19 Şubat 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) "hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz."cumamız hayırlıra vesile olur inşallah baki selam sevgi ve dua ile


 

 

 

Rahmet meleklerinin çiçek tutan elleri



ALLAH'IN RAHMETİMİN elçileri olan meleklere bir elbise dikseydi bu kar tanesi gibi olurdu her halde. Kar her haliyle güzeldir.

Melekler görünen elbiselerle cennetten dünyaya inerken çocukların gözlerine dokunur, onları sevince boğarlar adeta.Kar her şeyin üzerine giydiği bir elbise olur ve her şeyi beyaz bir çiçeğe dönüştürür. Kar giysisini giyinen her şey göze güzel görünür. Üzeri karla örtülmüş hiçbir şeye çirkin diyemezsiniz.

Evet bir melektir kar. Kendine bakanlara bir neşe ve ferahlık veren beyaz gelinlik giymiş bir melek. İster gözünüze , isterse teninize dokunsun ve hatta hayalinize ; her dokunuşunda bir mutluluk, bir ferahlama ve tatlı bir serinlik vardır.

Karı dünyamıza gönderen rabbimiz bizleri sevindirmek istiyor. Karla bütün çirkinlikleri örttüğü gibi kalbimizdeki çirkinlikleri de örtmek istiyor. Kar nasıl değdiği her şeyi güzelleştiriyorsa, biz de kalbimizdeki güzellikle her şeyi güzelleştirelim istiyor. Aslında kara yüklediğimiz bütün çirkinlikler bizden kaynaklanır. Karın çirkin yüzü yoktur, kaderinki gibi, onu kirleten habis ruhların çirkin nazarlarıdır onlar.

Kar her şeyi ile rahmettir. Sert ve şiddetli yüzüyle dahi. Zira onun sertliği ve soğukluğu, mikroplara yada habis ruhlara karşıdır. Şiddetinde de canlılara şifa bir rahmet saklıdır. Tabi ki o rahmeti görebilecek manaya dikkat eden güzel görücü gözler için. Kötülükleriyle hasta olan kalbimize rahmeti; gülücükleriyle ve manasındaki tatlılığı ile de rabbin şefkatini sunarken yaramızdaki mikropları, bandırdığı oksijenli su ile temizleyen bir hemşire misali, ciğerlerimizin gıdası olan havayı zararlı gazlardan temizler. Aynı zamanda bedenimizin gıdası olan meyve ve sebzelere musallat olabilecek mikroplardan arındırır toprağı ve ağaçları. Bize sıcacık gülen yüzünü gösterirken soğuk yüzüyle mikroplardan ve zararlı canlılardan bizi korur. Celal ve cemal birlikte kemali gülümser karı mucizevi yüzünde.

Ve kar, kışın karnında sakladığı bahar bebeğinin müjdecisidir. Kışın gökten yere inen rahmet melekleri baharda süslü elbiselerle rengarenk yerden yukarılara yağar. Kar ve kış olmazsa bahar da olmaz; yaratıcı kış ağacının soğuk fakat gülümseyen yüzünde yazmakta baharı. Kar baharda gülümseyen çiçekleri ve yazda tatlanan meyvelerin müjdecisi ve hazırlayıcısıdır. Çiçeklerde gülümseyen renkli giysileri ve meyvelerin tadı taşıyan tulumbacıkları karın kalbinde sakladığı şefkat sularıyla dokunur. O şefkat ve merhametin nurları hakikati gören gözlerde okunur.

Evet iliklerinize kadar işleyen soğuğu içinizden çıkartıp atacak sıcak bir şeye sarılmak istemeniz misali kar da soğuk yüzüyle bize yokluğun yürekler ürperten soğuğunda bizi sımsıkı saracak şefkatli bir ele olan ihtiyacımızı hatırlatır bize. Yani soğuk yüzü de sıcaktır karın. Sımsıcak baharlara yazlara gebedir o haliyle. Beyaz kar melekleri dökülmeden semadan, yerden ağaçların yüzüne renkli bahar çiçekleri takılmaz tıpkı çiçekler karlar misali ağaçlardan dökülmeden dökülen yerlere meyveleri takılmadığı gibi.

Evet gidişlerde saklıdır gelişler, ayrılıktır kavuşturan sevgilileri. Soğuğun içinde saklıdır sıcacık sarılışlar. Zıtlıklardır varlıkların varlığını haykıran. Mutlakın yüzündeki sınırlılık örtüsü onu bize açan bir perdedir sadece. O yüzden oda güzeldir öylece.

Öyleyse bırakın kar sarsın gözlerinizi. Bırakın o bembeyaz gözlerde bütün renkler gülümsesin. Bırakın kar yaratıcının sonsuz güzel isimlerini haykıran tatlı bir beste olsun size. Bırakın yüreğiniz kar taneleri adedince hatta onları taşıyan melekler adedince teşekkürler yolasın rabbine.

Rabbim! meleklerin elleriyle resulünün -as- göğsünü yarıp tertemiz karla kalbini yıkadığın gibi bizim kalbimizi de mağfiretinle yıkayıp kar gibi beyaz yap ki o beyazlıkta sayısız isimlerin gülümsesin...

------------------------------------------------------------------------

 

"Yenildim Allah'ım" 
  

 


ONUNLA İLK karşılaşmamızda bana "Hocam, ben bu dünyanın işini başaramadım; Allah'ın gücüne gitmesin ama ben bu dünyaya hiç gelmemeliydim" demişti. Üzerime diktiği gözlerinde, hayat karşısında mağlup olmuş bir adamın bitkinliğinden izler vardı.

Gizlemeye çalışıyordu ama ben, gözlerinin dolu dolu olduğunu fark edebilmiştim.

Yaşı muhtemelen elli civarlarındaydı; saçları beyazlamıştı; bir devlet memuruydu.

Bu yaşına kadar 'helâlinden kazanmaya' itina etmişti. Örneğine başka durumlarda da rastlanacağı gibi 'namuslu' olmanın faturasını ödeyenlerden biri olduğu anlaşılıyordu.

Boyunca çocukları vardı…

Modern zamanların kıskacında yaşayan ve bitmek bilmeyen ihtiyaçları olan çocukları…

Başkalarının imkânlarına özenen, cebinde bol para, altında lüks bir spor araba olsun isteyen ve lügatinden 'kanaat' kavramını epey bir süre önce çıkartmış olan çocukları…

Onların isteklerini karşılamaktan âcizdi ve hayata maddî perspektiften bakmaya şartlandırılmış evlatları nazarında 'güçsüz' ve 'yetersiz' bir baba olduğunun fazlasıyla farkındaydı.

Çocukların zihinlerinde çevirip durdukları "Neden biz daha iyi şartlarda yaşamıyoruz? Neden hep biz tasarruflu olmak, ölçülü harcamak zorundayız?" türünden sorulara tatmin edici cevaplar verebilmekten de uzaktı.

Evlatlarını daha iyi yetiştiremediğine de hayıflanıyordu.

Aslında eşi ve kendisi onları bu yaşa getirene dek ne zorluklara katlanmışlardı?

Uykusuz geçirdikleri gecelerin sayısını hatırlamıyordu ama hayatı bir yük gibi sırtlarında taşıdıkları, ay sonunu getirebilmenin hesaplarını yaptıkları dönemlerde bile zorlukları onlara yansıtmamak için nasıl çırpınıp durduklarını anımsıyordu.

'Yemeyip yedirmek, giymeyip giydirmek' türünden terkipler herkesin ağzına düşmüş beylik ifadelerdi ve orijinalitesini kaybetmişti ama onlar 'harbiden' yemeyip yedirmiş, giymeyip giydirmişlerdi.

En küçük yavrularının ateşlendiği bir gece soluğu acil servisin kasvetli kapısında almışlar; üzüntülerine "ya bizden çok para isterler de, karşılayamazsak; evladımızı tedavi ettiremezsek" tedirginliği eşlik etmişti.

Hastane koridorlarında volta atarken, yaklaşan kirayı nasıl tedarik edeceğini, yakıt masraflarını nasıl karşılayacağını düşündüğünü de bugün gibi hatırlıyordu.

Çocuklarına 'dar gelirliliğin' mağduriyetini yaşatmamaya çalışıyordu. Öyle ya 'alt tarafı' bir devlet memuruydu ve aldığı para ortadaydı. Yine de başkalarında görüp canları bir şey istediğinde, onlara elde edememenin burukluğunu yaşatmamak için 'bir yerlerden' kısıp temin etme yoluna gittiği de olmuştu.

Bana "Hocam, biz çok sıkıntı çektik bugüne kadar" derken, aslında harcıâlem bir şey söylediği, kimle konuşursanız konuşun geçmişte yaşadığı problemlerden dem vuracağı gerçeği umurunda değildi. Bir farklılık endişesi yoktu ve tavrı alabildiğine içten olduğunu âşikâr kılıyordu.

Karşımda oturmuş, bir elli yılın muhasebesini yapıyordu.

Bir işi, iyi kötü bir geliri vardı ama ruh hâli 'bir baltaya sap olamadığını düşünen' bir zihnin yeniklik psikolojisini yansıtıyordu.

Öyle ya, kimseyi memnun edememişti hayatı boyunca…

Hatta kendisi bile kendisinden râzı değildi!

Çalışmış, didinmiş, gecesini gündüzüne katmış ama babalık hususunda çocuklarından geçer not alamamıştı.

Harama el uzatmamış, hakka hukuka riâyet etmişti ama iş hayatında da 'saygın' bir yeri olduğu söylenemezdi.

Belki bir tek otuz yıl aynı yastığa baş koyduğu hanımı ona yoldaş olmuştu ama ona da sorsalar, kim bilir nelerden şikâyet edecek, pozisyonunu daha iyilerle mukayese edip hangi mahrumiyetlerden sızlanacaktı?

İşte karşımda duran bu adam "Hocam, ben bu dünyanın işini başaramadım; Allah'ın gücüne gitmesin ama ben bu dünyaya hiç gelmemeliydim" derken bana böyle bir arka plândan sesleniyordu.

Aslında kendisini yetiştirmeye çalışan birisiydi de.

Elinden geldikçe kitap okumaya çalışıyor; daha bilgili bir baba olarak çocuklarının karşısına dikilmek istiyordu. Kendisinin 'câhil' olduğunu düşünmelerine tahammül edemezdi.

Konuşma esnasında bir ara "Bu yaştan sonra yabancı dil kursuna bile gittik hocam!" dediğini hatırlıyorum.

Kısacası miskin, uyuşuk, gamsız bir adam değildi.

Hatta dostları her şeyi kafasına gereğinden fazla taktığını söylüyorlardı.

Gerçekten ince ve duyarlı bir mizâcı vardı…

Kimseyi kırmamaya özen gösterirdi…

Çokça istismar edildiğini bile bile insanlar arası ilişkilerde içten ve nâzik olmaya itina ederdi.

Peki, bunca dikkatli yaşamaya çalıştığı bir ömrün âhirinde saplandığı bu 'mağlubiyet' düşüncesi de nereden geliyordu?

Neden çok idealist ve kararlı çıktığı bu yolun sonuna yaklaştığında "Olmadı! Beceremedim!" duygusuna kapılmıştı?

Aslında bu sorulara kendince bir cevap da bulmuştu.

Yaşadığı zaman âhir zamandı ve bu devre damgasını vuran olgu 'başarı' idi. İnsanlar başarıları nisbetinde değer görüyorlardı.

Dürüst, erdemli vs. olmanın pek bir kıymet-i harbiyesi yoktu. Bu tür değerlere, başarının kendilerine eşlik ettiği durumlarda itibar ediliyordu.

Bir kitapta okuduğu 'materyalizm' biraz da bu muydu yoksa?

Bu öyle bir anafordu ki, dindarından dinsizine, ahlâklısından dolandırıcısına herkese ârız olmuştu.

Daha fazla dindar olmak bile bu devirde başarılı/güçlü olmakla mümkündü sanki…

Sürekli öne çıkarılan 'işinde başarılı insan', 'iş adamı', 'iş kadını' gibi kavramlar çağın hâkim değerini deşifre ediyordu.

Evet, kendisi dürüsttü, duyarlıydı, iyi yürekliydi, yardımseverdi, en ufak bir trajedide gözleri dolardı ama ne yazık ki bunlar para etmiyordu.

Ona…

En yakınındakilere, aile fertlerine bile anlatamadığı derdini, neden benimle paylaştığını sordum…

Bana "Bilmiyorum" dedi: "Hocam, bilmiyorum"

Bense sadece dinledim onu…

Konuşarak düşüncelerini değiştirmeye hiç yeltenmedim…

Bir süre öyle sessizce oturduktan sonra "Bana müsaade hocam!" dedi…

Ve kalkıp gitti…

Sonraki günlerde nedense aklıma Hz. Nuh'a âit o meşhur dua takılacaktı:

"Rabbi inni mağlûb: Yenildim Allah'ım"
Murat Türker 


 
--------------------------------------------------------------------------------

 

Ey Allah'ım!


Ey duaları geri çevirmeyen Rahman!
Sana bütün gücümle, bütün kalbimle ve kalbimin tercümanı olan gözyaşlarımla yalvarıyorum.
Seni tanımayan biçarelere de göster kendini. Tattır onlara sevgini.
Bilsinler ne büyük bir aşk olduğunu.
Bilsinler Senin alemlere Rahmet olan Rasülünü.
Bilsinler Senin affediciliğini. Onlar da gelsin Senin mağfiret kapına.
Onlar da istesin Seni bizim istedigimiz gibi.
Rabb'im hayatında hiç Sana ibadet etmemiş, içinde hiç Allah aşkı olmayan,
imana susamış ama susuzluğunun kaynağını bilmeyen bu insanlara hidayet nasip et ne olur!
Ne olur Allah'ım;..
Senin içime koyduğun sevgiyle sevdim ben onları. Senin rızan için arkadaş dedim onlara.
Rabbim ben sadece bu dünya icin sevmiyorum.
Sevdiğim herkesi ahirette de birlikte olayım diye seviyorum.
Sana gelirken onlarla birlikte geleyim diye seviyorum. Yani herkesi seviyorum Sen;den ötürü.
Allah'ım! Ya sarılırsa yakama, ya bana derse o Büyük Günde, Neden anlatmadın bana Rabbini?
Neden anlatmadın bana cennet-cehennemi? Neden Rahmet Peygamberinden söz etmedin?
Neden bu ilahi düğüne beni de davet etmedin?
Sen benim arkadaşım değil miydin?
Hani arkadaslar birbirlerine herşeyi anlatırlardı. Sen bana neden anlatmadın?
Bana neden bugünden haber vermedin? Neden, neden, neden?"
Allah'ım!! Ben ne yaparim bu soruların karşılığında? Ne cevap veririm, nasıl dayanırım?
Omuzlarım kaldırır mı bu yükü?
Öyle bir yük, öyle bir yük ki Sana ve Rasülüne kavuşmanın sevincini yaşatmayacak bana.
Çünkü bir şeyleri eksik bırakmışım ben dünyada. Haketmemişim ben bu sevinci..
Tam Sana kavuştum derken bu arkadaşımın hakkının altından nasıl kalkarım,
nasıl öderim bu vebali?
Rabbim Sen istersen, Sen ol dersen ne olmaz ki!ALLAH'ım onları da aramıza kat.
Onları da Sana yönelt. Onlar da sevsin Seni. Seni sevince zaten bulacak bütün güzelliği,
bütün doğruluğu.
Seni sevince ölümü de sevecek, peygamberleri de sevecek. Herşeyi, herkesi sevecek.
Seni seven neyi sevmemiş ki? Ben acizim, birşey yapamıyorum duadan baska.
Elimden fazlası gelmiyor. Senin sevgini yine ancak Sen koyarsın onların kalbine.
Sen yöneltirsin onları kendine.
Allah'm! Yapabildiğim tek şey şu anda gözyaşlarımla birlikte elimi açıp sana yalvarmak.
Yalvarıyorum hidayet nasip et onlara.
Asıl mutluluğu ver onlara ve onlar gibilere.
Ver onlara Allah'im sevgini!
Yağdır Rahmetini!
Ve beni de bütün müslüman kardeşlerimi de affet Rabb;im
                                  AMİN

 

-----------------------------------------------------------------------------------------------------


Öyle Bir Hayat Yaşa ki, Müjdelerle Ölesin!..


"Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: «Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin!» derler." (Fussilet, 30)

Hendek Gazvesi'nde olduğu gibi tahammülün son raddesine dayandığı ve sabırların zorlandığı anlarda Allah Rasûlü ümmetine, "Esas hayat, âhiret hayatıdır." buyurarak bu dünyanın musîbet ve imtihanlarının geçici olduğunu ve bunların istikbaldeki mükâfâtların sermayesi hâline dönüşeceğini tebliğ ediyorlardı.

Diğer taraftan Mekke Fethi'nde olduğu gibi büyük bedeller ödenerek ulaşılan muvaffakiyet ve zaferler karşısında da nefsin ve gururun tuzağına düşmemek için yine; "Esas hayat, âhiret hayatıdır." buyuruyorlardı.


Sefâletini saâdet zanneden gâfiller; "Hayat nedir?" sorusuna, "İşte bu yaşadığımız gündür. O da kabir kapısında bitecektir." diye cevap verirler.

Toprağın rutûbeti ve mezar taşlarının katılığında tükeneceği düşünülen böyle gâfilâne bir hayattan daha acı ne olabilir ki?!

Yaşanan hastalıklar, beklenmeyen sürprizler, meydana gelen felaketler, nice hayâtî tehlikeler; ölümle insan arasında ne ince bir perde olduğunu göstermeye kâfî değil midir?

Bu kadar îkaz ve alâmetlere rağmen ömür takviminden yaprakların birer ikişer düşüşünü ekseriyetle binbir gaflet içinde ve hissiz bir şekilde seyretmek ne acı!..

Tıpkı üzerinden akıp giden yağmur damlalarından nasip almayan kayalar gibi…


Aslında bizler, doğduğumuz günden itibaren her geçen gün bir parça daha ölüyor ve farkında olmadan kesintisiz bir şekilde ölüme doğru yol alıyoruz.

O hâlde, gerçek sonsuz hayat, beşikle tabut arasındaki mesafeye sığmayacak kadar ulvî ve ebedî bir hakikattir.

Böylesine sonsuz bir hayat karşısında dünya hayatı, deryadaki katre kabîlinden değil midir?

Bu yüzden asıl hayat, Kur'ân ve sünnet hakikatlerini rûhâniyet cenneti içinde yaşayarak ebedî saadete nâil olabilmektir.

Bunun yolu da dünya hayatını, musîbetleri ile de, ziynetleri ile de ebedî hayatın ilk merhalesini teşkil eden bir imtihan safhası olarak görmekten geçer.

Şâir, yaratılış gâyesine uygun, huzur dolu, şerefli ve haysiyetli bir hayatı şöyle ifadelendirir:

Seni annen doğurup attığı gün ağlıyordun,
Bütün âlem gülüyordu bir yanda,
Şimdi öyle bir ömür sür ki, ölürken gülesin;
Çağlasın gözyaşı hâlinde cihân arkanda


Son nefes; buğusuz, berrak bir ayna gibidir.

Dünyaya vedâ hâlindeki her insan, bu aynada güzellikleri ve çirkinlikleri ile geride bıraktığı bütün bir ömrünü yeniden seyreder.

Son nefesimizin pişmanlıkla seyrettiğimiz bir ayna olmaması için Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye'nin feyizli ikliminde hayır-hasenât ve sâlih amellerle müzeyyen bir kulluk hayatı yaşamamız zarûrîdir.

Zira hadîs-i şerifte; "Kişi yaşadığı hâl üzere ölür, öldüğü hâl üzere haşrolunur." (Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, V, 663) buyrulmaktadır.


Başka bir ifadeyle son nefes, acı-tatlı hâtıralarıyla yaşanmış olan fânî hayat sahnesinin son perdesidir.

İşte ebedî âhiret yolculuğuna çıkarken, dünya hayatına bakıp söylenen bu "son elvedâ"nın mâhiyeti çok mânidardır.
Necip Fâzıl'ın dediği gibi:

O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrâil'e "Hoş geldin" diyebilmekte hüner…

Unutmamalıdır ki, ârif ve âşık gönüllü Hak dostlarının dünyadaki huzurlu hayatı, kabir âlemlerinde de aynı huzur ikliminde devam etmektedir.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kabir âleminin, onlar için bir cennet bahçesi hâlinde olduğunu müjdelemektedir.

Aşağıdaki mısralar, âdeta böyle bir huzuru terennüm etmektedir:

Ölüm, âsûde bahar ülkesidir bir rinde
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
Ve serin selviler altında yatan kabrinde
Her seher bir gül açar, her gece bülbül öter

(Y. Kemal Beyatlı)


 
ahmeds sayfasına gitmek için tıklayınız
Can Ahmedims.a.v.sayfasına gitmek için tıklayınız 





Windows Live Messenger'ın için ücretsiz güncelleştirme! Buraya tıkla!

Windows Live Messenger'ın için ücretsiz güncelleştirme! Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: