Metin Karabaşoğlu
YUSUF KISSASI, 'KISSALARIN EN GÜZELİ' diye de şöhret bulmuş bir peygamber kıssası olarak, Kur'ân-ı Hakîm'de zikri geçen manidar kıssalardan biridir. Özellikle
de Yusuf sûresinde, onun bir peygamber çocuğu olarak geçen çocukluk yılları, gençliğine henüz adım atacakken gördüğü bir rüya, bu rüyayı bir şekilde öğrenen
ağabeylerinin içine düştükleri kıskançlık krizi, Yusuf'u öldürerek bu krizden kurtulmaya çalışmaları, diğerlerinden daha makul ve daha şefkatli olan en
büyük kardeşin bu plana açıkça karşı koyamamakla birlikte en azından öldürme planına engel oluşu, onun müdahalesi ile öldürme fiilinin kuyuya bırakma fiiline
dönüşmesi.. derken, Yusuf aleyhisselamın adım adım anlatılan hayat öyküsünün her bir karesi her zamanın ve de bu zamanın insanına hayata dair hayatî dersler
taşır.
Kıssanın Yusuf aleyhisselam ekseninde gelişen bu manidar seyri içinde, fonda, bir başka peygamberin, Yakub aleyhisselamın izi ve eseri hissedilir. Yusuf'un
babası olarak Yakub aleyhisselamın yaşadıkları, onun "Ben keder ve üzüntümü ancak Allah'a anlatırım" (Yusuf, 12:85) şeklindeki muazzam tavrına paralel
olarak, pek öne çıkmaz. Yusuf kıssasının başından sonuna Yakub aleyhisselam hep vardır; ama geride durmakta, nadiren öne çıkmaktadır.
Mâlûm, kardeşleri Yusuf'u kuyuya attıktan ve kestikleri bir koyunun kanına buladıkları gömleğini de "Yusuf'u kurt parçaladı" diye getirdikten sonra, Yusuf'u
parçalarken gömleğine zarar vermeyen bir kurt masalına kesinkes inanmayan biri ve gaybaşina nazara sahip bir nebî olarak, oğullarına "Hayır!" der Yakub
aleyhisselam. "Hayır! Mutlaka nefsiniz size bir iş uydurmuştur. Bana düşen, yalnız güzelce sabretmektir. Sizin anlattıklarınıza karşı da, Allah'tan yardım
dilerim."
Buradan sonra, Yusuf birilerince kuyudan çıkarılır, köleleştirilip Mısır'a götürülür, köle olarak azizin sarayına alınır, azizin hanımının fitnesiyle yüzyüze
kalır, zindana atılır, uzun seneler sonra suçsuzluğu tebeyyün eder, zindandan kurtulup Mısır sarayının azizliğine kadar yükselir iken, Yakub aleyhisselam
cephesinde hep 'sabır' ve 'Allah'tan yardım dileme' vardır. O, anlaşıldığı kadarıyla onbir-oniki yaş civarında yitirdiği oğlundan yaklaşık otuz yıl hiç
haber almamıştır. Otuz yıla yakın, Yusuf'un ölüsüne veya dirisine dair en küçük bir emareye ulaşmış da değildir. Bir baba olarak, bir yanda bu duruma sabretmiş,
nebîler arasında en seçkin vasfı haline gelecek şekvâsı ile, "Ben keder ve üzüntümü ancak Allah'a anlatırım (eşkû: şikayet ederim)" demiş; keder ve hüznünü
kendisi gibi aciz kullara açıp onlara yakınıp durmaktan kesinlikle uzak durmuştur. Bu peygamber sabrı ve bu peygamberâne şekvâsı ile kendi ubudiyet miracına
yükselirken, öldüğüne dair kesin bir karine edinmediği Yusuf'un hayatta olduğu ümidini de hep korumuştur. Varsın oğlundan en küçük haber gelmesin, varsın
otuz senedir yaşadığına dair bir bilgi edinmesin; madem ki öldüğü tebeyyün etmiş değildir, onun yaşadığına dair ümitvar olmayı korumuştur. Bu durumun çok
daha hafifini yaşayanların aklî dengelerini yitirdiği bu büyük imtihanda Yakub aleyhisselamın sergilediği en önemli dört vasıf sabır, şekvâsını yalnız
Allah'a iletme, yardımı O'ndan dileme ve de O'ndan ümidini kesmemedir.
Sonuçta, dünyanın o gün meskûn olan bölgelerinin önemli kısmını, bu arada Ken'an ilini (Filistin'i) de kasıp kavuran uzun kıtlık yılları gelip çattığında,
aziz olarak Yusuf'un görev yaptığı Mısır'da bolca erzak bulunduğunu duyan herkes Mısır'a akın ederken, Yusuf'un kardeşleri de erzak edinmek için Mısır'a
koşacak; yaklaşık otuz yıl öncesinde kalmış bir sır da bu vesileyle aydınlanacaktır. Yusuf aleyhisselamın öz ve küçük kardeşi Bünyamin'i yanına almak ve
de hem ağabeylerinin geçmişte kendisine yaptıklarını derhatır etmelerine, hem babasının kendisinin hayatta olduğuna dair bir karine edinmesine vesile olmak
üzere giriştiği bir tedbirden sonra, düğüm adım adım çözülür. Bu hengâmda, Bünyamin'in de Mısır'da alıkonulması karşısında, "Babanızın sizden Allah adına
kuvvetli bir söz aldığını ve daha önce Yusuf'a neler yaptığınızı biliyorsunuz. Babam bana izin verinceye veya Allah hükmünü gösterinceye kadar bu yerden
ayrılmayacağım" diyen—şefkatçe ve hikmetçe diğerlerinden üstün olan—en büyük kardeş de, anlaşıldığına göre, Mısır'da kalacaktır. Kardeşler, böyle bir durumda
Filistin'e dönüp durumu anlattıklarında ise, Yakub aleyhisselam, yaklaşık otuz yıl önce sergilediğine benzer bir sabır ve ümit şahikası daha sergileyecektir:
"... Bana düşen, yalnızca güzel bir sabırdır. Allah'ın yakında hepsini geri getireceğini umuyorum. Şüphesiz Allah, Alîm ve Hakîm'dir."
Onları bırakıp giderken "Ah Yusuf'um!" diye hasretini ve kederini de ihsas eden Yakub aleyhisselama oğulları, "Allah'a andolsun ki; sen Yusuf'u anmaktan
kendini alamıyorsun. Sonunda ya eriyeceksin veya yok olup gideceksin" dediklerinde ise, "Ben keder ve üzüntümü ancak Allah'a anlatırım. Ve ben, sizin bilmediğiniz
şeyleri, Allah'tan bilirim" buyurup, ekleyecektir: "Ey oğullarım! Gidin, Yusuf'u ve kardeşini araştırın. Ve Allah'ın revhinden (rahata erdirmesinden, rahmetinden)
ümit kesmeyin. Zira kâfir bir toplumdan başkası Allah'ın revhinden ümit kesmez."
Gerisini hepiniz bilirsiniz. Kardeşleri, Yakub aleyhisselamın yaklaşık otuz yıl hakkında hiçbir haber alamadığı, ancak öldüğüne dair kesin bir habere de
ulaşmadığı için yaşadığına ve bir gün Allah'ın kavuşturacağına dair ümidini hep koruduğu kardeşleri Yusuf'un, muhatap oldukları Mısır azizi olduklarını
öğrenecek, geçmişteki kurdukları tuzağı itiraf edecek, Yusuf aleyhisselam tarafından peygamberlere yakışır bir olgunluk ve şefkat ile bağışlanacaklar,
sonrasında da aile tekrar biraraya gelecektir. Sebepler dairesinde ümit ışığı uyandıran tek bir emare bulunmadan geçen otuz yıla mukabil, Yakub aleyhisselamın
sergilediği dört büyük haslet—sabır, şekvâsını Allah'a arzetme, yardımı Allah'tan dileme, ve de O'nun revhinden ümidi kesmeme—Yusuf'a tekrar kavuşma suretinde
sonuçlanmıştır.
Ve, dikkat edelim ki, Yakub şekvâsını ancak Allah'a arzetmiş ve de Allah'ın rahata erdirmesinden asla ümidini kesmemiştir. "Zira, kâfir bir toplumdan başkası
Allah'ın revhinden ümit kesmez."
Kâfir bir toplum, Allah'ın revhinden ümit keser. Çünkü, kâfirin nazarında eşyanın yalnız mülk boyutu vardır, melekûtî boyutu yoktur. Onun dünyası sebepler
âleminden ibarettir; herşeyi sebepler dairesinde tartar biçer. O yüzden, sebepler dairesinde ümit veren birşey yoksa, ümitsizliğe düşer. Mü'min ise, tanım
gereği, mülkün ardında melekûtu, sebeplerin ardında Müsebbibü'l-Esbâbı görendir. Asıl olan melekût olduğunu, sebeplerin ardında ve sebepleri perde ederek
işgörenin Müsebbibü'l-Esbâb olan Kadîr-i Zülcelâl olduğunu bilendir. O yüzden, mü'min, sebepler dairesindeki tartıp biçmelerle bitirmez işini. Sebepler
dairesinde ümit veren birşey gözükmese dahi, bilir ki, işgören Müsebbibü'l-Esbab'dır ve O, isterse ve hikmeti iktiza ederse, görülmedik bir sebep yaratarak,
umulmadık yerde ve umulmadık zamanda kullarını rahata ve rahmete erdirebilir.
Yakub aleyhisselam, bu imanî talimi bir nebî olarak bihakkın özümsediği içindir ki, sebepler dairesinde hiçbir ümit ışığının gözükmediği ama olumsuz duruma—Yusuf'un
öldüğüne—dair açık bir delilin de olmadığı onca uzun yıl boyunca Allah'ın revhinden ümidini kesmemiş; zira, sebeplere takılıp kalarak değil, Müsebbibü'l-Esbab'ı
bilerek muhakeme yürütmüştür. Sonuç, yürütülen bu imanî muhakemenin, beklenmedik bir anda gelen bir büyük buluşma ile Allah katında teyidi ve tasdikidir.
Madem vâkıa budur, bizim de karanlık ve zahirde ümitsiz görünen vak'alarda dahi, olumsuz sonuca dair kesin bir delil olmadıkça ümidimizi korumamız ve birbirimize
ümit aşılamamız gerekiyor. Çünkü, mü'minin şiarı ve imanın bir gereğidir ümit.
O halde, Yakub gibi olalım ki Yusuf'umuza kavuşalım.
YUSUF KISSASI, 'KISSALARIN EN GÜZELİ' diye de şöhret bulmuş bir peygamber kıssası olarak, Kur'ân-ı Hakîm'de zikri geçen manidar kıssalardan biridir. Özellikle
de Yusuf sûresinde, onun bir peygamber çocuğu olarak geçen çocukluk yılları, gençliğine henüz adım atacakken gördüğü bir rüya, bu rüyayı bir şekilde öğrenen
ağabeylerinin içine düştükleri kıskançlık krizi, Yusuf'u öldürerek bu krizden kurtulmaya çalışmaları, diğerlerinden daha makul ve daha şefkatli olan en
büyük kardeşin bu plana açıkça karşı koyamamakla birlikte en azından öldürme planına engel oluşu, onun müdahalesi ile öldürme fiilinin kuyuya bırakma fiiline
dönüşmesi.. derken, Yusuf aleyhisselamın adım adım anlatılan hayat öyküsünün her bir karesi her zamanın ve de bu zamanın insanına hayata dair hayatî dersler
taşır.
Kıssanın Yusuf aleyhisselam ekseninde gelişen bu manidar seyri içinde, fonda, bir başka peygamberin, Yakub aleyhisselamın izi ve eseri hissedilir. Yusuf'un
babası olarak Yakub aleyhisselamın yaşadıkları, onun "Ben keder ve üzüntümü ancak Allah'a anlatırım" (Yusuf, 12:85) şeklindeki muazzam tavrına paralel
olarak, pek öne çıkmaz. Yusuf kıssasının başından sonuna Yakub aleyhisselam hep vardır; ama geride durmakta, nadiren öne çıkmaktadır.
Mâlûm, kardeşleri Yusuf'u kuyuya attıktan ve kestikleri bir koyunun kanına buladıkları gömleğini de "Yusuf'u kurt parçaladı" diye getirdikten sonra, Yusuf'u
parçalarken gömleğine zarar vermeyen bir kurt masalına kesinkes inanmayan biri ve gaybaşina nazara sahip bir nebî olarak, oğullarına "Hayır!" der Yakub
aleyhisselam. "Hayır! Mutlaka nefsiniz size bir iş uydurmuştur. Bana düşen, yalnız güzelce sabretmektir. Sizin anlattıklarınıza karşı da, Allah'tan yardım
dilerim."
