OF.
Çeşme gibi çeşmimden(göz) yaşlar akıtmam gerekti. Kutlu Nebinin(s.a.s) "Ürpermeyen kalpten sana sığınırım" dediği gibi, ben de günahlarımı her daim hatırlamalı ve bundan dolayı ürpermeli, bu halin olmayışından da ona sığınmalıydım.
Kim bilir? Belkide, gözyaşlarıyla geçirilen bir gün veya pişmanlık sancılarıyla iki büklüm olup eda edilen bir namazın ardından gelecekti af kararı.
İşte, gerçekte hakiki beraat gecesi, hakiki bayram ona denilecekti.
Hz. Ali'nin "Bugün amel var, hesap yok. Yarın da hesap var, amel yok." Sözünü hatırlayıp kalemim elimden alınmadan, imtihan bitti zili "ecel" çalmadan gözyaşlarımla, dilimdeki tövbe, gönlümdeki sancı, vicdanımdaki ürpertiler ile amel yapıp hayat sahifemi süslemeliydim…
Gidenler hesap, bugün ve yarınlar ise fırsattı.
Şartlarına uyarak yaptığımız bir işten nasıl netice bekliyorsak, tövbenin şartlarına uyduğumuzda da Allah'ın rahmetini ummalıyız.
Kutlu nebinin "Pişmanlık Tövbedir" sözü gereği tövbe üzerinde biraz duralım.
Tövbe; pişmanlığın mırıltılarıdır, geçmişte yapılan kusurlara pişmanlık ve şimdiki varsa yanlış hal ve vaziyetin terk edilip, gelecekte istikametli bir yürüyüş sergileme kararlılığıdır. Tövbede en can alıcı nokta "Sağılmış olan sütün hayvanın memesine dönmesi nasıl mümkün değilse, öylece o günaha bir daha dönmemek anlamında" ki kararlı bir tövbe olmasıdır. Ki buna da "Nasuh Tövbe" denir.
Günahlara hayat hakkı vermemek lazım. "İnsan hayatında ömrü en az, en kısa olması gereken şey hata ve günahlar olmalıdır". Günahkâr zehirlenmiş bir insan gibidir, zehirlenen kişi için vakit geçirmek nasıl tehlikeli ise günah işleyeninde tövbede gecikmesi o derece risklidir.
Tövbe; kendini yenilemek, bir iç onarım, günah çukuruna girmiş kişinin hoplayıp çıkması, nefsanî arzulara dur deyip erkekçe duruşun adıdır. İradenin günahlara geçit vermemesidir. Benliğin, nefsin arzularıyla düellosu da diyebiliriz.
Efendimiz buyururlar ki "Herkes hata işler, hata işleyenlerin en hayırlıları da tövbe edenlerdir." Zamanın dehşetinden dolayı günah zemininden uzak durmak en selametli yoldur. Yoksa yarın mahşerin dehşeti içinde duyacağımız pişmanlığın hiç mi hiç faydası olmayacaktır. Nitekim mahşer gününün o büyük diriliş gününün bir ismi de "Pişmanlık Günü" dür.
Vicdanında, hatalarına kusurlarına tiksinti duyanlara Tövbe ve istiğfar ilacını günahlarına sürenlere SELAM OLSUN Turan TEKİN |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder