31 Ağustos 2008 Pazar

(Namaz Zamanı) allahü tealayı bilirmisin??

Abdullah bin Mübarek, bir gün yolda gidiyordu. Önünde birkaç koyunla bir çoban çocuk gördü. Ona acıdı ve; 'Zavallı, çocuklukta çobanlık yaparsa, büyüdükte Allahü teâlânın ibâdet ve mârifetine nasıl erişir?' dedi. Sonra kendi kendine; 'Gideyim, ona Allahü teâlâyı tanımakta bir mesele öğreteyim.' deyip, çocuğun yanına geldi ve:

-Evlâdım, Allahü teâlâyı bilir misin? buyurdu.

Çocuk:

-Kul nasıl sâhibini bilmez?' dedi.

-Allahü teâlâ'yı ne ile biliyorsun?

-Bu koyunlarımla.

-Bu koyunlarla, O'nu nasıl bilirsin?

-Bu birkaç koyun çobansız işe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyucu birisi lâzımdır. Bundan anladım ki, kâinat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır. Bu binlerce çeşit mahlûkatı korumaya kâdir olan, Allahü teâlâdan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allahü teâlâyı, böylece bildim

-Allahü teâlâyı nasıl bilirsin?

-Hiç bir şeye benzetmeden bilirim.

-Böyle olduğunu nasıl bildin?

-Yine bu koyunlardan.

-Nasıl?

-Ben çobanım. Onların koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar. Onlara dikkatle bakıyorum. Ne onlar bana benzerler, ne de ben onlara benzerim. Buradan, bir çoban koyunlarına benzemezse, Allahü teâlânın elbette kullarına benzemiyeceğini anladım. Abdullah bin Mübârek:

-İyi söyledin. İlimden bir şey öğrendin mi? buyurdu.

Çocuk:

-Ben bu sahrâlarda, nasıl ilim tahsîl edebilirim, dedi.

-Peki başka ne öğrenmişsin?

-Üç ilim öğrendim. Gönül ilmi, dil ilmi ve beden ilmi.

-Bunlar nelerdir, ben bunları bilmiyorum.

-Gönül ilmi şudur ki, bana kalb verdi ve kendi mârifet ve muhabbeti yeri eyledi ki, bu kalb ile O'nu bileyim. O'nun sevdiklerine gönülde yer vereyim, sevmediklerine yer vermiyeyim ve böylelerinden uzak olayım. Dil ilmi şudur ki, bana dil verdi ve dili zikretmek, O'nun ismini söylemek yeri eyledi. Bununla O'nu hatırlatanları dile getirmeği, O'ndan bahsetmiyen sözden onu korumayı, böyle sözden uzak olmayı îmâ etti. Beden ilmi şudur ki, bana beden vermiştir ve onu kendine hizmet yeri eylemiştir. Böylece O'na hizmet olan her şeyi yaparım, hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırırım.

Abdullah bin Mübârek, bunun üzerine:

-Ey çocuğum! Evvelki ve sonraki ilimler, senin bana bu öğrettiklerindir! dedikten sonra: Ey oğul, bana nasîhat ver, buyurdu.

-Ey efendi! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızâsı için öğrendiysen, insanlardan istemeyi, beklemeyi kes. Yok, dünyâ için öğrenmişsen, Cennet'e kavuşamazsın, dedi.Abdullah bin Mübarek, bir gün yolda gidiyordu. Önünde birkaç koyunla bir çoban çocuk gördü. Ona acıdı ve; 'Zavallı, çocuklukta çobanlık yaparsa, büyüdükte Allahü teâlânın ibâdet ve mârifetine nasıl erişir?' dedi. Sonra kendi kendine; 'Gideyim, ona Allahü teâlâyı tanımakta bir mesele öğreteyim.' deyip, çocuğun yanına geldi ve:

-Evlâdım, Allahü teâlâyı bilir misin? buyurdu.

Çocuk:

-Kul nasıl sâhibini bilmez?' dedi.

-Allahü teâlâ'yı ne ile biliyorsun?

-Bu koyunlarımla.

-Bu koyunlarla, O'nu nasıl bilirsin?

-Bu birkaç koyun çobansız işe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyucu birisi lâzımdır. Bundan anladım ki, kâinat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır. Bu binlerce çeşit mahlûkatı korumaya kâdir olan, Allahü teâlâdan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allahü teâlâyı, böylece bildim

-Allahü teâlâyı nasıl bilirsin?

-Hiç bir şeye benzetmeden bilirim.

-Böyle olduğunu nasıl bildin?

-Yine bu koyunlardan.

-Nasıl?

-Ben çobanım. Onların koruyucusuyum. Onlar benim korumam ve tasarrufumdadırlar. Onlara dikkatle bakıyorum. Ne onlar bana benzerler, ne de ben onlara benzerim. Buradan, bir çoban koyunlarına benzemezse, Allahü teâlânın elbette kullarına benzemiyeceğini anladım. Abdullah bin Mübârek:

-İyi söyledin. İlimden bir şey öğrendin mi? buyurdu.

Çocuk:

-Ben bu sahrâlarda, nasıl ilim tahsîl edebilirim, dedi.

-Peki başka ne öğrenmişsin?

-Üç ilim öğrendim. Gönül ilmi, dil ilmi ve beden ilmi.

-Bunlar nelerdir, ben bunları bilmiyorum.

-Gönül ilmi şudur ki, bana kalb verdi ve kendi mârifet ve muhabbeti yeri eyledi ki, bu kalb ile O'nu bileyim. O'nun sevdiklerine gönülde yer vereyim, sevmediklerine yer vermiyeyim ve böylelerinden uzak olayım. Dil ilmi şudur ki, bana dil verdi ve dili zikretmek, O'nun ismini söylemek yeri eyledi. Bununla O'nu hatırlatanları dile getirmeği, O'ndan bahsetmiyen sözden onu korumayı, böyle sözden uzak olmayı îmâ etti. Beden ilmi şudur ki, bana beden vermiştir ve onu kendine hizmet yeri eylemiştir. Böylece O'na hizmet olan her şeyi yaparım, hizmet olmayan şeyi ise bedenimden uzaklaştırırım.

Abdullah bin Mübârek, bunun üzerine:

-Ey çocuğum! Evvelki ve sonraki ilimler, senin bana bu öğrettiklerindir! dedikten sonra: Ey oğul, bana nasîhat ver, buyurdu.

-Ey efendi! Âlim olduğun yüzünden belli oluyor. Eğer ilmi Allah rızâsı için öğrendiysen, insanlardan istemeyi, beklemeyi kes. Yok, dünyâ için öğrenmişsen, Cennet'e kavuşamazsın, dedi.


Gönderin, blog oluşturun ve dünyanızı aileniz ve arkadaşlarınızla paylaşın - Windows Live Spaces, hayatınızı paylaşmak daha da kolaylaştı! Şimdi ücretsiz Windows Live Alanınıza gidin Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

30 Ağustos 2008 Cumartesi

(Namaz Zamanı) Allahın davetine icabet




Allah'ın Davetine İcabet
 

Hasan Basrî -uddise sirruh- şöyle buyurur:


'Koyun, insandan daha hassastır. Çünkü o, çoban seslendiğinde otlamayı bırakıp dikkat kesilir.

Bu hakikatten ibret almayıp da Allah'ın dâvetine bîgâne kalan insana ne demeli?!.'



Şimdi aileye katılmanın tam zamanı - Yeni nesil Ücretsiz Windows Live Hizmetlerini şimdi edinin! Buraya tıkla!

Şimdi aileye katılmanın tam zamanı - Yeni nesil Ücretsiz Windows Live Hizmetlerini şimdi edinin! Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) çingene ali (yaşanmış bi olay)

  ÇİNGENE ALİ
Bir Çingene Ali vardı, umutsuz bir biçimde padişahın kızı Selma'ya aşık olmuştu... Öyla ya aşık olduğu padişahın kızı , kendisi ise bir Çingene Ali... Olacak şey miydi?!! Ama aşık olmuştu bir kere Ali, aklı fikri padişahın kızı selma'da idi... Kafasını bir oraya vuruyor olmuyor, bir bu yana vuruyor olmuyor... Onu sevenlerden biri ' Sen bir de Abdulkâdir Geylânî kuddise sırruhu'nun Halifesi olan Ali Heytî Hazretlerine git be Ali'm ' dedi. Ali umutsuz, bîçare Ali Heyti Rahimehullah'a vardı, meramını anlattı. Ali Heytî Hazretleri: -Ali, ben ne dersem yapmaya razı mısın padişahın kızına ulaşabilmek için. dedi. Çingene Ali gözlerini dört açarak: - Sen bana padişahın kızı Selma'yı getir; ne dilersen yaparım, uğruna herşeye hazırım. dedi. Ali Heyti Hazretleri Çingene Ali'ye: -Ali ben ne dersem yapacaksan bu iş olur; ama çok önemli şart ne dersem yapacaksın, hem de itirazsız, dedi. Ali'nin ise canına minnet, derhal kabul etti bu şartı. Ali Heyti hazretleri, Çingene Ali'yi bir dağın tepesindeki mağaraya götürdü. Issız bir yerdi orası ve ona: -Şimdi burada şu kayanın üstüne otur ve kim gelirse gelsin, ne olursa olsun kesinlikle umursamadan sadece 'Allah' kelimesini söyle, dedi. Ali şaşkın: -Allah demekle padişahın kızının ne alakası var. dedi. Ali Heyti Hazretleri kızgın: -Ali soru yok!! sen dediğimi yap kız sana gelecek inşaAllah. dedi. Çingene Ali söylenene uydu: 'Allah Allah Allah' demeye başladı. Haftada bir Ali Heyti hazretleri geliyor ve ona yemek getiriyordu. Çingene Ali, Ali Heyti hazretlerini her gördüğünde: - Hani, nerede? Padişahın kızı ne oldu, niye gelmedi?!! diye soruyor; her defasında 'Sabret, soru sorma sadece Allah de' cevabını alıyordu. Ali aşkının tılsımından bir denileni iki etmiyor, kıza kavuşma ümidiyle, güvendiği, sözüne inandığı Ali Heyti hazretleri ne derse onu yapıyor ve 'Allah' diyordu. Vakit geçti, Ali'nin namı şehre yayılmaya başladı, civardan geçen kervanların haber vermesiyle Çingene Ali, ' Memleketin uzağından gelmiş, ıssız bir mağaraya sığınmış bir büyük Allah dostu, hiç durmadan Allah diyen bir veli ' olarak şehirde anılmaya başlanıldı. Öyle ki , onun hakkında, nice kerametler söylendi, nice kişiler onun tılsımlı nefesinin kudretinden bahsetmeye başladılar. Bu arada Ali Heyti hazretleri yine adeti üzere Ali'nin yanına haftada bir uğruyor yemek getiriyordu. Çingene Ali Onu her gördüğünde ' Hani kız nerede, niye gelmedi hala?' diyordu. Ali Heyti hazretleri ise ' Az kaldı, bekle, Allah de' diyordu. Bir gün geldi ki padişahın kızı hastalandı. Memleketin bütün tabibleri çaresiz kaldılar, hastalık karşısında.. Dediler ki padişaha: -Efendim memleketimizin büyüklerinden Allah dostu bir Ali Heyti Hazretleri var, bir de ona soralım; bu hastalık karşısında biz nâçar kaldık.... Padişah, Ali Heyti Hazretlerini davet etti huzuruna. Meramını anlattı. Ali Heyti Hazretleri: -Padişahım, memleketimizde ün salan , bir dağın tepesindeki mağarada sürekli Allah diyen bir kulunuz var belki o bir şeyler yapabilir. dedi. Zaten padişah o söylenen kişinin namını çoktan duymuştu bile, derhal buyruk verdi dağa doğru gidilmesi ve o Hazretin! görüşünün alınması için.... Ali Heyti Hazretleri huzurdan ayrıldı ve Çingene Ali'nin yanına geldi. Ona: -Evladım padişah maiyetiyle senin yanına geliyor. Sana ne teklif ederse etsin sakın kabul etme.. toprak, altın, makam.. hiçbirisine iltifat etme ancak kızını teklif ederse zevceliğe , senin işin tamamdır, kabul et. dedi. Çingene Ali heyecanlı, emelinin sarhoşluğunda daha bir şevkle 'Allah' demeye başladı.... Tam kırk gün dolmuştu o paslı mağarada Allah demeye devam edeli, aklında padişahın kızından başka hiç bir şey yok ve Allah diyordu Ali. Padişah maiyetiyle mağaraya geldi. Gördüğü manzara: Bir derviş.. hararetle Allah Allah diyor, imrendi ona, ne hoş bir insan, dünya hiç umurunda değil, dedikleri kadar varmış, ah nice böyle bir insanla sürekli beraber olsaydım, diye düşündü içinden... Çingene Ali'ye, Ali Heyti Hazretleri padişahın meramını aktardı, padişahın kızının rahatsızlığından, bütün halkın üzüntülü olduğundan ve şifanın belki onun duası vesilesi ile Allah'tan gelebileceğinden bahsetti Ali'ye.. Ali yüreği yanmış bir halde, sevdiğinin ızdırabını ciğerlerinde hissetmesine rağmen, Ali Heyti Hazretlerine verdiği sözü unutmadı ve sadece ' Allah Allah ' dedi. Ali Heyti Hazretleri padişaha dönerek: -Padişahım gördüğünüz gibi, sadece Allah diyor, Ona hediye verseniz iltifatını celbetmek için, bize yüzünü dönmesi için. dedi. Padişah Ali'ye mülk hediye etmek istedi. 'Memleketimin yarısı senin olsun ey Ulu Kişi! ' Ali ' Allah' dedi... Padişah makam teklif etti ' Benim veziri azam'ım olmaz mısınız ey Ulu Kişi! ' ... Ali ' Allah' dedi. Padişah altın dedi ' Ne kadar mal arzu ediyorsanız her istediğinizi önünüze yığalım ey Ulu Kişi! .... Ali ' Allah' dedi....Padişaha yaklaşarak Ali Heyti Hazretleri: -Padişahım bir de kerimenizin izdivacını teklif etseniz dedi. Padişah düşündü: ' bu erenden daha layık kim olabilirdi ki zaten kızı için, sürekli 'Allah' diyen, dünyaya bel bağlamayan, altında devlette gözü olmayan bir Allah Dostu... zaten halk ta onu çok seviyor!!' - Kızımın, biricik kerimemin nikahını alır mısınız?!! dedi. Ali şokta... yanlış mı duymuştu ki; padişah ona, kızının, Selma'nın nikahını teklif ediyor ha.. Hem de kime?.. Çingene Ali'ye öyle mi? Neden neden? Nasıl bir hal bu aman ya Rabbî! Bir çingene Ali, emeli için kırk gün Allah dedi ve emeline kavuştu..... Ali düşündü, içlice düşündü, içine konuştu, içinde kavruldu: - Ben ki bir kız için, aşkım için kırk gün sadece Allah Allah dedim; emelime kavuştum, padişahın kızına kavuştum... Ya Rabbî!! Ya Sen'in için, Şanın için, Sen Sen olduğun için 'Allah' deseydim... ... Sen her bir emelden öte, en ötede en yakında hakiki hükümdar ve Sevgili'sin.. Ey şanı Yüce... Çingene Ali'nin de, padişahın da Rabb'i.... Çingene Ali herkesin duyabileceği bir sesle 'ALLAH' ..... dedi ve oracıkta can verdi.... Rivayet edilir ki son nefesiyle kutuplar arasında yerini aldı Çingene Ali namlı, Ali rahimehullah.... hikayeyi bize bir sohbet ortamında bir büyük alim zat anlatmıştı. Allah Teala'ya hakiki manada kul olana, bütün mahlukat esir olur!... Hatib ve imam Kuşeyrî'nin tahric ettikleri İbni Abbas'tan gelen bir rivayette Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ' Kim âşık olsa, iffetini korusa ve ( aşkını ) gizlese ve bundan dolayı ölse, şehid olduğu halde ölmüştür. '



Gönderin, blog oluşturun ve dünyanızı aileniz ve arkadaşlarınızla paylaşın - Windows Live Spaces, hayatınızı paylaşmak daha da kolaylaştı! Şimdi ücretsiz Windows Live Alanınıza gidin Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) namaz zamanı üyelerine inşallah


ALLAH(cc )namaz zamanı  Üyelerini Cennet bahçelerinde sürüm sürüm süründürsün..!
Sürünürkende Allah'a varın..
Havz-i Kevserden içip şarhoş olup dillere düşesiniz emi..
Dilerim Allah'tan Cehennem kapısı yüzünüze kapansın..!Bidaha açamayasınız..!
Zebaniler görmesin yüzünüzü..!
Zebanilerden kaçarken ayağınız takılsında Allah'ın rahmetine düşesiniz..!!

Amin.. 


Aileniz ve arkadaşlarınızla paylaşmak için bir ayda 500'e kadar fotoğraf gönderin! Şimdi ücretsiz Windows Live Alanınıza gidin Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

29 Ağustos 2008 Cuma

(Namaz Zamanı) ÇINAR AĞACI.....


>>>Ulu bir çınar ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar
>>>ilerledikçe bitki çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.
>>>Yağmurların ve günesin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse
>>>çınar ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınara:
>>>'Sen kaç ayda bu hale geldin agaç?' '50 yılda' demiş çınar
'50 yılda mı?'
>>>diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak, 'Ben neredeyse 2 ayda
>>>seninle aynı boya geldim bak!'... 'Doğru' demiş agaç, 'doğru'...
>>>Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında
>>>kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça
da
>>>aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle çınara:
>>>'Neler oluyor bana ağaç?'
>>>'Ölüyorsun' demiş çınar...
>>>'Niçin?'
>>>'Benim elli yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye
çalıştığın
>>>için'...


Gönderin, blog oluşturun ve dünyanızı aileniz ve arkadaşlarınızla paylaşın - Windows Live Spaces, hayatınızı paylaşmak daha da kolaylaştı! Şimdi ücretsiz Windows Live Alanınıza gidin Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) çocuk

Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.Çocuk babasına, 'Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun' diye sordu...

Zaten yorgun gelen adam, 'Bu senin işin değil' diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk 'Babacım lütfen, bilmek istiyorum' diye üsteledi. Adam
'İllâ da bilmek istiyorsan 20 milyon' diye cevap verdi..

Bunun üzerine çocuk 'Peki bana 10 milyon borç verir misin' diye sordu. Adam iyice sinirlenip,
'Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat' dedi.

Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.Adam sinirli
sinirli;'Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder.' diye düşündü.

Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, 'Belki de gerçekten lazımdı'...Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı... Yatağında olan çocuğa,'Uyuyor musun' diye sordu. Çocuk 'Hayır' diye cevap verdi...

'Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm. Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim' dedi... Çocuk sevinçle haykırdı, 'Teşekkürler babacığım'...

Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı.
Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.Bunu gören adam iyice sinirlenerek, 'Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?... Benim,
senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok' diye kızdı...

Çocuk 'Param vardı ama yeterince yoktu ' dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı;
'İşte 20 milyon... Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?...'


Gönderin, blog oluşturun ve dünyanızı aileniz ve arkadaşlarınızla paylaşın - Windows Live Spaces, hayatınızı paylaşmak daha da kolaylaştı! Şimdi ücretsiz Windows Live Alanınıza gidin Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) Bu bahr-ı rahmete garkeyle bizi [Hicaz ilahi]


Ey başı niyaz yolunda toprak olmuş insan,
Ey keram-şân hazretinden derde dermân isterem,

Mâh-ı rahmetde Kerîm’den afve ferman isterem

Nihâyet kainatın kalbine, şehirlerin anasına,

harem-i pâkine yeniden kavuştuk;
şükür bu şehre kavuşturana,

şükür bu satırları yeniden sizlerle buluşturana

ve binler şükürler olsun şükrettirene...

Biz sevdik aşık olduk, sevildik maşuk olduk

Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası!

 

Burası Mekke-i Mükerreme, Ümmü’l Kura yani şehirlerin anası.

Anacığının kucağını bulan başka yâri arar mı hiç? 

İşte böyle bir şey canlar bu şehirde yaşamak veya

O kapıdan her girişinde “suya giren balığa dönmek” 

 

 

Öze dönüp kâinatın ahengiyle hemhâl olmanın, oruç ile nefs arzusundan geçip

aşk kadehinden içip dost yolunda er gibi durmanın, derviş olmanın,

müslümanca yaşama üzerine denemelerin mevsimi geliyor erenler,

Hak Nebi (sav)’nin diliyle:

“Eğer kullar Ramazan ayında bulunan her şeyin bilincinde olsaydı

tüm varlığı ile bütün ayların Ramazan olmasını isterdi.”

Ne hoş geldin sen ey şehr-i Ramazan

 

Şu gelen rahmet mevsimine Bu mâh-ı rahmete bahşeyle bizi, Bu bahr-ı rahmete garkeyle bizi

nazlı niyazları ile kavuşturup onbir aylık yoldan geleni

bir güzel ağırlamayı nasib eyle ya Rab.

 

Güzel sesi dinlemede kalp Huzuru ve Hakk’a yaklaşma ümidi vardır buyururken Hazreti Pir,

biz dahi Rahmetini umarak, huzura vesile bilerek bir hicaz ilahi dinliyoruz.

Hem bir mevlevi mukabelesinin 4. Selamındaki ruh ile,

kafesi açılan bülbülün yeniden yuvaya döndüğü hali ile,

siz dahi bir seher vakti şevke gelip nûş edesiniz diye.. [163. Mest mp3]

 

 

[Buyruğun tut Rahman'ın tevhide gel tevhide /Tazelensin imanın tevhide gel tevhide

sen seni ne sanırsın fâniye aldanırsın /Hoş bir gün uslanırsın tevhide gel tevhide

Hüdai'yi gûş eyle, şevke gelip cûş eyle / Bu kevserden nûş eyle tevhide gel tevhide]

 

Denize dal ve bir incu bulana dek sabırla bekle...sırrınca

hayata baktığımız pencereyi sizlerle paylaşmak adına fırsat buldukça,

gönül dünyamızı besleyen kaynaklardan bahsetmek dileriz;

Mevlam bizleri uyandır, aşkına kandır, derdinle yandır huu

 

----------------------------------------------------------------------------------------------------------
KİTAP:
Üstad Ali Ulvi Kurucu HATIRALAR 1-2-3, M. Ertuğrul Düzdağ, Kaynak Yayınları

SİNEMA: Kite Runner (Uçurtma Avcısı) 2007 Yönetmen: Marc Foster Senaryo : Khaled Hosseini (Kitap)

----------------------------------------------------------------------------------------------------------


 

 

Vakt-i şerif, Cuma, ömür ve şahsiyetlerimiz,
ahir ve akibet, zahir ve batınlarımız hayrola,
Aşkullah, Muhabbettullah, Marifetullah,
Şevkullah ve Zikrullah gönüllere nakşola
Şefaat û nebi cümlemize nasib ola efendim

 

Umalım ki Mevlam söylediklerimizi önce bize duyursun,
sonra ihtiyacı olanlara tesir buyursun. . .

Sözü çok olanın, yalanı dahi çok olur imiş;
Yüksek müsaadelerinizle

 


 


____________________________________________________________________________
Eksenim’e üye ol, seninle ortak ilgi alanları paylaşan insanlarla tanış!

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) cennet bedava,cehennem parayla



Cennet bedava, Cehennem parayla... -

* Namaz kaç para?

* Abdest kaç para?

* Şehadet kaç para?

* Namuslu yaşamak kaç para?

* Kur'an okumak kaç para?

* Terbiyeli olmak kaç para?

* Şerefli yaşamak kaç para?

* Günahtan korunmak kaç para?


Bir de Cehennemin Fiyat Tarifesine Bakalım;

* Namussuzluk parayla

* Kumar parayla

* İçki parayla

* Zina parayla

* Şerefsizlik parayla

* Haramların hepsi parayla

* Cehenneme giden bütün yollar parayla...

Birileri parayla Cehennemi kucaklıyor da, bedava Cennet'e gelmiyor.
Hem Cehennem'e girmek için sadece para da yetmiyor başka bi takım vasıflarınız da olması lazım;

* İnkârcı olacaksın.

* Kur'ân-ı Kerîm'i beğenmeyeceksin.

* Dinin emirlerine karşı geleceksin.

* Allah'ın emirlerini yaşamaya değer görmeyeceksin.

* Bu asırda Kur'ân-ı Kerîm bizi idare edemez, diyeceksin.

* İçki, kumar, zina, hırsızlık, hortumculuk günah değil diyeceksin.

* Fâiz alıp-vereceksin.

* Rüşvet alıp-vereceksin.

* Yalan, dedi-kodu, gıybet, iftira, dalga, dubara ile sarmaş dolaş olacaksın.

* Haram-helâl tanımayacaksın.

* İnsanları aldatacaksın.

* Namaz, oruç, zekât gibi ibâdetlerin semtine bile uğramayacaksın.

* Yetim malını zimmetine geçireceksin.

* Eline geçen imkânları ve fırsatları har vurup harman savuracaksın; yani israf edeceksin.

* Kul hakkını zimmetine geçireceksin. Bu hakla ahirete göçeceksin.

* Konuştuğun zaman yalan söyliyeceksin. Vaad ettiğin zaman yerine getirmiyeceksin. Sana emanet edilene ihanet edeceksin.

* Karının, kızının, oğlunun derbeder yaşantısına göz yumacaksın.

* Menfaatin için mukaddesatını ve mukaddeslerini satacaksın.

* Kendin ve aile efradın için Müslümanca yaşanacak bir ortam oluşturmayacaksın.

* Neslin bozulmasına zemin hazırlayacaksın


Alıntı


Aileniz ve arkadaşlarınızla paylaşmak için bir ayda 500'e kadar fotoğraf gönderin! Şimdi ücretsiz Windows Live Alanınıza gidin Buraya tıkla!

Aileniz ve arkadaşlarınızla paylaşmak için bir ayda 500'e kadar fotoğraf gönderin! Şimdi ücretsiz Windows Live Alanınıza gidin Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) hayırlı cumalar..Ramazan ayının feyzinden istifade edenlerden olmak dileğiyle.baki selamlar dua ile

 

Oruç Arınmaktır



 

İnsan sağlığının başında, hücre hayatının sağlıklı bir şekilde de yürümesi gelir. Gerçek odur ki, yaşlılık ve onun kaçınılmaz sonucu olan ölüm, hücrelerdeki çöküşün, tükenişin ve sessiz bir şekildeki ölüşün ifadesidir.

Hücrenin ve onun bir bakıma toplum yapısı sayılan dokuların çöküşündeki ana unsur şüphesiz yorgunluktur.

Dokuların ve hücrelerin yorgunluğu, bugün başlı başına bir ilim dalı olarak ele alınmaktadır.

Bir hücre ne kadar ağır bir yükün altında ise, o kadar kolay yıpranır. Bu açıdan bakılınca bütün ilim adamları, karaciğer hücrelerini yaşlanmanın tek sorumlusu saymaktadır.

Karaciğer hücreleri, birbirinden farklı onaltı grup görevi yürütmek için 24 saat aralıksız çalışırlar. Keyfe bağlı ağır beslenmeler ve içki, bu dayanılmaz yükün altında ezilen karaciğer hücreleri için, gerçekten bir azap, bir zulümdür.

İnsan hayatının vefakâr hizmetkârları olan bu hücrelerin bîr tek ümidi var, oruç! Çünkü karaciğer hücresi bir mü`minin vücudunda mekân tutmuşsa, yorgunluğu arttıkça âdeta yalvaran bir sesle sorar:
- Ramazan ne zaman?

Evet sevgili okuyucularım, oruç, bu hücreler için özlenen bir bayramdır. Bu gerçeği anlamak için, orucun karaciğere getirdiği nimetlere bir göz atalım :
a- Karaciğerin çeşitli görevleri arasında safra yapmak ve besinler depo etmek, son derece önemli bir yer tutar. Çünkü bu görevler, süresiz devam eder. Hücrelerin bu yükü, onların çok değerli ve hayatî görevi olan globülin (kandaki protein) yapımı büyük ölçüde zorlaşır. Bu sebeple aşırı beslenenler, karaciğerin bu çok gerekli biyolojik hizmetinden mahrum kalırlar.
Efendimizin: "Sofradan doymadan kalkın" şeklindeki emri, böylesine hayatî bir mucize mesajıdır.
İşte oruç, besin hizmeti açısından karaciğere ortalama 8-10 saat istirahat sağlar.
Bu sayede oruç tutanın karaciğeri, daha rahat globülin ve benzeri biolojik maddeler üretir ki, bu nimeti başka bir yoldan elde etmenin imkânı yoktur.

b- Karaciğer için çok zor ve önemli bir görev, vücuttakî iyon alışverişlerinin elektronik dengesini kurmaktır.
Suyun iyon köklerinden başlayarak asit, metil ve azotlu iyon dengeleri, karaciğerin akıl almaz hünerleri sayesinde ayarlanır. Bu görev sırasında vena-porta dediğimiz özel kan sisteminden her an gelen yeni besin maddeleri, çok zor şartlar ortaya koyar. Halbuki Ramazanda, bu kan sisteminde 10 saat süre ile ciddi bir sabit denge meydana gelir. Böylece karaciğerin iyon görevleri, son derece rahatlar.

c- Oruç esnasında karaciğerin glikoz depolama görevinde de aşikâr bir rahatlama olur. Karaciğerin dokulardaki gerginliği kalkar. Karaciğerin hücre içi basıncı düşerek, emsalsiz bir biolojik zindelik doğurur.
Bütün bu gerçekler yanında çağımızın insanı, sırf kendini tatmin için karaciğer testleri yaptırıyor. Ve her gün değişen rejim testlerinin peşinde koşuyor.
Yarının insanı, inansın veya inanmasın, harika bir laboratuvar olan karaciğerini korumak için oruç tutacak.

Şimdi çok önemli bir başka dokuya ait hücrelerin birbirleriyle konuşmalarını dinleyelim:
Damarın iç yüzündeki hücreler, eğer dile gelseler, birbirleriyle şöyle konuşacaklar:
-Ramazan ne zaman gelecek? Kanda dolaşan besin artıkları üzerime öylesine yığıldı ki, artık öleceğim ve benim yerime yine bu ölü besin artıkları çökecek. Bunun sonucunda şimdiye kadar lastik gibi tuttuğum damar çeperi eğer oruç imdada da yetişmezse daracık, bir kireç boruya benzeyecek ve beslediğim organ ölüme mahkûm olacak.

Sevgili okuyucularım. Damar yüzeyinin hücreleri acaba neden Ramazanı bekliyor?
a- Oruç sırasında, özellikle iftara birkaç saat kala, kandaki besin maddeleri en az seviyeye ineceğinden, damarlarda hiç besin artığı kalmayacak, böylece damar yüzeylerinde besin artığı birikmeyecektir. Bunun sonucunda damar hücreleri hayat bulacak, damar sertleşmeyecek ve ihtiyarlık kesin olarak gecikecektir.

b- Kan hacminde iftara doğru görülen sıvı azalması, kan basıncını azaltacak ve damar hücreleri, üzerinden kalkan baskıdan dolayı âdeta bayram yapacaklardır. Bu arada hücre ve hücre arası su azalacağından, küçük tansiyon düşecek ve gerçek gençlik doğacaktır.

c- Kanda, bazı insanlarda bir türlü düşmeyen Lipid ve Kollesterol düşecek ve damarlar, yine akıl almaz bir mutluluğa kavuşacaktır.
Damar hücreleri, orucu nasıl beklemesin?
Çağımızın insanı, kan basıncını düşürmenin ve kandaki besin artıklarını her ay ölçtürmenin telâşı içindeler.
Bu yüzden tekrar ediyoruz.
Yarının insanı, inansın veya inanmasın, yaşlanmayı geciktirmek ve damarlarını sağlığa kavuşturmak için oruç tutacaktır.

Bir de oruç açısından kemik iliğini gözleyelim:
Özellikle yetersiz güneş ve sağlıksız hava şartları, şehirlerde yaşayan insanların kemik iliğini tembelleştirir. Bu yüzden bu insanlar hem kansız, hem dermansız hem de hastalıklara karşı dayanıksızdır. Kemik iliğini harekete geçirip, güçlü bir çalışmaya sevk eden en iyi üç faktör: Güneş, bol oksijenli hava ve hücre beslenmesindeki zorlanmadır.

Evet evet, yanlış anlamadınız. Son maddede "hücre beslenmesindeki zorlanma", dedik. Bu husus, tıp ilminin en önemli tespitlerinden biridir. Eğer hücrelerde beslenme zorlanırsa, vücut kan yapımını arttırarak oksijen taşıma faaliyetini hızlandırır. İşte oruç, bu tesiri sağlayan akıl almaz bir uyarıcıdır. İftara doğru hücre beslenmesindeki zorlanmalar, kemik iliğine uyarı yapar, bu yüzden oruç tutan herkeste bariz bir güç artışı olur.

Evet sevgili okuyucularım, orucun insan sağlığına verdiği hikmetleri saymakla bitiremeyiz. Sadece ana başlıklar olarak birkaç önemli noktaya temas edeceğim.
1- Oruç sırasında bütün hormon sistemi,bir ay süre ile dengeli ve zinde bir çalışma düzenine geçer.
2- Sindirim sistemi ve özellikle onun korunma sistemi olan peyer plâkları, bu ay zarfında revizyona girer ve bütün aksaklıklar düzeltilir.
3- Orucun kan basıncı ve damarlar üzerindeki müsbet tesiri böbrek ve kalp üzerinde de otomatik bir sağlık teminatıdır.
4- Ve nihayet oruç, insanların manevî bünyelerine yaptığı harika tesir ile bütün vücut sisteminin mutlu bir ahenge kavuşmasını sağlar.

Allah`a karşı kulluk vazifelerini yapmış insanların duyduğu mutluluk, bütün dertleri alır, götürür. Ve müslüman, stressiz, taptaze bir biolojik mekanizma ile yeni bir yıla girer.
Hem gençleşmiş olarak, hem de Cennette kendisine verilecek olan ebedî gençliğin müjdesini ruhunda duyarak

Onk. Dr. Haluk NURBAKİ


Halûk Nurbâki (Onk. Dr. )
 
 

Nefsimize nasıl hakim olabiliriz. Nefsin ve şeytanın desiselerinden nasıl kurtulabiliriz?

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;


Yanlışlara düşmemek için nefsi eğitmek gerektiği ortadadır; nefsi eğitmenin en önemli yolu da onunla mücadele etmektir. Bu hususta Mevlânâ, şu çağrıda bulunur:

 
Bir yürüyüş edelim de kırıp dökelim; Şu kara yüzlü, şu kötü huylu nefsi, yok edelim gitsin!.1

 
Fakat bu mücâdele kolay değildir. Zira "Put kırmak kolaydır, fakat nefsi (eğitmeyi) kolay görmek cahilliktir."2 Bunun için Mevlânâ, ileride geleceği gibi, sağlam bir irade öngörür. 

 
Nefse uymanın tehlikelerinden ve mücadele ederek onu eğitmenin imkân ve gerekliliğini Mevlânâ'ya göre, kısaca belirttikten sonra şimdi de nefsi eğitmenin yollarına geçebiliriz:

 
1. Nefse Uymama

 
Nefsi eğitmek için onun arzu ve isteklerine uymamak gerekir. Bu, nefsi eğitmenin ve onun kötülüğünden korunmanın en kestirme yoludur. Nefsi, (insanı kötülüklere karşı ayartan ve teşvik eden) şeytana benzeten Mevlânâ, yanlış yapmamak, günaha girmemek için nefse uymama üzerinde önemle durur. Ona göre, nefse uymama, heveslerden vazgeçme, her zoru açar.3

 
2. İradeyi Sağlamlaştırma

 
İnsanın, yanlışlara karşı koymasında, nefsin kötü arzularını frenlemesinde sağlam iradeye sahip olup, onu doğrudan/iyiden yana kullanması ve bu noktada kararlılık göstermesi oldukça önemlidir. Mevlânâ, insanın uyanık gönlünü bir muma benzetir ve binlerce âfeti taşıyan havaya (şiddetli rüzgâr ve tehlikelere) karşı onu eteğinin altında (sağlam bir irade ile) iyi korumasını ister.4

 
Nefsi, kişiyi yanlışlara çeker ve bazen o, doğru ile yanlış arasında kararsız da kalabilir. Bu gibi durumlarda insanın, kendisini yoldan çıkaran tabiatını dinlemeyip iyiden, doğrudan, haktan yana tercihlerde bulunması gerekir.

 
Kişinin, doğru olanı kabul etmeye, iyiyi almaya kendisini zorlaması, yanlışlara karşı onu büyük ölçüde koruyacaktır. Kendisini bu şekilde yönlendirmeyen, iradesini bu şekilde kullanmayan ise, şu örnekte görüldüğü gibi, yanlışlar içerisinde kalmaya mahkum olacaktır. "... İçerden bir kabul ve tasdik eden olmadıkça, bin söz söylesen de faydası olmaz. Meselâ bir ağacın kökünden içten gelme bir nemlilik, canlılık olmasa, sen ona bin selin suyunu döksen, yine faydasızdır... Bütün âlemi nur kaplamış olsa, gözde bir nur olmadıkça, hiçbir zaman o nuru göremez..."5

 
3. Sabırlı Olma

 
Nefsin ayartıcılığına kanmamak için onu eğitirken sabırlı olma oldukça önemlidir. Mevlânâ, "...Bu yolda sabır lâzım, çekilecek mihnetlere tahammül gerek"6 demektedir. Zira sabır devâdır, genişliğin anahtarıdır ve kişiyi maksadına çabuk ulaştıran bir erdemdir.7

 
"Her zahmette, her meşakkatte kızar, kinlenirsen cilâlanmadan nasıl ayna olacaksın?"8 beytiyle Mevlânâ, doğruya, iyiye ve güzele yönelip onda karar kılmak ve olgunlaşmak için sabır göstermek gerektiğini vurgulamaktadır.

 
"Feraset sahiplerinin iştahları sabradır, onlar sabretmek isterler"9 sözüyle Mevlânâ, nefsin aceleci ve geçici taleplerine aldırmadan, ileriyi görmeye çalışanların sabırlı olduklarını ve kısa vadeli olmasa bile uzun vadede onların kazançlı çıkacaklarını belirtmektedir.

 
Nefsin isteklerine uymayarak anlayışlı, hoşgörülü ve yumuşak başlı olmak (ki bunların temelinde sabır yatmaktadır), insanı anlayışsız, katı ve dik başlı olmaktan daha çok başarıya ulaştırır.

 
4. Benlikten Kurtulma

 
Nefsi eğitmede bir önemli tedbir de kişinin hep kendisini ön plânda tutma sevdasından, gururunu öne çıkarma gayretinden uzak durmasıdır. Mevlânâ, insanın kendisine olduğundan fazla güvenerek Allah'ı devre dışı tutmasını;10 bilginlerin, kendilerini göstermek gâyesiyle, gereksiz ayrıntılara dalmalarını, kendilerini tanıma hususunda gayret göstermemelerini ve benlik sevdasına kapılmalarını11 yanlış görür. O, insanların kendi parmaklarını yalamalarını, çıbanlarını, kellerini yani yanlışlarını ve ayıplarını normal görüp başkalarınkini ise oldukça anormal görmelerini12 hiç hoş karşılamaz.

 
5. Öz Eleştiride Bulunma

 
Nefsi eğiterek yanlışlara karşı korunmada belki de en önemli husus, kişinin kendisine eğilmesi, eksiklerini görmeye çalışması; aşırılığa, haksızlığa düşüp düşmediği konusunda nefsini sorgulamasıdır. Böyle davranmak yanlış şeyleri terk edip doğru, iyi ve güzel şeyleri edinmede kişiyi kazançlı çıkaracaktır. İnsanın önce kendini kendisine açması ve kendisini dinlemesi gerekmektedir.

 
Sırrını kötülerden gizlemen şaşılacak bir şey değil; şaşılacak şey kendinden de saklaman, kendinden de gizlemendir.

 
İnsanın, başkalarının yanlışına "günahına bakıp üzülmeden önce kendi haline bakıp üzülmesi gerekmektedir.

 
Ey başkalarına ağlayan göz, gel, bir müddetçik otur da kendine ağla.13

 
Kişinin, önce kendi ayıbını veya kusurunu görerek nefsini terbiye etmesi gerekmektedir.

 
6. Manevî Güç Kazanma

 
Nefsi eğitmek, onun şerrinden emin olmak, gerçekleri görmek ve Allah sırlarına ermek için Mevlânâ'nın felsefesine göre, mânâ kapısına da başvurmak gerekmektedir:

 
Nefse hakim olma konusunda manevî güç kazanmak için Allah'a yönelme ve O'ndan yardım dilemek gerekmektedir. Allah'a yönelen kişi, O'nun koruması altına girer, kuvvet bulur, emniyette kalır; ona güç şeyler kolay gelir.

 
Sonuç

 
İnsan bir çok yanlışlıklarla yüz yüzedir. Genelde o, nerelerde ve neden dolayı ve ne tip yanlışlar yaptığını kaba taslak kestirir. Fakat asıl önemli olan, bu yanlışlarını terk etmesidir. Bunları terk etmede nefse hakim olmak oldukça önemlidir. Bunu başarmak için de yapılacak ilk iş, nefsi tanımaya çalışarak, onu eğitmektir.

 
Nefsi eğitmenin en kestirme yolu, şehvet ve lezzetlere karşı direnerek nefsin zebunu olmamadır. Onu eğitmek için, çok sevdiği oyun ve eğlence (dünya) ye de fazla dalmamak gerekmektedir.

 
Nefsi eğitmede başarılı olmak için iradeyi sağlamlaştırma en etkili ve kapsamlı bir iştir. Hatta sabırlı olma, nefsi öldürmede, çocukluktan kurtulma, özeleştiride bulunma, benlikten sıyrılma, temelde, iradeyi sağlamlaştırmanın tabiî sonuçları olarak görülebilir.

 
Dipnotlar

 
1- Mevlânâ, Macâlis-i Seb'a (Yedi Meclis), (Çeviren ve Hazırlayan: Abdulbâki Gölpınarlı), Konya, 1965, s. 54.

2- Mevlânâ, Mesnevî, (Çeviren: Veled İzbudak), M.E.B. Yay., İstanbul, 1991, C. i, s.62, B.778.

3- Mevlânâ, Dîvân, C. VII, s. 626, B. 8336

4- Mevlânâ, Dîvân, C. V, s. 408, B. 5425.

5- Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, s. 88-89.

6- Mevlânâ, Mesnevî, C. IV, s. 38, B. 466.

7- Bkz. Mevlânâ, a.g.e. , C. II, s. 391, B. 4913; C. I, s. 150-151, B. 1841. 1846, 1854.

8- Mevlânâ, a.g.e. C. I, s. 290, B. 2980.

9- Mevlânâ, a.g.e. C. I, s. 128, B. 1601.

10- Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, s. 9.

11- Fîhi Mâ Fîh, s. 28-29.

12- Fîhi Mâ Fîh, s. 37.

13- Mevlânâ, a.g.e. C. II, s. 37, B. 479.

 
İbrahim Eroğlu

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet Editör



Aileniz ve arkadaşlarınızla paylaşmak için bir ayda 500'e kadar fotoğraf gönderin! Şimdi ücretsiz Windows Live Alanınıza gidin Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı)


 


K E Ş K E

Eski Çin'de taş ustası olarak çalışan Lee adında bir adam vardı. Büyük taşları keser, onlardan ya bahçelere süsler yapar, ya da ev inşaatında kullanılacak taşlar üretirdi. İşinden memnundu, ama bazen "Keşke daha fazla param olsa, keşke daha az çalışsam" diye düşünmekten de alıkoyamazdı kendini.

Bir gün Lee işinden evine dönüyordu. Güneş yakıcı derecede sıcaklık yayıyordu ve o da çok yorgundu. Yolun kenarına oturup güneşin sıcağını düşündü: "Bize ışığı ve ürünlerimiz için gerekli ısıyı veren güneş" dedi. "O, bütün varlıkların en güçlüsü olmalı."

Sonra fısıltıyla "Allah'ım" diye dua etti, "keşke güneş olsaydım. Bütün varlıkların en güçlüsü, en büyüğü olmanın nasıl bir şey olduğunu o zaman hissedebilirdim."

Allah Lee'nin duasının kabul etti ve ona "Güneş olabilirsin" cevabını verdi. Ve Lee güneş oldu. Harika hissetti kendisini; güçlü ve büyük. Ta aşağılardaki dünyaya ışık saçtı.

Birkaç gün sonra, gökyüzünde kocaman beyaz bir bulut belirdi. Dolaştı, dolaştı ve sonunda Lee'nin ışıklarının önünü kesti ve yeryüzüne sadece bulutun gölgesi düştü. Lee üzüldü. Besbelli, bu bulut kendisinden daha güçlüydü!

"Keşke bulut olsaydım!" diye dua etti bu defa. "O zaman bütün varlıkların en güçlüsü ben olurdum."

Allah duasını yine kabul etti ve "Bulut olabilirsin" dedi. Böylece, bulut olan Lee gökyüzünde oradan oraya süzülerek büyük mutluluklar yaşadı.

Bir gün, Lee kendisine doğru büyük bir kara bulutun gelmekte olduğunun gördü. Kısa bir sürede bu bulut onu salıverdi ve bu kara buluttan yağmur damlaları düşmeye başladı. Damlalar yeryüzüne düştü ve büyük güçlü bir ırmak oluşturdu.

Lee, kara bulutun önce yağmur damlalarına, sonra da kocaman bir ırmağa dönüştüğünü görünce "Keşke ırmak olsaydım. O zaman ne kadar güçlü ve dolayısıyla da mutlu olurdum" diye dua etti.

Lee'nin duasını işiten Allah "Peki" dedi, "ırmak olabilirsin."

Böylece, Lee nehir yatağı botunca çağlayarak aktı, aktı. Bir süre sonra bir kıvrıma rastladı. Bu, nehrin yönünü değiştiren koca bir kaya kütlesiydi.

"Kaya, kaya!" diye düşündü Lee, "Sonunda her şeyin en güçlüsünü buldum. Bu kaya, şiddetle akıp giden bir nehrin bile yolunun değiştirebiliyorsa, demek ki en büyük o. Keşke bu büyük kaya olabilseydim, o zaman mutlu olabilirdim."

Ve Allah Lee'yi o kaya kütlesine dönüştürdü. Lee orada durarak nehrin yönünü değiştirdi ve bundan çok mutlu oldu.

Bir gün, bir adam geldi ve kayadan büyücek bir parça kesti. Lee üzüldü. Bu adam gelip onu kesebiliyorsa, demek ki dünyanın en büyüğü o değildi.

"Keşke" diye düşündü, "kayayı kesen o adam olabilseydim. O zaman en büyük ben olurdum."

Ve Allah Lee'yi tekrar taş ustası haline getirdi.
__________________
 


Gönderin, blog oluşturun ve dünyanızı aileniz ve arkadaşlarınızla paylaşın - Windows Live Spaces, hayatınızı paylaşmak daha da kolaylaştı! Şimdi ücretsiz Windows Live Alanınıza gidin Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı)


Ç İ V İ

Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. "Arkadaşlarınla kavga ettiğin zaman, her sefer bu tahta perdeye bir çivi çak." demiş.

Genç, ilk gün tahta perdeye otuz çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her günde daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış.

Babasına gidip söylemiş.
Babası onu yeniden tahta perdenin önüne götürmüş. Gence:

"Bu günden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahta perdeden bir çivi çıkart." demiş.Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona 'Aferin, iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak. Artık çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak.'

Arkadaşlarla kavga edildiği zaman kötü sözler söylenir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına kendisini affettiğini söyleyebilirsin ama bu delik aynen kalacak. Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir. Seni dinler, yüreklendirir, güldürür, sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur, sana yüreğini açar.


 


 



Şimdi aileye katılmanın tam zamanı - Yeni nesil Ücretsiz Windows Live Hizmetlerini şimdi edinin! Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı)




 


ANZAKLI ÖMERİN HİKAYESİ

Türk olmanın nasıl bir şey olduğunu unutanlara hatırlatmak için, Türk olmanın tadına varmak için, lütfen okuyun.

Bu hakiki hikayeyi aktaran, sayın Dr. Ömer Musoğlu 85 yaşındadır ve halen MODA/ İstanbul'da oturmaktadır.

Anzaklı Ömer'in Hikayesini 1957 Yılında İstanbul Tıp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Muşluoğlu, görev yaptığı hanede başından geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatıyor:

Amerika 'ya gittiğim ilk yıllar.. New York'da Medical Center Hospital'da görev almıştım. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor .Diğer zamanlarda da laboratuarda çalışıyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlıca bir adam, tahminen yetmiş beş yaşlarında..

-Kan vereceğim kolunuzu açar mısınız?" dedim.
Adamcağız kanserdi ve aynı zamanda kansızdı.. Kolunu açtım, baktım pazusunda bir Türk bayrağı dövmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:
-Siz Türk müsünüz?
-Kaşlarını yukarıya kaldırarak "hayır" manasına bir işaret yaptı.
-Ama ben hala merak ediyorum. "Peki bu kolunuzdaki Türk bayrağı nedir?"
-Aldırma öylesine bir şey işte, dedi.
Ben yine ısrarla:
-Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayrağı, benim bayrağım...
Bu söz üzerine gözlerini açtı. Derin derin yüzüme baktı ve mırıltı halinde sordu:
-Siz Türk müsünüz?
-Evet Türk'üm...."

İhtiyar gözlerime tanıdık bir göz arıyor gibi baktı.. Anlatmaya başladı:

"Yıl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de..Orada savaşmak üzere bütün Hıristiyan devletlerden asker topluyorlardı. Ben, Avustralya Anzaklarındanım. İngilizler bizi toplayıp dediler ki:
-Barbar Türkler Hıristiyan dünyasını yakıp yıkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşı cephe açmış durumda.. Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir. '
Biz de inandık sözlerine ve savaşmak isteyenler arasına katıldık.. Beynimizi yıkayan İngilizler Türklere karşı topladığı askerlerin tamamını Çanakkale'ye sevk ediyormuş. Bizi gemilere doldurup Mısır'a getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alıp Çanakkale'ye getirdiler.

Savaşın şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler suları metrelerce yukarı fışkırtıyor, gökyüzünde havai fişekler gibi geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatının baharında can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe şaşırıyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayı bakımından da fazlaydık. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattığı gibi Türkler barbarlıktan böyle saldırıyorlar. Meğer bu barbarlıktan değil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanıyormuş.

Biz karaya çıktık. Taarruz edeceğiz, bizi püskürtüyorlar.. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz..

Derken böyle bir taarruzda başımdan yediğim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmişim. Gözlerimi açtığımda kendimi yabancı insanların arasında buldum. Nasıl korktuğumu anlatamam. İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanıttı ya... Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmıyorlar, yaralarımı sarmışlar. İyice kendime gelince bu defa çantalarında bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. İyi biliyorum ki onların yiyecekleri çok çok azdı. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardı. Şok olmuştum doğrusu..
Dedim ki kendi kendime:
-'Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler, ama öldürmüyorlar... Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi.. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler..' Biz esirlere misafir gibi davranıyorlardı. Bu duygularla 'Yazıklar olsun bana' dedim. 'Böyle asil insanlarla ben niye savaşıyorum, niye savaşmaya gelmişim? Bu İngiliz milleti ne yalancıymış, ne kadar Türk düşmanıymış' diyerek pişman oldum.. Ama bu pişmanlığım fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşı ne yapsam diye düşündüm durdum günlerce.. Nihayet bizi serbest bıraktılar. Memleketime döndüm. İşte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayrağı dövmesini yaptırdım. Bu bayrağın esrarı bu işte.."

Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: Talihin cilvesine bakın ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarımı iyileştirerek, sıhhate kavuşmama çaba sarf eden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yıllar sonra yine iyileştirmeye çaba sarf eden bir Türk... Ne garip değil mi? Avustralya'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsınız. Bizi hep kandırmışlar, buna bütün kalbimle inanıyorum. Peşinden nemli gözlerle
-Bana adınızı söyler misiniz? dedi.
"Ömer" cevabını verdim.
Merakla tekrar sordu:
-Peki niçin Ömer ismini vermişler sana?"
-Babam Müslümanların ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adını vermiş.
-Senin adın Müslüman adı mı?
Ben
-Evet, Müslüman adı" deyince yüzüme baktı,doğrulmak istedi. Onun yatakta oturmasına yardım ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
-Senin adın güzelmiş. Benim adım şimdiye kadar Josef Miller idi, şimdiden sonra "Anzaklı Ömer" olsun.
-"Olsun" dedim.
-"Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?"
Şaşırdım, nasıl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o bunu hep düşünüyormuş da kimseyle konuşup soramadığı için gerçekleştirememiş..
-"Tabii" dedim.. "Müslüman olmak çok kolay." Sonra kendisine imanın ve İslam'ın şartlarını anlattım, kabul etti. Hem kelime-i şahadet getiriyor, hem de ağlıyordu.. Mırıldandı:
-Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih bulsan da ben de yattığım yerden tespih çekerek Allah'ımı ansam olur mu?
Bu sözden de anladım ki dedelerimiz savaş esnasında Hakk'ı zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağında tespih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gün yanına gittiğimde samimi bir şekilde rica etti.
-Beni yalnız bırakma olur mu?"
-Ne gibi Ömer amca?
-Ara sıra gel de bana İslamiyet'i anlat!.. Sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlıyor." O günden sonra her gün yanına gittim, bildiğim kadarıyla dinimizi anlattım. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatırlamıyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum;
"Doktor Ömer, lütfen 217 numaralı odaya gidin!
Hemen yukarı çıktım. Ömer amcanın odasına vardığımda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tespih, açık duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayrağı, göğsünde imanı ile koskoca Anzaklı Ömer son anlarını yaşıyordu. Hemen başucuna oturdum, kendisine kelime-i şahadet söylettirdim, o şekilde kucağımda ruhunu teslim etti...
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yıllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu. Ne yalan söyleyeyim, ağladım... "

Madem ki; düşünceyi zindana koymayan, hakikat sevgisini zincire vurmayan bir millet, o cesur ve adil Türkler var, üzerinde hakikatin, adaletin ve hürriyetin hüküm sürdüğü bir güneş ülke neden vücut bulmasın..."


 



Şimdi aileye katılmanın tam zamanı - Yeni nesil Ücretsiz Windows Live Hizmetlerini şimdi edinin! Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı)

HAPİSHANEDE KILINAN NAMAZ

Horasan vâlisi Abdullah bin Tâhir, çok âdil biriydi. Jandarmaları birkaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi. Getirilirken hırsızlardan birisi kaçtı. O sırada Hiratlı bir demirci, Nişapur'a gitmişti. Demirciyi, gece eve giderken, jandarmalar yakaladılar ve diğer zanlılarla beraber vâliye çıkardılar. Vâli dedi ki:
- Hepsini hapsedin!
Bir suçu olmayan demirci, hapishanede hemen abdest alıp, namaz kıldı. Ellerini uzatıp:
''Yâ Rabbi! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan ancak sen kurtarırsın!'' diye duâ etti. Vâli uyurken rüyâsında dört kuvvetli kimse gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman uykudan uyandı. Hemen kalkıp, abdest aldı, iki rek'at namaz kıldı. Tekrar uyudu. Tekrar o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. Kendisinde bir mazlumun âhı olduğunu anladı. Vâli hemen hapishane müdürünü çağırtıp sordu:
- Acaba bu gece hapishanede mazlum birisi kalmış mı?
Müdür dedi ki:
- Bunu bilemem efendim. Yanlız biri namaz kılıyor, çok duâ ediyor göz yaşları döküyor.
- Hemen adamı buraya getiriniz. Demirciyi vâlinin yanına getirdiler. Vâli hâlini sorup, durumu anladı, ve dedi ki:
- Sizden özür.diliyorum.Hakkını helâl et ve şu bin gümüş hediyemi kabul et. Herhangi bir arzun olunca bana gel! Demirci de cevabında dedi ki:
-Ben hakkımı helâl ettim. Verdiğiniz hediyeyi kabul ettim. Fakat işimi, dileğimi senden istemeye gelemem.
- Neden gelemezsiniz?
- Çünkü benim gibi bir fakir için, senin gibi bir sultanın tahtını birkaç defa tersine çevirten sâhibimi bırakıp da, dileklerimi başkasına söylemek kulluğa yakışır mı? Namazlardan sonra ettiğim duâlarla beni nice sıkıntılardan kurtardı. Pek çok murâdıma kavuşturdu. Nasıl olur da başkasına sığınırım? Rabbim, nihayeti olmayan rahmet hazinesinin kapısını, ihsân sofrasını herkese açmış iken, başkasına nasıl giderim? Kim istedi de vermedi? Kim geldi de, boş döndü? İstemesini bilmezsen, alamazsın. Huzûruna edeple çıkmazsan rahmetine kavuşamazsın!
Akıl isen nemâzı, çün saâdet tâcıdır.
Sen namazı şöyle bil ki, mü'minin mi'râcıdır.




 


 



Aileniz ve arkadaşlarınızla paylaşmak için bir ayda 500'e kadar fotoğraf gönderin! Şimdi ücretsiz Windows Live Alanınıza gidin Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

28 Ağustos 2008 Perşembe

(Namaz Zamanı) melek

BAŞARI YOLCUSU
 
MELEK ÖĞRETMEN
 
Öğretmenin adı Melek'ti ve 5.sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı
derecede sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi; çünkü orada en önde, sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı. Adı Murat Can’dı. Bir önceki
yıl, Melek öğretmen, Murat'ı gözlemiş; onun diğer çocuklarla oynamadığını, giysilerinin kirli ve mutsuz olduğunu görmüştü.
 
Çalıştığı okulda Melek öğretmen, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Murat'ın bilgilerini en sona bırakmıştı. Onun
dosyasını incelediğinde şaşırdı. Çünkü birinci sınıf öğretmeni: "Murat zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır. Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok
iyi huylu...Ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu..." diye yazmıştı.
 
İkinci sınıf öğretmeni: "Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından seviliyor; fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve sanırım evdeki yaşamı
çok zor" diyordu.
 
Üçüncü sınıf öğretmeni: "Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer birşeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam
onu etkileyecek/' diye yazmıştı.
 
Dördüncü sınıf öğretmenine gelince: "Murat içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor; hiç arkadaşı yok, bazen de sınıfta uyuyor." demişti.
 
Şimdi Melek öğretmen sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kâğıtlara sarılmış süslü kurdelalarla paketlenmiş yeni yıl hediyeleri
getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti. Çünkü Murat'ın armağanı kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. Bunu diğer öğrencilerin
önünde açmak ona çok acı verdi. Bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış, birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini görünce
gülmeye başladılar, fakat Melek öğretmen, bileziğin ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini
engelledi.
 
O gün okuldan sonra Murat, Melek öğretmenin yanına gelerek; "Öğretmenim, bugün hep annem gibi koktunuz.’ dedi.
 
Çocuklar gittikten sonra Melek öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma, matematik öğretmekten vazgeçerek onlarla
daha yakından ilgilenmeye ve onları eğitmeye başladı. Murat'a özel bir ilgi gösterdi. Onunla çalışırken zekâsının tekrar canlandığını hissetti. Ona cesaret
verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna doğru, Murat sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu. Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına
karşın Murat onun en sevdiği öğrencisi olmuştu.
 
Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu. Not Murat'tandı. Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. Ondan yeni bir not alana
kadar 6 yıl geçti. Notunda liseyi bitirdiğini, sınıfındaki en iyi öğrenci olduğunu ve Melek öğretmen'in hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu.
Dört yıl sonra bir mektup daha aldı Murat'tan. O arada zamanın onun için zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun olmak için
çok çaba sarfetmesi gerektiğini yazıyordu. Ve Melek öğretmen halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi. Bunun üzerinden dört yıl daha geçti ve bir
mektup daha geldi. Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve halâ Melek öğretmen onun tanıdığı
ve en çok sevdiği öğretmendi. Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu.
 
Dr.Murat CAN
 
Bu hikaye burda bitmedi. İlkbaharda bir mektup daha aldı Melek öğretmen. Murat, bir kızla tanıştığını ve evleneceğini yazmıştı. Babasının birkaç yıl önce
öldüğünü, Melek öğretmen'in düğünde damadın anne ve babası için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabi ki oturabilirdi.
 
Tahmin edin ne oldu? Melek öğretmen törene giderken özenle sakladığı birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı, Murat'ın ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu
söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi.
 
Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Murat, onun kulağına "Bana inandığınız için çok teşekkürler öğretmenim, kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için
ve beni böyle değiştirdiğiniz için de..." diye fısıldadı.
 
Melek öğretmen gözünde yaşlarla ona karşılık verdi: "Yanılıyorsun Murat... Ben değil, sen bana öğrettin. Seninle karşılaşıncaya kadar ben öğretmenliği bilmiyormuşum..!"
 
*    Bu öykü balca.net adresinden alınmıştır.
 

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı)




 

Ayakkabici


Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir
çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor
ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçük bir
dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk
vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle...
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu.
Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet
öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım
doğuştan eksik.
Bence önemli değil!. diye atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan
yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da imânı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
Keşke imanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
Çok basit!. dedi, adam. Eğer imanımız yoksa, cennete giremeyiz. Ama
ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar,
hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
Baktığın ayakkabı, sana yakışır!.. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20
liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.
Çocuk biraz düşünüp:
Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:
Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5
lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım
gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki
raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan
haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi.
Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı.
Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç
duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
Babam haklıymış! dedi. Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!...demişti.


 



Şimdi aileye katılmanın tam zamanı - Yeni nesil Ücretsiz Windows Live Hizmetlerini şimdi edinin! Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

(Namaz Zamanı) NAMAZLARIMIZI GECİKTİRİRSEK




 

Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında: ''Oğlum namaz hiç bu vakte bırakılır mı?'' Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmış, ama ezan
okunduğu vakit yerinden sıçrar, yaşından beklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazını kılardı.

Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu. Ne oluyorsa, hep... namaz son dakikalara kalıyor, bu sebeple namazını alelacele eda ediyordu. Bunu düşünerek kalktı yerinden, gözü saate kaydı. Yatsı ezanının okunmasına on beş dakika kalmıştı. Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak, "Yine geciktirdim namazı." dedi kendi kendine.

Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendisini odasına attı. Mecburen, hızlı hareketlerle namazı eda etti. Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi. "Bu halimi görse, tatlı-sert kızardı yine bana." dedi. Çok seviyordu onu ...Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki, onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi. Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki... hicabından renkten renge girerdi.
O gün akşama kadar derse girmişti. Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde. Duasını yaparken, başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu. Namazdan sonra bir süre bu şekil tefekkür etmeyi severdi. Gözleri kapanır gibi oldu. "Ne kadar da yorulmuşum." dedi. Daldı gitti öylece....

Kıyamet kopmuştu. Mahşeri bir kalabalık vardı. Her yön insanlarla doluydu. Kimi dona kalmış, hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor; Kimi sağa sola koşturuyor, kimisi de diz çökmüş, başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk soğuk terler döküyordu. Hayattayken kıyamet, sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı. Ama mahşer meydanında ki ürperti, korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.

Hesap ve sorgu devam ediyordu. Bu arada onun ismini de okudular. Hayretle bir sağa, bir sola baktı. "Benim ismimi mi okudunuz?" dedi dudakları titreyerek.....

Kalabalık birden yarılmış, bir yol olmuştu önünde. İki kişi kollarına girdi. Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi. Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü. Merkezi bir yere gelmişlerdi. Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi. Bütün hayatı, bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden...." Şükürler olsun " dedi, kendi kendine ve devam etti; " Gözlerimi dünyaya açtım,Hep hizmet eden insanları gördüm. Babam sohbetlerden sohbetlere koşuyor, malını islam yolunda harcıyordu. Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor, yemek sofralarının biri kalkıp, bir yenisi kuruluyordu. Ben ise, hep bu yolda oldum. İnsanlara hizmete çalıştım. Onlara Allah'ı anlattım. Namazımı kıldım. Orucumu tuttum. Farz olan ne varsa yerine getirdim. Haramlardan kaçındım. "Kirpiklerinden aşağı gözyaşları dökülürken, "Rabbimi seviyorum, en azından sevdiğimi zannediyorum." Diyordu. Ama bir yandan da "O'nun için ne yapsam az, Cennet'i kazanmama yetmez." Diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah'ın rahmetiydi.

Hesap sürdükçe sürdü. Boncuk boncuk terliyordu. Sırılsıklam olmuş, zangır zangır titriyordu. Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi
bekliyordu. Sonunda hüküm verilecekti. Vazifeli melekler ellerinde bir kağıt, mahşer meydanında ki kalabalığa döndüler. Önce ismi okundu. Artık ayakları tutmaz olmuştu. Neredeyse yığılıp kalacaktı. Heyecandan gözlerini kapamış, okunacak hükme kulak kesilmişti.

Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Kulakları yanlış mı duyuyordu? İsmi cehennemlikler listesindeydi. Dizlerinin üstüne yığıldı. Hayretten dona kalmıştı." Olamaaaazzzz " diye bağırdı. Sağa sola koşturdu. "Ben nasıl Cehennemlik olurum? Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum. Onlarla beraber koşturdum. Hep rabbimi anlattım." Diyordu.

Gözleri sağanak olmuş, titrek vücudunu ıslatıyordu. Vazifeli iki melek kollarından tuttu. Ayaklarını sürüyerek ve kalabalığı yararak
alevleri göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeye başladılar. Çırpınıyordu. Medet yok muydu? Bir yardım eden çıkmayacak mıydı?

Dudaklarından kelimeler kırık dökük, yalvarmayla karışık döküldü.."Hizmetlerim... Oruçlarım.... Okuduğum Kur'anlar......Namazım....Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?" diyordu. Bağıra bağıra yalvarıyordu. Cehennem melekleri onu hiç sürüklemeye devam ettiler. Alevlere çok yaklaşmışlardı. Başını geriye çevirdi. Son çırpınışlarıydı.

Resülullah, "Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler, günde beş vakit namazda insanı günahlardan öyle temizler." Buyuruyordu. "Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?" diye düşünüyordu.

" Namazlarım.....Namazlarım....Namazlarım." diye diye hıçkırdı. Vazifeli melekler hiç durmadılar. Yürümeye devam ettiler; Cehennem çukurunun başına geldiler. Alevlerin harareti yüzünü yakıyordu. Son bir defa dönüp geriye baktı. Artık gözleri de kurumuştu. Ümitleri sönmüştü. Başını öne eğdi. İki büklüm oldu.

Kollarını sıkan parmaklar çözüldü. Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi. Vücudunu birden bire havada buldu. Alevlere doğru düşüyordu. Tam bir iki metre düşmüştü ki, bir el kolundan tuttu.

Başını kaldırdı. Yukarıya baktı. Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı. kendisini yukarıya çekti. Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı.

"Siz de kimsiniz ?" dedi.
İhtiyar gülümsedi: " Ben senin namazlarınım."

"Neden bu kadar geç kaldınız ?Son anda yetiştiniz. Neredeyse düşüyordum."dedi....

İhtiyar yüzünü gererek, tekrar güldü; Başını salladı;

" Sen beni hep son anda yetiştirirdin, ...hatırladın mı?


Secdeye kapandığı yerden başını kaldırdı. Kan-ter içinde kalmıştı. Dışarıdan gelen sese kulak kabarttı. Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı. Abdest almaya gidiyordu.

 


 



Şimdi aileye katılmanın tam zamanı - Yeni nesil Ücretsiz Windows Live Hizmetlerini şimdi edinin! Buraya tıkla!
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
Namaz kılmayı öğrenmek için doğru yere geldiniz... Tüm namaz gönüllüleriyle www.namazzamani.net 'te buluşalım. Her zaman fikrinize ve desteğinize ihtiyacımız var... Bu sitedeki mailler: http://namazzamani-grubu.blogspot.com adresinde yayınlanır...

Bu mesajı Google Grupları "Namaz Zamanı" gruba üye olduğunuz için aldınız.

Daha fazla seçenek için, http://groups.google.com/group/namazzamani?hl=tr
adresinde bu grubu ziyaret edin.
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---