7 Kasım 2008 Cuma

(Namaz Zamanı) Esselam...cumamız hayırlara vesile olur inşallah..duada buluşalım...hoşça bakın zatınıza...vessselam





 

Gerçeğe açılmak




"Çalınan her kapı hemen açılsaydı, ümidin, sabrın ve isteğin derecesi anlaşılmazdı. Bir kelebek avcısı bile çalıların yırttığı ayaklarla koşmak zorundaysa, hayatın anlamını eliyle koymuş gibi bulmak kimin harcı" Telefonuma mesaj olarak gelen yukarıdaki cümleyi kim söylemiş, kime söylemiş, ne için söylemiş, hangi makamda söylemiş bilmiyorum ama yaşadığım "an"a uygundu, adeta uykumdan uyandırdı… Açıkçası kimin gönderdiğini de bilmiyorum, bildiğim hayatın anlamına dair söylenmiş çok bilgece bir söz olduğu… Güzel söz, gerçeğin gerdanlığı gibi asılı durdu şuurumda…

Şükür edebilmek başarısızlıklarından, onlardan ciddî dersler çıkartmayı gerektiriyor… Sıradanlıktan sıyrılmak, farklı düşünebilmek, bayağı bakışları bırakıp kimsenin görmediğini görebilmek; arayış ve gayretlerini bıkmadan sürdürebilenlerin harcı olmalı… Bulmak gibi derdi olmayanların maddesel anlamda çok şeyleri olsa da hiçbir şeyleri yoktur gerçekte… Oyunlarla oynaşmakla kendilerini avutur ve kandırırlar sadece, sadeliğin gücünden ve güzelliğinden habersiz…

Her şeyden haberdar olmak isterken kendilerinden habersizler, hayatın hayrını yakalamayı, kelebek kanatlarla yıldızlara çıkmayı bilebilirler mi? Dert dikenlerinden dersler çıkarmayı bilmeyenler, kapı kapı dolaşıp gerçeği aramayı kendine dert edinmeyenler, hangi hayat standardında, nerede yaşıyor olsalar da boşluğun derin dibinde dipdiri uyuyorlardır…

Uyumakla büyümez hayatın hakikati, hakikatin hayatı… Aramak, aramak, bir daha aramak, bulduğunla yetinmeyerek daha fazlasını istemekle gelir, gerçeğin gerçeği…

Çöllerde yalnızlıkta yanmaya, kutuplarda üşümeye üşenmemeyi düşünenlerin ayağına gelir gerçek ve çat kapı çalar "ben geldim". Her kapıyı çalmak ve sonrasında kendi kapısını açık yüreklilikle açabilenlere şans diye gelir, gerçek…

Serap peşinde değil, sabır adımlarla ümidin arkasından koşanları kucağına alır, şefkatli hayat…

Kapılar açılmıyorsa daha çalacak çok kapı, sabır merdivenlerinden çıkılacak çok basamak, ümidin renklerinden devşirilecek çok ışık vardır… Varlığın hayat sırrını yakalamak çok kolay olsaydı, bunca arayış sürüp gider miydi böyle?

Bir o kadar da kolaydır onu yakalamak, kelebeği yakalamak için çalılarda yırtılmayı göze almak kadar kolay… Kozadan kelebeğe giden yol izlendiğinde çok daha kolay olacaktır, yıldızlara kanatlanmak…

Kapılar açılmak içindir, açılmayacak olsaydı duvar olurdu; duvar dibinde uyuya duranlar ne hayattan haberdardır, ne de hayatın gerçeğinden. Kapıları ümit ve sabırla aşındıranlara bir gün "gerçek" açılacaktır, bunda olmasa da diğerinde…
 

Hüseyin EREN

 
Çocuk mu yaramaz, anne-baba mı?
 
Vefat eden her çocuk cennetliktir. Yani çocuk doğduğunda bir melektir. Kalsa da ölse de cennetliktir. Çocuk, yazısız bir sayfa gibidir. O yazısı olmayan sayfaya, deftere anne-baba yazı yazacaktır.

Çocuğun aile hayatı ve çevresi, çocuk üzerinde önemli izler bırakır. Geçimsiz anne-baba ile geçimli olanların çocukları arasında fark vardır. Fakirlik ve zenginlik çocuğa tesir ettiği gibi, dindar olup olmamak da aynı şekilde tesirlidir. Çünkü çocuk kedi yavrusu değil ki, karnını doyurup, sırtını okşayınca gönlü hoş olsun; çocuk akıl bakımından kalp bakımından tatmin olmak ister. Bunları bulamazsa insani değerleri kaybolmaya başlar, cemiyet için zararlı bir hale gelir. Böylesine bir çocuk yetiştiren toplum da geleceğini tehlikeye düşürmüş demektir.

Çocuk, gördüğünü yapar, duyduğunu anlar. Hiçbir çocuk sadece kulağından terbiye edilemez. Müzisyen bir ailenin çocuğu keman vs. çalar, hafız bir baba, çocuğuna Kur'an ezberletmeye uğraşır. Dikkat edilirse, çocuk anne-babası hangi lisanı konuşuyorsa o da onu öğrenir. Çünkü çocuk, ana-babasından gördüğünü yapar. Yani çocuk, anne-babasının kopyasıdır.

Demek ki çocuğun kötüsü olmaz. Allah hayırlı ana-baba versin. Çocuğun kaderiyle, ana-babanın kaderi bir bütündür. Ağaç neyse, meyvesi de odur. Hangi ağacı diktiysek onun meyvesini toplarız. Söğüdün meyvesi olmaz... Limon ağacından hurma alınmaz. Çocuğun ailesi kadar, okulu ve çevresi de önemlidir. O kadar yanlış sözler, o kadar yanlış yayınlar var ki, çocuk hemen onlara kapılır...

Çocuğa en başta İslam'ın ruhunu vermek lazım. Ben çocuklarıma namaz kılın demedim. Amma ben de namazlarıma dikkat ettim. Oruç tutun demedim, ama hastalansam da orucumu bozmadım. Böylece çocuklarıma İslam'ın ruhunu öğretmeye çalıştım.

Anne-babaların dikkat etmesi gereken konulardan biri de, çocuklarıyla ipleri koparmama konusudur. Çocukla irtibatı devam ettirme... Çünkü gönül sarayını yıktı mı, o viraneden bir şey olmaz artık... İpleri koparmamak gerekir.

Çocuğumuzdan ne istediğimize dikkat edelim. Uslu ol, terbiyeli ol, saygılı ol, her şeye karışma, kırıp dökme... Bu vasıflar çok olgun insanda vardır, çocukta nasıl olsun?.. Bunu isteyen ebeveynin kendisi acaba o seviyede mi?

Çocuğu terbiye eden ana-baba, sabırsızlığından dolayı bir sürü hadiselere sebebiyet veriyor. Çocuk, dilediği gibi konuşacak, aklına gelen sözü söyleyecek... Bunları biz hoş göreceğiz. Zaten bunları yapmazsa çocuk olmaz, olgun bir insan olur.

Her yaşın, bir yaşam tarzı vardır. Ergenlik, karşı cinse alaka gösterme dönemidir. Bir delikanlı, kız arkadaş; kız çocuğu da erkek arkadaş ister. Kendini onlara beğendirmeye uğraşır. Saçına elbisesine çok dikkat eder. Kendini şekilden şekile sokar ki dikkat çeksin. Kızlarda açılma, makyaj yapma gibi haller başlar. Saçından ayakkabısına kadar her şeyiyle uğraşır. Neden; erkeğin dikkatini çeksin diye... Aynı şey erkek için de geçerlidir.

Bu iş dindar aile olup olmamaya da bakmaz. Bu haller, nefsin şiddetli istekleridir. Peki aileler ne yapacak? "Bu da geçer" diyecek. Çocukların ruhi durumları birbirinden farklılık gösterir. Kimisi anlayışlı, kimisi heyecanlı, kimisi mahcup, kimisi korkak, kimisi sinirli olabilir.

Tuz ruhu ile insan ruhu arasında fark görmeyen bazı ebeveynler de çocukların bu hallerini anlamayarak, kötü durumlara düşüyorlar...


HEKİMOĞLU İSMAİL

 

Siz de tevazu kapısında bekleyenlerden misiniz?


