30 Ağustos 2009 Pazar

(Namaz Zamanı) vakit gece yarısı pps.

 
 
 
 
İbret alınması gereken çok anlamlı bir slayt
 
selam ve dua ile...

--
Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen sureyya.kzlaslan@gmail.com Adresine Yollayınız...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Dünyaya bağlanmadım ki ayrılıktan korkayım - 8 yıldır felçli olan Hekimoğlu İsmail 'le söyleşi

 

Dünyaya bağlanmadım ki ayrılıktan korkayım
Fotoğraflar: SEDAT ÖZKÖMEÇ
Minyeli Abdullah'ın yazarı Ömer Okçu namı diğer Hekimoğlu İsmail 8 yıldır felçli... Okçu hastalığı için 'Allah bana bu hastalığı verdi. Günahlarım azalacak, sevabım artacak. Onun için memnunum. Ölüm korkum yok, ölmeye isteğim var. Öldüğümde bütün bu ağrılardan hastalıklardan kurtulacağım.' diyor ve ekliyor:
Hekimoğlu İsmail Said Nursi'nin talebesi, bir dava adamı. Minyeli Abdullah kitabı için defalarca mahkemeye verilmiş, idamı bile göze almış. Zaman Gazetesi'nde köşe yazıları yayınlanan Hekimoğlu İsmail, orada dertlerini sevmekten, şefkat tokadından, şerlerin hayra vesile olduğundan sıkça bahsediyor. Allah'ın ona verdiği müsibetleri hep bir sebebe ve iyiliğe bağlıyor. Onun derin inancı, dünyevi telaşlardan, ölüm korkusundan, haram işlemekten alıkoyuyor. Ölümü Allah'a ulaşacağı için istiyor ve seviyor. Çengelköy'e evine gitmeden önce aklımızda onun yana yaslanmış kaskı ve yüzündeki tebessümü vardı. Bizi aynı tebessümle karşıladı. Ağrıları olmasına rağmen söyleşiyi sonuna kadar devam ettirdi. Okçu ile ölümden korkmak yerine sevmeyi, dertlerimizden şikayetçi olmak yerine şükretmeyi, ümidi, davası uğrana harcadığı hayatını, Müslümanca yaşamayı, imtihanlarımızı ve dualarını konuştuk. Ortaya bildiğimiz ama yapamadığımız bir yaşantının röportajı çıktı. Belki yapmadıklarımız bu mübarek ayda telafi edebilir. Ne dersiniz?

Zorlu bir sağlık sürecinden sonra nasılsınız?

Teşekkür ederim. İyileşiyorum.

Felç geçireli ne kadar oluyor?

8 yıldır bu haldeyim... Eyüpsultan Camii'inde namaz kılarken düşmüşüm.

Yazılarınızı takip ediyoruz…

Ben yazamıyorum. Ben söylüyorum, torunum yazıyor.

Hep dertlerinizi sevdiğinizi söylersiniz…

Allah bana bu hastalığı verdi. Günahlarım azalacak, sevabım artacak. Onun için memnunum. Hiç bir şikayetim yok.

Bir çok hastalık ve ölüm tehlikesi geçirdiniz. Hastalıklarınızın tesellisi nedir?

Tevekkül hayatı kolaylaştırır. İnsanları perişan eden geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin edişeleridir. Geleceğin evhamları 'ya şu hastalığa yakalanırsam' veya 'ya trafik kazası geçirirsem' gibi evhamlar insanları perişan ediyor. Bazı insanlar bu evhamlardan kurtulmak için içki içiyor ya da kumar oynuyorlar.

Evhamlanmayalım, ne yapalım?

Benim için geçmiş gitmiş artık onunla meşgul olmaya gerek yok. Gelecek de gelmemiş onunla da meşgul olmaya gerek yok. Şuan ki durumum ne? Şuan ki durumum İslam'a uygunsa mesele yok. İnsan her anını İslam'a uydurmalı. An be an İslam'ı yaşamalı.

Hiç gelecek geçmiş endişeniz olmadı mı?

Hayır hem de hiç.

Ölümden hastalıklardan hiç korkmadınız mı?

Hayır. Ölmek gayet güzel birşey. Çünkü bu dünyayı yaratan Allah bir başka alemde yaratmış. Biz bu dünyaya geldik güzel olduğunu gördük. Diğer güzellikte öteki alem, üstelik bu dünyadan daha güzel. Allahın yarattığında kötülük yoktur.

Ölüme yeterince hazırlıklı değilsek, yeterince ibadet yapmamış, İslam'a uygun yaşayamadıysak…

Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatlarına sığınırız. Belki yeteri kadar ibadet yapamadık, yeteri kadar İslam'ı yaşayamadık. O zaman Allah'ın affına sığınırız. Ölüm kötü olsaydı, Peygamberler ölmezdi.

Kirlerden arınmanın bir folmülü var mı?

İslamiyet bu dünyayı cennet etmek için gönderilmiştir. İslama uyanın dünya ve ahireti cennet olur. Bir ilmihal alıp o ilmihali hayatına uygulayanın dünya ve ahireti cennet olur. İslamiyet bu kadar kolay ve çok faydalıdır.

Başınızdan 50 bin kişinin hayatını kaybettiği Erzincan depremi geçti. Ama siz kurtuldunuz. Bindiğiniz uçak düşme tehlikesi geçirmiş yine kurtulmuşsunuz. Sizce Allah sizi neden öldürmedi?

Kaderime Allah bazı şeyler yazmış. Minyeli Abdullah'ın yazılabilmesi için benim o depremde ölmemem, o uçağın düşmemesi gerekiyordu. Allah herşeyi biliyor. Kader hayatımızın programıdır. İnanan da inanmayan da kaderini yaşar. Hiç birşey kaderin dışında değildir.

Uçaktan nasıl kurtuldunuz?

Denizin üzerine alçalmaya başladık. Ama deniz çok hareketliydi. Pilot anladı ki eğer denize inersek batacağız. Su sakin olsa uçak indiğinde belli bir zaman diliminde su üstünde duruyor. Pilot yoluna devam etti Azor adasına indik. Orada uçağın bakımı yapıldı.

Korktunuz mu?

Hayır. Ölürsem ölürüm ne olacak? Benim ölüm korkum yok, ölmeye isteğim var. Öldüğümde bütün bu ağrılardan hastalıklardan kurtulacağım. Rahat bir dünyaya gideceğim. Daha güzel bir aleme gideceğim.

İslamda ölüm istenmez aslında…

Öyle…

Çok mu ağrı çekiyorsunuz?

Evet. Ölürsem bu ağrılardan kurtulucağım. İnsan öldüğü anda ahirete gider.

En çok hangi olayda kendinizi ölüme yakın hissettiniz?

Felç olduktan sonra komaya girdim. Bana mezar aramışlar. Doktor da benim için 'ölürsün' diyordu. Çünkü tansiyonum normalin altındaydı ve yükselmiyordu. Ama ben ölümden korkmuyordum. Doktora dedim ki; 'Ben buraya yaşamaya gelmedim, ağrılarım var azalması için ilaç istiyorum.' Dünyaya dört elle sarılmadım ki onun gitmesinden korkayım. Dünya giderse gitsin bana ne…

Ölüm bilinci insana yaklaştıkça ne uzaklaşıyor?

Dünya sevgisi uzaklaşıyor. Dünya da neyin kavgasını vereceğiz… Ölüm bilinci olduğunda insan dünya hırsına kapılmıyor. Madem ölüm var herşeyi bırakıp gideceğiz, öyleyse dünyada ki malların kıymeti yok.

Şu sıralar kendiniz için ettiğiniz dua nedir?

Allahım beni rızana mafuk noktasına getir. Bana sıhhat ver, namazı camilerde kılıyım, Allahım bana imkan ver derslere gideyim.

Amin. Siz her müsibet için iyi bir sebep var diyorsunuz. Sizin felç olmanızda nasıl bir iyilik vardır?

Benim kanaatim bu hastalıklarla Allah beni özellikle, konferanslarımdan geri çekti. Konferanslar veriyordum hastalandığım için artık veremiyorum. Sevabım artar günahım azalır diye de ümitliyim.

Neden geri çekmiştir?

Beğenmediği için. Hep bir sebep ararım. O müsibettten gelecek iyilikleri düşünürüm. Çünkü Müslümanın ayağına diken batsa günahlarına kefarettir.

İyileşmeyi ençok neyi yapmak için istiyorsunuz?

Kur'an öğrenmek için CD'ler çıktı onları alıp Kur'an'ı daha iyi öğreneceğim. Bu hastalıktan kurtulursam, namazı camilerde kılacağım. Derslere ve konferanslara gideceğim. Bunları istiyorum. İyileşmezsem 'demek Allah böyle yaşamamı istiyor' diyeceğim.

Hastalığınızda bir iyileşme, gelişme var mı?

Hastalığım tıbba göre iyileşmez. Çünkü felç beyinle ile alakalı. Ona da birşey yapamıyorlar. Ama öncesine göre daha iyiyim. Sol tarafım felçli. Zaten bu soldan hiç hayır görmedim. (gülüyor)

Bir dönem sol camiadan arkadaşlarınız da olmuş. Ne oldu da ayrıştınız onlardan?

22 sene askerlik yaptım. Askeriye her kesimi içinde barındıyordu. 18 yaşımda askerliğe başladım. Etrafımdaki kişilere göz attığımda bazı arkadaşların çok bilgisiz kaldığını gördüm. Bazılarının kötü alışkanlıkları vardı.

Mesela?

Esrar içmek gibi.

Ömrünüzde hiç içmediniz mi?

Hayır. Ben sigarada, alkol de kullanmadım. Sigara içenleri görüyordum. Sakat olmuş, öksürüyor. İçki içenler de perişan olmuş. Bir gün bir arkadaşım yanıma geldi. Dedi ki; 'Ömerciğim ben seksen kiloydum. Esrar içerek bir deri bir kemik kaldım. Evimiz tarumar oldu. Annem de içiyor ben de içiyorum.'dedi. Annesine demiş ki; 'anne hayatın bu zorluğundan kurtulmak için şu sigarayı iç kendini yi hisedeceksin.' O da alıp içmiş ve esrara öyle başlamış. Sonra; 'Ben mahvoldum, sen sakın içmeyesin' dedi. Böyle arkadaşlarım vardı. Edirnekapı mezarlığında oturup esrar içerlerdi.

Neden asker olmak istediniz?

Ailem fakirdi. Bir sanat öğrenmek istedim. Babam kasaptı ama kasap olmamı istemedi. Elimden başka bir işte gelmiyordu. Kısa yoldan para kazandıracak birşey düşünmem gerekiyordu. Yırtık bir gazate küpüründe 'Tank okuluna öğrenci alınacak' yazıyordu. Ben de dilekçe verdim. Tank okuluna böylece girmiş oldum. Astsubay olmam ekonomik zorluklardandır.

Askerliği sevdiniz mi?

Evet hoşuma gitti. Sağlıklı olsam beni askere tekrar alsalar giderim. Askeriyeye minnettarım. Tahsil hayatımdan yaşamımı devam ettirebilmem asker olmam sayesindendir.

Minyeli Abdullah'ı yazmanıza nasıl izin verdiler?

Defalarca mahkemeye verildim. Askeri mahkemelere de verildim. O zaman 'Minyeli Abdullah'ı ben yazmadım' dedim. Onlarda aksini ıspat edemediler. Mahkum olmadım.

Müstearisim kullandığınız için…

Evet. Hekimoğlu İsmail dedemin ismiydi. Aslında kitabın asıl adı 'Ankara'lı Abdullah'tır. Kitaba Ankara'lı Abdullah adını verip, Ömer Okçu ismini kullansaydım, 5 yıl hapis yatacaktım ve ordudan da atılacaktım. Yaptığım kötü birşey değildi. Sadece bir roman yazmıştım. Mahkum olmak istemediğim için 'ben yazmadım' dedim.

İDAMI GÖZE ALDIM

Eşiniz bir röportajınızda (felç geçirdiği zaman) sizin yazdığınız romanlardan ve yaptığınız yardımların bir çoğunu unuttuğunuzu söyledi. Eşiniz bütün bu hapislerle ve saklanmalarla geçen böyle bir hayatı sorgusuz nasıl yaşadı?

Eşim için zordu tabi. 1960 yılından beri evliliğimiz devam ediyor. Kızdığı ve ağladığı zamanlarda oluyordu. Ama ben buna mecburdum. Evlendiğim için bırakmazdım. Birgün giderken ona şöyle demiştim; 'Üç gün bekle gelmezsem kolundaki bilezikleri bozdur onlarla yaşa. Yine gelmezsem istersen bir fatiha oku.' biz bu davaya çıkarken idam olmayı da göze almıştık. Tarihte bir çok din adamı asılmıştır.

Kuran-ı kerim'i kendi kendinize öğrendiniz. Dava adamı oldunuz, herşeyi elinizin tersiyle ettiniz. Yaşamadığınız, terk ettiğiniz o hayat sizi zaman zaman tahrik etti mi?

Ben Said Nursi'nin talebesiyim. Kendisini defalarca görmüşümdür. Bir defasında ona bir soru sordum; 'Kuran okumayı bilmiyorum ne yapayım?' Buyurdu ki; 'Günahı terk, sünneti seniye ye ittiba, namazı erkanıyla kılmak, sonundaki tesbihatı çekmek.' Ben Beddüzaman'a bağlı olduğum için onun söylediğine aykırı birşey yapmadım. Kahvelere gitmezdim. Hatta arkadaşlar çağırıp kahvede bir çay içirseler arkasından tövbe istiğfar ederdim. Bediüzzaman nasıl yaşadıysa biz öyle yaşamaya çalıştık, becerebildiğimiz kadar.

Peki ya nefs?

Harama dalanların başına gelen olayları gördüm ve haramlardan kaçmaya çalıştım. İkincisi ustad 'günahı terk et' diyor. O söylediyse herşey biter…

Bediüzzaman ile hangi vesile ile tanıştınız?

Talebelerinden birine rica etmiştim beni görmüştü. Ben Risale-i Nur dağıtıcısıydım. Türkiye'de kim nereden Risale-i Nur isterse oraya ulaştırıyordum. Amerika'ya da Risale-i Nur'ları götürmüştüm.

En son görüştüğünüzde Bediüzzaman'la ne konuşmuştunuz?

Onu bilemiyorum. Çünkü ben Amerika'ya gittim. Ondan sonra üstadı hiç göremedim. Şöyle dediğini hatırlıyorum; 'Amerika ve Almanya'dan Risale-i Nur'lar isteniyor oraya giden kardeşlerimiz Risale-i Nur'ları götürsün.' O kadar.

'Görevimi yerine getirdim' diyor musunuz?

Diyorum. Çok şükür. Allah'a ne kadar şükretsem az. Risale-i Nur'ları Türkiye'de ve dünyada dağıtmak benim için büyük bir şans.

Çocuklarınıza aktaracak mısınız bu görevi?

Hayır. Yapmak isteyen yapsın. Görüyorlar, okuyorlar. En büyük nasihat benim kitaplarımdır. Bütün kitaplarımda anlatıyorum herşeyi, başka birşey söylememe gerek yok.

BUGÜNÜN BÜYÜK İMTİHANI: PARA VE MAL

'Şimdiki gençlerin alim olmamalarına şaşıyorum' bu söz size ait. Sizce neden?

Hem ilmin kıymetini bilmedikleri için, hemde nefislerine uydukları için. Canın istediği gibi yaşamak ilme aykırı. Canının istediği gibi yaşayan ilim tahsil edemez. İlim gece gündüz çalışmak ister. Başarının onda dokuzu terdir, sadece biri kabiliyettir. İsteyen alim olabilir. O yol herkese açıktır. Mesela; bir lisanı çok iyi öğrenen o lisan hakkında kendini geliştirip alim olabilir. Her insandan alim olmaya yol var.

Sizin gibi dava adamlarının farkı nedir?

Biz şunu, bunu yapmadık. kavga ettik. Osmanlıca yasak olduğunda biz Osmanlıca yazdık. Okumak yasaklandığında biz kur'an dağıttık ve Kur'an kursları açtırdık. Devlet din adına neyi yasak ettiyse biz onun üstüne gittik. Tabiri caizse kavga ediyoruz. Ama şimdi rahatlık var.

Müslamanlar Müslümanların iyi örneği olabildi mi? Yoksa hakikat sadece kitaplarda mı?

Bediüzzaman şöyle buyuruyor; 'İslamiyeti efvalimizle yaşasak, gayri Müslimlerin hepsi Müslüman olur.' Eğer bugünkü Müslümanlar islamiyeti gerçek manada yaşasalar, gayri müslimlerin hepsi Müslüman olur. Çünkü İslamiyet faydalı bir din.

Müslümanlar olarak biliyoruz ama yapmıyoruz. Yapmaya gelince neden tökezliyoruz? Tam olmayan ne?

İnsana hükmeden eğlenceler ve menfaat. Bunların peşinde koşulduğu için din ile meşgul olmaya zaman bulamıyorlar. Bugünkü israf paranın kıymetini arttırmıştır. Memuriyetten gelen maaş yetmiyor, ikinci işte çalışmaya başlıyor. Bu defa da ibadetler aksıyor.