Buradan sonra, Yusuf birilerince kuyudan çıkarılır, köleleştirilip Mısır'a götürülür, köle olarak azizin sarayına alınır, azizin hanımının fitnesiyle yüzyüze
kalır, zindana atılır, uzun seneler sonra suçsuzluğu tebeyyün eder, zindandan kurtulup Mısır sarayının azizliğine kadar yükselir iken, Yakub aleyhisselam
cephesinde hep 'sabır' ve 'Allah'tan yardım dileme' vardır. O, anlaşıldığı kadarıyla onbir-oniki yaş civarında yitirdiği oğlundan yaklaşık otuz yıl hiç
haber almamıştır. Otuz yıla yakın, Yusuf'un ölüsüne veya dirisine dair en küçük bir emareye ulaşmış da değildir. Bir baba olarak, bir yanda bu duruma sabretmiş,
nebîler arasında en seçkin vasfı haline gelecek şekvâsı ile, "Ben keder ve üzüntümü ancak Allah'a anlatırım (eşkû: şikayet ederim)" demiş; keder ve hüznünü
kendisi gibi aciz kullara açıp onlara yakınıp durmaktan kesinlikle uzak durmuştur. Bu peygamber sabrı ve bu peygamberâne şekvâsı ile kendi ubudiyet miracına
yükselirken, öldüğüne dair kesin bir karine edinmediği Yusuf'un hayatta olduğu ümidini de hep korumuştur. Varsın oğlundan en küçük haber gelmesin, varsın
otuz senedir yaşadığına dair bir bilgi edinmesin; madem ki öldüğü tebeyyün etmiş değildir, onun yaşadığına dair ümitvar olmayı korumuştur. Bu durumun çok
daha hafifini yaşayanların aklî dengelerini yitirdiği bu büyük imtihanda Yakub aleyhisselamın sergilediği en önemli dört vasıf sabır, şekvâsını yalnız
Allah'a iletme, yardımı O'ndan dileme ve de O'ndan ümidini kesmemedir.
Sonuçta, dünyanın o gün meskûn olan bölgelerinin önemli kısmını, bu arada Ken'an ilini (Filistin'i) de kasıp kavuran uzun kıtlık yılları gelip çattığında,
aziz olarak Yusuf'un görev yaptığı Mısır'da bolca erzak bulunduğunu duyan herkes Mısır'a akın ederken, Yusuf'un kardeşleri de erzak edinmek için Mısır'a
koşacak; yaklaşık otuz yıl öncesinde kalmış bir sır da bu vesileyle aydınlanacaktır. Yusuf aleyhisselamın öz ve küçük kardeşi Bünyamin'i yanına almak ve
de hem ağabeylerinin geçmişte kendisine yaptıklarını derhatır etmelerine, hem babasının kendisinin hayatta olduğuna dair bir karine edinmesine vesile olmak
üzere giriştiği bir tedbirden sonra, düğüm adım adım çözülür. Bu hengâmda, Bünyamin'in de Mısır'da alıkonulması karşısında, "Babanızın sizden Allah adına
kuvvetli bir söz aldığını ve daha önce Yusuf'a neler yaptığınızı biliyorsunuz. Babam bana izin verinceye veya Allah hükmünü gösterinceye kadar bu yerden
ayrılmayacağım" diyen—şefkatçe ve hikmetçe diğerlerinden üstün olan—en büyük kardeş de, anlaşıldığına göre, Mısır'da kalacaktır. Kardeşler, böyle bir durumda
Filistin'e dönüp durumu anlattıklarında ise, Yakub aleyhisselam, yaklaşık otuz yıl önce sergilediğine benzer bir sabır ve ümit şahikası daha sergileyecektir:
"... Bana düşen, yalnızca güzel bir sabırdır. Allah'ın yakında hepsini geri getireceğini umuyorum. Şüphesiz Allah, Alîm ve Hakîm'dir."