Seyyid Ahmed Rifai Hazretleri Bağdat'ta unutulmayacak değerde verdiği derslerinin en başına tevazuu alıyor ve şöyle hatırlatmada bulunuyordu dikkat kesilen dinleyicilerine:

- Allah'a açılan kapılar çoktur. Her kapıda da bekleyenler vardır. Ancak tevazu kapısında pek kalabalık yoktur. Ben o tevazu kapısını tercih ettim, çok bekletilmeden kabul gördüm. Tavsiye ederim, siz de tevazu kapısında bekleyin. Bundan sonra tevazu ve tekebbüre misal olarak bahçedeki dimdik duran bir hurma ağacıyla yapraklarını toprak üzerine sermiş bir kabağı göstererek der ki:

- Bakın şu hurma ağacına, tevazu göstermeyip dik başlılık etmiş, Allah da meyvesi olan salkımlarını başına yüklemiş, olanca ağırlığıyla başında taşımaktadır. Bir de şu yüzünü yerlere sermiş kabağa bakın. Tevazu gösterip yapraklarını zemine sermiş, meyvesi olan kocaman kabakların ağırlıklarını da toprağın üzerine bırakmış, yükünü yer çekmekte, kendisi rahat etmektedir. Konuyu şöyle bağlamış:

- İşte demiş, mütevazı ile mütekebbirin misali de böyledir. Tevazu sahiplerinin bir iddiası olmadığından rahattırlar. Başlarında benlik yükü yoktur. Yüzleri hep yerlerdedir. Kibirlilerin ise başlarında öylesine bir benlik yükü vardır ki, onu korumak için hep dik başlılık eder, enaniyet yükünü ömür boyu başlarında taşırlar.

Hep mütevazı giyinen, mütevazı yaşayan Rifai Hazretleri'ne itiraz edenler de çıkar Bağdat'ta. Derler ki:

- Efendi Hazretleri, siz de başkaları gibi sırtınıza gösterişli şeyh cübbesi giyip, başınıza da büyükçe bir mürşid sarığı sarsanız daha etkili olursunuz insanlara.

Bu teklife verdiği cevap da fevkalade düşündürücüdür. Şöyle açıklar düşüncelerini. Der ki:

- Eğer insanların hidayetine sebep olacaksam çaputtan değil ateşten bile cübbe giyer, alevden bile sarık sararım. Lakin düşünürüm ki, büyüklerin sahip olduğu ilim, irfana sahip olmadığım halde kıyafetlerine bürünüp onlar gibi görünmek münafıklıktan başka bir şey değildir! Ya onlar gibi ilim, irfan sahibi olup hizmet veren biri olmalıyım, ya da ilmine, irfanına sahip olmadığım büyüklerden biri gibi görünmemeli, onların itibarını kullanan bir istismarcı durumuna girmemeliyim.

Gariptir ki Rifai Hazretleri böylesine bir dikkat içinde iken Bağdat, Basra civarlarında şeyh cübbesi giyip, mürşid sarığı saranların çoğaldığını da görür. Bunlardan bir gence sokakta rastlayınca der ki:

- Oğlum bak, kimin elbisesini giymişsin dikkat et. Elbisesini giydiğin insanlar gibi ilim, irfanın yoksa onların kıyafetine girip de onlar gibi görünmeye hakkın da yok. Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol ki, kıyafetine büründüğün büyüklerin itibarını kullanan biri durumuna girmeyesin.

Kendisi mütevazı giyim kuşam içinde iddiasız hayatını sürdürürken Bağdat, Basra, Horasan civarlarında sıkıntıya düşenler gelerek kendisinden, 'Senin duan kabul olur, bize dua et.' ricasında bulunurlardı. O ise bunlara duygularını şöyle açıklardı:

- Ben kimim ki benden dua istiyorsunuz? Aslında siz böyle düşünmekte mazur olabilirsiniz, ama ben kendimi duası istenecek biri gibi görmekte mazur olamam. Eğer ben de sizin gibi kendimi duası kabul olacak biri kabul edersem, Allah beni Firavn ve Haman ile eşit tutar mahşerde. Onlar da kendilerini halkın büyüğü sanıyor, üstünlük gururuyla dolaşıyorlardı insanların arasında.

Rifai Hazretleri'nin bu mütevazı hali bize Hazreti Aişe validemizin cevaplarını hatırlatıyor. Aişe validemize demişler ki: 'İnsan ne zaman büyüklerden olur?' Demiş ki: 'Ne zaman kendini küçüklerden bilirse!' 'Ne zaman küçüklerden olur?' 'Ne zaman kendini büyüklerden bilirse!'

Ne dersiniz? Bu yorumlardan sonra biz de kendimizi büyüklerden biri olarak görebiliyor muyuz? Yoksa tevazu kapısında bekleyen küçüklerden biri olmaya çoktan razı olduk mu?


AHMED ŞAHİN

" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"




Tamamıyla yeni Windows Live Messenger ailesine katıl Buraya tıkla!

Tamamıyla yeni Windows Live Messenger ailesine katıl Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: