31 Ocak 2009 Cumartesi

(Namaz Zamanı) MÜSLÜMANIM DİYEN BİR İNSAN Nİ��İN NAMAZ KILMAK İSTEMEZ











1-Namaz kılmak için kendimi henüz hazır hissetmiyorum, 2-Birkaç defa denedim ama alışacağımı zannetmediğim için bıraktım. 3-0kunacak duaları bilmediğim için kılmıyorum. 4-Kılmam gerektiğine inanmadığım için kılmıyorum.

5-Kalbim temiz olduğu için namaz kılmıyorum.

6-Allah'ın namazımıza ihtiyacı olmadığı için kılmıyorum.

7-Özgür olduğum için kılmıyorum.

8-Her gün namaz kılmaktan sıkıldığım için kılmıyorum.

9- Ailemin baskısına inat kılmıyorum.

10-Çalışıyorum. Iş yerinde ortam müsait olmadığı için kılmıyorum.

11-Ailemin namaz kılmayacaksın baskısından dolayı namaz kılmıyorum.

12-Abdest almaya üşeniyorum.

13-Zamanım olmuyor vakit bulamıyorum.

14-Abdest almak makyajımı bozduğu için namaz kılmıyorum.

is-Çok günahkarım. Kılacağım namazların kabul olmayacağına inanıyorum.

16-Kendimi namaza veremiyorum. Olmadık şeyler aklıma geliyor. Bu yüzden bıraktım.

17-Arkadaş çevremde namaz kılan yok. Onlardan etkilendim.

18-Bazı özgürlüklerimin kısıtlanacağı düşüncesiyle kılmıyorum. 19-Bir vakit kaçırınca moralim bozuluyor. Kılacaksan tam kılacaksın diyorum.

20-Namaz, kısmet meselesi. Allah'tan bir uyarı, bir ışık bekliyorum.

21-Küçükken alıştırmadılar. Simdi de zor geliyor. 22-Çocuklarla uğraşırken namaz kaçıyor sonra da birikiyor. Kılmak zor oluyor.

23-Namaza başlayıp tekrar bırakacağımdan korkuyorum. 24-Bazı namaz kılanların hatalarını gördüğümden soğudum. Kılıp Allah'ı mı (Haşa !) kandıracağım dedim.

25-Gerici ya da yobaz olarak anılmaktan korktuğum için namaz kılmıyorum.

26-Namaz kılıyordum. Fakat hayatımda bir değişiklik olmayınca bıraktım.

27 -Gencim. Yaşlanınca kılmayı düşünüyorum.

28-Namaz kılmıyorum ama kılanlardan daha dürüstüm.

29-Nefsime yenik düştüğüm için namaz kılmıyorum.

30-Namaz kılmadığımda cehenneme mi gireceğim? Sonunda cennete girmeyecek miyim?





Windows Live™ Photos ile fotoğraflarınızı kolayca paylaşımı. Sürükle bırak
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Allah (c.c) Kimleri Sevmez

Allah (c.c) Kimleri Sevmez

 
1- Allah yeryüzünde fesat çıkaranları –bozguncuları SEVMEZ:
-O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu-fesatçılığı sevmez. (BAKARA SURESİ / 205)

-Yahudiler: "Allah'ın eli sıkıdır" dediler. Onların elleri bağlandı ve söylediklerinden dolayı lanetlendiler. Hayır; O'nun iki eli açıktır, nasıl dilerse infak eder. Andolsun, Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun taşkınlıklarını ve inkârlarını arttıracaktır. Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Onlar ne zaman savaş amacıyla bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (MAİDE SURESİ / 64)

-"Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez." (KASAS SURESİ / 77)

2-Allah israf edenleri SEVMEZ:
- Asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları ve tadları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları --birbirine benzer ve benzeşmez- yaratan O'dur. Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasad günü hakkını verin; israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (EN'AM SURESİ / 141)

-Ey Ademoğulları, her mescid yanında ziynetlerinizi takının. Yiyin, için ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (A'RAF SURESİ / 31)

3-Allah günahkâr ve kâfirleri SEVMEZ:
-(Bu, Allah'ın) Kendi fazlından iman edip salih amellerde bulunanları ödüllendirmesi içindir. Şüphesiz O, kafirleri sevmez. (RUM SURESİ / 45)

-Allah, faizi yok eder de, sadakaları arttırır. Allah, günahkar kâfirlerin hiç birini sevmez. (BAKARA SURESİ / 276)

-De ki: "Allah'a ve elçisine itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, kafirleri sevmez. (AL-İ İMRAN SURESİ / 32

4-Allah zalimleri SEVMEZ:
-"İman edip salih amellerde bulunanların ecirleri eksiksiz ödenecektir. Allah, zalim olanları sevmez." (AL-İ İMRAN SURESİ / 57)

-Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahidler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez; (AL-İ İMRAN SURESİ / 140)

-Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah'a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez. (ŞURA SURESİ / 40)

5-Allah haddi aşanları-aşırı gidenleri SEVMEZ:
-Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. (BAKARA SURESİ / 190)

-Ey iman edenler, Allah'ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. (MAİDE SURESİ / 87)

- Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. (A'RAF SURESİ / 55)

6-Allah hainlik edenleri –ihaneti SEVMEZ
-Kendi nefislerine ihanet edenlerden yana mücadeleye girişme. Hiç şüphesiz Allah, ihanette ilerlemiş günahkarı sevmez. (NİSA SURESİ / 107)

-Eğer bir kavmin ihanet edeceğinden kesin olarak korkarsan, sen de açık ve adil bir tutumla (onlarla olan anlaşma metnini ve diplomatik ilişkiyi) at. Gerçekten Allah, ihanet edenleri sevmez. (ENFAL SURESİ / 58)

-Şüphesiz Allah, (müşriklerin saldırı ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden uzaklaştırmaktadır. Gerçekten Allah, hain ve nankör olan kimseyi sevmez. (HAC SURESİ / 38)

7-Allah dünya malı ile gururlanıp, şımaranları SEVMEZ:
-Gerçek şu ki, Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez." (KASAS SURESİ / 76)

8-Allah istikbarı-kibri-büyüklük taslayanları-böbürlenenleri SEVMEZ:
-Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (HADİD SURESİ / 23)

-"İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (LOKMAN SURESİ / 18)

Şüphesiz Allah, onların saklı tuttuklarını ve açığa vurduklarını bilir; gerçekten O, müstekbirleri sevmez. (NAHL SURESİ / 23)

-Allah'a ibadet edin ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (NİSA SURESİ / 36)

9-Kötü sözü açıkça söyleyenleri SEVMEZ:
- Allah, zulme uğrayanlar dışında, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Allah işitendir, bilendir. (NİSA SURESİ / 148)
 


Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Namaz Hakkıyla Eda Edilmezse Ne Olur ??


 

Hasan Hafızoğlu

Araştırmacı - Yazar

 

 

İslâm'da bir ibadetten beklenen netice, onun hayatımıza etki etmesidir. Bu da, o ibadetin şuurlu olarak yapılmasına bağlıdır. İşte namazın şuurlu olarak yerine getirilmemesi, pratikte faydasının olmaması demektir. Namazda bazı duygular kazanamazsak, namazın hayatımıza yeterli etkisi olmaz. Bu nedenle, Müslümanlar, hakkıyla namazı eda etmedikleri zaman hayatlarında iyilik namına bir değişiklik olmaz; ahlâkları Allah'ın istediği gibi ahlâk haline gelmez. Yani, o namaz, sahibini kötülüklerden alıkoymayan bir alışkanlıktan ibaret olur. Belki, sadece farz yerine getirilmiş olur.
 

Ümmet olarak içinde bulunduğumuz olumsuzluklar, sadece namazların terkinden değil, aynı zamanda onların hayatımıza yeterince etki etmeyişindendir.
 

İslâmi faaliyetlerimizin, tebliğ çalışmalarımızın ağır yürümesi, neticeye ulaşamaması, namazı terk ettiğimizden değil; namaz kıldığımız halde onu şuurlu olarak ve dosdoğru kılamayışımızdandır. Kısaca hareketlerimizdeki bereketsizlik buna bağlıdır. Başarılı olanlar ise, namazlarından gereken güç ve kuvveti elde edenlerdir.
 

Namazlarımız şuurlu ve gereği gibi kılınmazsa, Allah'a olan itaatimizde bir zayıflama, bir gevşeme olur. Her an Allah'ın emirlerine hazır olma duygusu kaybolur. Allah korkusu ve Allah sevgisi tesirini göstermez. Dolayısıyla Allah'ın emirlerine, O'nun kanunlarına karşı vurdumduymaz ve kayıtsız kalınır. Ama her namazda neler okuduğumuzun, Allah'ın bizden neler istediğinin farkında olursak, namazı gereği gibi kılmadaki esas maksat gerçekleşmiş olur. Hz. Ali (r.a.): "Anlaşılmayan bir ibadette hayır yoktur" diyor. Namazların bizdeki tesiri, onun anlaşılmasına bağlıdır. Böyle olmadığı takdirde, Müslümanlar bugün olduğu gibi uyumaya, uyutulmaya devam ederler.
 

Namazlar dosdoğru kılınmadığı zaman, namazla dirilme söz konusu olamaz. Âdet yerini bulsun cinsinden bir ibadeti, ne Allah-u Teâlâ emretmiş, ne de Resulullah (s.a.v) bize öğretmiştir. Mü'minlerin de böyle bir ibadete ihtiyacı yoktur. Çünkü anlaşılmadan yapılan ibadetin, hayatımıza tesiri olmaz.
 

Allah'ım! Bizleri namazı hakkıyla ikame edenlerden; dosdoğru kılanlardan eyle!
 

Allah'ım! Ümmet-i Muhammed'e namazla dirilmeyi nasip et!

 

Âmin!



Yeni nesil Windows Live Services'ı ücretsiz edinin. Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) ÖZGÜRLÜK PARADOKSU / AHMET ÖZCAN ( Lütfen sonuna kadar okumaya çalışınız..)

Özgürlük paradoksu

"....ruhumuzun içinde kar yağar/
anamızdan doğduğumuz geceden beri/
heybemizi emektar makinalara yükleriz/
fikirlerimizi tıfıl vinçlere.../
iri buğday tanelerinin trenleri yürüttüğünü bilmeyiz/
biz yangında koşuyu kaybeden atlarız/
biz kirli ve temiz çamaşırları/
aynı zaman aynı minval üzere katlarız/
biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız..."

Sezai Karakoç


Sevgili Hiçkimse,

Tarihin düğümlendiği, insanlık ırmağının durgunlaştığı dönemler vardır. Tarihçiler 'fetret devri', şairler 'fasl-ı hazan' der. İşte onlardan birinde yaşıyoruz. Roma imparatorluğunun, Bizans'ın, Osmanlının gerileme dönemleri, Haçlı ve Moğol istilalarının sonrası, I. Ve II. Dünya savaşlarının öncesi gibi bir dönem. Bütün coğrafyaları ve her toplumu saran garip bir durağanlık, can sıkıntısı, tekrar eden gündelik hayat, belirsiz ekonomik göstergeler, kitleleri saran depolitizasyon, felsefi arayışın son bulması, dinlere ve büyük anlatılara kayıtsızlık, ahlaki dejenerasyon, sosyal ilişkilerde güvensizlik, kültürel avamileşme, ümmileşme, bireysel bunaltı ve stresin yaygınlaşması…Tüm bu fotoğrafın yansıttığı tanımsız ve isimsiz bir zaman dilimi..

Bu devirlerde insanlar, hayatlarının anlamını tanımlama çabasını terk etmişlerdir. İnanmak, daha doğrusu her hangi bir şeye inanma-bağlanma oranı iyice düşmüştür. Bütün kolektifleşme dinamikleri, grup davranışı, ortak düşünme ve eylem alışkanlıkları asgariye inmiştir. Yalnızlaşma, amaçsızlaşma, sürüleşme eğilimleri artmıştır. Din, devlet, akıl ve aşk tatile çıkmıştır. Dinlerin yerini boşinançlar, abartılı ve çarpık dindarlıklar alır. Devletin yerine oligarşik zümreler, keyfi zorbalıklar, güçlülerin tahakküm mekanizmaları geçer. Aklın yerine güdüler, refleksler, dogmalar ve kalıplar egemendir. Aşk ise kaba ve bayağı bir cinselliğe kurban edilir.

Böyle dönemlerde insanlar birbirleriyle uğraşır. Soy, sop, etnik köken, kafatası ya da iman ölçümleri öne çıkar. Hayvani içgüdüler egemen olur. Estetik beğeni düzeyi azalır. Güzel sanatlar, resim, mimari eserler ortaya çıkmaz. Müzik gürültüye dönüşür, şiir yazılmaz, edebiyat marjinalleşir. Yaşamak donuklaşmış, insanlığın ruhu adeta kasılmıştır. Hayatın tadı tuzu kalmamış, zaman manasını yitirmiştir. Ne geçmişe ait bir tasavvur, ne de geleceğe dair bir tahayyül vardır. Eskiler, kıyamet öncesi diye algılamıştır bu dönemleri. Sessiz yığınlar bu zamanlarda iyice kabuklarına çekilir, her şeye kayıtsızlaşır, umarsızlaşırlar. Asude bir görüntü altında bir ufunet sarmıştır her yanı. Eski, tam olarak gündemden çıkmamış, yeni ise henüz doğmamıştır. Sessizlik komplosu denen türden kolektif bir suskunluk oyunu oynanmaktadır.

Sevgili Hiç kimse,

Bundan yıllarca önce, bir üniversite yurdunda ülkücü, İslamcı, solcu, her görüşten bir grup arkadaş sohbet ediyorduk. O zamanlar yurtlarda, öğrenci evlerinde, sabahlara kadar tartışılır, çay ve sigara eşliğinde öfkeli muhabbetler olurdu. Bir gece devrimi kimlerin yapacağını tartışırken, sol görüşlü bir arkadaş ayağa kalktı ve 'biz' dedi, "biz hepimiz aslında aynı yolun yolcusuyuz. Aynı kelimelerle konuşmasak ta, aynı 'dil'i konuşuyoruz. Ve tuhaf bir şekilde farklı ve düşman kamplardayız. Bana öyle geliyor ki, hepimiz sırayla yenileceğiz ve kazananlar aramızda olmayan ve şu an bir diskoda sevgilisiyle dans edenler olacak".

O geceden birkaç yıl sonra, bu sözleriyle hepimizi garip bir gerilime sokan solcu arkadaşın bir çatışmada öldürüldüğünü öğrendim. Aradan yıllar geçti ve maalesef onun dediği doğru çıktı. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada koca koca ideolojiler, büyük anlatılar, felsefeler, 'entertainment' endüstrisinin basit ve sıradan eğlenme kültürü karşısında birer birer yenildi. Doğruydu, sert ve soğuk ideolojiler insanlığı yormuş, bunaltmıştı. Hayata dair sıcak ve sevecen yaşama kültürleri üretilememiş, gelecekteki mükemmel ütopyalar uğruna şimdi ve bugün feda edilmişti. "Biz, hepimiz", bir batılı gazetecinin ifadesiyle, "Elvis'in kıvrak danslarına" yenilmiştik. Bu yeni eğlenme ideolojisinin temsil ettiği para ve cinsellik tahakkümüne dayalı yeni dinin, ne insan varoluşuna ne de adalet, özgürlük ve etik arayışına dair tek sözü bile yoktu. Ama sonuçta 'biz'i' yenmişti ve tüm insanlığı hızla içine çeken şeytani bir girdap gibiydi. Galiba kötülük yine kazanmıştı. Güçlüler, zenginler, yönetenler, kendi yaşam tarzlarını hiçbir ezaya, cefaya, zahmete girmeden muktedir kılmıştı.

Şimdi sorun şu; insanoğlunun ontolojik düzeysizleşmesi ve arzuların etik olmayan sergilenişi olarak yayılan bu içeriksiz ve hayvani dalga, geçici bir fetret devri tefessühü mü, yoksa yeni bin yılın yeni dini mi? Yani insanlık bütün büyük anlatıları terk edip başka bir ontolojik safhaya mı geçti, yoksa zamanın ruhu ve insanlığın vicdanı, bu fetret devrinden sonra tekrar diyalektik yürüyüşünü sürdürecek mi?

Kapitalizmin 'neo' teorisyenleri, Karl Popper'den mülhem büyük anlatı düşmanlığı ve yeni hayat felsefesinin ayetleri olarak "işini iyi yap, daha çok kazan, iyi yaşa ve keyfine bak" şeklinde özetlenen yaşam tarzını hepimize tek yol olarak dayatırken, her birimizin 'tek yol' bellediği inanç ve değerlerimizden vaz geçmeyi de şart koşuyorlar. Hatta giderek iyice saldırganlaşan, faşizan bir ağızla yeni dinlerine itiraz eden herkesi ve her şeyi aşağılamaya çalışıyorlar. Doğrusu, daha iyi bir dünya tasarımları, belden aşağı çalışmadığı ve belden yukarı ile ilgilendiği için bu yeni liberal-faşizm salgısına nasıl bir cevap üretecek, bilemiyorum. Ama şu kesin, esen yel hepimizi ayağa kalkmaya zorluyor. Belki, dünyanın bütün iman ve değer sahipleri, vatanseverleri, sosyalistleri, liberterleri ve akıl sahiplerini birleşmeye çağıran yeni bir manifestoya ihtiyaç var.

Sevgili Hiç kimse,

Bundan yıllarca önce, o solcu arkadaş öldürüldüğünde, başka bir İslamcı arkadaş intihar ettiğinde, bir ülkücü arkadaşımın da parasızlıktan tedavi ettiremediği çocuğunun kucağında ölümüne dayanamayıp akıl hastanesine yatırıldığını duyduğumda, üst üste gelen bu trajedilere bakarak aşağıdaki satırları yazmıştım;

"İnsanoğlunun bilinen tarihi boyunca yöneten ve yönetilen olarak bölünmüş toplumların siyasal düzeni "aynı hikayenin sonsuz tekrarı" gibidir. Silahı, parayı ve bilgiyi elinde toplayanlar geri kalanları yönetir. Yönetilenler ise ya bu düzene başkaldırır ve çoğunlukla yenilirler veya uysalca boyun eğer ve mümkün olduğu kadar bu düzen içinde mutlu ve huzurlu bir yaşam kurmakla meşgul olurlar.

Siyasal iktidar, yönetenlerin kendi arasında el değiştiren ve "ele geçirme" kavgasına konu olan bir erk alanıdır. Yönetilenler bu kavgada taraf değildir, sadece talep eden veya muhalefet eden bir "dış faktör"dür. Devlet denilen aygıt, yönetenlerin kendi arasındaki hegemonya kavgasını denge durumunda çözen ve çoğunlukla "dış faktör" olarak yönetilenlerin denetlenmesi üzerinden bunu sağlayan harika bir buluştur.

Yönetilenler denetim altında tutuldukça yönetenler, aralarındaki sorunları anlaşarak çözerler. Bu durumda yasalar geçerlidir. Denetimden çıktıkları durumlarda ise kılıç devreye girer. İç savaş, ihtilal ya da darbe olarak bilinen toplumsal altüst oluşlar sonucunda yönetenler yeni bir uzlaşma ve denge durumu daha kurarlar. Bu düzen böyle devam edip gider.

Sonuçta her durumda bütün toplumların güç sahibi bir egemen sınıfları ve güçsüzleştirilmiş geniş yığınları vardır.

Bilim, din, ideoloji ve töreler çoğunlukla işte bu "düzenin sonsuz tekrarı"na hizmet eden ve her durumda yönetenlerin, daha doğrusu "iktidar olma" ve "yönetme" ideolojisinin kazandığı kavgaların silahları olarak işlev üstlenirler.

Bu hikaye, hayat denilen trajedinin özü ve özetidir. Bütün peygamberlerin uğrunda acı çektiği asıl dava budur; insanları yönetilen olmaktan kurtarıp özgür ve onurlu insanlara dönüştürmek.

İbrahim'in, Musa'nın, İsa'nın ve Muhammed'in (selam hepsinin üzerine olsun) bütün kavgası bunun için olmuştur.

Yönetilenlerin içinden çıkan ve muhteva itibariyle benzer bir gaye uğruna başkaldıran erdemli insanlar da aynı yolun yolcusu olmuşlardır.

Spartaküs isyanı, Hz. Hüseyin'in kıyamı, köylü ayaklanmaları, devrimler ve kurtuluş mücadeleleri yönetilenlerin erdemli yanının başkaldırı örnekleridir.

Peygamberlerin uğrunda ölümlere yattığı bu kavga ya başarısız olmuş veya başarılı olduktan hemen sonra amacından sapıp eski düzenin yeniden tahkimi ile sonuçlanmıştır. Musevilik, (eski) İbrani Krallıklarının ve tefeci-bezirganlığın, Hristiyanlık Roma'nın, İslam ise Emevilerle başlayıp Osmanlı ile devam eden serüvenin resmi ideolojisi olarak yönetenlerin yönetilenleri denetleme aracına dönüşmüştür.

Spartaküs ve Hz. Hüseyin kanlı yöntemlerle katledilmiş, tıpkı bunun gibi diğer bütün ayaklanmalar bastırılmış ve bütün devrimler hemen sonra eski düzenin yeni kılıkla devam ettirildiği yeni tip bir "harika buluş" olarak tarihe geçmiştir.

Kazanan her zaman yönetenler ve yöneten/yönetilen düzeni olmuş, kaybeden ise geniş yığınlar, yoksullar, güçsüzler, mazlumlar, halk, kitle ve erdemli insanların kurtuluş umudu olmuştur.

Bu kazanan/kaybeden denklemi, içinde insanoğlunun en temel sorunu olarak özgürleşmenin ilk paradoksunu barındırır. Paradoks basit ama çarpıcıdır; kazanmak için güçlü olmak gerekir. Ama güçlü olunca ise bu kavganın anlamı kalmamaktadır. Zira silah, para ve bilginin hegemonik sahiplenilişi anlamında güçlenmektir zaten özgürlüğü yok eden.

Bu nedenle peygamberlerin başarılı örnekleri, devrimlerin görkemli zaferleri kısa bir süre sonra "amac"ın tam tersine eski düzenin yeniden kuruluşuyla sonuçlanmıştır.

Bu anlamda özgürlük mücadelesinin kazanması, çoğu zaman kaybetmesi demek olmuştur.

Özgürlük paradoksu, hem yenildikçe hem kazandıkça kaybedilen bir tarihsel ironi gibidir.

Özgürleşme çabası, varolan gerçeği kabullenememe ve ideal olanı tahayyül edebilmeyi içerir. Ne var ki gerçekten koptukça yabancılaşma yaşanır. Oysa varolan gerçek zaten bir tür yabancılaşma olduğu için kabullenilmez olunmuştur. Burada özgürlük paradoksunun ikinci boyutu yaşanır: İdealizm ve realizm denklemi. Bu denklemde, realizm varolan düzene teslim olmayı, idealizm ise teslim olmamak için gerçeğe yabancılaşıp, sonuçta gerçeği dönüştüremeyecek hayallere sığınarak düzeni değiştirememeyi ifade eder. Yönetilenlerin çocukları gençliklerini idealizmle, ileriki yaşlarını ise realizmle yaşarlar. İdealizm döneminde başkaları için kendilerini, realizm döneminde ise kendileri için başkalarını feda ederler. Her durumda da yıkım ve tahribat temelinde bir yaşam vardır.

Yönetenlerin çocukları, doğuştan itibaren buyurganlığı, hükmediciliği ve otoriter davranmayı öğrenirler. Az riskle çok iş yapmayı, düzeni devam ettirebilme asabiyetini ve rasyonel düşünmeyi öğrenirler. Evleri, dışarıdaki düzenin mikro örneği gibidir. Hizmetçileri, dadıları, aşçıları, şoförleri vardır. Onlara emir vererek büyürler. Onların sahibi olduklarını erken kavrarlar.

Yönetilenlerin çocukları da "düzen"le ve kaderleriyle evlerinde tanışırlar. Emir almayı ve isyan etmeyi öğrenirler. En basit bir talep için kavga etmek ve hırpalanmak zorunda kalırlar. Kendilerini ancak ve sadece ötekini bastırdıkça öne çıkarabilecekleri bir dünya da büyürler. Geliştirebildikleri tek yetenek, yıkarak yapmaya çalışma güdüsüdür. Bu nedenle en güçlü olanları dahi hakim değil despot, sahip değil bağımlı, bilge değil ukala olur. Silah, para ve bilgiyi, çoğunlukla sadece tüketmek için ve yönetenlere hizmet edici tarzda kullanmayı bilirler. Yönetilen olmayı erken benimserler.

Dinler, ideolojiler ve töreler, işte bu "kişilik"lerin prizmasında kırılarak amaçlarının tam tersi bir işlev görür. Özgürlük çağrıları ve özgürleştirici öğretiler, işte bu bünyeler üzerinde ölümcül bir paradoksun malzemesine dönüşür. İşte bu paradoksların derin sonuçlarını kaldıramayacak kadar cesur ve onurlu insanlar gün gelir "ben oynamıyorum" der. "demek gerçek bu!" der, "Hiçbir şeye katılmıyorum" der, "Hepinizin ve herşeyin canı cehenneme" der, "biz yangında koşuyu kaybeden atlarız" der, ve susarlar.

Yönetenler bir kez daha kazanır, düzen yine tahkim olur, tarihin ironisi son olmayan defa tecelli eder. Güneşin altında yine değişen bir şey olmaz. 'Boşlukla asılı duran ağır bir çarkı döndürüp durmak' gibidir artık hayat.

Özgürlüğün paradoksu işte budur.

Bu paradoks, koşu bittikten sonra da koşacak atlarla aşılır."

Evet sevgili Hiçkimse,

Bugün ağaran saçlarımızdan başka değişen pek bir şey yok. Belki yeni bir dil inşa etmemiz gerekiyor. Biz'i, hepimizi ifade eden, içinde hayat olan, özgürlük olan, eğlence olan, kavga olan, isyan olan, aşk olan, ütopya olan ve gerçek olan bir dil. Bir insanlık dili. İster tanrıdan ve tanrıyla konuşsun, isterse paradan puldan, her durumda insandan konuşan bir dil. Hiçbir yabacılaşmaya, hiçbir amaca, hiçbir 'başka'ya insanı kurban etmeyen, her daim insanı mülkün, otoritenin ve hayatının efendisi kılacak özgürleştirici bir dil. İçine herkesi ve her şeyi almayan, kötüyü, yanlışı, çirkini dışlayan, insani olmayanı reddeden, doğruyu ve yanlışı ayırt eden bir dil. Nefes alabileceğimiz, bir birbirimizi başka doğrular adına yargılamadan konuşabileceğimiz, yukardan bakmanın feraseti ve aşağıdan konuşmanın mertliğini içeren, bizi aynı dalga boyunda tutacak ve Allah ve özgürlük için kardeş, yoldaş kılacak bir dil.

Belki, bu dili üretmek ve bu dilden konuşmak, gücün, paranın, efendilerin dinine dur demenin ilk adımı olabilir.

Belki, bu fetret zamanlarında özgürlüğün paradoksuna takılıp kalmak, ruhlarımızın içinde yağan karla ısınmak, yangında koşuyu kaybetmek, esen yele kapılıp sürüleşmekten daha iyidir.

Belki hayat, bizim gibiler için sadece bu paradokstan ibarettir.

Ya, işte böyle sevgili hiç kimse, işte böyle..

Hoşçakal.

ahmetozcan1@yahoo.com

-----------------------------------------------------------------------------

Saygılar, sevgiler..

Yoksulkul 2009      www.yoksulkul.com

İletişim için : yoksulkul@gmail.com



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) YUSUF SURESİ 39 - 40. AYETLER

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.

39. Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?

40. Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

YUSUF SURESİ

--
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Kuran - ı Kerim Türkçe Meali
( Diyanet İşleri  Başkanlığı )

Bu elektronik posta, Kuran-ı Kerim'in her gün okunması ve üzerinde düşünülmesi amacı ile sizlere gönderilmektedir. Başka hiçbir amaç güdülmemektedir.

Bu projede emeği geçen, ayetleri okuyan, okutan, dağıtan ve hayatına yerleştirmeye çalışan herkesten Allah razı olsun.

Saygılar, sevgiler..

Yoksulkul 2009      www.yoksulkul.com

İletişim için : yoksulkul@gmail.com



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) HAK YOLA GETİREN İKİ SÖZ


HAK YOLA GETİREN İKİ SÖZ
   
Büyük erenlerden Hasan Basrî, bir gün arkadaşlarıyla birlikte yolda giderken memleketinin tanınmış devlet büyüklerinden birinin oğlu ile karşılaşır. Devlet büyüğünün oğlu yağız atının üzerine kurulmuş, beraberinde de hizmetçileri, bütün sükse ve ihtişamıyla yoluna devam etmektedir.
    Hasan Basrî yolun ortasında durarak hoş beşten sonra devlet büyüğünün oğluna şöyle seslenir: "Ey devlet büyüğünün oğlu!.. Sizler her şeyi mal ve para ile değerlendirirsiniz. Size şu iki sözü satmak istiyorum, alır mısınız? Çünkü bu sözleri size benden başka kimse söylemeye cesaret edemeyecektir. Sonra bu sözler sizi aydınlık Allah yoluna sokacaktır."
    Devlet büyüğünün oğlu, "Peki kaça satacaksınız?" deyince Hasan Basrî, "Birincisini bir, ikincisini de iki gümüş para karşılığında veririm." diye karşılık verdi. "Evet, alırım" deyince de ilk sözünü söylemeye koyulur ve şöyle der: "Ey devlet büyüğünün oğlu!.. Senin evin var mı?" diye sorar. "Var" cevabını alınca da, "Kendin mi yaptırdın, yoksa miras mı kaldı?" diye sorar.
    Devlet büyüğünün oğlu, "kendim yaptırdım" diye cevap verir. "Ne kadar zaman içinde yaptırdın?" sorusuna ise, "Epey uzun sürdü" karşılığını verir. "Neden her imkana sahip olduğun halde çabuk bitirmedin?" deyince de, "Binanın taşlarını, ağaçlarını taşıyan hayvanlara acıdığım için fazla yük vurdurtmadım. İşte o yüzden de binayı kısa zamanda inşa etmek mümkün olmadı." der.
    Ardından sözü alan Hasan Basrî şöyle konuşur: "Ey devlet büyüğünün oğlu!.. Madem ki başkalarının hayvanlarına acıyarak fazla yük taşıtmaya razı olmuyorsun, neden öz nefsine acımayıp da onu dağlar kadar günah yığını altında eziyorsun?"
    Bu sözler devlet büyüğünün oğlu üzerinde büyük tesir yapar. Atından inerek Allah dostu Hasan Basri'nin ellerine kapanır. Ardından da sabırsızlıkla "iki gümüşü hemen vereceğim, şu ikinci sözünü de hemen söyle" diye yalvarır. Daha sonra Hasan Basrî ikinci sözünü söylemeye koyularak şöyle der:
    "Yola koyulmuş böyle nereye gidiyorsunuz?" diye sorar. "Devlet reisine, bir memurluk almak için gidiyorum" cevabını alınca, "Bak en değerli elbiseni giymiş, en enfes kokuları sürünmüşsün. Neden? Çünkü devlet reisi ve maiyetinde çalışanlara karşı mahcup olmak istemiyorsun. Halbuki onlar da senin, benim gibi birer insan değil mi? Şimdi sana sormak isterim. Yarın ölüp öbür dünyayı boyladığında omurlarında taşıdığın bu kadar ağır günahlarınla ve kirli alınla peygamberler ve gerçek mü'minler arasında Allah'a karşı hesap verirken utanmayacak mısın?"
    Bu sözlerin de son derece derin etkisi altında kalan devlet büyüğünün oğlu atını hizmetçisine verdiği gibi hemen Hasan Basrî'nin ellerine sarılarak artık bütün dünyalık nimetleri teper ve ölünceye kadar bu büyük zatın safında Allah'a ibadet etmeye karar verir.
    Yüce Allah (c.c.) cümlemizi hak sözleri dinleyip de gereğini yerine getiren haksever kullarından eylesin, amin...
    - Senaniye -

KAYNAK: Ermişlerden Osman Efendi, Seçme Dini Hikayeler, Seda Yayınları, İstanbul 2000, s. 139-141



 


Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

30 Ocak 2009 Cuma

(Namaz Zamanı) Peygamber Efendimiz(s.a.v.) Nasıl Bir Babaydı? / M.Emin Ay ( Lütfen Okuyunuz ve Okutunuz )

M. Emin AY

Peygamberlerin baba-evlat ilişkilerine dair örnekleri Kur'ân-ı Kerim'de görebilmekteyiz. Ayetlerde Hz. İbrahim'in, Hz. Yakub'un evlatlarıyla olan diyaloglarındaki "yavrucuğum, oğulcuğum" ifadeleri, insanlar için örnek karakterler olan Peygamberlerden mesajlar olarak yansımaktadır günümüze...

Peygamber Efendimizin ise peygamber atalarından farkı O'nun, kız çocuklarını hor gören bir topluma gönderilmesi ve getirdiği din ile kız-erkek ayırımını ortadan kaldırmaya muvaffak olmasıdır. Bir diğer ifadeyle, pek çok peygamber gibi Sevgili Peygamberimiz de baba olmuştur; ancak O, severek değer verdiği kızlarıyla toplumunda inkılap meydana getiren bir baba olmuştur.
Ayrıca O, bir babanın yaşaması muhtemel tüm sevinçleri, hüzünleri ve acıları hayatında bizzat yaşamış ve karşılaştığı her durumda bir "güzel kul"un sergilemesi gereken tavırları sergileyerek ümmetine bu konuda da "En Güzel Örnek" olmuştur.
Aşağıdaki satırlarda Sevgili Peygamberimizin (sav) hayatından yaşanmış birtakım hatıralara yer vererek günümüzün babaları ya da ebeveynleri için çıkarabileceğimiz mesajları tespit etmeye çalışacağız.
Kıymetli okuyucum.
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin, altısı Hz.Hatice'den, biri de Hz. Mariye'den olmak üzere yedi çocuğu dünyaya gelmiştir. İsimleri Kasım, Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah ve İbrahim olan evlatlarından Kasım, Abdullah ve İbrahim isimli oğulları küçük yaşlarda vefat etmişlerdir. Kızları ise büyüyüp yetişkinlik çağına gelmiş ve evlenmişlerdir. Ancak Hz.Fâtıma dışındaki Hz.Zeynep, Hz.Rukiye ve Hz.Ümmü Gülsüm, Sevgili Peygamberimiz (sav) daha hayattayken ahrete irtihal etmişlerdir. Sadece Hz.Fâtıma, Efendimizden sonraya kalmış o da fazla değil, beş buçuk ay sonra hasretini çektiği biricik babasının göçtüğü ahiret yurduna göçmüştür.
Görüldüğü üzere, bir baba olarak Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimiz, altı kez evlat acısı yaşamıştır. Acaba O Şefkat ve Merhamet Pınarı böylesi durumlarda ne yapmış, nasıl davranmıştır? İşte aşağıda aktaracağımız hatıralar bize bu konuda fikir vermektedir.
Kaynaklarda, oğulları Kasım ve Abdullah ile ilgili yeterli bilgiye rastlanmazken, Hz.Mariye'den dünyaya gelen İbrahim isimli oğlunun doğumuna ise Efendimizin çok sevindiğini aktarır bize sahâbîler… Sözgelimi kendisine müjdeyi getiren Ebû Râfi'e bahşişler vermiş, sevinç içinde ashabının yanına gelerek;
"Dün gece benim bir oğlum dünyaya geldi. Ona Peygamber babam İbrahim'in adını verdim," diyerek mutluluğunu ifade etmiş ve sevincini bir ziyafet vererek ashabıyla paylaşmıştı.
O sıralarda hizmetinde bulunan çocuk yaştaki Hz. Enes, İbrahim hakkında yeterli bilgiye sahip olduğu için bize onunla ilgili detaylı aktarımlarda bulunmaktadır.
Şöyle aktarıyor Hz.Enes (ra):
Çocuklarına karşı Peygamber Efendimizden daha şefkatli kimse görmedim. Oğlu İbrahim dünyaya geldiğinde, Peygamberimiz çok sevinmiş ve kendisine bu müjdeyi getiren kişiye büyük bir ödül vermişti. Daha sonra oğlu İbrahim'i, Ümmü Seyfe denilen bir sütanneye teslim etmişti.
Medine'nin kenar mahallesinde oturan bu sütannenin kocası demircilik yapmaktaydı. Sık sık Peygamberimizle (sav) birlikte oraya gider ve duman dolu evlerine girerdik. Peygamberimiz, oğlu İbrahim'i ziyaret eder, kucaklayarak öper ve bağrına basardı. Sonra birlikte geri dönerdik.
Günlerden bir gün, Peygamberimizle (sav) birlikte yine İbrahim'i ziyarete gittik. Ebû Seyfe'nin evine varınca ben hemen koşarak:
-Ebû Seyfe! Ebû Seyfe! Bak Peygamberimiz geliyor. Şu körüğe biraz ara ver de, duman çıkmasın, dedim.
Böylece, Peygamberimizin dumandan rahatsız olmasına engel olabileceğimi düşünmüştüm. Sonra içeri girdik. Peygamberimiz, küçük İbrahim'i kucağına aldı. Öptü, bağrına bastı… Bir de ne göreyim? Bebek İbrahim sanki can çekişiyor… Belli ki, çok hastaydı… O anda Peygamberimizin yüzüne baktım. Gözleri yaşlarla dolmuş, ağlıyordu…
Hz.Enes (ra) İbrahim'in vefatı ve defnedilişi hakkında ise şunları anlatıyor:
Oğlu İbrahim'in son anlarında onu kucağına alıp bağrına bastı. Kokladı ve öptü. Bu arada babalık şefkatiyle gözleri yine yaşlarla doldu.
Peygamberimizin ağladığını gören yanındakiler hem üzülmüş hem de şaşırmışlardı. Acaba Peygamberler de ağlar mıydı?.. İçlerinden biri, Abdurrahman b. Avf dayanamayarak sordu:
"Sizde mi ağlıyorsunuz Ey Allah'ın Resûlü?."
Peygamberimiz de:
"Evet. Ben de bir babayım. Bu ağlayışım şefkat ve merhamettendir. Gözümüz ağlar, kalbimiz mahzun olur. Fakat biz, Allah'ın hoşnut olmayacağı şeyleri söylemeyiz. O'na isyan etmeyiz," diye karşılık verdi. Sonra İbrahim'e dönerek şöyle dedi:
"Ahh İbrahim!... Bu Allah'ın emri olmasaydı, vade dolmuş bulunmasaydı, sonradan gelenler öncekilere kavuşmasaydı senin ölümüne daha çok üzülürdük. Yine de senden ayrılışımız bizi ne çok üzdü bir bilsen!…"
Yaşanılan bu olaydan, Sevgili Peygamberimizin (sav) çok şefkatli bir baba olduğunu anlıyoruz. Ayrıca bu durumla karşılaşan bir insanın Allah'a isyan etmemesi ve Takdir-i İlahi'ye razı olması gerektiğini de yine O'ndan öğreniyoruz.
Sevgili Peygamberimiz, İbrahim'in ardından şunları söylemişti: "Oğlum İbrahim henüz süt emme çağındaki bir süt kuzusu gibi iken öldü, ama Allah ona cennette iki sütanne verdi. Şimdi onu emziriyorlar."
Görüldüğü üzere Sevgili Peygamberimiz (sav) bir "süt kuzusu"na benzettiği on sekiz aylık yavrusu İbrahim'in vefatından dolayı son derece üzüntü duymuştur. Ancak O'nun, gerek yavrusunun vefatı anında yaşadıkları ve söyledikleri, gerekse cenazenin defni esnasındaki teslimiyet dolu tavır ve davranışları, "Veren de Allah, alan da…" diyebilmenin en güzel örneğini teşkil etmektedir.
Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, her baba gibi yüreği yanmış, gözü yaşlarla dolmuş ve fakat Rabbinin emrine teslim olan müminin tavrını sergileyerek kadere rıza göstermiştir. O halde, bizlere yansıyan bu mesajı iyi okuyarak, böylesi bir durumda ağlamak ne kadar insânî bir davranış ise isyan etmemek de o kadar İslâmî bir tavırdır diyebiliriz.
Resûl-i Kibriya (sav) Efendimizin bir baba olarak yaşadığı acılar, bununla bitmemişti. O, ailelerinin baskısıyla müşrik kocaları tarafından sırf Peygamberimize tavır olsun diye boşanılan ve böylece dul kalan kızları Hz.Rukiyye ve Hz.Ümmü Gülsüm'e babaları olarak şefkat ve merhamet kanatlarını germiş ve onların yeniden evlenip yuva kurmalarına öncülük etmişti.
Bir baba olarak kız evladına hayatının her safhasında sahip çıkmayı insanlar O'nun tutum ve davranışlarından hisseler kaparak öğrendi. Bunlar aynı zamanda günümüz Müslümanlarına da örnek teşkil edecek ibret dolu hatıralardı…
Aziz okuyucum.
Rahmet ve Şefkat Pınarı Efendimiz (sav) Hz.lerinin daha hayattayken, yetişkin insanlar olan kızlarını kaybetmesi de çektiği acılardan biriydi.
Müşrik düşmanların saldırısı sonucunda deveden düşerek hamile olduğu yavrusunu kaybeden, bu acı ve sarsılmadan dolayı yakalandığı hastalık sebebiyle bir süre sonra kendisi de hayata veda eden kızı Zeynep, diğer kızları Rukiye ve Ümmü Gülsüm, her biri bir kez daha baba olarak evlat acısı yaşamasına sebep olacak şekilde ayrıldılar Resûl-i Ekrem'in yanından…
Kâinatın Efendisinden birer parça olan bu değerli hanımefendilerden Ümmü Gülsüm'ün vefatını anlatanlar, Sevgili Peygamberimizin, kızının kabrinin bir kenarına oturmuş, gözlerinden yaşlar akıttığını, yine kızı Zeyneb'in defnedilişi esnasında da gözyaşlarına hakim olamadığını ve için için ağladığını aktarmaktadırlar.
Bu acıları bir baba olarak yaşayan Resûl-i Kibriyâ (sav) Efendimiz, hayatta kalan tek kızı Hz.Fâtıma ve onun çocukları olan Hasan ve Hüseyin ile teselli ediyordu yüreğini. Doğrusu, Hz. Fâtıma O'nun için her zaman bir teselli kaynağı idi. Gerçekte bu yaşça en küçük fakat derece bakımından en yüce mertebeli kızı, hiçbir zaman unutamadığı eşi Hz.Hatice'den kalan bir hatıraydı O'nun için… Kızları içinde annesine en çok benzeyen o olduğu gibi, tavır ve davranışlarıyla da babasını en çok andıran yine Hz.Fâtıma'ydı…
Bir baba olarak Peygamberimizin kızı Hz.Fatıma ile olan ilişkilerini önümüzdeki yazımızda ele almak istiyoruz. Sağlıcakla kalınız efendim…

 



-----------------------------------------------------------------------------

Saygılar, sevgiler..

Yoksulkul 2009      www.yoksulkul.com



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Âile Yuvasında Sevgi ve Rahmet / Dr. Şerafettin Kalay ( Lütfen Okuyunuz ve Okutunuz )

Dr Şerafettin Kalay

 

 

 

İnsanların kadın, erkek ferdileştirilmeye çalışıldığı, âile bütünlüğünün sarsıldığı, karıkocanın birbirlerine saygı ve sevgilerinin yitirilme noktasına getirildiği, evliliğin basit bir menfaat ve zevk birlikteliğine doğru sürüklenmeye çalışıldığı bir ortamda Zikri Hakim'de yer alan şu âyeti kerimeye dikkat ediniz:
"Kaynaşmanız, huzur duymanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet geliştirmesi onun varlığı ve yüceliğinin delillerindendir. Doğrusu bunda düşünen, tefekkür eden bir topluluk için gerçekten ibret vardır." (Rum, 30/ 21)

 

   Birbirini tamamlamak ve beşeriyetin devamını sağlamak için iki cins olarak yaratılan erkek ve kadın, meşru bir nikahla yeni bir yuva kurduklarında birbirlerine en yakın iki insan haline gelirler. Hayat basamaklarının geri kalanlarını berâber çıkmaya başlarlar. Acıda tatlıda, varlık ve yoklukta berâber olmaya azmederler. Çok defa beraber ağlayıp beraber gülerler. Birbirlerinin saadet vesîlesi, tesellîsi olur, sırlarını birbirlerine açar, arada hiçbir perde olmadan dertleşir, dayanışır; ileriye yönelik hem kendileri, hem de yuvalarında filizlenecek yeni nesil için nice hayaller kurarlar.
 Her birine ayrı yaşama imkânı verilen bu iki mükerrem varlık, bir yuvada bütünleşir, birbirlerinde huzur bulur. Aralarında sevgi ve rahmet oluşur.
 Onların sayesinde âilelerinin diğer fertleri tanışıp, kaynaşır. Önlerinde yeni ufuklar açılır; yeni dost halkaları meydana gelir ve giderek genişler, yayılır…
*
 Zikredilen âyeti kerîmede âile yuvasında huzur, sükun, bulunulacağına, sevgi ve merhametin oluşacağına dikkat çekilirken, üzerinde tefekkür edilmesi istenirken bir gerçek daha vurgulanmaktadır: Yuvaların huzur ve saadet, sevgi ve rahmet dolu olmasının gerektiği, bunun sağlanılması için gayret edilmesinin lüzumu, böyle olunca bizleri yaratan ve sayısız nimet bahşeden Rabb'imizin rızasının gerçekleşeceği.
 Halk arasında bir ifade vardır: "Ayakkabısı dar olanın dünyası da dar olur," diye. Bu söz, belli bir oranda gerçeği ifade eder. Aynı çerçevede bir noktayı da biz vurgulayalım: "Âile yuvası kendisine dar gelen insanın dünyası gerçekten dar olur." Yuvasında huzur ve saadet bulamayan insan, bu kaybını başka hiçbir yerde bulamaz. Yuvasında yüzü gülmeyen insan, başka bir yerde, gerçek mânâda yüzünü güldüremez. İç dünyası aydınlık olmayan bir insanın dış dünyası aydınlık olamaz…
 Yuvamızda da saadet, sevgi ve rahmet istiyorsak bunun için üzerimize düşeni yapmak zorundayız. Biz arzu etmeden, üzerimize düşeni yapmadan yuvamızda saadet, sevgi, huzur ve rahmet filizlenip büyüyemez. Kendi üzerimize düşeni yapmadan da eşimizden üzerine düşeni yapmasını isteme hakkımız yoktur. Mesuliyetini idrak ederek ilk hareket eden biz olmalı, olgunluk yarışını daima biz kazanmalı, hatalar, sürçmeler olduğunda ilk affedici, hataları tamir edici biz olmalıyız.
 Bir yuva, acıları, tatlıları, iyi ve kötü günleri paylaşma, karşılıklı dayanışma, sevgi, şefkat ve hürmet üzerine kurulur. Herkesin üzerine düşen mesuliyetleri idrak ederek yerine getirme azm ve gayretiyle yoluna devam eder. Âile yuvasında herkes karşısındakinden olumlu tavır, olgunluk ve fedakârlık bekler kendi üzerine düşeni yapmazsa, huysuzluklar sergiler, sızlanmalar, nazlanmalar birbirini kovalarsa, her sabrın bir noktada son bulacağı bilinmelidir. Karşılıklı kusur aramanın, iyi günlerde yâr, kötü günlerde hasım olmanın faturası çok büyük ve acıdır; çünkü âile içinde uğranılan zarar, sadece karşı tarafın görmeyecektir.
 Eşlerden herbiri, kendi üzerine düşeni yerine getirmeye gayret ettiği gibi, yaşanılan dünyanın her zaman güllük gülistanlık olmadığını, rüzgarın her zaman istenilen taraftan esmediğini bilmeli, sıkıntılı, acılı, gergin anların, varlık ve yokluk zamanlarının olduğunu farketmeli, zaman zaman kendini eşinin yerine koyarak yaşanılanları onun açısından da değerlendirmelidir. Gergin ve sıkıntılı anlarda üstüne gitmemeli, rahatlatıcı tavır ve sözler sergilemeli, toplanan bulutları yavaş yavaş dağıtmasını bilmelidir. Ortalık rahatlayınca, gerginliğin sebebi sorulmalı, öğrenilince de otadan kadırılması veya sabır ve tahammülle karşılanması konusunda yardımlaşılmalıdır.
 Günümüzde âile yuvalarından ne yazık ki acı sesler geliyor ve nice âile sırları evlerden dışarılara taşıyor. Bu acıların, geçimsizliklerin çoğunun altında incir çekirdeğini doldurmayan meseleler, yerli yersiz kullanılan acı sözler ve gerçekten manasız inatlar, huysuzluklar yatıyor. Hoş bir kelime ile sözü kapatmak veya susarak nefislerin sakinleştiği, sözlerin akıl ve mantıkla söylendiği anları beklemek yerine, dünyayı hem kendisine hem de hayat arkadaşına zindan edecek üslup içerisinde söz yarışı devam ettiriliyor…
 Âile ocağı dışından içeriye sızan ve âile içi depremlere sebep olan kötü müdahelelerin rolü de küçümsenemeyecek kadar çok göze batıyor. Zikri Hakîm'de yer alan "kişi ile zevci arasını ayıranlar" hakkındaki tehditlerin hâkimi mutlak olan Rabbimizin tehdidi olduğu asla gözden ırak edilmemelidir…

 İSLÂM NÛRU İLE AYDINLANAN YUVA
 Kurulan bir yuvanın en güzel meyvelerinden biri şüphesiz çocuktur. Dünyaya gelişiyle yuvaya yeni bir canlılık, yeni bir dünya getirir. O, yepyeni bir başlangıcın, yeni günlerin, ufukların müjdecisidir.
 Çocuk için en büyük nimetlerden biri de şüphesiz içinde sevgi ve hürmetin bulunduğu, İslâm nuruyla andınlanmış, ahlâkî güzelliklerle dolu, edeb ve terbiye ile ziynetlendirilmiş bir yuvada dünyaya gelmesi, yetişip filizlenmesidir. 
 Çocuğun varlığına, dünyaya gelişine sebep olan anne ve babanın da yavrusuna sunacağı en büyük hediye budur. Bu alacağı arabalardan, elbiselerden, ayakkabılardan, oyuncaklardan… çok daha kıymetli bir hediyedir. Allah'ın adını anarak ahidleşmeleri, yuvalarının temellerini onun rızasına uygun olarak atmaları, âile ocaklarını onun emrettiği, Rasûlü'nün irşad ettiği gibi güzel hasletlerle donatmaları ve yuvalarından bu hasletleri, bu ruhu eksik etmeyişleri, hiçbir maddî hediye ile kıyaslanamayacak kadar kıymetlidir.
 Bir çok anne, daha küçük yaşlarda kız çocukları için çeyiz hazırlamaya başlıyorlar, çeyizlerinde bir kusur, bir eksiklik olmasın diye son derece titiz davranıyorlar. Yeni yuvaya bu çeyizlerin taşınacağı, alınacak diğer eşya ile birlikte yuvanın döşeneceği, bezeneceği anı hayal ediyor, çok defa günlerini bu hayallerle süslüyorlar.
 Bunu elbette yadırgamıyoruz. Ancak düşünülmesini istediğimiz bir başka gerçek var. Acaba hangi çeyiz, bir genç kızın ahlâkından daha güzel olabilir, onun güzel hasletlerini gölgeleyecek değere ulaşabilir!? Hangi genç kız, hayat arkadaşına iffetinden daha kıymetli bir dünya malı bulup da götürebilir!?.
 Aynı şeyler erkek için de geçerlidir. Ne sunulacak altınlar, ne binilecek araba, ne rengârenk eşya ile  donatılan ev, ne de diğer mallar, onun kendi şahsında taşıyacağı iffet duygularından, dürüstlük, mertlik, cesaret, cömertlik, sevgi, merhamet, ilim, irfan sevgisinden, helal lokma şuurundan, hak yolda Rabb'inin istediği gibi yürüme azminden daha kıymetli olabilir!?.
 Bunun içindir ki Allah Rasûlü(sav);
"Sana kişinin saklayacağı en hayırlı hazineyi haber vereyim mi? Saliha kadın. Ona baktığında gönlüne sürûr verir. Bir şey söylediğinde itaat eder, yerine getirir. Yanında olmadığın zaman, hem malını hem de iffetini korur,"(1) buyurur.
Âişe Vâlidemizden gelen bir hadisi şerifte de;
"Mü'minlerin imanı en olgun olanı, ahlâkı güzel olan ve âilesine hoş muâmelede bulunan, onlara karşı sevgi ve şefkatle davranandır.."(2) buyurulur.
 Allah Rasûlü'nün buyrukları, irşadları incelendiğinde, âileyle, çocuklarla, yeni yetişecek nesillerle ilgili nice güzellikler, davranışlarında nice incelikler olduğu görülecek ve bu örnek davranışlar bizlere, onun yolunda yürümek isteyenlere, doğruya, himete değer verenlere ışık tutacaktır.
 Unutmayınız; gerçek saadet âile yuvalarından dışarıya taşan saadettir. Gerçek hüsran hem kendisini, hem de âilesini hüsrâna sürükleyen insanların uğradığı hüsrandır.
 Şu ilâhî ikaza iyi kulak veriniz:
"Gerçekten hüsrâna uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de âilelerini hüsrâna sürüklemiş olanlardır. İyi dikkat edin,  açık, kesin ve acısı derin hüsrân bu hüsrândır." (Zümer Sûresi, 39/ 15)


(1) Süneni Ebî Davûd, Zekât (2/ 306) El-Müstedrek, Hâkim (1/ 409-410) Hâkim, sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de onu tasdik etmiştir. (2) Süneni Tirmizî, İman (1/ 9) Hadis için; "sahih" demiştir.

---------------------------------------------------------------------------------------------------


Saygılar, sevgiler..

Yoksulkul 2009      www.yoksulkul.com

İletişim için : yoksulkul@gmail.com


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

29 Ocak 2009 Perşembe

(Namaz Zamanı) Günah - Cuma Hutbesi

وَذَرُوا ظَاهِرَ الإِثْمِ وَبَاطِنَهُ إِنَّ الَّذِينَ يَكْسِبُونَ الإِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ

Günah, Allah'ın emirlerine aykırı düşen ve dinen suç sayılan davranışların tamamıdır. Âlimler "Günahın küçüklüğüne büyüklüğüne bakma, kime karşı suç işlediğine bak" demişlerdir

İslam'da Hıristiyanlıkta ki gibi asli günah yoktur. Yeni doğan bir insan kirlenmemiştir, saftır, günahsızdır, yaratıldığı gibi temizdir. Ve kimse kimsenin günahını da yüklenmeyecektir.

Aziz Cemaat! Kuran-ı Kerimde günah, ism, seyyie, münker, isyan, fahşa, fisk, zenb, cürm, fücur, vizr ve şekavet gibi kavramlarla anlatılır. Hz. Peygamber de günahı şöyle anlatır Günah, kalbinde rahatsızlık uyandıran ve başkalarının muttali olmasından hoşlanmadığın şeydir. [Bu hadisi Müslim, Tirmizi ve Darimi rivayet eder] Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş günahtır. [Bu hadisi Ahmed bin Hanbel, Beyhaki ve Taberani rivayet eder] Günah, insanlar sana fetvâ verseler de, içini tırmalayan ve göğsünde tereddüt duyduğun şeydir. [Bu hadisi Ahmed bin Hanbel ve Dârimî rivayet eder]

Günahların kalbi kirleteceğini haber veren Cenab-ı Hak, şöyle buyurur: Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir.[Mutaffifin,14] Bu âyette geçen "kalp kirlenmesi" tabirini, Hz. Peygamber şöyle açıklamıştır: Kul bir günah işlediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahından tövbe edip  uzaklaşırsa kalbi saydamlaşır. Eğer tövbe etmeyip günah işlemeye devam ederse, o siyah nokta artar ve kalbi istila eder. İşte Yüce Allah'ın Kuran'da zikrettiği kalp kirlenmesi, budur. [Bu hadisi İbn Mace rivayet eder] Günaha devam edenlerin zamanla kalbi mühürlenir O, artık sevap işleyemez olur.  [Bu hadisi Bezzar rivayet eder]

Muhterem Kardeşlerim! Günahlar, fert, aile ve toplumlar için felaketlerin en büyüğüdür. Savaşlar, hastalıklar, felaketler, depremler, rızkların daralması, fakirliğin yayılması, ahlaksızlığın çoğalması ve bereketin kaldırılması günahların fert ve topluma kötü etkileridir. Hz. Allah şöyle buyurur: Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. [Şura,30] İnsanların elleriyle kazandıkları (günahları) yüzünden karada ve denizde fesat çıktı. Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını onlara tattırır. [ Rum,41] Hz. Peygamber de şöyle buyurur: İnsanların başına gelen bütün sıkıntılar günahları yüzündendir. Kendini günahlardan korumayanı Allahü teâlâ (dünya ve ahirette felaketlerden) korumaz. [Bu hadisi İbni Hüzeyme rivayet eder] Ümmetim arasında günahlar belirgin olarak ortaya çıkınca Allah onların hepsine katından bir azap gönderir. [Bu hadisi İmam Ahmed rivayet eder] Günah işleyen rızıktan mahrum kalır. [Bu hadisi İbni Mace ve Hakim rivayet eder] Derdiniz günahlardır, devası istiğfardır. [Bu hadisi Deylemi rivayet eder] Hz. Ali şöyle der: Hiçbir bela günah işlenmeden inmedi ve tövbe edilmeden kaldırılmadı. Mücahid şöyle der: Hayvanlar, kıtlık olan ve yağmur yağmayan yıl âdemoğullarının isyankârlarına lanet eder ve "Bu, âdemoğlunun isyanının uğursuzluğu nedeniyledir" derler. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurur: Günahın açığını da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir. [En'am,120] Ne sizin kuruntularınız ne de ehl-i kitabın kuruntuları (gerçektir); kim bir kötülük, yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah'tan başka dost da, yardımcı da bulamaz. [Nisa, 123]

Aziz Cemaat! Bilinmelidir ki günahlardan sakınmak, farzları yapmaktan önce gelir. Haram işleyerek farz yapılmaz. Mesela İlerde doktur olup İslam'a hizmet edecek diye bir kadın başını açarak okuyamaz. Okursa günah işlemiş olur. Hz. Peygamber şöyle buyurur: Küçük bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların (nafile) ibadetlerinden daha iyidir. [Ravdatun Nasıhin] Az bir haramdan kaçmak, 80 bin nafile hac sevabından efdaldir. [Bu hadisi Deylemi rivayet eder] Mecelle'de: (Def-i mefasid, celb-i menafiden evladır) Zararı yok etmek, fayda sağlamaktan önce gelir veya "haramlardan ve günahlardan sakınmak, emirleri yapmaktan önce gelir" denilmiştir. Çünkü günahlar ve haramlar dinî duyguyu helâk eder, Hakk'a olan meylini köreltir ve yüce Allah'ın engin rahmetine karşı bir perde olur. Görünürde bal gibi tatlı olan günah, aslında acı bir zehirdir. Ve eğer tövbe edilmezse sonu acı bir hüsran olur. Hz. Peygamber Hz. Aişe annemize hitaben şöyle der: "Ey Âişe! Göze önemsiz gibi görünen günahlardan sakın! Çünkü bu günahlar için, Allah tarafından görevlendirilmiş bir görevli vardır. Küçük günahlardan sakının. Zira küçük günahların meseli, bir vadiye inen bir cemaate benzer. Onlardan herkes bir çöp getirir. Bu çöplerle yemeklerini pişirirler. Küçük günahlar da böyledir, birikince sahibini helaka atar." [Bu hadisi Ahmed bin Hanbel ve İbn Mâce rivayet eder]

Değerli Müminler! Tefessuh etmiş Yahudilerin ağlama duvarı, sapıklıkta zirveye çıkmış Hıristiyanların vaftiz ve günah çıkartma odalarına mukabil, bizim günaha karşı cesaretimizi inançsızlık ve cehaletten başka bir şeyle ifade edemiyoruz. İslam'da, günahların ahlaki, hukuki ve ahiretteki cezalarına karşın, bu düzende günaha tanınan serbestlik ve sınırsız özgürlük bizi perişan etmektedir.

Hutbemi bir ayet ve bir hadis mealiyle bitiriyorum: Eğer o ülkelerin halkları iman edip (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat yalanladılar, biz de onları işlediklerinin cezasına çarptırdık. [A'raf,96 ] "Ümmetimden bir takım kimseleri bilirim ki, onlar kıyamet günü Tihâme dağlarının emsali (büyük ve ) bembeyaz sevaplar getirirler. Aziz ve Celil olan Allah, o sevapları saçılmış toz (gibi darmadağın) eder (kabul etmez). Ashab'tan Sevban radıyallahu anh: -"Ey Allah'ın Resulü, bilmeyerek onlardan olmamamız için, onları bize açıklasanız" dedi. Efendimiz: -"Bilmiş olunuz ki, onlar sizin (din) kardeşinizdir ve sizin cinsinizdendir. Sizin aldığınız gibi onlar da geceden (ibadet nasibini) alırlar. Fakat onlar, kimsenin bulunmadığı yerde, günahla baş başa kaldıkları zaman, o günahı işlerler" buyurdu. [Bu hadisi İbn Mace rivayet eder]

 

 

 

 

 

 

 

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) SARHOŞ KOMŞU

SARHOŞ KOMŞU
   
 İmam-ı Azam Hazretlerinin genç bir komşusu vardı. 
    Her gece evine içkili gelir, çıkardığı gürültü ile imamı çok rahatsız ederdi. İmam, gençten hiç şikayetçi olmaz, komşusunun haline tahammül ederdi. Bir gün başkalarının şikayetinden olsa gerek genci hapse attılar. Ertesi gece gencin sesini duymayan Ebu Hanife (r.a.) şaşırdı ve:
    - Genç komşumuzun sesleri niçin kulağımıza gelmiyor? diye sordu.
    - Efendim, o sarhoşu vali hapse attırdı, dediler.
    Ertesi sabah doğruca valinin konağına gitti. Talebeleri, Hocamız her halde valiye teşekkür edecek, diye düşünüyordu. Vali, onu görür görmez ayağa fırladı. Hürmet etti ve:
    - Ya imam! Teşriflerinizin sebebini lütfen söyler misiniz? dedi.
    O da, komşusu olan gencin serbest bırakılmasını rica etti. Vali:
    - Efendim, böyle ehemmiyetsiz bir mesele için iye zahmet ettiniz? Haber gönderseydiniz emriniz derhal yerine getirilirdi, cevabını verdi.
    Delikanlı serbest bırakıldı. İmam'la karşılaştıklarında oldukça mahcuptu. Kendisini bizzat çok rahatsız etmişti. Ebu Hanife:
    - Bak biz seni unutmuyoruz, sözleriyle iltifat buyurdu.
    Genç kısa zaman sonra tövbe etti ve İmam'ın talebeleri arasında katıldı.

* * *

   Onlar, kimseyi itmiyor, kınamıyor, suçlamıyor, belki sadece kendine zulmeden zavallılara acıyor ve yardım etmeye çalışıyorlardı. Başkası ne yaparsa yapsın, onlar kendilerine düşüni yapıyordu.


KAYNAK:
AKAR, Mehmet; Mesel Denizi, Nil Yayınları, İstanbul 2001, s. 142-143




 


Windows Live™ Photos ile fotoğraflarınızı kolayca paylaşımı. Sürükle bırak
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) GÜNÜN HADİSİ-ŞERİFİ



Resûlu Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm buyurdular ki:

"Size bir kavmin ileri geleni gelirse, ona ikram ediniz."

(İbn-i Mace, Bezzar, Taberani)

---

Bir kavmin yani bir ümmetin veya cemaatın ileri geleni, o ümmet veya cemaatın arasında şeref ve i'tibar sahibi olan kimsedir. İster bu adam şahsen, ister kavmi namına gelsin, bu geliş dostluk arzusunu gösterir. Dostane olmayan gelişin ikrama layık olmadığını söylemeye gerek yoktur.
İyi niyetle gelen bir kavmin ileri gelenini ikramla karşılamak; hem nezaket, hem insanlık icabıdır. Bu suretle gösterilecek hareketler, şahsen ve mensup olduğu kavim üzerinde müsbet duygulara ve iyi münasebetlere vesile olur.
Hadis-i şerif mutlak olduğundan müslim ve gayr-i müslim her milletin ileri gelenine şamildir. Nitekim Resulullah Efendimiz, etraftan ve kabilelerden gelen müslim ve gayr-i müslim i'tibar sahibi adamları hüsn-ü kabul buyurur ve onlara iltifat ederlerdi.
Resulullah.org

Nail SERDAROĞLU

Fatsalı





Windows Live™ Photos ile fotoğraflarınızı kolayca paylaşımı. Sürükle bırak
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Bir eşek hikayesi

ÇEVİRİLMİŞ BİR MASAL ;

Bir eşek hikayesi ama kim eşek diye düşündürtüyor...
حمير العرب
ARAB'IN EŞEĞİ
Mohamed Abbas Orabi


دخل حمار مزرعة رجل

Adamın birisinin tarlasına bir eşek girer

وبدأ يأكل من زرعه الذي تعب في حرثه وبذره وسقيه؟

Sürüp ekip sulamak için ter döktüğü tarladaki ekinleri yemeye başlar

كيف يُـخرج الحمار؟؟

Şimdi bu eşeği nasıl çıkarsın adam?

سؤال محير ؟؟؟

Cevap vermesi zor bir soru!!!

أسرع الرجل إلى البيت

Adam hemen hızla eve gider

جاء بعدَّةِ الشغل

Alet edevatlarını getirir

القضية لا تحتمل التأخير

İşin beklemeye tahammülü yok!

أحضر عصا طويلة ومطرقة ومساميروقطعة كبيرة من الكرتون المقوى
Uzun bir sopa ,bir çekiç,bir miktar çivi ve bir de büyükçe bir tabaka mukavva getirir
كتب على الكرتون
Mukavvanın üzerine şöyle yazar:
يا حمار أخرج من مزرعتي

"Ey eşek tarlamdam çık!"

ثبت الكرتون بالعصا الطويلة
Sonra mukavvayı uzun sopaya çakar
بالمطرقة والمسمار
Çivi ve çekiçle
ذهب إلى حيث الحمار يرعى في المزرعة
Tarladaki ekinleri yemekte olan eşeğin yanına varır
رفع اللوحة عالياً
Elindeki pankartı kaldırır
وقف رافعًا اللوحة منذ الصباح الباكر
ve sabahın köründen itibaren elinde pankartla dikilir
حتى غروب الشمس
Tâ güneş batıncaya kadar
ولكن الحمار لم يخرج
Fakat eşek çıkmaz!
حار الرجل
Adam şaşkındır
'ربما لم يفهم الحمار ما كتبتُ على اللوحة'
"Belki de eşek pankartta ne yazıldığını anlamamıştır?"


رجع إلى البيت ونام

Eve döner ve yatar uyur

في الصباح التالي
Ertesi sabah
صنع عددًا كبيرًا من اللوحات
Çok sayıda pankart hazırlar
ونادي أولاده وجيرانه

Çocuklarını ve komşularını da çağırır

واستنفر أهل القرية

Köy halkını galeyena getirir

'يعنى عمل مؤتمر قمة'

"Yani bir zirve toplar"

صف الناس في طوابير

İnsanları kuyruklar halinde dizer

يحملون لوحات كثيرة
Ellerinde pankartlar:
أخرج يا حمار من المزرعة
"Ey eşek tarladan çık!"
الموت للحمير
"Eşeğe ölüm!"
يا ويلك يا حمار من راعي الداروتحلقوا حول الحقل الذي فيه الحمار
"Yazıklar olsun sana ey eşek tarla sahibinden ne istiyorsun?" Eşeğin ekinleri yemekte olduğu tarlanın etrafını çevirirler
وبدءوا يهتفون
Başlarlar slogan atmaya:
اخرج يا حمار. اخرج أحسن لك
"Çık ey eşek, çıkmazsan fena olur!"
والحمار حمار
Eşek eşek !
يأكل ولا يهتم بما يحدث حوله
Yemeğe devam eder ve etrafında olup bitenlere dönüp bakmaz bile
غربت شمس اليوم الثاني
Ertesi gün de güneş batar
وقد تعب الناس من الصراخ والهتاف وبحت أصواتهم
İnsanlar bağırmaktan,slogan atmaktan yorulmuş ve sesleri kısılmıştır
فلما رأوا الحمار غير مبالٍ بهم رجعوا إلى بيوتهم
Bakarlar ki eşek kendilerine aldırmıyor, dönerler evlerine
يفكرون في طريقة أخرى
Başka bir çözüm bulmak lazım!
في صباح اليوم الثالث
Üçüncü günü sabahı
جلس الرجل في بيته يصنع شيئاً آخر
Adam evinde başka birşey yapmağa girişir
خطة جديدة لإخراج الحمار
Eşeği çıkarmak için yeni bir plan
فالزرع أوشك على النهاية
Çünkü ekinler ha bitti ha bitecek
خرج الرجل باختراعه الجديد
Adam yeni icadını getirir
نموذج مجسم لحمار
Eşeğin kuklası
يشبه إلى حد بعيد الحمار الأصلي
Gerçek eşeğe çok benziyor
ولما جاء إلى حيث الحمار يأكل في المزرعة
Eşeğin tarlada ekinleri yediği yere gelince
وأمام نظر الحمار
Eşeğin gözleri önünde
وحشود القرية المنادية بخروج الحمار
Eşeğe çıkması için bağırıp duran kalabalık köylülerin önünde
سكب البنزين على النموذج
Maket üzerine benzin döker
وأحرقه
ve ateşe verir
فكبّر الحشد
Kalabalıklar tekbir getirir
نظر الحمار إلى حيث النار
Eşek de ateşin olduğu yere bakar
ثم رجع يأكل في المزرعة بلا مبالاة
sonra da umursamaksızın tarlada otlamaya devam eder
يا له من حمار عنيد
Amma da inatçı eşekmiş yahu!
لا يفهم
Laftan anlamıyor
أرسلوا وفدًا ليتفاوض مع الحمار
Bu sefer eşekle görüşmek için heyet gönderirler
قالوا له: صاحب المزرعة يريدك أن تخرج
Derler ki: Tarla sahibi kendisinin tarlasından çıkmanı istiyor
وهو صاحب الحق
Haklı olan o !
وعليك أن تخرج
Sana düşen çıkıp gitmek
الحمار ينظر إليهم
Eşek hala onlara bakar
ثم يعود للأكل
Sonra otlamaya devam eder
لا يكترث بهم
Hiç onlara aldırmaz
بعد عدة محاولات
Başarısız birkaç girişimden sonra
أرسل الرجل وسيطاً آخر
Adam başka bir aracı gönderir
قال للحمار
Aracı eşeğe der ki:
صاحب المزرعة مستعد
Tarla sahibi hazır
للتنازل لك عن بعض من مساحته
Tarlanın bir kısmından vazgeçmeye
الحمار يأكل ولا يرد
Eşek yemeye devam eder,dönüp bakmaz bile
ثلثه
Üçte birini sana vermeye razı!
الحمار لا يرد
Eşek yine cevap vermez
نصفه
"Yarısını verecek!"
الحمار لا يرد
Eşekte yine cevap yok
طيب
Peki peki!
حدد المساحة التي تريدها ولكن لا تتجاوزه
İstediğin kadar alanı sen belirle,ama belirlediğin alanın dışına çıkma
رفع الحمار رأسه
Eşek başını kaldırır
وقد شبع من الأكل
Artık yiye yiye iyice doymuştur
ومشى قليلاً إلى طرف الحقل
Tarlanın kenarına doğru biraz ilerler
وهو ينظر إلى الجمع ويفكر
Kalabalığa bakar ve düşünür
فرح الناس
İnsanlar sevinirler
لقد وافق الحمار أخيراً
Nihayet eşek anlaşmaya yanaştı
أحضر صاحب المزرعة الأخشاب
Tarla sahibi tahtaları getirir
وسيَّج المزرعة وقسمها نصفين
Tarlayı iikiye böler ve ???????
وترك للحمار النصف الذي هو واقف فيه
Eşeğin olduğu hisseyi ona bırakır
في صباح اليوم التالي
Ertesi sabah
كانت المفاجأة لصاحب المزرعة
Tarla sahibini bir sürpriz beklemektedir
لقد ترك الحمار نصيبه
Eşek kendi hissesini bırakmış
ودخل في نصيب صاحب المزرعة
Tarla sahibinin hissesine dalmış
وأخذ يأكل
otlamaya burada devam ediyor
رجع أخونا مرة أخرى إلى اللوحات
Kardeşimiz tekrar pankartlara müracaat eder
والمظاهرات
ve mitinglere
يبدو أنه لا فائدة
Anlaşılan faydası yok
هذا الحمار لا يفهم
Bu eşek laftan anlamıyor
إنه ليس من حمير المنطقة
Galiba bu , bu yörenin eşeği değil
لقد جاء من قرية أخرى
Herhalde başka bir köyden gelme
بدأ الرجل يفكر في ترك المزرعة بكاملها للحمار
Adam artık tarlanın tamamını eşeğe bırakmayı

والذهاب إلى قرية أخرى لتأسيس مزرعة أخرى
ve başka bir köye gidip yeni bir tarla edinmeyi düşünmeye başlar
وأمام دهشة جميع الحاضرين وفي مشهد من الحشد العظيم
Orada hazır bulunanların ve büyük kalabalığın gözleri önünde
حيث لم يبقَ أحد من القرية إلا وقد حضر
Köydeki son insanın bile hazır olduğu bu kalabalık huzurunda
ليشارك في المحاولات اليائسة
Bu ümitsizce çabalara
لإخراج الحمار المحتل العنيد المتكبر المتسلط المؤذي
işgalci,inatçı,mütekebbir, saldırgan ve zarar kaynağı eşeği çıkarmak için sergilenen bu çabalara katkıda bulunmak için
جاء غلام صغير
küçük bir oğlan çocuğu da gelmişti
خرج من بين الصفوف
Çocuk kalabalıkları yararak
دخل إلى الحقل
tarlaya girdi
تقدم إلى الحمار
eşeğin yanına vardı
وضرب الحمار بعصا صغيرة على قفاه
küçük bir sopa ile eşeğin kıçına vurdu
فإذا به يركض خارج الحقل ..
O da ne:Eşek dört nala tarlayı terkediyor!! !
'يا الله' صاح الجميع ....
" Hay Allah!" diye bağırır herkes
لقد فضحَنا هذا الصغير
"Bu ufaklık hepimizi rezil etti"
وسيجعل منا أضحوكة القرى التي حولنا

Hepimizi komşu köyler nezdindede maskara edecek

فما كان منهم إلا أن قـَـتلوا الغلام وأعادوا الحمار إلى المزرعة

ثم أذاعوا أن الطفل شهيد !!

Hemen oğlan çocuğunu oracıkta öldürürler , eşeği de tekrar tarlaya sokarlar ve çocuğun "şehit olduğu" haberini etrafa yayarlar

Mohamed Abbas Orabi
Director of General Secretary Office
Arab Medical Union

general secretariat - cairo
Cellphone:002 0106895883
Tel : 002 02 27927380 -

27943166 - 27940738 (ext 679)
Fax: 002 02 27940518 - 27962751

42kasr El Ainy St
Cairo Egypt
amedicalu@yahoo. com

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) "ibadette gençlik kuvvetini sarf etmenin neticesi, dar-ı saadette ebedi bir gençliktir." esselamünaleyküm hayırlı cumalar gönül dostlarım dua ile Fiemanillah





 

 

 

 

 'O Çaycı'yı Arıyorum


İHTİDA ÖYKÜLERİ arasında dolaşırken, San Fransisco'da yayınlanan The Islamic Bulletin adlı dergide neşredilmiş bir söyleşiyle de karşılaştım. Söyleşi, California'da oturan ve 1991 yılında İslâm'ı seçip İsmail ismini alan bir Amerikalı ile idi. Çok manidar notlar içeren bu söyleşinin tamamını aktaracak değilim. İsmail Goodwin isimli, şu an aşağı-yukarı elli yaşında olan bu mü'min kardeşimizin Körfez Savaşı hengâmında ABD'nin niye Orta Doğuda böyle bir işe giriştiğini anlama saiki ile Orta Doğuya dair on kitabı, ardından bu kitaplarda kendilerine atıfta bulunulan doğrudan İslâm'la ilgili birçok kitabı okumasından, sonra da direkt Müslümanlarca yazılmış İslâmî eserleri okuyup San Fransisco'daki bir İslâm merkezine gidip bazı Müslümanlarla tanışıp görüşmesinden sonra gerçekleştiğini belirtmekle yetinelim.

Burada sözkonusu etmek istediğim husus, İsmail Goodwin ağabeyimizin başından geçen ve "Lisan-ı hal, lisan-ı kâlden üstündür" sırrını belgeleyen bir hadise. Kendisi, söyleşi içinde şahsına yöneltilen, "Şimdi, bir Müslüman olarak, Müslümanlara dair izlenimleriniz neler?" sorusuna cevaben, gezip görmek amacıyla geldiği İstanbul'da yaşadığı bir hadiseyi anlatıyor.

Hadise şöyle:

İstanbul sokakları arasında, anlaşıldığı kadarıyla Beyazıt ile Eminönü arasındaki bir muhitte yokuş aşağı yürürken, ezan okunmaya başlıyor. Bunun üzerine, namazı hemencecik kılmak üzere, gördüğü bir camiye giriyor. Ki, küçük bir cami bu. Caminin şadırvanında abdestini alıyor ve cemaatle birlikte namazını kılıyor.

Namazın bitiminde, cemaatin, halinden tipinden Amerikalı, yahut en azından Batılı olduğunu tahmin ettikleri bir insanın kendileriyle birlikte namaz kılıyor oluşunu bir derece taaccüple karşıladıklarını hissediyor olmalı ki, içlerinden kimsenin İngilizce bilmediği cemaate, "I am İsmail. I came from America" gibi kısa ifadelerle, Amerikalı olduğunu, adının İsmail olduğunu, yani İslâm'ı seçmiş biri olduğunu filan anlatmaya çalışıyor. Ne dediğini çözmeye çalışan cemaatin efradından biri, hiç İngilizce bilmemekle birlikte, İsmail Goodwin ağabeyimizin ne dediğini, kim olduğunu tahminen anlıyor ve çaya İngilizce "Tea" dendiğini dahi bilmeyen bir Türk mü'min olarak, hemen Türkçe "Çay!" diyor ve ona omuzunu atıp çay içmeye çağırıyor. Birbirinin dillerini bilmeyen, ama camide beraberce aynı Rabbe ibadet eden iki kişi olarak, kalabalık ve dar sokaklarda kolkola yürüyor ve en sonunda bir işhanının giriş katındaki bir çayhanede bu yürüyüşü noktalıyorlar. "Dilini hiç bilmediğim tam bir yabancıyla, yabancı bir ülkede, aşina olmadığım similar arasında kolkola yürüdüm" diyor İsmail Goodwin. Çayhaneye geldiklerinde, "Çay!" hitabı ile "tea" içmeye davet edildiğini, kendisini oraya davet edenin ise bu küçük çayhaneyi işleten bir mü'min olduğunu öğreniyor ve sonrasında, birbirinin dillerini bilmeyen iki insan olmakla birlikte, beraber namaz kıldıklarının şuuruyla, hal diliyle, jest ve mimiklerle ve de çay ikramıyla anlaşıyorlar! İsmail Goodwin ağabeyimiz, sözü edilen çaycı ağabeyimiz onu camiden alıp götürürken, hiç mi hiç bu adam beni nereye götürüyor türünden endişe yaşamadığını da ekliyor ve aynı dili konuşmasalar bile aynı Rabbe ibadet ettiklerini bilen iki insan olarak yaşadıkları bu olaydan bahisle, "İşte" diyor, "İslâm'ın güzelliği! Müslümanların yekdiğerine karşı hissiyatı, bu güzelliği yansıtıyor." Ve ardından, "Müslümanlara dair izlenimlerim çok olumlu" diyor. "Elbette mükemmel değiliz, ama genel olarak konuşmak gerekirse, ortalama bir insanın sergilediği ahlâk ve edeb standardının üstündeyiz. İstisnalar elbette var, ama bu kaideyi bozmaz" diyor.

Şahsen, yakınımda, çok yakınımda bulunan bu çaycının kim olduğunu, çayhanesinin hangi handa bulunduğunu merak ediyorum. Bu çaycının, imandan gelen ihsan, ikram, uhuvvet gibi duyguların eşliğinde sergilediği davranışın, dünyanın öbür ucundaki, dilini dahi bilmediği bir insanın kalbinde yol açtığı tesirin farkında olup olmadığını da merak ediyorum. Bir mü'min olarak hasbeten lillah sergilediği bu davranışın, İsmail Goodwin adlı dilini bilmediği mü'min kardeşi tarafından önce bir dergiye, ardından internet üzerinden dünyanın her tarafından ulaşabilen herkese aktarılarak 'cihanşümûl' bir keyfiyet kazandığını biliyor olduğunu ise, sanmıyorum.

Ama, vâkıa bu işte. "Çay"ın İngilizce "tea" dendiğini dahi bilmeyen, yani eğitim-öğretim olarak belki ilkokul düzeyinde bulunan bir çaycının, imanın gerektirdiği kerem, ihsan, kardeşlik, tebessüm, yumuşak huyluluk gibi hasletlerle hallenmesi sayesinde, 'hal diliyle' anlattığı o kadar güzel birşey var ki ortada; eminim, çok iyi İngilizce bilen biri olarak, lâkin donuk, ruhsuz ve bilgiç bir edayla İslâm'da kardeşlik, ihsan, hoşgörü falan filandan İsmail Goodwin'e söz edecek olsa, bu kadar iz bırakmazdı.

Bu bakımdan, 'hal dili'nin öneminin kesinkes farkında olmak; gerçekten, mü'min olmanın gerektirdiği güzel haller ile hallenmek gerekiyor. Görülüyor ki, bu güzel haller ile hallenen bir mü'min, çok iyi dil bilen bir insanın beceremediğini, hal diliyle beceriyor.

Öyleyse, gelin, imanın gerektirdiği hallerle hallenelim; ve imana yakışmayan, fıtraten de sevilmeyen halleri sürgün edelim dünyamızdan...

 

 




BEN BÖYLE OLMALIYDIM
Tan ağarışında beliren bir gün olmalıydım.
Nefsimin karanlıklarını, irfan güneşleri aydınlatmalıydı.
Sevdalıların buluştuğu gece gibi olmalıydım.
Rahmet kapılarının tül suretine büründüğü anları, Tehedccüdle karşılamalıydım.
Hasretin yoldaşı, bir damla gözyaşı olmalıydım.
Günahların arındırıcılığıyla, samimiyetin nişanesi olan, tövbe çiçeğinin abı hayatı olarak anılmalıydım.
Zikirle kuşanmış bir ağaç olmalıydım.
En sert rüzgârlarda, Rahmani bir dokunuşun tevekkülüyle rukuya kapanmalıydım.
Hırçınlığın ve duygusallığın yoğrulduğu bir deniz olmalıydım.
En hırçın hallerimde dalga suretinde, beyaz örtümü başıma alıp secdede bulmalıydım kendimi.
Sakin zamanlarımda açmalıydım, bilinmeyen dünyamın kapılarını ardına kadar sevdalılara.
Gecenin karanlığında dolaşan bir yıldız olmalıydım.
İki sevdalı yüreğin dileğine vesile olmak için ayrılmalıydım semadan.
Çilekeş bir bülbül olmalıydım.
Güle sevdamı, hasret melodilerinin notalarıyla süsleyip, göndermeliydim iklimine.
Susuzluğun bürüdüğü bir çöl olmalıydım.
Vaha arar gibi ilim aramalıydım her kum tanesinin altında.
Rahmetin gölgesinde esen bir rüzgâr olmalıydım.
Savurmalıydım gafleti ve ihlâs tohumlarının ekmeliydim doğudan batıya.
Hüznün gözbebeği sonbahar olmalıydım.
Yüreklerdeki hüznü kuşanıp, benliğimi sararan yapraklarla hak dostlarının ayaklarına sermeliydim.
Meleklerin kucakladığı kara kış olmalıydım.
Beyaza bürünmüş teseddürümün içinden, gönlümün en derinliklerinde yetiştirdiğim, dua kardelenlerimi kardeşlerime sunmalıydım.
Yeni doğuşun sahnelendiği Nev bahar olmalıydım.
Umut güllerimi cemreleriyle uyanışıma vesile olanın kapısına bırakmalıydım.
Arınışın simgesi yağmur olmalıydım.
Sağanak sağanak yağmalıydım, tebliğden bir haber kalmış kurak toprakların üstüne.
Gidiş ve dönüşlerin ortak mekânı bir liman olmalıydım.
Gidenlerin ardın sıra sallanan özlem mendillerini kucağıma bıraktığı,
Bekleyenlerin ufuklarda görünenle birlikte, ilk gözyaşlarını yüreğime akıtıldığı bir yer olmalıydım.
Açılmaz denilen kapıların kilidi olan umut olmalıydım.
Çaresizliğin sancılarına boyun bükenlerin, zulüm kulplarını ellerimle kırmalıydım.
Uğruna cefalar çekilen sevda olmalıydım.
Sevdalıların kalplerini, sevgiliye varınca tebessümle okşamalıydım.
Kavurucu bir ateş olmalıydım.
İbrahim'i yüreğime saldıklarında, gül bahçesi olarak karşılamalıydım Allah dostunu.
Kör kuyu olmalıydım.
Kardeşlerinin terk ettiği Yusuf'u, Mısır'a emanet etmeden, gönlümün sultanı yapmalıydım.
Dağların en yücesi Tur dağı olmalıydım.
Musa'nın Rahmana yakarışına şahit olmalıydım.
Nuh'un gemisi olmalıydım.
Peygamberlerin ve halifelerin adlarıyla ayrılmalıydım inkârın kol gezdiği topraklardan,
Yol almalıydım Rahmanın şefkatiyle inancın hükmettiği ummanlara.
Bir küçük bulut olmalıydım.
Hak Habib'inin yanı başından ayrılmayıp, Onun emirlerine köle olan
Abı hayat olmalıydım.
Cehalet bataklıklarını kurutup, inanç nilüferleri yetiştirmek adına.
Şafak olmalıydım.
Sevgiliyle vuslata gün saydığım ve geçen güne bir çizik attığım.
Seher olmalıydım.
Uzakların kızıllığına müptela gözlerlerimi sana sunmalıydım.
Kâinat olmalıydım. Tüm zerrelerim âdetince YA RAHMAN seni anmalıydım.

Rabbim bahşetti bu garip sineye, bizde emanet ediyoruz, Hak sevdasıyla yanan birçok sineye. Selam ve dua ile…

Ilknur Doğanay



 BABA VE OĞUL


 

 

80'ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen -45 yaşında ve saygın bir işi olan- oğlu salonda oturuyorlardı.

Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti.


O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu.
Yaşlı baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu:

'Bu ne oğlum?'

Oğlu şaşkın, cevapladı:

'o bir karga baba.'

Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu:

'Bu ne oğlum?'

Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı:

'Baba, o bir karga'

Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor,
sonra başını yine onlara çeviriyordu.

Yaşlı baba üçüncü defa sordu:

'Bu ne?'

Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü:

'O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?'

Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti:

'Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum
ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?'


Babası -yüzünde hâlâ bir gülümseme- yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü.

Bu bir hâtıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümseye devam
ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi.

'Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanıbaşımızdaki pencerenin pervazına
bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak,
onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi
sevgiyle doldurdu.'


'Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza iyi davranmanızı kesin
olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına
ulaşırsa, sakın onlara 'öf' bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.'

(İsra Süresi, 23. Ayet)
 


 

...Allah derim baska hiç bir sey demem...

 


Sahip olduklarınızın sizin olduğunu düşünüyorsanız muhtaçsınız demektir.
Varlık içinde yokluğu görmemişseniz, yoksulsunuz demektir.
Cesaret,Allah'tan korkmaktır; korkmuyorsanız korkaksınız demektir.

Kelimeler kalbinde hikmetler taşır, hikmeti görmüyorsanız cahilsiniz demektir.

İnfak etmek, azametle bilinir;vermeye güç yetirirken veremiyorsanız âcizsiniz demektir.

Ama bir ömrün kavşağında durup geçmişe set çekebiliyorsanız cesursunuz demektir.

Sebeplerin ardındaki sebebi, her şeyin üstündeki müsebbibi arıyorsanız ârifsiniz demektir.

Vazgeçilmez olan için kendinizden bile vazgeçtiğinizde hazırsınız demektir. Ve bir gün her şeyiniz hiçbir şey olduğunda,gemileri yakmak için imkansızı düşlerken...


ALLAH SİZE YETER...
Doğumla ölüm arasında, gecenin karanlığında, bir şafak aydınlığında,

dört mevsim yedi iklimde...


ALLAH BİZE YETER ...
İhtiyacı yaratan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, lütfeden, ihsân eden

ALLAH BİZE YETER...
Kimsesiz kaldığımızda, mutluluğumuz alındığında ellerimizden,yalnız bırakıldığımızda, suçlandığımızda, kınandığımızda; bir seccadenin şefkatinde dualar kalbimize deyip geçerken, dil ile ikrar edilen kalp ile tasdik olunduğunda...


ALLAH BİZE YETER...
Kalbimiz ağrıdığında, dilimiz dolandığında, omuzlarımızın üzerinizdeki yükün altında ezilirken; sevilmediğimizde,anılmadığımızda ...

Yorulduğumuz zaman, direnmekten vazgeçmeyi düşündüğümüzde,hata ettiğimizde günahın pişmanlığıyla tükenirken...

Velhasıl yandığımız zaman zulmetin alevinde,ateşi serin ve selametli kılan

ALLAH BİZE YETER...
Duanın gücünü anlayıp yalnız O'ndan istediğimizde, O'na güvendiğimizde, O'ndan başka hiçbir şeyimiz kalmadığında...


ALLAH BİZE YETER...
O, ne güzel bir vekil,ne güzel bir dost, ne güzel bir yardımcıdır.
"Ey Rabbimiz, Bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır..."


 


Windows Live™ ile e-posta kutunuzdaki işlevlerin çok ötesine geçin. Diğer Windows Live™ özelliklerine göz atın.

Yeni nesil Windows Live Services'ı ücretsiz edinin. Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---