Para Müslümanı bozuyor mu?

Bugünkü en büyük imtihan, parada ve maldadır. Para ve malda Müslümanca davranmayanın namaz kılmasının önemini azaltır. Namaz onun kendisini cennete götürür. Halbuki biz isteriz ki herkes cennete girsin. Herkesin cennete gidebilmesi içinde mutlaka malda makamda Müslümanca hareket etmek gerekiyor. Bugünün en büyük ibadeti budur.

'Ben dünyamı ve ahiretimi cennet istiyorum' diyen bir insana tavsiyeniz nedir?

Vereceğim cevap şudur; bir ilmihal al oku ve onu yaşa. İslamiyet ilmihaldir. Başkalarının dini nasıl yaşarsa yaşasın, senin elinde kitap var onun rehberliğinde yaşa.

Müslümanca hareket edebiliyor muyuz?

Toplum büyük bir kalabalık, içinde her tarz insan var. İslamı yaşayanlar da var yaşamayanlar da var. Toplum için iyi de diyemem kötü de diyemem. Ama her toplumda iyiler vardır.

Allah'ın kullarını dünyada cezalandırdığını düşünüyor musunuz?

Zelzele, sel gibi doğal afetlerin o toplumun İslam'ı yaşamamasından ileriye geldiğini söylemek bence doğru değil. Ona bakarsanız gayrimüslümler hiç islamı yaşamıyorlar. İkaz olabilir ama onların ceza olduğunu sanmıyorum. Çünkü büyük suçların mahkemesi ahirete kalır. Dünyada adalet yerini bulmaz. Allah her günaha ceza vermiyor. Verseydi din diye birşeye gerek olmazdı. O zaman herkes ceza almamak için ibadet ederdi. Ben cebriye görüşünde değilim.

Yaptığınız şeylere kıyasla yapamamaktan dolayı hüzünlendiğiniz ne var?

Arapçayı iyi öğrenmediğime çok özülüyorum. Arapçayı çok iyi öğrenmeliydim. Teşvik eden yol göseteren de olmadı. O ben de büyük bir noksanlık.

28 Ağustos 2009

--
Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen sureyya.kzlaslan@gmail.com Adresine Yollayınız...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Sahur'da Bereket Vardır

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

 “...Fecrin beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilecek hale gelinceye kadar yiyip içiniz; sonra akşama kadar orucu tamamlayınız...” (Bakara, 187)

* * *

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-  hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:

 “Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket vardır.” (Buhari, Savm, 20; Müslim, Sıyâm, 45)

“Bir yudum su ile dahî olsa sahur yapınız.” (Abdurrazzâk, Musannef, IV, 227/7599)

 “Gündüzün orucuna sahur yemeği ile, gecenin ibadetine de öğle uykusu ile yardımcı olunuz!” (Hâkim, I, 588)

* * *

Osmanlı döneminde Ramazan’ın, edebiyata, sanata, günlük hayata ve mutfağa tesir ettiği, bu alanlara damgasını vurduğu bilinmektedir. Ramazan’a mahsus ekmekler, başta güllâç olmak üzere tatlılar, iftar sofrasını süsleyen iftariyeler, büyüklerin konaklarında verilen diş kiralı ziyafetler dillere destandır. Minarelerde mahyalar kurulur, kandiller yakılır, hatta uçurulurdu. Daha ziyade gece bekçileri davul çalarak ve mâni söyleyerek halkı sahura uyandırırlardı.



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) peygamberimizin şaka anlayışı

   ~~{{{ Dua  dilencisi }}}~~   
      
  
   peygamberimizin şaka anlayışı
***Herkes gibi Peygamberimiz de şakalar yapıyor, latifeli konuşuyordu.
Ancak O'nun yaptığı şakalar yerli yerinde ve mesaj doluydu.
Peygamber Efendimiz, herkese samimi ve içten davranırdı. Zaman olur, şakalaşır, tatlı ve güzel bir hava oluştururdu. Çünkü başka türlü olsaydı, insanlar Peygamberimiz'e yanaşamazlar, ona soru bile soramazlardı. Zaten insan her zaman ciddi ve ağır meseleleri konuşamaz, bazen ortamın yumuşatılması, insanların rahatlatılması gerekir.
***Herkes gibi Peygamberimiz (sas) de şaka yapar, lâtifeli konuşur, ama hiçbir zaman yalan söylemezdi. Çünkü şaka yollu da olsa, yalan yalandır. Bunun yanında, Peygamberimiz (sas) insanlarla alay etmez, hafife almaz, dalga geçmez, küçük düşürmez, mahcup etmez, zor durumda bırakmaz, "işletme" gibi olumsuz tavırları hoş karşılamazdı.
***Peygamberimiz (sas)'in yaptığı şakalar yerli yerinde ve mesaj doluydu. Lüzumsuz ve yersiz değildi. Daha çok gönül alıcı ve sevindirici şakalar yapardı. Çocuklarla, hanımlarıyla, yaşlı ve kimsesiz kişilerle şakalaşması bu türdendi.

**Bu köleyi satıyorum, var mı alan! **

Peygamberimiz (sas)'in bir latifesini Enes bin Mâlik'ten dinleyelim: "Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Peygamberimiz, Zahir'i çok severdi. Zahir, yaratılış itibarıyla fiziksel yönü çok hoş değildi. Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir'i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı.

Zahir, tutanın kim olduğunu göremiyordu. "Tutan kimse bıraksın" diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasındaki kişinin Efendimiz olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimiz'in göğsüne iyice dayamaya başladı. Zahir'in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz yüksek sesle: - Bu köleyi satıyorum, var mı alan, diye seslenmeye başladı.

Zahir boynu bükük, mahzun bir halde: - Yâ Resulallah, benim gibi değersiz bir köleye vallahi kuruş veren olmaz, deyince Peygamber Efendimiz: "Hayır, yâ Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz değilsin" buyurdu.
 
***Başka bir misal. Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimiz'e gelerek: "Yâ Resulallah! cennete girmem için bana dua eder misiniz?" dedi.

**Yaşlı kadınlar cennete giremez!**

Peygamber Efendimiz: "Yaşlı kadınlar Cennete giremez" diye ona takıldı. Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrıldı. Peygamber Efendimiz, Sahabîlere: "Gidin ona söyleyin, insanlar cennete yaşlı olarak girmeyecekler. Cenab-ı Hak, 'Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık' buyurmuyor mu?" (Vakıa Sûresi, 36.) Evet, insanlar cennette genç olacaklar, yaşlı değil. Efendimiz de "Yaşlı kadınlar cennete giremez" derken böyle bir latife yapıyordu.
***Peygamberimiz kimsesiz, fakir, yoksul, herkesin yüz vermediği, ilgilenmediği insanlarla küçük şakalar yapar, onların kalplerini kazanırdı. Enes bin Mâlik anlatıyor: Bir gün adamın biri Peygamber Efendimiz'in huzuruna geldi ve kendisinden bir binek hayvanı istedi. Peygamberimiz ona, "Peki, sana bir dişi deve yavrusu vereyim mi?" diye takıldı. Adamcağız, "Yâ Resulallah, ben sizden bir binek istiyorum, dişi deve yavrusunu ne yapayım?" dedi.

Peygamber Efendimiz gülerek: "Bütün develer dişi deve yavrusu değil midir?" buyurdu. Evet Peygamber Efendimiz, Allah'ın elçisi olması dolayısıyla ciddi, vakarlı, ağırbaşlı, heybetli bir insandı. Bu hali zaten normaldi. Çünkü taşıdığı görev, üstlendiği vazife bunun gereğiydi. Ancak her haliyle o da bir insandı. Yeri geldiğinde şakalar da yapıyor, etrafındaki insanları rahatlatıyordu.
 
***Peygamber Efendimiz(sav) ile Hz.Ebu Bekir Efendimiz bir gün hurma yiyorlarmış.Hz.Ebu Bekir yediği hurmanın çekirdeklerini Peygamber Efendimiz'in önüne koyuyormuş.Hz.Ebu Bekir Peygamber Efendimize:
'Ne kadar da acıkmışsınız Ya Resulallah.Bütün hurmaları siz yemişsiniz' demiş.
Peygamber Efendimiz de:''Sen daha çok acıkmışsın ki bütün hurmaları çekirdekleriyle beraber yemişsin''

 
***Her hikaye de, her şakasında bir hakikat bulunurdu. Bir gün Hz. Abdurrahman'ı kucağında kedi yavrularıyla görünce
"Ey kediler babası" anlamına gelen "Ya Eba Hureyre!" diye latife de bulunmuştu. Sahabe bundan çok memnun kalmıştı. O günden beri bu sahabe ismiyle değil bu lakap ile anılmıştır.

 
***Hz. Enes anlatıyor: "Kardeşimin oynadığı küçük bir serçesi vardı. Sevgili Peygamberimiz (sav) bize geldiğinde kardeşimle ilgilenir ve hatırını sorardı. O, kardeşime latife ederek, şöyle hitap ediyordu:

'Yâ Ebâ Umeyr!
Mâ feale'n-Nuğayr?


(Ey Umeyr'in babası. Küçük serçen ne âlemde, ne yapıyor?)"

 
***Kuşu ölen başka bir çocuğa taziye
Bir çocuğun kafeste beslediği kuşu ölmüştü.
Acıyan yüreği gözlerine akmış, ağlıyordu.
Herkes çocuğun bu haline kızarken, Efendimiz (a.s.m.) çok üzüldü. Tüm işlerini bir tarafa bırakıp çocuğun evine taziye ziyaretine gitti. Onu teselli etti.
 


  





Anılarınızı istediğiniz herkesle çevrimiçi paylaşın.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

29 Ağustos 2009 Cumartesi

(Namaz Zamanı) ~~ BABA NASİHATI

   ~~{{{ Dua  dilencisi }}}~~   
      
  

Evliya Çelebi, 1640 yılında babasından habersiz Bursa'ya gider. Eve dönüşünde babası, ona birtakım öğütler verir. Bu parça "Seyahatname"den alınmıştır:

O gün, üzüntü içindeki evimize varıp babam ile annemin mübarek ellerinden öptüm, huzurlarında el bağlayıp durduğumda aziz babam :
-"Safa geldin, Bursa seyyahı! Safa geldin," dedi.
Halbuki ne tarafa gittiğimden kimsenin haberi yoktu. Babama :
-"Sultanım, hakirin Bursa'da olduğunu nereden bildiniz?" dedim.
Buyurdular ki :
-"Sen, 1050 Muharrem'inin (Mayis 1640) Aşuresinde kaybolduğun mübarek gecede dua okudum. O gece rüyamda seni gördüm : Bursa'da Emir Sultan Hazretlerini ziyaretle seyahat rica edip ağlıyordun. O gece benden nice evliyalar rica edip seyahate gitmen için izin talep ettiler. Ben dahi o gece cümlenin rızasıyla sana izin verdim." "Gel imdi oğul! Bundan sonra sana seyahat göründü. Allah mübarek eyleye! Ama sana bir nasihatim var." Diye elimden yapışıp huzurunda diz çöktürdü, sağ eliyle sol kulağıma sıkıca yapışıp şu nasihatte bulundu :
-"Oğul!..
  İyi adını keme takma ve keme arkadaş olma, zararını çekersin. İleri yürü, geri kalma, alay bozma. Tarla basma. Dost malına göz dikme. Koymadığın yere el uzatma. İki kişi söyleşirken dinleme. Ekmekle tuz hakkını gözet. Davetsiz bir yere varma. Sır sakla. Bir mecliste dinlediğin sözleri sakla. Evden eve söz taşıma. Kimseyi kınama, çekiştirme. Haluk ol. Herkesle iyi geçin. Kimseye dil uzatma. Senden uluların önünden gitme. İhtiyarlara hürmet et. Daima temiz ol. Haram ve yasak olan şeylere karşı perhizkar ol. Arkadaşlık ettiğin vezirlere, vükelaya, ayana ve kibarlara varıp, her an, dünya için bir şey ricasında olma ki, senden nefret etmesinler, sana soğuk davranmasınlar. Eline giren malı israf etme. Kanaatle geçin. Sağlık ve hastalıkta lazım olur. Dünyalık akçayı yiyecek, içecek için muhafaza edip namerde muhtaç olma. Çünkü "Düşmana kalırsa kalsın, dosta muhtaç olma tek." demişler.
Cümle ziyaretgahları ve her diyarın konak yerlerinden olan çöl ve ovaları, yüksek dağları, ağaçları ve acayip kayaları, ibretle seyredilecek eserlerini, kalelerini, ulularını yazarak "Seyahatname" namıyla bir tomar telif eyle. Sonun ve akıbetin hayrola, öğütlerimi kulağına küpe yap," deyip enseme pehlivanca bir sille vurdu, kulağımı burup "Yürü, akıbetin hayrola!" dedi.


 
  





Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın. Sadece e-posta iletilerinden daha fazlası
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Kur'an ve Ramazan (3)




Peygamberimiz'in Ramazan hakkındaki hadislerini bütüncül bir okumaya tâbi tuttuğumuzda, şu ilginç sonuçla karşılaşırız: Ramazan, etki alanı belli mekan ya da belli insanlarla sınırlı olmayan küresel bir imkandır.

Hz. Peygamber'in "küresel bir imkan" olarak tasavvur ve takdim ettiği Ramazanı, bırakınız yer kürenin tümü için bir yeniden inşa seferberliğine dönüştürebilmeyi, kendi yüreğimiz, kendi insanımız ve kendi topraklarımız için bile bir yeniden inşa seferberliğine dönüştüremiyoruz.

Bu toprakların yersizleri tarafından Ramazan'a karşı her yıl "psikolojik savaş" taktikleri kullanılarak düzenlenen suikastlar, Ramazan'ın taşıdığı müthiş potansiyeli "yerlilerden" daha çok "yersizlerin" fark ettiğini gösteriyor. 

Dahası bu, "yerlilerin" Ramazan'ın taşıdığı imkanların henüz çok azını kullanabildiğinin göstergesidir.

Bu imkanlar sadece akidevi ve dini olanla sınırlı değil. Bunların yanına siz, Ramazan'ın sunduğu sosyal ve ekonomik imkanları da ilave edebilirsiniz. Ramazan'ın sunduğu imkanlar, sadece yaralı imanların ve tarumar olmuş yüreklerin tamiri için değil, ahlaki çözülmeye maruz kalmış toplumsal, ekonomik ve siyasal yapının tamiri için de istihdam edilebilir.

Bunun için olmazsa olmaz şart, gürül gürül çağlayan Ramazan ırmağını Kur'an'ın inşa ettiği bilinç tribününe yönlendirerek enerjiye çevirmektir. Çünkü Ramazan'ın taşıdığı potansiyel, Kur'an olmadan tümüyle kinetize edilemez.

Vahiy, Allah-insan diyalogunun Allah'tan insana olan sürecini ifade eder.

Şöyle ki: İslam, Allah'a teslimiyetin hayata dönüşmüş biçimidir. Bu teslimiyet, bu dünyada silmi (barış), öte dünyada selameti (ebedi mutluluğu) getirecek bir teslimiyettir. Bu teslimiyetin zemini, insan bilincinin en rafine halini ifade eden "sorumluluk bilinci", yani takvadır. Sorumluluk bilincinin en düşüğü, insanın eşyaya karşı sorumluluğu; zirvesi ise, insanın Allah'a karşı sorumluluğudur.

Sorumluluk bilincinin bizatihi kendisi, insanın, insanda, insanca gerçekleştirdiği en temel inşa hareketidir. Bu inşa hareketinin istikameti, önce aşağıdan yukarıya doğrudur. Yani insandan Allah'a ulaşan bir bilinç yolculuğudur. Bu yolculuğun son durağı Allah'a karşı sorumluluk bilincidir. İşte o noktada inşa hareketi yukarıdan aşağıya, Allah'tan insana bir seyir takip ederek inşa seferi tamamlanır. İnşa seferi, yani miraç ve nüzul…

Bu çıkış ve iniş, Kur'an'ın insan-Allah ilişkisini tanımlarken en çok dile getirdiği kavramlardan biri olan "zikr"in de hakikatidir: "Haydi, siz beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim." (2.152) Bu çift yönlü zikir, çift boyutlu muhteşem bir inşa seferidir:

Aşağıdan yukarıya doğru çıkan duâdır.

Yukarıdan aşağıya doğru akan icabettir.

İnsandan Allah'a doğru yükselen ubudiyyettir.

Allah'tan insana doğru inen uluhiyyettir.

İnsandan Allah'a doğru yükselen sorudur.

Allah'tan insana doğru inen cevaptır.

İnsandan Allah'a doğru yükselen bilinçtir.

Allah'tan insana doğru inen vahiydir.

İnsandan Allah'a doğru yükselen kesrettir.

Allah'tan insana doğru inen vahdettir.

Evet, vahiy ilahi bir inşa projesidir.

Yürüyen ayet olan insan da, insanı çepeçevre kuşatan tabiat da, bir ilahi inşa ürünüdür zaten. İlahi inşanın nesnesi olan insan, vahyin kılavuzluğunda, hayatın inşasının öznesi olacaktır. Bunu, kendisine boyun eğdirilen tabiatı kullanarak yapacaktır. Artık insan ilâhî hitabın eseri, hayatın ise müessiridir.

Vahyi taşıma sorumluluğu insana verilmiştir. Allah insanla konuşmuş, insanoğlunun tarihi Allah-insan diyaloguyla oluşmuştur. İnsan Allah'ın kulu, yeryüzünün ise efendisi kılınmıştır.

Ramazan, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan, âlemlere rahmet Hz. Muhammed (s) aracılığıyla, bütün bir insanlığa gelen vahyin iç dünyamızı tamir ve inşa mevsimi değilse, nedir?
 
Mustafa İslamoğlu






--
Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen ankebutxx@gmail.com Adresine Yollayınız...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Kur'an ve Ramazan (2)



Kur'an ve Ramazan (2)
 
 
"Kur'an'ı sana nazil oluyormuş gibi oku!" Bu kadim tavsiye, bütün Kur'an okuma kılavuzlarının bir numarası olmak zorundadır.

Bunu söylemek kolay. Fakat, ya gerçekleştirmek?

Tahmin ettiğiniz gibi zorun da zoru. Yani "adam" işi.

Bunu gerçekleştirmek için önce ortada bir "sen" olmalı. Yani kendi kendinin farkında bir "ben". Varlığını idrak etmiş bir ben. Bu idraki gerçekleştirmek için varlık sancısı çekmiş bir ben. Bu sancıyla kendi kendini doğurmuş bir ben.

Ortada bir ben varsa, her benin bir de hakikat meselesi vardır. Dile dokununca "dil"i yakan, yani yüreği yakan bir meseledir bu.

Ben ve hakikatin bir araya geldiği yerde, bir yolculuktan söz ediliyor demektir. Bitimsiz bir yolculuktan… İnsanın kendisini sırtlanıp yola koyulduğu yolculuktan… Benden yola çıkıp sonunda yine bene vardığı yolculuktan… Yürümekle varılmayan fakat varanların yürüyenler olduğu bir yolculuktan…

Harita: vahiy.
Rehber: Peygamber.
Pusula: akıl.
Azık: ibadet.
Binek: servet.

Yolcunun akıl pusulası, sahte manyetik saptırıcılardan korunmalı ki, istikamet açısında bir sapma olmasın. İstikamet açısındaki milimetrik bir sapma, her adımla büyüyecek, sonunda kilometrelere tekabül edecektir.

İstikamet açısı sapmış bir yolcuyu, her attığı adım, maksadına yaklaştıracağı yerde uzaklaştırır. Bu tıpkı cahilin dindarlığına benzer. Cahilin dindarlığı arttıkça sapması da artar. İşte bu nedenle her namazın farzı olan "istikbal-i kıble", aslında bir istikamet kontrolüdür.

Peki, akıl pusulası manyetik tuzaklardan ve sahte saptırıcılardan nasıl korumalı?

İşte bu noktada, Ramazan'ın sunduğu imkana başvurmak gerek. Dahası, Ramazan'ı bize bir imkan olarak sunan maksada, yani vahye başvurmak gerek. Kur'an'ı bir fetiş nesnesi olmaktan çıkarıp, hayatı inşanın bir numaralı öznesi bilmek gerek.

Vahiy, ilahi bir inşa projesidir. Bu projeyi vahiy, tasavvurunu, aklını, şahsiyetini inşa ettiği insanlar eliyle gerçekleştirir. Dün bunu mükerreren yaptı. Dün yaptığı şeyi bugün de yapar. Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isteyenlere rağmen yapar. Bu, ilahi bir emanet olan vahye sadakatin gereğidir.

Varoluş amacına uygun bir hayatı inşa etmekle görevli olan insan, bilinen tarihi içerisinde kendisine verilen bu emanete her zaman sadık kalamamıştır. İnşa sorumluluğunu yerine getirme konusundaki her ihmal ve başarısızlık, insanoğluna pahalıya patlamıştır. Tüm peygamberler ve onlarla gelen ilahi mesajların nihâi amacı, insana unuttuğu ya da kasten terk ettiği inşa sorumluluğunu hatırlatmaktı. Emanete ihanet anlamına gelen her sorumsuzluk, sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda ahlaki yozlaşmayı derinleştiriyor, uyarıcılarını dinlememekte direnen toplum kendi kendisini çöküşe mahkum ediyordu.

Allah-insan diyalogu anlamına gelen tüm ilahi vahiylerin zirvesini temsil eden Kur'an vahyi, rehberliğin kişilerden ilkelere geçtiğinin de habercisiydi. "Peygamberlerin sonuncusu"na gelen son vahiy olmasının anlamı da buydu. Bu aynı zamanda modern zamanların hangi istikamette gelişeceğini haber veren ilahi bir işaretti. İnsanlığın gelecekteki yönelişlerinin artı ve eksilerini göstermesi açısından da hayli anlamlıydı. Hayata sürekli müdahil olan bir Allah inancı, modern hayatı da, Allah'ın kozmik planı haricinde telakki etmemeyi gerektirir. Kur'an'ın telkin ettiği iman da budur.

Modern hayat bu perspektifle okunduğunda, insanlık tarihinin en büyük şanssızlığı olduğu gibi, en büyük şansı olma potansiyelini de içinde taşır. İnsanlık, tarihinin hiç bir döneminde modern dönemlerde olduğu kadar küresel bir sapmanın kurbanı olmamıştı. Fakat bu insanlık ailesine, tarihinin hiçbir döneminde tahayyül edemediği küresel bir istikamet tayini imkanını da birlikte sunmaktadır.

Bu imkanın kullanılması, imana bağlıdır. Tüm Ramazanların kendisini takviye için teşri kılındığı imana.

Her mümin Ramazan'la ilişkisini bu imkanı kullanma açısından da gözden geçirmelidir.

Ramazan var oldukça, vahyin hayatı inşa umudu da var demektir.

Mustafa İslamoğlu





--
Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen ankebutxx@gmail.com Adresine Yollayınız...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Kur'an ve Ramazan (1)



Kur'an'da Ramazan ayından söz eden ayet (2 / 185) biri diğerinin sebebi olan iç içe geçmiş unsurlardan oluşur. Buna göre:

1. Ramazan'ın sebebi Kur'an'dır.

2. Kur'an'ın sebebi hidayet, yani rehberliktir; hem de bütün bir insanlığa.

3. Hidayetin sebebi "beyyinât" ve "furkân"dır. Hidayet ancak bunlarla gerçekleşir.

Beyyinât, "tezini isbata yeterli olan hakikatin apaçık belgeleri" anlamına gelir. Furkan ise "hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, adaleti zulümden, iyiyi kötüden seçip ayırma niteliği ya da yeteneği" anlamına gelir.

Kur'an'ın rehberliği ancak beyyinat ve furkan ile gerçekleşir. Bunların birincisi olan beyyinat Kur'an'ın kendisinde sunduğu, ikincisi olan furkan ise muhatabında inşa ettiği bir niteliktir. Ancak Kur'an'ın inşa ettiği bir tasavvur ve akıl "furkan" olma vasfını elde eder. Böyle bir tasavvur ve akılla bakan bir göz ancak beyyinat'ın delalet ettiği hakikatleri yerli yerinde görür ve kavrar.

Fakat bunun ilk ve olmazsa olmaz şartı Kur'an'ın nesneleştirilmesidir ki, maalesef bu böyle olmuştur. Vahyin inşa edici bir özne olmaktan çıkarılıp 'kutsal nesne' haline getirilmesi üç aşamada gerçekleşti:

Birinci aşama: Lafız mânâ ve maksattan oluşan vahyin makro ayağı olan "maksat" ihmal edilerek, vahiy lafız ve manaya indirgendi. Oysa lafız ve mânânın hakemi maksat idi. Hakem dışlanınca, ilahi vahyin muradını anlamak güçleşti. Yalnız lafız ve mânâya dayanarak anlama çabaları, bir takım anlama sorunlarına kapı açtı. Maksadı göz ardı edilen vahyin, inşa edici bir özne olmaktan çıkarılması doğaldı. Çünkü inşa edicilik doğrudan vahyin maksadıyla alakalıydı.

İkinci aşama: Lafız ve manaya indirgenen vahyi anlama işi, bu kez ikinci ayağından da mahrum kalarak sadece lafza indirgendi. Bu, yukarıdaki şekilde başlayan sürecin doğal sonucuydu. Bu sonuç ise, anlamın kendi kendini üretmesine engel oldu. Vahyin muhatapları vahiyle diyalog kurmak, onu diyalojik bir tasavvurla "okumak" yerine, onu "tilavet" ettiler. Bu aslında, anlamın yokluğundan doğan açığı, lafızla kapatmak demekti.

Üçüncü aşama: Vahiy sadece lafza indirgenince, Kur'an da sadece "mushaf"a indirgendi. O artık inşa eden bir özne değildi. Çünkü o muhataplarını değil, muhatapları onu 'yüceltiyorlardı'. Oysa ki vahiy kendiliğinden yüceydi ve onun insan tarafından yüceltilmeye değil, anlaşılmaya ve yaşanmaya ihtiyacı vardı. Vahyi nesneleştiren muhataplar, onu nesneleştirmenin bedelini "yücelterek" ödeme çabası içine girdiler. Bu adeta vahye verilmiş bir "sus payı"na dönüştü. O muhataplarının hayatından bir şeyleri imha edip yeni bir şeyler inşa etmeyecek, muhatapları da vahyi ne kadar becerebilirlerse o kadar yükseğe kaldıracaklardı.

Yeri gelmişken belirteyim: son yıllardaki "Kur'an okuma ve anlama" çabaları, ne yazık ki yukarıda aktardığım süreci tersine çevirememiştir. Hatta, klasik dönemlerdeki bu sürecin tam ters dönmüş modern bir versiyonu haline gelmiştir. Çünkü bu çabalar vahyi inşa edici bir özne haline getireceği yerde, vahyi üzerinde beyin fırtınalarının estirildiği, zihin egzersizlerinin yapıldığı bir "yap-boz" haline getirmiştir. Sonuçta modern tasavvurla klasik tasavvur aynı gözede, vahyi nesneleştirme gözesinde buluşmuşlardır.

Bu süreçte vahyin yönü yüz seksen derece değişmişti. İnşa edici olarak vahiy yukarıdan aşağı inen bir hitab iken, özneleşen vahiy aşağıdan yukarıya ruh taşıyan bir "uçan halı" haline getirilmişti.

Kur'an algısında meydana gelen bu tarihi kırılma, özetle şöyle gerçekleşti:

Anlam hayatın içinde 'üretilemeyince' form tüketildi. Tüketilen form inşa edici özelliğini yitirmeye başladı. Buradan sonra tüketenlerin kimliğine göre ikiye ayırmak gerekiyor:

Birincisi hissi nesneleştirme, ikincisi aklî nesneleştirme…

Hissi nesneleştirme hepimizin malumu: Anlam tükenince form yüceltilir. Yüceltilen form, makulün değil mahsusun konusu haline gelir. Mahsusun konusu olan kutsal bir form ise, anlaşılmaz tilavet edilir, yaşanmaz fetişleştirilir.

Aklî nesneleştirme ise, malum olmanın ötesinde bizim neslimizce "bittecribe sabit" olan bir algı türü: Mahsusun karşısında yer almıyor, çünkü "makul" değil, sadece "akılcı". Diğerinin tam karşısında yer alıyor, dengesizliğin karşı kutbunda yani. Asıl zaafı, vahyi kişiliğini inşa edici bir özneye dönüştürememek. Çünkü, algı biçimi yanlış. Tıpkı, hissi algıda olduğu gibi, bu algının yanlışı da nesneleştirme. Tek fark var, o da "hissi" değil "akli" olması.

Vahyin nesneleştirilme hikayesi, yolcunun rehbersiz kalma hikayesidir.

 
 Mustafa İslamoğlu

 


 




--
Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen ankebutxx@gmail.com Adresine Yollayınız...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) TERZİ

TERZİ

Bir ârife sormuşlar: “Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz? “

“Terzimi severim” diye cevab vermiş. Soruyu soranlar şaşırmışlar:

“Aman efendim, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken, terzi de kim oluyor? O da nereden çıktı?” demişler. Ârif:

“Evet dostlarım, ben en çok terzimi severim. Çünki ona her gittiğimde ölçümü yeniden alır. Diğerleri öyle değil. Bir kez hakkımda karar verdiler mi, ölünceye kadar bana hep aynı ölçü nazarıyla bakarlar” diye, ibret yüklü bir cevab vermiş.

 

BİR BEYİT

Cümleler doğrudur sen doğru isen

Doğruluk bulunmaz sen eğri isen.

Yûnus Emre

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Mukâbele - 2

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

(Rasûlüm!) Sana bu mübarek Kitab’ı, âyetlerini iyice düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye indirdik.” (Sâd, 29)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-  bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:

“Kim Kur’ân-ı Kerim’i okur ve muhtevâsıyla amel ederse, kıyâmet günü anne babasına bir tâc giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş aranızda olsa, onun dünyadaki bir eve konulduğunda vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur’ân-ı Kerim ile amel eden kişinin durumu nasıl olur, düşünebiliyor musunuz?” (Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1453)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Cebrâîl aleyhisselam ile yaptıkları mukâbeleyi son sene iki defa yapmışlardı. (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Fedâilü’l-Kur’ân, 7; Savm, 7)

Cebrail aleyhisselam ile yapılan son mukabelenin ardından; Peygamber Efendimiz, Zeyd bin Sâbit ve Übey bin Ka’b Hazretleri Kur’ân’ı birbirlerine okudular. Hatta Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-   Übey bin Ka’b’a iki kez okudu. (Mukaddimetân, nşr. A. Jeffery, s. 74, 227; Tâhir el-Cezâirî, et-Tibyân, s. 26)

Bu mukâbele âdeti günümüze kadar gelmiş ve hâlâ canlılığını muhafaza etmektedir.



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

28 Ağustos 2009 Cuma

(Namaz Zamanı) Çocuk ve ceza-2





Çocuk ve ceza kavramlarını kısaca açmak istiyorum.

Çocuk ve ceza kavramlarını kısaca açmak istiyorum.
Bu kavramlardan sonra, asıl düşüncelerimi sıralamayı uygun buluyorum.
Çocuk ifadesi; sözlüklerde çok değişik şekilde tanımlanıyor.
Küçük yaştaki oğlan veya kızlara çocuk denir.
Bebeklik ile erginlik arasındaki gelişme döneminde bulunan oğlan veya kız, uşak.
Belli bir işte yeteri kadar deneyimi ve yeteneği olmayan kimseye verilen
Bebeklik çağı ile erginlik çağı arasındaki gelişme döneminde bulunan insan.
Çocuğun şekilleneceği ve edindiği tecrübelerle, gelecekteki yaşamında uygulayacağı yaşam biçiminin nüvelerini edinebileceği dönemdir, çocukluk.
Çocuğumuzun doğması ile bize düşen, anne ve baba olarak sorumluluklarımızın başladığı andır.
Hz. Peygamber’in yakın çevresindeki çocuklara alâkası doğumdan itibaren başlardı. O, doğan çocukların kulaklarına ezan okur, onlara isim takar önceden kötü isim
takılmış ise onları değiştirirdi.
Onlar için akika kurbanı keserdi.
Meselâ, torunu Hz. Hasan doğduğunda iki kulağına ezan okumuştu.
Oğlu İbrahim’in doğduğu gecenin ertesi günü ona isim takışını ise sahabesine şöyle açıklamıştı: “Bu gece bir oğlum oldu. Ona atam İbrahim’in ismini koydum. Demişti.
Bize göre de olması gereken ya da uygulamamız gereken ilk adımlar bunlardır.
Diğer peygamberler, nebiler, âlimlerde; çocukları doğmadan önce hatta çocuk ana rahmine düşmeden önce ellerini açıp, kendilerine hayırlı evlat vermeleri için Allaha dua ve niyazda bulunurlardı.
Çocuk; bizim geleceğimizdir.
Çocuk; neslimizin devamıdır.
Çocuk; sahip olduğumuz değerleri bir sonraki nesillere aktaracak hayat kaynağımızdır.
Ceza ise;
Uygunsuz davranışlarda bulunanlara uygulanan üzüntü, sıkıntı, acı verici işlem veya yaptırım.
Suç işleyen bir kimsenin yaşantısına, özgürlüğüne, mallarına, onuruna karşı yasaların öngördüğü yaptırım.
Suç işleyen bir kimsenin yaşantısına, özgürlüğüne, mallarına, onuruna karşı devletin koyduğu sınırlama.
Çok daha farklı ifade ve tanımları da mevcuttur.
Ama eğer dikkat edilirse; tanımlar daha çok reşit olanları içinde barındıran bir kavramdır.
Biz ise çocuktan bahsediyoruz.
Çocuğa ceza verilemez mi?
Elbette verilir.
Ebeveyn olarak bizler her türlü, çocuktan daha güçlüyüz. Yetki bizim elimizdedir.
Çocukta bizim için hoş olmayan tavır ve davranışlarına karşılık, elimizdeki güç yetkisini kullanarak, çocuğun davranışlarını olumlu bir yola kanalize edebilmek için çocuğa cezalar verebiliriz.
Hatta daha da ileri giderek cebir de kullanabiliriz.
Ama gelin hep birlikte kendi çocuğumuza ceza vermeden önce vicdanımızı önümüze alalım.
Biraz daha düşünelim.
Acaba;
Evlilik yaparken; inancımıza uygun bir evlilik gerçekleştir miyiz?
Çocuğumuz olmadan önce; nebevi sünnete uygun olarak dualarımızı yapmış mıyız?
Çocuğumuz doğduğunda gerekli olan kurbanlarımızı kesip dağıtımını yapmış mıyız?
Çocuğumuza güzel bir isim bulup, kulağına ezanlı beraber okumuş muyuz?
Eşimizle birlikte manevi değerlerimize uygun bir aile ortamı oluşturarak, sakin ve huzurlu bir ev ortamı oluşturabilmiş miyiz?
Aile içinde şiddet ortamını kaldırıp, sevecen bir hale getirebilmiş miyiz?
Eşimize ve çocuğumuza gerekli şefkat ve merhameti gösterip, hayatı onlara çekilmez hale getirmeden, dertlerine ve sıkıntılarına ortak olabilmiş miyiz?
Özellikle çocuğun huylarını olumsuz yönde etkileyecek olan söz ve sözcüklerden uzak durarak iletişimimizde sözün güzelini kullanabilmiş miyiz?
Çeşitli işlerimizi bahane ederek, onu televizyona yönlendirmek başımızdan atmak gibi alışkanlıklarımızdan cayabilmiş miyiz? 
Akşamları yatağa doğru götürü iken kulağına gelecekte olumlu izlenimler bırakacak hikâye ve masallar okumuş muyuz?
İbadetlerimizi ve manevi değerlerimizi ona sevdirebilecek uğraş ve gayreti sarf edebilmiş miyiz?
Anne ve baba olarak, hoşlanmadığımız davranışları sergilediği zaman hakaret ve beddualardan uzak kalabilmiş miyiz?
Çevreden ve yaşadığımız ortamın, çocuk üzerine etkisi olan olumsuzluklardan çocuğumuzu yeterince koruyabilmiş miyiz?
Toplumun içinde cahiliyeden kalma örf adet ve geleneklerden ve zararlı alışkanlıklardan koruma noktasında, çabalarımızın yeterli olduğuna kendimizi inandırabilmiş miyiz?
Eğitim adına, çocuğun var olan kabiliyetlerini görmezden gelerek, karakterine, seciyesine ve seviyesine uygun olmayan zararlardan koruyabilmiş miyiz?
Çocukların en nefret ettikleri bir başkasını çocuğu ile kıyaslama illetinden kendimizi kurtarabilmiş miyiz?
Manevi değer yargılarını bırakıp, insani olmayan değer kalıplarının, zoraki çocuğumuzda da var olması gibi bir cehalete düşmekten uzaklaşabilmiş miyiz?
Çocuğumuzda oluşmasını istediğimiz değer yargılarını, biz üzerimizde yeterince taşıma kaygısını çekebilmiş miyiz?
Biz, kendimizin yapmadığı davranışları, çocuğumuzdan istemekten vazgeçmiş miyiz?
Bizim; kendimizin gerçekleştirmeyi istediğimiz, fakat gerçekleşmesi için gayret sarf etmediğimiz isteklerimizin, çocuklarımız tarafından gerçekleştirilmesini istemeyi bir tarafa bırakabilmiş miyiz?
Herhalde bu saydıklarımıza daha çok şeyler katabiliriz.
Son olarak.
 Eğer bu saydığımız değerleri geçekleştirebilenlerimiz varsa ve çocuk hala hatalı davranışlarına devam ediyorsa; çok büyük cezayı hak etmiştir.
BU AŞAMADAN SONRA CEZANIN ŞEKLİ VE MAHİYETİ DE SİZE KALSIN.
Selam ve dua ile…


Not: İsteyen arkadaşlarım, kendilerine göre eksik kalmış farklı alternatifleri yorum olarak ekleyebilirler

beyaz karanfiller
--
YAŞANMAYAN YOLDA ÖLÜNMEZ Kİ!..



--
Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen sureyya.kzlaslan@gmail.com Adresine Yollayınız...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) çocuk ve ceza 1




Evimizin neşe kaynağı ve hayatın gelecekteki idamesi için sahip olduğumuz en değerli varlıklarımız çocuklarımızdır. Onların yokluğunu telafi edecek hiçbir dünya metasından bahsedemeyiz.

 

Onlarla birlikte iken, özellikle bebeklik ve çocukluk dönemlerinde onlardan aldığımız hazzı ve mutluluğu alabileceğimiz başka bir kıyas bulamayız.
Onların acıları, hastalıkları, rahatsızlıkları bizi fazlası ile mutsuz eder.
Onların tırnağına taş değsin istemeyiz.
Bildik ifade ile biz yemez yediririz, giymez giydiririz.
Özellikle anneler, bebeğin doğumu ile aralarında tarifi imkânsız psikolojik bir yakınlık yaşarlar.
Yeni doğduklarında acziyetlerinin doruk noktasını yaşarlar.
Acıkmalarını anne iç dünyasında bir şekilde hissedecektir.
Bedenlerinde, ya da iç organlarında meydana gelen acıyı hissedecek ve bebek ile birlikte acıyı ve rahatsızlığı aynen kendi bünyesinde yaşayacaktır.
Gecenin bilinmez bir vaktinde onun acıktığını öz benliğinde duyarak uyanacak, yatağından fırlayarak, onu doyurabilmenin kaygısını yaşayacaktır.
Yavrusunu emdirirken, dudak hareketlerini izleyecek, yavrunun boğazından geçen her damla süte karşılık kendi yüreği mutluluktan yağ bağlayacaktır.
Onunla beraber yatarken yanağını, yavrunun yanağına değdirip hızlıca nefes alıp verirken çıkardığı sesi dinleyecektir. Çünkü bu ses anneye, dünyanın en güzel sesi olacaktır.
Ve gün gelecek çocukluk evresine girecektir.
Bebeklik ve ergenlik arası denilen dönemdir, bu dönem.
Bu dönemdeki çocuğa erkek oğul, kız çocuğu ya da evlat adını vermeye başlayacağız.
Belli bir işte yeteri kadar deneyimi ve yeteneği olmayan kimse olarak adlandıracağız biz onu.
Yaşı ve niteliği az olan, kabiliyetleri yeterince ortaya çıkamamış, büyümesini ve gelişmesini henüz tamamlamamış, zaman zaman uygunsuz tavır ve davranış sergileyen bir sürece girdiği dönem olacaktır.
Bu dönemde örnek arayacaktır kendine.
Tavır ve davranışlarıyla benzemeye çalışacaktır, örnek olarak seçtiği kişiye.
Onun gibi giyinmeye çalışacak, onun gibi konuşmaya başlayacak, o kişinin hareketlerini taklit etmeye başlayacaktır.
O kişi kim olacak sözüne verilecek tek bir cevap mevcuttur.
Onu çok seven kişi!
Bu kişi anne de olabilir.
Bu kişi baba da olabilir.
Dayı, amca, teyze, hala, ağabey, abla da olabilir.

Bizler tavır ve davranışlar bütünlüğü içinde, iyi bir örneklem olamadığımız ve bundan dolayı çocuğumuzda ortaya çıkan olumsuzluğa, çözüm arama aşamasına geldiğimizde, çözüm için başvurduğumuz ya da vuracağımız metotları seçmeden önce, başımızı ellerimizin arasına alıp daha fazla düşünmek zorundayız.
O çocuk, doğumuyla bizi mutlu eden yavru değil miydi?
O çocuk, büyüme aşamasında iken gösterdiği her yeni hareketi ile bize zevk veren evladımız değil miydi?
Söylediği ya da söyleyebildiği her sözüyle bizi mutluluk kahkahasına boğan değil miydi?
Bir an öce büyüyüp önce yürümesini sonra koşmasını, konuşmasını kendi ihtiyaçlarını kendi görmesini, bizlerden bir şeyler istemesini arzu eden bizler değil miyiz?
Bizim evimizden çıkarıp toplumun içine salacağımız yavrumuz bu olacak.
Onun, evimiz, ailemiz ya da toplum içindeki sergileyeceği olumsuz tutum ve davranışlarında en az onun kadar bizlerde ortak değil miyiz?
O halde ona, olumsuz davranışlarına karşılık gördüğümüz cezanın bir kısmını da kendimize vermemiz gerekmez mi?
Hal böyle iken komşumuz ya da başka bir akrabamızın çocuğunu, onunla kıyaslama veya örnek gösterme zafiyetimiz nereden kaynaklanıyor acaba?
Düşünmek zorundayız:
Çocuğumuz istediğimiz gibi mi olur?
Bizim gibi mi?
Sizce…?
Ona layık gördüğümüz cezanın en az yarısı bizim olmalıdır.
Çok yakın bir tanıdığın ifadesi;
— Ben ona kötü olan yaşamları anlatıyorum iyi olması için, ama çocuğum dediğimi hiç dinlemiyor ve serseri gibi yaşıyor, ne yapmalıyım?
Diyebileceğimiz tek şey: Kendine bak! 
Çünkü çocuğunda sana bakıyor.
Son söz:
Çocuklar söylediğinize değil, yaptığınıza bakıyor.
Selam ve dua ile…

beyaz karanfiller

YAŞANMAYAN YOLDA ÖLÜNMEZ Kİ!..




--
Maillerime Yanıtlarınızı Lütfen sureyya.kzlaslan@gmail.com Adresine Yollayınız...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Mukâbele - 1

Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

“Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık infak edenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.” (Fâtır, 29)

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-  bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyururlar:

“…Bir grup insan, Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını okur ve onu aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler çevrelerini kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder.” (Müslim, Zikr, 38; Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1455; Tirmizî, Kırâât, 10/2945; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

Abdullâh bin Abbâs -radıyallahü anh- şöyle anlatır:

“Rasûllullâh -sallallahu aleyhi ve sellem- insanların en cömerdi idi. O’nun cömertliğinin coşup taştığı zamanlar da Ramazan’da Cebrâîl aleyhisselam’ın, kendisi ile buluştuğu vakitlerdi. Cebrâîl aleyhisselam, Ramazan’ın her gecesinde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ile buluşur, karşılıklı Kur’ân okurlardı. Bu sebeple Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-  Cebrâîl aleyhisselam ile buluştuğunda, hiçbir engel tanımadan esen rahmet rüzgârlarından daha cömert davranırdı.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Müslim, Fedâil 48, 50)

İbn-i Mes’ûd -radıyallahü anh- şöyle der:

“Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ve Cebrâil aleyhisselam birbirlerine Kur’ân okumayı bitirdiklerinde ben de Allah Rasûlü’ne okuyordum ve Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- benim okuyuşumun son derece güzel olduğunu söylüyordu.” (Taberî, I, 28; Ahmed, I, 405)


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Zekat (Cuma Hutbesi)

خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكّيهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ اِنَّ صَلوتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ وَاللّهُ سَميعٌ عَليمٌ

Zekât: "Hz. Allah'ın verilmesini emrettiği mallardan %2,5 yine onun emrettiği yerlere menfaat beklemeksizin sırf Allah rızası için vermektir." Farziyeti Kur'an, Sünnet ve İcma ile sabit olan zekâtın inkarı küfürdür. Yüce Allah şöyle buyuruyor: Onlar zekâtı vermezler; ahireti inkâr edenler de onlardır. (Fussilet,7) Hz. Peygamber de şöyle buyurur: Kim Allah'a ve Resulüne inanıyorsa, malının zekâtını versin! Şüphesiz ki Allah zenginlerin mallarından fakirlerine yetecek kadarını farz kılmıştır. Malınızın zekâtını vermekle, Müslümanlığınız tam ve mükemmel olur. (Ebû Dâvud ve Nesâî)

Kıymetli Kardeşlerim! Görünüşte malı eksilten zekât, aslında budamayla meyveleri daha sağlıklı ve gür çıkan ağaç gibi, hem ekonomik hayata kazanç ve huzur getiriyor, hem de malımızı sigorta etmiş gibi bela ve musibetlere karşı bizi koruyor.  Yüce Allah şöyle buyuruyor: Allah faizi tüketir (Faiz karışan malın bereketini giderir), sadakaları zekâtları ise bereketlendirir. (Bakara,276) Hz. Peygamber de şöyle buyurur: "Mallarınızı zekâtla koruyun ve hastalarınızı sadaka ile tedavi edin." "Malının zekâtını verirsen malının üzerindeki şerrini gidermiş olursun." "Zekât vererek mallarınızı kale içine alınız." "Zekât İslam'ın köprüsüdür" (Kutub-u Sitte,6/347)

Bu ayet ve hadisler zekâtını ödeyen Müslümanların mal varlıklarının kat kat artacağını müjdelemektedir. Bundan dolayı da şunu iyi bilmeliyiz ki, fakirin zekât almaya muhtaç olmasından çok, zengin vermeye muhtaçtır. Çünkü zekâtı alan için ancak maddi refah vardır ki bu geçicidir. Ama zengin için ebedi bir saadet vardır o da kalıcıdır. Bununla birlikte zekâtı vermeyenin, herhalde elinden zekât kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya da bir musibet gelip alacaktır. Hz. Peygamber şöyle buyurur: Kim malının zekâtını sevab umarak verirse, ona sevap verilir. Kim de zekâtını vermezse biz zekâtı ve malın yarısını (cezalı olarak, zorla) alırız. Bu, Rabbimizin kesin kararlarından biridir. Âl-i Muhammed'e ondan bir hak yoktur." (Ebû Dâvud ve Nesâî)

Aziz Müminler! Zekât, ferdî ve içtimaî açıdan birçok maslahatı bünyesinde barındırır. Mala karşı alabildiğine cimri ve hasis yaratılan insanı, fıtrat çizgisine çeker, insanı maddeye kulluktan, maddenin efendiliğine çıkartır. Mala bereket katar, onun çoğalmasına ve artmasına vesile olur.

Yüce Allah şöyle buyurur: "Onların mallarından sadaka (Zekât) al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin." (Tövbe,103 "Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir." (Bakara,261)

Muhterem Müslümanlar! Fakirlikten hırsızlığa kadar birçok köklü problemin çözülmesinde ciddi rol oynayan zekât, her toplumda var olan fakir-zengin arasındaki maddî uçurumun kapanmasına, sosyo-ekonomik adaletin sağlanmasına da vesile olur. Yüce Allah şöyle buyurur: Ta ki o mallar, sizden yalnız zenginler arasında el değiştiren bir servet haline gelmesin. (Haşr,7) "Zenginlerin mallarında, yardım isteyen ve iffetinden dolayı isteyemeyip mahrum olanlar için bir hak vardır" (Zariyat,19)

Fakirleri yok ederek ekonomiyi güçlendiremezsiniz. Ancak ekonominin can damarı olan zekâtı hakkıyla vererek sosyo-ekonomik adaleti sağlayabilirsiniz. Çünkü ekonominin kendi kaidesi, paranın dağılımı ve dağılım içerisinde dolaşım yapmasıdır bu da infakla olur. Bunu da zekâtın fakirin hakkı olduğu fikrinden uzak hesaplama usulleri hatta kaçamakları veya seri sonu ya da tedavülden kalkmış malların, sadaka verir gibi dağıtılması anlayışıyla halledemeyiz. Hz. Peygamber şöyle buyurur: "Bana zayıflarınızı arayın, bulun. Zira sizler, zayıflarınız sebebiyle yardıma ve rızka mazhar kılınıyorsunuz." [Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî)

Aziz Cemaat! Zekât, Hak'tan aldığını halka dağıtmaktır! Pek çok zengin çok büyük rakamlarda zekât veriyor, para veriyor, giysi veriyor. Yiyecek-içecek vererek fakiri sevindiriyor. Bunun karşılığında da serveti artıyor, parası artıyor, malı artıyor. Öbür taraftan âlim, ilim dağıtıyor. Onun da ilmi artıyor. Demek ki, ne üretir, ne dağıtırsan, dağıttığının karşılığını alırsın. Para ve erzak dağıtırsan, para ve erzakın 10 mislinden 700 misline kadar artar. (Bakara,261) İlim dağıtırsan ilmin artar. İrfan dağıtırsan, irfanın artar.

Aziz Müminler! Şimdi, anlattıklarımı bir kenara koyun ve çevrenize bir bakın! Kim ne dağıtıyor?.. Ne alıyor?.. Dünyaya gelirken neyimiz vardı, giderken neyimiz olacak? Unutmayın ki, Zekatı verilmeyen ve Allah yolunda harcanmayan malda hayır yoktur. Öyleyse "Namazı kılın, zekatı verin, kendiniz için önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız." (Bakara,110)

 

           

 

 

 

 

 

 

 

 

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu ay sponsorumuz http://www.carpetrium.com 'dur. Lütfen sponsorumuzu ziyaret ediniz...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---