Onları bırakıp giderken "Ah Yusuf'um!" diye hasretini ve kederini de ihsas eden Yakub aleyhisselama oğulları, "Allah'a andolsun ki; sen Yusuf'u anmaktan
kendini alamıyorsun. Sonunda ya eriyeceksin veya yok olup gideceksin" dediklerinde ise, "Ben keder ve üzüntümü ancak Allah'a anlatırım. Ve ben, sizin bilmediğiniz
şeyleri, Allah'tan bilirim" buyurup, ekleyecektir: "Ey oğullarım! Gidin, Yusuf'u ve kardeşini araştırın. Ve Allah'ın revhinden (rahata erdirmesinden, rahmetinden)
ümit kesmeyin. Zira kâfir bir toplumdan başkası Allah'ın revhinden ümit kesmez."
Gerisini hepiniz bilirsiniz. Kardeşleri, Yakub aleyhisselamın yaklaşık otuz yıl hakkında hiçbir haber alamadığı, ancak öldüğüne dair kesin bir habere de
ulaşmadığı için yaşadığına ve bir gün Allah'ın kavuşturacağına dair ümidini hep koruduğu kardeşleri Yusuf'un, muhatap oldukları Mısır azizi olduklarını
öğrenecek, geçmişteki kurdukları tuzağı itiraf edecek, Yusuf aleyhisselam tarafından peygamberlere yakışır bir olgunluk ve şefkat ile bağışlanacaklar,
sonrasında da aile tekrar biraraya gelecektir. Sebepler dairesinde ümit ışığı uyandıran tek bir emare bulunmadan geçen otuz yıla mukabil, Yakub aleyhisselamın
sergilediği dört büyük haslet—sabır, şekvâsını Allah'a arzetme, yardımı Allah'tan dileme, ve de O'nun revhinden ümidi kesmeme—Yusuf'a tekrar kavuşma suretinde
sonuçlanmıştır.
Ve, dikkat edelim ki, Yakub şekvâsını ancak Allah'a arzetmiş ve de Allah'ın rahata erdirmesinden asla ümidini kesmemiştir. "Zira, kâfir bir toplumdan başkası
Allah'ın revhinden ümit kesmez."
Kâfir bir toplum, Allah'ın revhinden ümit keser. Çünkü, kâfirin nazarında eşyanın yalnız mülk boyutu vardır, melekûtî boyutu yoktur. Onun dünyası sebepler
âleminden ibarettir; herşeyi sebepler dairesinde tartar biçer. O yüzden, sebepler dairesinde ümit veren birşey yoksa, ümitsizliğe düşer. Mü'min ise, tanım
gereği, mülkün ardında melekûtu, sebeplerin ardında Müsebbibü'l-Esbâbı görendir. Asıl olan melekût olduğunu, sebeplerin ardında ve sebepleri perde ederek
işgörenin Müsebbibü'l-Esbâb olan Kadîr-i Zülcelâl olduğunu bilendir. O yüzden, mü'min, sebepler dairesindeki tartıp biçmelerle bitirmez işini. Sebepler
dairesinde ümit veren birşey gözükmese dahi, bilir ki, işgören Müsebbibü'l-Esbab'dır ve O, isterse ve hikmeti iktiza ederse, görülmedik bir sebep yaratarak,
umulmadık yerde ve umulmadık zamanda kullarını rahata ve rahmete erdirebilir.
Yakub aleyhisselam, bu imanî talimi bir nebî olarak bihakkın özümsediği içindir ki, sebepler dairesinde hiçbir ümit ışığının gözükmediği ama olumsuz duruma—Yusuf'un
öldüğüne—dair açık bir delilin de olmadığı onca uzun yıl boyunca Allah'ın revhinden ümidini kesmemiş; zira, sebeplere takılıp kalarak değil, Müsebbibü'l-Esbab'ı
bilerek muhakeme yürütmüştür. Sonuç, yürütülen bu imanî muhakemenin, beklenmedik bir anda gelen bir büyük buluşma ile Allah katında teyidi ve tasdikidir.
Madem vâkıa budur, bizim de karanlık ve zahirde ümitsiz görünen vak'alarda dahi, olumsuz sonuca dair kesin bir delil olmadıkça ümidimizi korumamız ve birbirimize
ümit aşılamamız gerekiyor. Çünkü, mü'minin şiarı ve imanın bir gereğidir ümit.
O halde, Yakub gibi olalım ki Yusuf'umuza kavuşalım.
bugün geriye kalan ömrümün ilk günü
Koray Çetinol
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...
Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder