EY NEFİS! KIYAMET'i OKU! | ||
|
Yemin olsun kıyamet gününe Yemin olsun kendini kınayan nefse ... İnsan zanneder mi ki başıboş bırakılacak ... Bütün bunları yapan ölüleri yeniden diriltemez mi? (Kıyamet: 1-2...36...40)
EY HER ÂNININ ölümüyle lezzetindeki elemi tattığı halde hâlâ den'i olana hırsla sarılan nefsim! Sanki dünya olmuşsun da ömrünün kıyamete kadar süreceğini vehmedip habire erteleyip duruyorsun. Heyhat! Nice kıyametler kopmuş başına da farkında değil misin? Yakın olan her geleceğin aslında gelmiş olduğunu bilmiyor musun?
Ey nefis! Geleceğin geçmiş olsa da yaptıkların mazi olmaz. Hep hafa toprağınde durmaz. Bilmez misim ki kara toprak altında tesettür eden tohum misali, kusurların ahiret baharında dev ağaç büyüklüğünde yüzüne vurulur. Yoksa maziye gömüldü de kayboldu mu sanırsın?
Ne olacak küçük deyip de geçme. Kim bilecek deyip de aldanma. Toprağın altında kimsenin bilmediği nice zerre misal tohumcukların kalplerinde saklı olanlar dağ büyüklüğünde aşikâr edilir.
Şaşarım sana ! Ölüm yokmuşçasına geçmişini helak ettiğin gibi geleceğini de facir yapıp FECİR mi beklersin.
Ey aldanmış gafil! Bütün yalancı ışıkların tutulduğu an, gölgeyi yok eden güneşin aydınlığında nereye kaçacaksın? Rabbin mülkünün gayrını mı gördün de gaflete daldın. Elindeki fenerin ışığı dünyana karabasanlar doldurmakta.... Daha ne kadar gözüne uyku bürümeyen RAKİBinden kaçacaksın. Ama!... Deyişlerin yok mu?... "Daha zamanı var" deyişlerin.... Ele veriyor kendini sana. Amalar şahittir AMAlarına. Deve kuşu misali görmüyorumlara sığınıp kendini maskara yapma. GEL DİNLE BENİ DE VAHYE KULAK VER. Çıkmamış candan ümüdi kesme. Meleğin, kalbine Kur'an'ı okuyor dinle. Hımm anladım deyip de acele etme. Sabret! "Bu, şu manaya gelir, bundan şunu çıkardım" deme. Vahyin ışığında mücessem Kur'an olan kâinatı gözle. Hele bir dinle! Hadisat üzerine yorum getirme hemen. Bırak hadisat okutsun kendi yorumunu sana. Sen kalbine bildirileni söyle. Rabbin bildirmekte acizmişçesine: "Ben buldum, anladım." deme. Fakat sen.. "Bana keşfedildi." demeyi "keşfettim" demeye hiç yeğlemezsin.
Aah! Dünyanın fani yüzünün müstehzi ışıklarına aldanıp onunla kendi ahiret güneşini söndüren nefis! Bilmez misin ki canının arzusunu Canan'ın rızası yaptığında huzur bulursun. Güneşe bakan bensiz reşhanın ışıl ışıl parladığını nasıl da unutursun! Bensiz ol ki din gününde senin de yüzün ışıldasın. O gün ya gülen yüzler görürsün ya da asık çehreler.
Hatırla! Ölümün soluğunu ensende hissettiğin, hiç ardına bakmadan dakikalarca koştuğun zamanları. Nasıl da yüreğin küt küt atıyordu! Unuttun mu içinde yaşadığın kâinat genişliğinde kimsesizliğin, yapayalnızlığın ızdırabını. Nasıl da geceleri cesetler fırlatılıyordu üstüne. Uykudan karabasanlarla uyanıp yetimliğin ızdırabıyla hüngür hüngür ağladığın günleri anımsa. Sen canı boğazına gelenleri de gördün. Onun etrafındakiler nasıl da çaresizlik içinde ah vah ediyorlardı. Döşekteki gidişini anlayınca nasıl da bacakları birbirine dolaşmıştı. Hani şu Allah'ı inkâr edeni hatırla! Nasıl da ölüm döşeğinde günlece ızdırapla bağırıp "Allah var, Allah var!" diye bütün köye işittirircesine haykırıyordu. Sahi neydi ona bunu söylettiren. O an nereye gideceğini görmüştü elbet. Keşke iman edip namaz kılmış olsaydı. Hakk'a yüz çevirip yalanlayanların halini asıl o gün göreceksin. Mü'minlerle alay edip de arkadan gülüşenlerin halleri nicedir o gün. İnsan nasıl da kendi kendine tuzak kuruyor! Ettiklerinden dolayı kendine hep açık olan rahmete gözlerini yumuyor. Günahları pişmanlığına bir vesile iken Rabbin rahmetine perde yapıyor onları. Sonrada yüzleşmekten kaçarak temenni vari "Ölüp de dirilen kim var ki biz de dirilelim?" diyor. Ya da "Herkes aynı yolun yolcusu, bu kadar insan ne yaptıysa ben de onu yaptım." deyip yaptıklarının hesaba çekilmeyeceğini sanır.
Ey nefis ! Sen de canım çekti, deyip durdun. Herkes gibi kalabalığa uydun. Korkmaz mısın canların çekildiği günden. Unutma! Kalbini dünyaya bağlayan bağlar sökülüp çıkarılırken yaşayacağın o ızdırap anında kimse yanında olmayacak. Acını kimse paylaşmayacak. Heyhat ! Şaşarım sana! İnsanı kâinat kıymetinde yaratan neyi gayesiz yapmış ki. Gayesiz hareket eden bir zerre bulabilir misin bu âlemde. Bir sinek bile başıboş bırakılmazken, nasıl sen boş kalabilirsin! Zerre kadar çekirdeği boşa çıkarmayan, nasıl senin yaptıklarını boşa çıkarır ya da görmezlikten gelir.
Sahi sen bir zamanlar görünmeyecek kadar küçük bir zerre diğil miydin? Sonra suyuna kan verilip, can verilmedi mi? Görünmez olan, aşikâr kılınmadı mı sana? O tek zerre içersinden erkek ve dişi her şey tefrik edilmedi mi? Kâinata bedel bir insan çıkmadı mı o zerrenin içinden?
Madem öyle zerre hükmündeki anlarının kâinat genişliğinde aşikâr edilmesinden korkmuyor musun? Gel Rabbine dön ve nida et benimle!
Ey tohumu açan ve içinden hayatı yeşillendiren Rabbim. Bizden tuba- i cennet olmayacak hiç bir tohum bırakma geriye. Geceyi gündüze dönüştürdüğün gibi cehennem zakkumlarını netice verecek anlarımızı mağfiretinle cennet ağacını netice veren tohumlar eyle. Huzurunda yüzümüzü kızartacak bir şey bırakma ki sana bakmaya yüzümüz olsun. Amin…
Bedduadan kaçınılmalı, haksızı Hakk'a havale etmekle yetinilmeli
Okuyucum beddua etmekten de bedduaya uğramaktan da korkuyormuş. Buna rağmen hakkının yendiği yerlerde öfkeleniyor, kendine hakim olamayıp beddua etmeye başlıyormuş. Bize sorusunu şöyle sormuş: - Mecbur kalınca beddua mı etsem, yoksa beddua etmesem de haksızı Hakk'a havale etmekle yetinsem mi? Bazıları beddua edersen alacağın kalmaz, haksızı Hakk'a havale edersen alacağın baki kalır, diyorlar. Hangisi hayırlı olanı? *** Gerçekten de beddua konusu, üzerinde durulmaya layık mühim bir konudur. Meselenin içindeki incelikler bilinirse her öfkelenmede beddua yapma cesareti azalır, Hakk'a havale etme duygusu kuvvet bulur gibi geliyor bana. Araştırmacı yazar Mehmet Dikmen arkadaşımız, Türdav Yayınları arasında çıkan (Peygamberimizin Dilinden Hayat Dersleri) kitabında bedduaya dair naklettiği hadisin genişçe bir açıklamasını yapmış. Soruya cevap teşkil edecek bu açıklamayı buraya almakta fayda gördüm. *** Hazreti Aişe validemizin naklettiği bir hadisi şerifte Efendimiz (sas) Hazretleri beddua konusunda şöyle buyurmuştur: - Her kim kendine haksızlık edene beddua eder (o da yapılan bedduanın cezasına dünyada çeker)se, ondan intikamını dünyada almış olur. Artık ahirette alacak bir hakkı kalmaz!.. (Tirmizi) Evet, hayatımızda çok karşılaştığımız bu beddua konusunu birazcık derinlemesine incelediğimizde karşımıza farklı duaların çıktığını görmekteyiz. Mümin insan kendisine haksızlık yapıp zulmeden kimseye karşı, mağduriyetini gidermek için önce yargı yoluna başvurabilir. Hakkını hukuk yolundan arayabilir. Bu yol her zaman açıktır, burada bir sorun da yoktur. En önce akla bu türlü hak arama gelir. Ancak yargıya başvuracak maddi gücü ve manevi desteği olmayan çaresiz kimseler için de iki şık vardır. Birincisi, zalime beddua etmeyip sadece Allah'a havale etmekle yetinmek. Cezasını ister dünyada ister ahirette Allah'ın dilediği şekilde vermesini dilemek. İkincisi de, Allah'a havale etmeyip doğrudan doğruya bedduada bulunarak, zalimin başına peşin olarak bir musibet ve cezanın gelmesini dilemek. Baştan beddua etmez de, Allah'a havale etmekle yetinirse, zalimden alacağı haklar saklı kalır. Ahirette haklarının tümünü de alır. Şayet Allah'a havale etmeyip de bir musibete maruz kalması için beddua etmeyi seçerse, Rabbimiz de bu bedduasını kabul buyurup zalimi dünyada cezalandırırsa ahirette alacağı bir hakkı kalmaz. Çünkü yaptığı bedduasıyla intikamını dünyada almış olduğundan ödeşmiş olurlar, ahirette alacağı bir hak kalmamış olur. Resulullah (sas), beddua etmeyi uygun görmemiş, Allah'a havale etmeyi tavsiye buyurmuş, beddua ederek intikamını bu dünyada almaktansa, Allah'a havale ederek ahirete alacaklı gitmeyi işaretlemiştir. Peygamberimizin, beddua etmeyi tavsiye etmemesinin bir sebebi de, masumlara duyduğu şefkati olmuştur. Çünkü beddua alan adam, başına gelecek musibetten sadece kendisi cezalanmakla kalmaz, çoluk çocuğu, aile bireyleri, eş ve dostları da bedduadan zarar görebilirler. Bu yüzden masumları da belaya uğratan beddua tercih edilmemeli, hiç olmazsa Allah'a havale etmekle yetinilerek ahirette alacaklı durumda kalınmalıdır. Beddua alan adamın yakınlarının da zarar göreceğine dair Bediüzzaman Hazretleri'nden tarihî bir olay da şöyle nakledilir. 1948 yılında Afyon mahkemesinde hakkında yüze yakın yalan ve iftira dolu bir iddianame hazırlayan savcıya beddua etmeye niyetlendiği sırada hapishane bahçesinde oynayan küçük bir kız çocuğu gören Bediüzzaman Hazretleri, bunun savcının kızı olduğunu öğrenince o masumun zarar görmemesi için düşündüğü bedduadan vazgeçer. Böylece çevrede bedduaya yönelmeme konusunda bir kanaat oluşur, hak hukuk tanımayıp, söz nasihat dinlemeyenleri Allah'a havale etmekle yetinirler, bedduayı, etki alanı geniş, tehlikeli bir dua olarak görürler. Zannederim okuyucum da bu bilgilerden sonra beddua etmeyi tehlikeli bulur, mecbur kalırsa haksızı Hakk'a havale etmekle yetinmeyi yeterli görür. AHMED ŞAHİN |
| ||
|
|
" birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz müstakbelde, birimiz dünyada, birimiz ahirette olsak biz birbirimizle beraberiz"
Tamamıyla yeni Windows Live Messenger ailesine katıl Buraya tıkla!
Tamamıyla yeni Windows Live Messenger ailesine katıl Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...
Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.
Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder