10 Eylül 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) ...Evet, kendini beğenen belâyı bulur, zahmete düşer;kendini beğenmeyen safâyı bulur, rahmete gider...Hayırlı cumalar baki selam ve dua ile Gönül dostlarım






 


Bir buluttan bir damla yağmur düştü.Bu damla denizin genişliğini görünce utandı:
" Şu deniz denilen yerde ben kim oluyorum? Eğer deniz buysa gerçekten ben hiçim " dedi.
Damla,kendisini hor görünce sedefin biri onu koynuna alıp seve seve besledi.
Felek de onun işini öyle düzgün yürüttü ki, nihayet padişahlara yaraşan namlı bir inci oldu.
Hasılı bu yüceliği kurumsuz olmakla buldu; Yokluk kapısını çaldığı için var oldu.

(Şeyh Sadi-i Şirazi'nin Gülistan'ından)

Evet, kendini beğenen belâyı bulur, zahmete düşer;
kendini beğenmeyen safâyı bulur, rahmete gider.
( Mektubat)
 
---------------------------------------------------------------------------------------

 
 Ey Hayy, ebedî diri olan Rabbim!


Taleb ve duâ üzerine nasıl olur da kerem etmezsin. Sen kerem sâhibisin.Ey mahlûkâtın, yaratıkların canlıların ihtiyâcını gideren Rabbim! Sen varken hiç bir kimseyi hatırlamak ve ondan bir şey ummak lâyık değildir.

Yâ Rabbî!
Rûhumda bir ilim katresi var. İlâhî onu hevâ rüzgarıyla ten toprağından muhâfaza eyle.
Ey ihsânı çok olan Rabbim!
Cefâ içinde geçip giden ömre merhamet et.
Ey affetmeyi seven Rabbim!
Bizi affeyle. İsyân derdimize çâre eyle.
Ey yardım isteyenlerin yardımcısı!
Bizi hidâyete çıkar.

Yâ Rabbî!
Duâ ve yakarışlarımızda sana lâyık olmayan sözleri bilmeyerek söyleyip hatâlarda bulunmuş isek, o kelimeleri sen ıslâh et ve duâmızı kabul buyur.
Çünkü sözlerin hâkimi ve sultanı ancak sensin.

Ey âlemin yaratıcısı!
Kasvetli, kararmış, katılaşmış âdetâ taş gibi olmuş olan kalbimizi mum gibi yumuşat, feryâdımızı, âh u vâhımızı, hoş eyle ki rahmetini celbetsin, çeksin.
Bizi köle gibi kullanan bu serkeş nefisten bizi satın al.
O nefis bıçağı kemiğe dayandı (zulmü canımıza yetti).

Yâ Rabbî! Sana ne arz edeyim. Çünkü sen gizli ve açık her şeyi bilirsin...

Hz. Mevlâna son demlerinde iken, dostu Siraceddin Tatari yi yanına çagırarak, kendisine su duayı ögretmis ve sıkıntılı zamanlarında okumasını tavsiye etmistir ..Ya Rabbi!
Bana ne senin zikrini unutturacak,
sana şevkimi söndürecek, seni tesbih ederken duyduğum lezzeti kesecek bir hastalık; ne de beni azdıracak, şer ve kötülüğümü artıracak bir sıhhat ver.

Ey Merhamet edenlerin merhametlisi!
Merhametinle bu duamı kabul et.

Amin Amin Amin 

 

------------------------------------------------------------------------------------------ 
Hayırlı Aile Nasıl Olur?


Bu suali aile içinde kime sorabiliriz?

Elbette aileyi teşkil eden iki temele.

Kimdir bu iki temel?

Bey ile hanımefendiden başkası olamaz. Çünkü ailenin hem temeli, hem de ayakta tutan direkleridirler bu iki insan.

Öyle ise aile demek, hanımla bey demektir. Ailenin, içinde bir ömrü tükettiği yuvanın bir bakıma cennet bahçesi haline gelmesi yahut da cehennem çukuru durumuna düşmesi bu iki insanla olur.

Başka bir ifade ile, ailenin, ömrünü tamamlayacağı çatının altında ya bir cennet misali hayat yaşarlar, ya da cehennem misali bir ömür tüketirler.

Bir hayatı ya cennet misali, ya da cehennem benzeri şekle sokan fertler, ya hayırlı insanlar, ya da şerli kimseler olma vasfını da kazanmış olurlar. Bundan dolayıdır ki, Efendimiz (a.s.m.) Hazretleri, "Ailenize hayırlı olun" şeklinde hem beye, hem de hanıma sık sık tembihlerde bulunmuş, ikazlardan geri kalmamıştır. Bakınız, Efendimiz (a.s.m.)  hayırlı aile reisini, yani hayırlı beyi nasıl tarif buyurmuştur?

"Hayırlı bey eve girince hanımın yüzü asılmaz, çocuklar da köşe bucak kaçışmaz!"

Evet, kendisi kısa, fakat mânâsı uzun bir cümle ve şumullü bir tarif.

"Bunun mefhum-u muhalifi nedir?" diyecek olursanız, onu da arzedeyim:

Hayırsız bey eve girince hanımın yüzü asılır, çocuklar da köşe bucak kaçışır!

Öyle ise bana konuyu soran bey, bu tarifi iyi düşünmelidir. Hayırlı bir bey mi, hayırsız bir aile reisi mi, bu tarif içinde bunu kendisi tespit etmelidir.

Konuyu böyle bırakırsak adaletsizlik etmiş oluruz.

Öyle ise hayırlı hanıma ait ölçüyü de arzedeyim.  Yine hadisten mülhem olarak Efendimiz (a.s.m.) buyuruyor ki:

"Hayırlı hanım odur ki, bey eve gelip de ona bakınca huzur duyar, mutluluk hisseder."

Bunun mefhum-u muhalifi de malum:

"Hayırsız hanım da odur ki, bey eve gelip de ona bakınca huzuru kaçar, mutsuzluk hisseder, pişmanlık duyar!"

Öyle ise hanımefendi de kendini kontrol etsin. Hayırlı bir hanım mı, yoksa hayırsız bir hanım mı olduğuna kendisi karar versin. Beyine huzur mu veriyor, yoksa huzursuzluk mu?

Bana kalırsa hadisten mülhem olarak arzettiğimiz bu tarif ve tavsiflerin mesajı şudur:

Beyefendi! Eve gelince güleryüzlü, tatlı dilli ol! Hanımın yüzü gerilmesin, çocukların korku ve endişe ile kaçışmasın.

Hanımefendi! Sen de sabırlı ve anlayışlı ol! Bey eve gelince hemen dertleri sıralayıp, sıkıntıları ortaya yığma. Bey senin yanında huzur duysun, mutluluk hissetsin.

Bütün bunlardan sonra derim ki:

Aile içinde olması mümkün sitemleri, nazlanışları olağan şeyler olarak görüp geçiştirmek mümkünken, büyütüp de içinde boğulacak hale getirmeyin. Bakın ne büyük anlaşmazlıklar, belâlar, hastalıklar, imtihanlar vardır bu âlemde. Bazan öylesine büyük imtihanlarla karşılaşılıyor ki, çaresi olmayan bir dert, ilacı bulunmayan bir hastalık insanların dünyasını karartıyor, bu gibi geçimsizlikler o zaman şeker, bal gibi geliyor, ama iş işten geçmiş, büyük belâ, musibet kapıyı çalmıştır.

Onun için küçük şeyleri büyütmeyin. Geçiştirin sabırla, tahammülle. Sevabını düşünerek, hikmetini hesaba katarak. Daha çok sıkılırsanız meşhur cümleyi tekrar edip rahatlayın.

"Bu da geçer yâ hû" deyin üzerinde durmayın. Göreceksiniz ki, sıkıntı gitmiş, sevabı kalmış, yine siz kârlı çıkmışsınız.

Ahmet ŞAHİN

 
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Yaratılan Her Şey Allaha Aynadır



İçinde yaşadığımız arz küresi ve üzerimizdeki gökler, bir zamanlar vücud sahasında değillerdi. Allah'ın iradesi onları var etmeyi diledi ve böylece varlıklar yaratıldı.. Herbir varlık, adeta şöyle söyler: "Ya Rabbena, biz yoktuk, bizim talebimiz de yoktu. Senin lütfun, bizim söylemediklerimizi işitti." (1)

"Rabbin Âdemoğullarının bellerinden zürriyetlerini aldı ve onları kendilerine şahit tutup 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' dedi. Onlar da, 'evet Rabbimizsin' diye şehadet etti" (A'raf suresi, 172) ayeti, ehl–i tasavvufça en meşhur ayetlerden biridir. Mevlâna, bu ayeti şöyle değerlendirir:
"Her an u zaman Allah'tan, 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' hitabı gelir. Gelir de, cevherler ve arazlar var olur. Eğer o cevherlerden, o arazlardan 'Evet' cevabı zuhur etmiyorsa, onların ademden vücuda gelmeleri hakîkatte 'Evet' demeleridir" (2)

Bu noktadan baktığımızda, "elest meclisinin" muhatapları sadece insanlar değildir. Bütün varlık âlemi, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" hitabına mazhardır. Onların, Allah'ın iradesine uygun olarak bu âleme gelmeleri bile, "Evet, Sen bizim Rabbimizsin" anlamındadır. Yine Mevlâna'nın ifadesiyle:
"Varlık aynası nedir? Yokluktur. Varlık, ancak yoklukta görülür. Nitekim zenginler, fukaraya ikramda bulunurlar". (3)

Doktor, şifaya muhtaç olanlarda hünerini gösterir. Terzi, biçimsiz kumaşlara şekil verir. Marangoz, kaba keresteleri mobilya haline getirir... Bütün bunlardaki yokluk ve noksaniyet, Sâni'in san'atına ayna olmalarını sağlamıştır. (4) Onun gibi, binbir isimle müsemma olan Cenab-ı Hakkın aynası, yokluk âlemidir. O, âlemi var edip, üzerinde nakışlarını göstermektedir.

Varlık âlemine gelenlerin görevi ise, Allah'a ayine olmaktır. Mevlâna bunu şu kıssayla nazara verir: "Hz. Yusuf'a uzak diyardan bir dostu gelir. Hz. Yusuf sorar: Bize ne getirdin? Dostu cevap verir: Sana her ne getirsem zâid olacaktı. Düşündüm taşındım, sana bir ayna getirdim." (5)

İşte bunun gibi, herşey Allah'ın cemal ve kemaline aynadır. Onun emirlerine itaatle vazife görürler. Asla isyanları yoktur. "Rüzgar, toprak, su ve ateş, Allah'ın kulu ve mutiidir. Onlar, bana-sana karşı bîruh, fakat Allah'a karşı zîruhtur". (6) Yani, bizim cansız gördüğümüz hava, toprak, su ve ateş, Allah'ın emir ve iradesi karşısında akıllı, ruhlu birer muhataptırlar. Ondan gelen emirleri dinler ve itaat ederler. Mesela, ateşin tabiatında yakıcılık vardır. Fakat Cenab-ı Haktan "Ey ateş, İbrahim'e soğuk ve selâmetli ol!" (Enbiya suresi, 69) emri gelince, ateş Hz. İbrahim'i yakmaz. Mevlâna, bu olaya telmihle, şöyle bir olay anlatır:
Zalim bir hükümdar, Allah'a inanan insanları ateşe atar, fakat ateş onları yakmaz. Hükümdar, "Ey ateş niye yakmıyorsun?" der. Ateş, şu cevabı verir: "Ben bir köpek kadar da mı olamayacağım? Köpek, sahipleri geldiğinde onlara kuyruk sallar. Ama, yabancılar gelince, onlara diş gösterir. Sen gel, bak seni nasıl yakacağım!"
İşte, toprak, su, hava, ateş, hepsi Allah'ın emriyle hareket ederler. (7)
Bunlar böyle oldukları gibi, bu unsurlarla yaratılan şeyler de böyledir. Mesela "Şu ağaçlar, hâkil olan insanlar gibidir. Elleri mesabesinde olan dallarını topraktan dışarıya çıkarmışlardır. Ağaçlar, o dallarla halka doğru yüzlerce işaret ederler. Kulak verenler de, o işaretlerden hoşça ibareler anlarlar. Ağaçlar, yeşil bir dil ile ve uzun bir el ile toprağın kalbinden sır söylerler". (8)

Her bir varlık, bizi Allah'a götüren bir elçi gibidir. Trafik işaretleri, anlayanlara sözsüz cümleler söyledikleri gibi, her bir şey dahi, dillerinden anlayanlara çok şeyler derler. Kur'ân-ı Kerîm, bütün mevcudatın Allah'ı tesbîh ettiğini bildirir (Hadîd suresi, 1). Güller Allah'ı tesbih ettiği gibi, bülbüller de eder. Kâinat, muhteşem bir senfonî orkestrası gibidir. En küçükten en büyüğe kadar her şey, bu orkestranın birer üyesidir. Her biri, kendine mahsus dillerle Allah'ı tesbih eder. Dinleyenleri, şu imkan âleminden vücub âlemine yöneltir.

Kaynaklar:
1. Mevlana, II, 382.
2. Mevlana, IV, 1038.
3. Mevlana, V, 1482.
4. A.g.e.
5. Mevlana, V, 1463-1481.
6. Mevlana, II, 488.
7. Bkz. Mevlânâ, II, 482 - 485.
8. Mevlana, VI, 999.

Şadi Eren (Doç.Dr.)
 
-------------------------------------------------------------------------------------

Çölün mankenleri


Afrika'nın kurak ve çorak alanlarında yaşayan zürafaların en meşhur özellikleri uzun boylarıdır. Onlar yeryüzünün hâlen yaşayan en uzun ve en zarif canlılarıdır.

Bu zarafet timsali hayvan ile özdeşleşmiş uzun boyunun iyi tarafları da var, kötü tarafları da. Meselâ uzun boyunları, zürafalara ağaç tepelerindeki başka hiçbir hayvanın ulaşamayacağı yaprakları yemelerini sağlarken, nefes almalarını ve vücutlarındaki kan dolaşımını zorlaştırabilir. İşte bu noktada zürafaların uzun vücutları için özel olarak yaratılmış kalpleri ve akciğerleri devreye girer. Bir zürafanın akciğeri bir insanınkinden sekiz kat fazla havayı içine alabilir. Yine uzun vücudundaki organlara kan gidişini sağlayabilmek için zürafanın uzun damarlarında yaklaşık kırk litre kan dolaşır. Dolayısıyla oldukça büyük bir kalbi vardır. Çünkü ancak büyük bir kalp, uzun boyundan beyne kan gitmesi için yeterli basıncı sağlayabilir. Ancak, kalbin kanı büyük bir basınçla ulaştırması görünürde çok tehlikeli bir durumdur. Örneğin zürafanın bacağının kesilmesi durumunda büyük miktarda kan kaybı meydana gelebilir. Tabii hiçbir zürafanın böyle bir sorunla karşılaştığı görülmemiştir. Çünkü bu tehlikeye karşı zürafalar, kılcal damarları daha dar ve derileri daha kalın şekilde yaratılmıştır.

 

Sessiz değiller, biz duyamıyoruz

Zürafalar küçük gruplar hâlinde yaşarlar. Çoğunlukla gruptaki zürafa sayısı on beşi geçmez. Bir gruptaki iki zürafayı birbirinden ayırmak oldukça zordur. Fakat vücutlarındaki desenlere dikkatli baktığınızda aslında hiçbirinin birbirine tıpatıp benzemediğini görürsünüz. Bilim adamları onların özelliklerini araştırırken birbirinden ayırt etmek için kürk desenlerinden faydalanırlar.

Yaşlı erkek zürafalar zamanlarının çoğunu dişi zürafaları korumak için devriye gezerek geçirirler. Anne zürafalar ise bebekleri için kurdukları küçük kreşlerde farklı gruplar oluştururlar. Kreşlerde, anneler dönüşümlü olarak nöbet tutarlar. Bu sayede diğer anneler rahatlıkla kilometrelerce uzağa yiyecek aramaya gidebilirler. Grup üyelerinin birbirleriyle haberleşebilmek için yakın olmalarına gerek yoktur. Uzun boyları ve keskin gözleri, birbirlerini kilometrelerce uzaktan görmelerini sağlar. Eğer siz bir yerde durup onları izliyorsanız, onlar çoktan sizi göz altına almışlardır.

Zürafalar dışarıdan gördüğümüz kadarıyla çok sessizdirler. Fakat görünüşün aksine onlar da birbirleriyle sohbet eder, çeşitli sesler çıkarırlar. Sadece çıkardıkları düşük frekanslı sesleri biz duyamayız.

 

Su içmeleri oldukça uzun sürer

Zürafalar su içmeye grup hâlinde giderler. Eğer tek başlarına giderlerse bu durum onlar için hayatî bir tehlikeye dönüşebilir. Çünkü su içme pozisyonundan normal hâle geçmeleri, bacaklarının ve boyunlarının uzunluğu yüzünden, biraz vakit alır. İşte bu yüzden zürafalar grup hâlinde su içmeye giderler ve diğerleri su içerken içlerinden biri nöbet tutar. Su içmede yaşadıkları bu zorluklara karşın, haftalarca su içmeden yaşayabilirler. Zürafaların bu yardımlaşmaları zebralar ve antiloplar için büyük bir fırsattır. Kendilerini yırtıcı hayvanlardan koruyamayan bu hayvanlar, zürafaları su içmeye giderken gördüklerinde aralarına karışır ve onların güvenlik sisteminden faydalanırlar.

 

Bir gözü açık uyurlar

Zürafaların "iyi bir gece uykusu" kavramı bizimkinden çok farklıdır. Ayakta, bir gözünü açık bırakarak ve kulaklarını düzenli şekilde kımıldatarak, sadece beş dakika derin uyku uyurlar. Aralıklarla gerçekleşen bu beş dakikalık şekerlemeler bütün gün boyunca toplam bir buçuk saati bulur.

Gün ağardıktan sonra, zürafalar akşam karanlığına kadar zamanlarını ağaçlar arasında gezinip otlanmakla geçirirler ve bu sırada da o zarif yürüyüşleriyle seyredenleri kendilerine hayran bırakırlar.

Günün en sıcak vakitlerinde vücutlarının zarar görmemesi için derileri de özel olarak düzenlenmiştir. Vücutlarının bazı bölümlerinde kalınlığı yedi buçuk santimetreye varan deri sayesinde zürafalar günün yüksek sıcaklıklarından korunabildikleri gibi, Afrika gecelerinin soğuğuna karşı da kalın derilerine gündüz depolanan ısı, gece vücutlarına yayılır.

Yetişkin bir zürafa günde yaklaşık altmış beş kilogram yaprak yer. Ağaçların başka hiçbir hayvanın ulaşamadığı en üst noktasından en taze, besin değeri en yüksek olanlarını seçip boyunlarını uzatarak afiyetle yerler. Bu şekilde, yetişkin bir erkek zürafa altı metre yükseklikteki yapraklara ulaşabilir.

En sevdikleri yemek ise akasya ağaçlarının yapraklarıdır. Bu ağacın yapraklarının yüzde yetmiş beşi sudur. Bu da zürafaların nasıl günlerce su içmeden yaşayabildiklerini açıklamada yeterli olur. Fakat bu lezzetli akasya yaprakları aynı zamanda oldukça sert dikenlere sahiptir. Ama akasya yapraklarını yerken burunları özel kaslarla kapanır. Ayrıca üst dudakları da kalın tüylerle kaplanmıştır. Dikenlerin kolayca boğazlarından geçebilmesi için de tükürük bezleri büyük miktarda koyu tükürük salgılar.

 

70 kiloluk bir bebek nasıl doğar?

Bir zürafanın dünyaya gelişi tam anlamıyla bir mucizedir. Yeni bebek hayata bir buçuk metre yükseklikten düşer. Çünkü anne yere uzanıp doğumu gerçekleştirirse o anda yırtıcı hayvanlara bir nevi davetiye çıkarmış olur ve korunması imkânsızlaşır.

Doğum ânında yavru zürafanın önce arka bacaklarının gelmesi de oldukça ilginçtir. Aksi olsaydı ve önce başı gelseydi, hayata gözlerini yeni açan zürafanın boynu çok kırılgan ve ince olduğu için doğum ânında annesinin karnından sağlıklı çıkamayacaktı. Eğer kafa en son çıksaydı yine vücudun ağırlığına dayanamayan boyun kırılacaktı. Arka ayakların vücudun ön tarafına göre daha kısa olması bu sorunu çözmeye yardımcı olur. Önce arka ayaklar çıkarak hem vücudun diğer kısmına ağırlık yapmaz, hem de yere dayanarak düşüşü engeller. Bu, tam anlamıyla, alternatifi olmayan muhteşem bir doğum olayıdır.

Yeni doğan bebek yaklaşık iki metre boyundadır ve yetmiş kilogram ağırlığındadır. Ağaç yapraklarıyla beslenebilecek hâle gelene kadar anne sütüyle beslenen yavru zürafalar, otuz saniyeden az bir vakitte dört litre süt içebilirler. Bu hızlı beslenmenin sonucunda bir yaşına geldiklerinde boyları 3,5 metreye ulaşır.

 

Bir zürafa nasıl kavga eder?

Yetişkin olduklarında boyları beş metreye ulaşan bu zarif hayvanlar genellikle çok sakindirler. Ama bir tehlikeyle karşılaştıklarında yabanî bir at gibi yerlerinde zıplarlar ve karşılarındakine kuvvetli tekmeler savururlar. Bu tekmeler bir aslanı öldürebilecek kadar güçlüdür. Kavga anında uzun boyunlarını da adeta bir silah gibi kullanırlar. Kocaman bir sopa gibi kullandıkları boyunlarıyla, düşmanlarına unutamayacakları kafalar atarlar.

Uzun boyunları ve uzun bacakları yüzünden vücutlarındaki keneleri temizlemeleri zor olan zürafaların yardımına ise kuşlar koşar. Bu kuşlar zürafaların sırtında ve kafasının etrafında gezinerek oralardaki keneleri temizlerler. Yine aynı kuşlar, zürafaların düşmanları yakınlardaysa yüksek çığlıklar atarak uyarıda bulunurlar. Zürafalar ve kuşlar arasındaki bu yardımlaşmanın, onların birbirlerine dost olarak yaratılmış olmasından başka hiçbir açıklaması yoktur.

Bütün araştırmalara rağmen zürafaların davranış şekilleri ve biyolojileri hakkında çok az bilgiye sahibiz. Kimbilir, bu mucizevî hayvanların bizim bilmediğimiz daha ne kadar çok şaşırtıcı özellikleri var.

 

Aslıhan Bulur www.moraldünyası.com




" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"
   







Windows Live ile fotoğraflarınızı organize edebilir, düzenleyebilir ve paylaşabilirsiniz.

Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın. Sadece e-posta iletilerinden daha fazlası

Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın. Sadece e-posta iletilerinden daha fazlası
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

Hiç yorum yok: